Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 


Sen diz üstündeysen eğer
Herkes büyük görünür

29 Ocak 2011

       Türkiye iki büyük oyalama taktiğinin içinden geçerek büyük bir karmaşaya doğru gidiyor.
       Birincisi, AKP hükümeti, Kürt meselesinde oyalıyor, kandırmaya ve zaman kazanmaya çalışıyor, demagoji ve yalan söyleme sanatının bugüne dek görülmemiş bütün inceliklerini kullanarak Kürtleri ve aslında genel olarak Türkiye'yi bir yıkıma doğru sürüklüyor.
       İkincisi, AKP hükümeti, yine akıl durduracak yöntemlerle, kenara köşeye sıkıştırdığı yasalarla, 1980'de temelleri atılarak başlatılan vahşi restorasyonun son tuğlalarını sendikaların ve toplumsal muhalefetin yavaşlığına güvenerek yerleştiriyor.
       Birinci oyalamanın istenilen sonucu vereceği çok şüpheli. İkincisinde ise mevcut aymazlık hali ve sendikal ihanet hükümetin elini daha çok rahatlatıyor.
       Hükümet, Kürtleri ve Kürt sorununu oyalıyor. Daha doğrusu aslında bu, belirsiz ve amaçsız bir oyalama değil. Bugünkü durumda bütün tutuklamalara ve saldırılara rağmen karşı tarafı marjinalize etme, gücünü ve etkisini kırma konusunda başarılı değil. Ortada hatırı sayılır bir silahlı güç ve şimdi seçime gidilse eski potansiyelini en azından koruyabilecek düzeyde bir kitlesel yapı var.
       Bu kitlesel yapı ve örgütlülük düzeyinde bir kırılma ve dağılma yaratmak, toplam olarak hareketin kitleler üzerindeki yönlendirici etkisini zayıflatmak istiyor. Asıl saldırı için bunun şart olduğunu, bunu sağlamadan yapacağı her türlü hareketin çok yıkıcı olamayacağını biliyor. Denediler, hem de büyük güçlerle, havadan karadan denediler, olmadı.
       Oyalama, bunun içindir. Her şeyden önce hükümet, oyalama ve zaman geçirmenin kendi lehine olduğunu düşünüyor ve umuyor. Karşısındaki gücün sürekli aksiyonla ayakta durduğunu ve uzun süre atıl tutarsa zaaf yaşayacağını düşünüyor.
       Ama bu boş durarak yapılan bir oyalama değil; bir yandan da sinsi cemaat çalışmaları sürdürülüyor, 90'ların domuz bağı katillerini sokağa salıp yeni bir vahşetin kapılarını aralıyor, seçimlere doğru artacak bir rüşvet ve yozlaştırma kampanyasıyla iyice dozu artırdıktan sonra "açılım"ı bir yok etme kampanyasıyla taçlandırmak istiyor.
       Öte yanda ise borsaya giren sıcak para yığınlarını ve emperyalistlerin, yerli patronların açık desteğini arkasına alan hükümet artık pervasız bir biçimde her alanı ticarete açıyor, satılmadık bir şey bırakmıyor, patronlarla oturup yeni iş yasaları hazırlayarak Türkiye'yi bir ucuz emek cenneti haline getiriyor. Geçenlerde yoksulların ayaklanıp 23 yıllık diktatörü sepetlediği Tunus için IMF başkanı daha aralık ayında "Tunus ekonomisi örnek bir yolda ilerliyor" diyordu. İşte tam da böyle bir "örnek yol" Türkiye ekonomisi için de geçerlidir. Artık öğrendik; 2000'li yıllarda "ekonominin büyümesi" denilen şey, halkın kesin yoksullaşması anlamına geliyor.
       Tabandaki emekçiler ve onların bir parça uyanmış olan kesimleri her geçen gün bunun daha çok farkına varıyorlar ve bir şeyler yapmak, yaptırmak için çırpınıyorlar. Sokaklara çıkıyorlar, çadırlar kuruyorlar, yukarıyı zorlayan eylemler yapıyorlar ama konfederasyonlar artık kaskatı bir durumda. Bir bölümü tümüyle "yandaş" sendika haline dönüşmüşler, bir bölümü zaten 50 yıldır aynı görevi üstlenmiş haldeler. Kamu sözleşmeleri bunun göstergesiydi, şimdilerde "torba yasa" konusundaki ağır kanlılık ise tam bir rezalete dönüşmüş durumda.
       Beri yanda toplumsal tepkiyi "hukuk mücadelesi"ne hapseden bir yaklaşım da Türkiye'nin yeni moda sendikacılığı haline gelmeye başladı. Nerede bir özelleştirme, bir zam, bir işten atma olsa soluğu Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kapılarında alan, emekçi kitlelerin tehlikeli gücünü sokağa sürmek yerine hukukçuların "engin bilgilerini" dilekçelere döken bir anlayış, emekçilerin enerjisini kurutuyor.
       Bütün bunlar olurken de 30 yıldır zaten adım adım inşa edilmiş olan bir vahşi kölelik düzeni daha da yerine oturuyor; sökülüp atılamazmış gibi görünen bir sağlamlık kazanıyor.
       Geç kalmanın bir bedeli var mı? Evet, var. Hem emekçiler açısından, hem de devrimci güçler açısından bu gidişe müdahale etmekte gecikmenin bir bedeli var. Daha çok sömürüleceğiz, daha çok acı çekeceğiz, bu onursuz ve karanlık düzen içinde daha fazla bir süre yaşayacağız. Bin Ali, uçağına atlayıp Tunus'u terk etti. Daha önce de Küba'da Batista, Vietnam'da Diem, İran'da Şah Rıza Pehlevi aynı biçimde defolup gitmişti.
       Bugün ensemizde boza pişirmeye devam edenlerin onlardan tek bir farkı yok. Fark orada değil, burada, bizim cephemizdedir. Onların gücü değil, bizim zayıflığımızdan söz ediyoruz. Dünyanın her yerinde, her zaman sokak, iktidarların elinin ne kadar rahat olacağını belirler.
       Fransız Devrimi'nin ünlü şarkısı da bunu söylemiyor mu bize?
       "Biz diz üstündeyiz diye büyükler
       Bize böyle büyük görünürler
       Ayağa kalkalım!"

 
 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Şehit Muhtar Mah. Nane Sokak No: 15/3
Beyoğlu/İSTANBUL