Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 


Geleceğimizi Görmek İçin
Tarihe Bakalım...

08 Ağustos 2011

       Sıcak bir yaz geçiriyoruz. Bir tarafta sınıf mücadelesinin kazanı kaynamak üzere, diğer tarafta Kürt Ulusunun demokratik mücadelesi her cepheden sistemin sınırlarını zorlamayı sürdürüyor. Bunlara bir de ortadoğu coğrafyasının son aylardaki dinamizmini eklediğimizde hararet daha da yükseliyor.
       Peki tüm bu hararet uzay boşluğunda heba olup gidecek mi? Bu soruya yanıt vermeden önce iki örneği incelemek gerekiyor: 89 Bahar eylemleri ve günümüzün Kürt ulusal demokratik mücadelesi.
       Yaşı yetenler anımsayacaktır; 1989 yılının baharında neredeyse her gün, hatta bir gün içinde üç, beş... belki daha da fazla işçi yürüyüşü ile karşılaşabiliyordunuz İstanbul sokaklarında. Görünüşte çok umut verici bu hareketlenme 1989 yılının 1 Mayısında rengini çok açık bir biçimde duyurdu. 30 Nisan günü sokakları dolduran, 2 Mayıs günü yine sokaklarda olacak olan işçiler 1 Mayıs günü ortalıkta yoktular. O yıllarda henüz 1 Mayıs yasaklıydı (sadece Taksim'de değil, her yerde). İşçilerin bu tavrı kesinlikle apolitiklik değildi. Aksine bilinçli olarak politikanın uzağında durma tavrıydı. İkisi arasındaki farkı 15-16 Haziran karşılaştırmasıyla anlatabilmek mümkün: 15-16 Haziran'a katılan önemli bir apolitik işçi kitlesi de vardı. Bilmedikleri, ucunu bucağını, varabileceği noktayı politik yetersizliklerinden dolayı çok hesaplayamadıkları için, bilinçsizce hareketin içinde yer almış çok sayıda Türk-İş'e bağlı sendikalarda örgütlü, hatta hiç bir sendikada örgütlü olmayan işçi de vardı haziran günlerinde. 1989 baharında ise "başlarına gelecek olanın" bilincinde olan, 12 Eylül terbiyesini gayet iyi almış, ekonomik taleplerin ötesine geçmemeye büyük bir özen gösteren, sınırlarını ve kimlerle yan yana gelip gelmeyeceğini çok iyi bilen bir kitle söz konusuydu. Kelimenin bu anlamıyla "politik" bir kitleydi 89 baharındakiler. Ama bizim literatürümüzdeki politika sözcüğüne göre "antipolitik"tiler. Sosyalistlerin, devrimcilerin desteğinden bile özellikle uzak durmaları bundandı...
       Sonuçta 89 bahar eylemlerinden geriye ne kaldı diye sorulacak olursa tatmin edici bir yanıt vermek zor olacaktır. Sınıf mücadelesinde kalıcı kazanımlar elde etmek elbette zordur. Bu eylemlerin de işçi sınıfını 12 Eylül sonrasında sokakla barıştırmak gibi önemli kazanımları elbette vardır ama politik, hatta ekonomik cephede ne olup bittiği incelendiğinde ortada dişe dokunur bir şey yoktur. Bu hareketin politikliğinin bir diğer göstergesi de sosyalist bloğun dağılmasının ardından hızla sönümlenmesidir. Az önceki duruşla çelişkili gibi görünse de dünyanın her köşesindeki işçiler için "böyle bir alternatif var, bir gün bizim de günümüz gelecek" umudunun canlı ifadesi olan bu yapının kendi içine çökmesi, telafisi aradan geçen bunca yıldan sonra bile olanaksız bir moral çöküntü yaratmıştı geniş emekçi kitlelerde.
       Ancak her şeye rağmen bu hareketin kalıcı bir iz bırakamadan sönümlenmesinde iç dinamikler belirleyiciydi. Bunları birkaç başlık halinde sıralarsak: 1) Sosyalist düşünce ve hareketle araya konulan mesafe, 2) Merkezi bir örgütlülük oluşturma düşünce ve pratiğine yönelik bilinçli mesafe, 3) Harekete yön veren bir ideolojik-politik eksenin olmayışı.
       Günümüzün halen sürmekte olan Kürt ulusal demokratik hareketini incelediğimizde farklı bir tablo çıkmaktadır karşımıza. Hareket baştan itibaren merkezi, belli bir ideolojik-düşünsel eksen etrafında şekilenmektedir. Bu ideolojik-politik eksen yer yer bizim de içimizde olduğumuz bir çok yapı tarafından eleştirilse de sonuçta tek bir hedefe yönelmiş, ne istediğini bilen ve bu doğrultuda hareket eden bir yapının ortaya çıkmasındaki vaz geçilmez işlevini başarılı bir şekilde yerine getirmektedir. Sosyalist hareketle arasındaki mesafe ise yer yer açılsa da hiç bir zaman tamamen kopmamıştır ve günümüzde yeniden bir yakınlaşma söz konusudur.
       Hareketin bugün geldiği aşama ise somut kazanımlar koparma noktasıdır. Bu kazanımların hala koparılarak alınması, yakın gelecekte de böyle devam edecek olması hareketin niteliğinden bir şey eksiltmez.
       Aslında bu iki karşılaştırma ne yapılıp ne yapılmaması gerektiği konusunda yeterince ipucu vermektedir. Çok uzaklara gidip Yunanistan'dan, Mısır'dan, Tunus'tan pratik dersler devşirmeye gerek yok yani.
       Bu derslerin ışığında günümüzün tekil işçi direnişlerini ve diğer muhalif hareketleri yeniden değerlendirmemiz gerekiyor. Bu hareketlerin bir çoğunda devrimcilerin doğrudan ya da dolaylı çabası, emeği ya da müdahalesi var. Olmadığı yerlerde de 89'da olduğu gibi bilinçli olarak devrimcilere, sosyalistlere mesafeli duran bir kitle sözkonusu değil. Bu önemli bir kazanım. En azından sınıf hareketi ile sosyalistler arasındaki duvarların zayıfladığını, yer yer yıkıldığını gösteriyor. Ancak bu tablo mutlak değil. Özellikle yer yer oligarşinin körüklediği şövenist dalgalar, binbir emekle oluşturulan böylesi tabloları bir anda yerle bir edebiliyor hala.
       Bugünkü hareketlerin en büyük zaafı ise merkezileşememe. Baştan itibaren merkezi bir yapının yaratmadığı bu hareketlerin başlangıçta dağınık olması elbette kaçınılmazdır. Ancak gelinen aşamada merkezileşme en acil ihtiyaçlardan biridir. Bu doğrultuda da yine devrimcilerin, sosyalistlerin de etkisiyle belirli çabalar söz konusudur. Ancak yeterince yol alınamadığı da ortadadır.
       Bir diğer handikap da toplumun diğer sistem karşıtı hareketlerinin merkezileşmesinin sağlanamamasıdır. İşçi direnişleri, HES karşıtları, Kürt hareketi, Alevi hareketi, Filistin ile dayanışma hareketi, anti-emperyalist hareket, siyanürlü altın madenciliği karşıtları, 3.cü köprü karşıtları, kentsel dönüşüm mağdurları, kadın cinayetleri karşıtı hareket... ve daha adını burada sayamayacağımız, ama sonuçta sistem karşıtı hareketin kimisi en sivri ucunu oluşturan (Kürt hareketi gibi), kimisi ise doğası gereği sivrilemeyen birçok bileşeni paramparça bir duruşu sürdürmektedir.
       Tüm bu hareketlerin hepsini birden kapsayacak ideolojik-politik eksen olarak "sosyalizm" demek, her ne kadar doğru olsa da tek başına bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü sosyalizm sözcüğü her kapıyı açan sihirli bir anahtar değildir. Özellikle güncelleştirilmiş, yukarıdaki mücadele alanlarının her birine ilişkin güncel yaklaşımlarını mantıklı bir bütün içerisinde ifade edebilen, gelişkin bir sosyalizm projesi üretmeksizin, sadece "sosyalizm" sözcüğüyle hedeflenen merkezileşmeyi sağlayabilmek olası değil.
       Sözgelimi sosyalist toplum denildiği zaman sanayileşmeyle söze başlayan geçmiş sosyalizm anlayışının çevre kirliliği sorununa dair "elbette doğayı ve çevreyi tahrip etmeden" sözlerinden öte bir şeyler söyleyebilmesi, somut projeler sunabilmesi gerekmektedir. Geçmiş sosyalizm deneyimlerinin de bu gibi konularda sabıkalı olduğu hesaba katılarak bunlar söylenmeksizin günümüzün dinamiklerini ikna edebilecek bir ideolojik eksen inşa edebilmek olanaksızdır.
       Elbette ki her şey bir ideolojik yapının inşasına indirgenemez, havale edilemez. Günümüzün en acil görevlerinden, sözgelimi varolan işçi direnişlerinin merkezileştirilmesi gibi bir çabadan hareketle kağıt üzerinde yapılabilecek olandan çok daha fazla mesafe kat edilebilir ve edilmelidir. Ancak uzun vadeli kazanımlar elde edebilecek bir hareket tasarımı için, bundan çok daha fazlasına ihtiyaç olduğu da hiç bir zaman unutulmalıdır. Aksi halde, büyük hayal kırıklıkları kaçınılmazdır. Sosyalizm adına hareket ettiği iddiasındaki hiç bir yapının, "biz eskiden ne mücadeleler verdik" söylemleriyle kendini avutan yeni bir "yorgun demokrat" kuşağı yaratma lüksü yoktur. Görev hepimizindir.

 
 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sk. No: 12 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL