Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
 
5 (66). Sayı
Arşiv
Makale Dizini



 

 
İletişim İçin:
emekveozgurluk09@gmail.com
avrupa.emekozgurluk@googlemail.com
www.eoc-avrupa.org
İzmir'de Gezi Tutsaklarıyla Dayanışma Eylemi

       İzmir'de 20 Haziran sabahı ile başlayan gözaltı furyasında 51 kişi tutuklanarak Kırıklar F tipi ve Şakran Cezaevine gönderilmişti. Cezaevlerinde yaşanan keyfi uygulamalar ve tecrit politikalarına karşı İzmir dayanışma formu ve Tutsak Aileleri 30 Temmuz Salı günü saat 12.00'de Kırıklar F tipi cezaevi önünde bir araya geldiler. Burada toplanan kitle Kırıklar 2 Nolu F Tipi Cezaevinden ''Tecrite Son Zindanlar yıkılsın,Tutsaklara Özgürlük'' pankartı arkasında yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca ''Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük, Anaların öfkesi katilleri boğacak, Yaşasın devrimci dayanışma, İçerde dışarda hücreleri parçala, İnsanlık onuru işkenceyi yenecek'' sloganlarını haykıran kitleye tutsakların da içeriden eşlik ettiği duyuldu. Kırıklar 1 Nolu F Tipi Cezaevi önüne gelindiğinde burada yapılan basın açıklamasında tutsakların yaşadığı sorunlara değinildi. Devletin sistemli olarak uyguladığı tecrit politakalarına karşı ortak tutum sergilenmesi gerektiği vurgulandı. ÇHD'nin İHD'nin de söz aldığı açıklama sloganlarla son buldu..

Barikat'ın Yeni Sayısı Çıktı

       Barikat Dergisi'nin yeni sayısı çıktı. Henüz kitapevlerine ulaşmayan bu sayımızda Gezi Parkı Direnişi'ne ilişkin değerlendirmemizin yanı sıra İmralı Görüşmeleri de mercek altına alınıyor. Yeni mücadele dönemine ilişkin bir yazımızın yanı sıra, örgütlü çalışmada komitelerin önemine ilişkin bir başka yazımız da Barikat'ın sayfalarında yer alıyor. Haziran şehitlerimizin anıldığı bir diğer yazımız Barikat'ta yer alan bir diğer yazı.
       Barikat'ta yer alan yazılarımızı, en kısa sürede sitemizde de yayınlayacağız.
        Gezi Parkı Direnişi sırasında polis baskını ile teknik olanaklarının kısıtlanması nedeniyle bir gecikme yaşasak da en azından Gezi gündemini yakalayabilmeyi başardığımızı düşünüyoruz.
        İyi okumalar.

Haziran Halk Direnişi ve Görevlerimiz

       GİRİŞ VE YÖNTEM
       Ülke ve halk Haziran’ı Taksim Gezi Parkı direnişiyle karşıladı. Daha önce “yayalaştırma projesi” (bu projenin altında sadece AKP değil CHP’nin de imzası vardır) kapsamında başlayan bu rant operasyonuna tepkiler elbette vardı; başta Mimarlar Odası ve Taksim Dayanışması bu tepkiye ve halkın aydınlanmasına öncülük ediyordu. Ancak hiçbir hukuk tanımayan, pervasızlık ve saldırganlığı çizgi edinen AKP, Gezi Parkına dokununca tepkiler büyüdü. Lokal nitelikte olan bu direnişe saldırı, çadırların yakılması ve devlet terörünün sokağa taşınması büyük bir halk direnişiyle karşılandı. Başta sol ve devrimci hareket olmak üzere, AKP’nin ekonomik ve siyasal saldırılarından rahatsız olan toplumsal kesimler bu direnişin bir parçası oldu. Taksim ve Gezi Parkında yanan isyan ateşi tüm ülkeye yayıldı, binlerce gösteri ve kitle hareketiyle halk, sadece Taksim ve Gezi Parkıyla dayanışma içinde olmadı, sivri ucu AKP ve iktidarına yönelen, yaygın, çok sesli, çok katmanlı, çok renkli halk direnişine, halk isyanına dönüştü.

       Yazının Tamamını Okumak İçin Burayı Tıklayın

İzmir'li Gezi Direnişçilerinden 13'ü Tukuklandı

       İzmir’de Gezi Eylemlerine destek verdikleri için 20 Hazirandan itibaren başlayan ev ve kurum baskınları sürüyor. 5 Temmuz saat 06:00 cıvarında İzmir merkezli olarak İzmir, İstanbul, Ankara, Manisa ve Batman'da 17 adrese düzenlenen ev baskınlarıyla Emek ve Özgürlük Cephesi, Halk Cephesi ve BDSP'li 15 kişi Gezi Direnişine katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alındılar. Yapılan operasyonda İzmir ve Batman'da dört Barikat okuru da gözaltına alındı. Kaldıkları evler polis tarafından basılan Yasin Sünger, Savaş Karakuş, Görüş Atıcı ve Orhan Yıldız adlı Emek ve Özgürlük Cephelilerle birlikte BDSP ve Halk Cephesinden de çok sayıda kişi gözaltına alındılar. Gözaltına alınanlardan 13'ü 8 Temmuz günü çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklandı. Biri BDSP'den, diğeri Emek ve Özgürlük Cephesinden iki kişi ise serbest bırakıldı. Tutuklanan devrimciler İzmir Kırıklar F Tipi Hapishanesine götürüldü.
       Operasyonun yapıldığı 5 Temmuz günü saat 18:00'de, yaşanan operasyon ve gözaltına alınmaları protestoları etmek için bir basın açıklaması düzenlendi. İzmir'de gözaltıları protesto etmek için bir araya gelen devrimci kurumlar aynı gün saat 18.00’de İzmir’de Konak YKM önünde toplandılar,
       "Gözaltılar, Tutuklamalar, Baskılar Bizi Yıldıramaz! " yazılı BDSP, Halk Cephesi, EÖC imzalı pankartının arkasında Konak Eski Sümerbank önüne doğru yürüyüşe geçtiler. Yürüyüş boyunca " Devrimci irade teslim alınamaz", "Gözaltılar serbest bırakılsın", "Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük", "Faşizme karşı omuz omuza", "Katil devlet hesap verecek", "Bedel ödedik bedel ödeteceğiz", "Yaşasın devrimci dayanışma " sloganları atıldı. Ayrıca yürüyüş boyunca yapılan konuşmalarda gözaltıların teşhiri yapılarak direnişçilerle 24 saatlik görüş ve gizlilik kararı olduğu ifade edildi ve gözaltıların, gözaltı süresi boyunca başlarına gelebilecek her türlü saldırıdan İzmir Emniyeti'nin sorumlu olacağı yürüyüş boyunca vurgulandı. Konak Eski Sümerbank önüne gelindiğinde ise basın açıklamasına geçildi . Basın açıklamasında;
       "31 Mayıs'ta başlayan halk hareketinde 4 insanımız katledilirken sorumluları mükafatlandırılıp, geleceğine sahip çıkanlar tutuklanıyor. Türkiye bir halklar hapishanesine çevrilmeye çalışılıyor. Bu amaçla da ilk hedefi devrimci ve demokratlar konularak toplumun geri kalanına gözdağı verilmeye çalışılıyor. Gündoğdu Meydanındaki çadırların 20 Haziran sabahı polis operasyonu ile dağıtılmasının ardında 24 devrimci, demokrat tutuklanarak cezaevine gönderildi" denildi.
       Ayrıca ;
       "Bu sabah BDSP, Emek ve Özgürlük Cephesi ile Halk Cephesi çalışanları evleri ve kurumları basılarak gözaltı terörü uygulamasına devam edildi." ifadesi kullanılarak direnişçilerin Pazartesi sabahı Bayraklı Adliyesine çıkarılacağının duyurusu yapılarak tüm devrimci, dost kurumlar Bayraklı Adliyesi önüne çağrılarak açıklamaya son verildi.
       Basın açıklamasının çağrıcı kurumları ; Halk Cephesi, BDSP, EÖC
       Destekleyen Kurumlar; Alınteri, ESP, Halkevleri, EHP, ABF, DİP, KÖZ, Devrimci Hareket, Kaldıraç, Mücadele Birliği, TKP 1920, Partizan, DHF, İzmir Hareket Tiyatrosu, ÇHD
       Konu ile ilgili gelişmeleri elimize ulaştıkça aktarmaya devam edeceğiz.
       Hiçbir güç, devrimci sosyalizmin yürüyüşünü engelleyemedi, engelleyemez.

Haziran İsyandır!

       Tarih 31 Mayıs 1971'i gösterdiğinde, Nurhak dağlarında Sinan, Alpaslan, Kadir şehit düştü; 3 devrimci, 3 THKO gerillası şehit düştü...
       Aynı gün Maltepe'de 2 devrimci, 2 gerilla, 2 THKP-C savaşçısı çarpışıyordu; tarih 1 Haziran'a döndüğünde, Hüseyin Cevahir şehit oldu, Mahir yoldaş yaralı esir düştü....
       O günler kapkara günlerdi. 12 Mart açık faşizmi, emperyalizm ve işbirlikçi tekelci sermayenin çıkarları temelinde halka karşı "balyoz hareketi" düzenlemişti. 1965-70 devrimci gençlik hareketi içinde, Mahirler, Denizler, İbrahimler çıkmıştı; ellerinin tersiyle tüm eski ve geri anlayışı, legalist, reformist, Kemalizm'e soldan destek çıkan anlayışları bir kenara itmiş, düzene, düzenin özünü ifade eden, düzeni örgütleyen ve koruyan faşizme isyan etmişler, başkaldırmışlardı.
       
Yazının Tamamını Okumak İçin Burayı Tıklayın...

Barikat Bürosuna
Polis Baskını

       Gezi Parkı protestoları sürecinde 11 Haziran 2013 salı günü Polisin Gezi Parkı'ndaki direnişçilere yönelik saldırısı sonrasında gelişen olayları bahane ederek SDP İstanbul İl Binasını basan polis, aynı binada bulunan Barikat Dergisi Bürosuna da hiç bir hukuksal zemine dayanmaksızın kapısını kırarak girmiş ve ortalığı tam anlamıyla talan etmiştir. Büromuzdaki herşeyin tahrip edilmesi temelinde yapılan "arama" sonrasında tüm bilgisayarlarımızın harddisklerine, fotoğraf makinelerimizin hafıza kartlarına ve video kasetlere el konulmuştur.
       Baskının ardından tüm bilgisayarlarımız (artık hard diskleri olmadığı için) kullanılamaz hale gelmiştir. Barikat'ın web sitesinin güncellenmesinin gecikmesinin temel nedenlerinden biri de budur. Yine gerek harddisklerimizin parçalanırcasına sökülerek götürülmesi, gerekse de fotoğraf makinelerimizin hafıza kartlarının da götürülmesi sonucu Gezi Parkı sürecine dair elimizde görsel malzememiz sadece internette bulabildiklerimizle sınırlıdır. Bundan dolayı elinde bu tür görsel malzeme bulunan okurlarımızın bunları hızla bize aktarmalarını istiyoruz. Ayrıca elbette özel olarak belirtmeye gerek olmasa da, tüm okurlarımızın Barikat'la her anlamda dayanışmanın zamanı olduğunu da geçerken söyleyelim.
       Barikat Dergisi ve SDP İstanbul İl Binasının basıldığı gün SDP'den ve sokaktan gözaltına alınan 72 kişiden 59'u savcılığa sevk edilmiş, bunlardan 4'ü tutuklanmıştır. Daha sonrasında ise son saldırının ardından yapılan operasyonlarda çeşitli gruplardan 95 kişi gözaltına alınmıştır. Son operasyon sırasında sokaktan gözaltına alınanların tam sayısı belirlenememekle birlikte yüzlerce kişiden bahsedilmektedir.
       Devletin tüm saldırılarına rağmen Gezi Direnişi yeni biçimler alarak sürmekte ve yaygınlaşmaktadır. Bu direnişte büromuzun basılması, bizler için onur duyulacak bir olaydır. Ne baskınlar, ne gözaltılar, ne de katliamlar halkın direnişini durduramamıştır, durduramayacak ta. Direniş sürecinde yaşamını yitiren Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş ve Abdullah Cömert'in aramızdan ayrılması nasıl ki direnişi durdurmak yerine daha da körüklediyse, yapılan tüm baskılar, operasyonlar direnişe yeni boyutlar eklemekten başka bir işe yaramamaktadır.
       Toplumun yatak odasına kadar burnunu sokan AKP Hükümeti, şımarıklığıyla bardağı taşırmıştır. Ortaya çıkan tepki herkesi şaşırtmıştır. Bunca yıldır yapılanlara yönelik biriken öfkeyi sadece politik terazilerle tartmaya alışkın düşünsel yapıların şaşırması doğaldır. Politika yaşamın sadece bir alanıdır, ancak yaşam çok çeşitli alanlardan oluşmaktadır.

Dipten Gelen Dalga,
Taksim Kıyılarına Vurdu

       Uzun süredir neredeyse her istediğini yapan AKP hükümeti çok sert bir kayaya çarptı. Biraz gaz yedikten sonra dağılırlar zannettikleri binlerce insan dağılmadı, günlerce direndi direndi ve polisi Taksim Meydanından kovdu.
       Herşeyin fitili Taksim'de kalan son yeşil alan olan Gezi Parkı'nın da imhasına başlanmasıyla ateşlendi. Emekçileri kent dışına sürgün etmenin en sembolik adımlarından biriydi Gezi Parkına yapılacak olan alış veriş merkezi. Hatta sembolik olmaktan çok daha öteydi. Her karışı betonlanmış bir kentte bir ağaç gölgesinin kıymetini bilen çok sayıda insan yaşıyordu. Bunlar klimalı ortamlara yabancı insanlardı, yoksullar, emekçilerdi. Yaşamlarını savunuyorlardı. O ağaçlar yaşadığı zaman kendilerinin yaşayabileceğinin farkındaydılar. Polis saldırısında kolu kırılan BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in "ben o ağaçların da milletvekiliyim" demesi belki de bundandı.
       Diktatörler hep gözardı ettikleri bir sınır vardır. Boyuneğmeye alıştırılmış bir toplumun her şeyi sineye çekebileceğine sonsuz güvenirler. Hele ellerine bir oyuncak geçti mi hemen şöyle düşünürler: "En fazlası veririz gazı, ortalık güllük gülistanlık olur". Sökmedi...
       Bir zamanlar gazın adı kazığa oturtmaydı, çarmıha germeydi, sonra falaka oldu, teknik gelişti elektrik icad oldu, filistin askısı ve daha niceleri. Vietnamın kaplan kafesleri Amerikan askerlerinin kuyruklarını kıstırıp kaçmalarının önüne geçememişti. Bugün, 1 Haziran 2013 günü Taksim'i bırakıp kaçan polislerin hala atmaya devam ettiği gaz bombaları da öyle.
       Günlerce süren direniş TV kameraları karşısında ahkam kesmeyle iktidar olunamayacağını da ispatladı. Sokakta iktidara sahip değilseniz, istediğiniz kadar ahkam kesmeye devam edebilirsiniz. Ama sokak, sizin buyruklarınızı paçavraya çevirdi bile.

       1970'li yıllarda olsaydık bunun ötesi sıkıyönetim ilanı ve sokağa çıkma yasağı idi. En son 1995'te Gazi Mahallesi'nde soğaka çıkma yasağı ilan eden valilik böyle bir adımın kendini rezil etmekten başka bir işe yaramadığını o günden sonra öğrenmiş demek.
       Bugün, bunun ötesi başka bir ülkedir. Sokağa çıkan ve üzerine açılan gaz bombası ile plastik mermi yağmuruna karşı direnişini, mücadelesini sürdüren kitleler bundan birşey öğrenir: Başka türlüsü mümkün. Yaparak öğrenilen şey asla unutulmaz. Ve iktidar olmanın, en azından iktidarın oyunlarını bozmanın tadı bir defa alındığında, asla unutulmaz.
       Karşımızda Hüsnü Mübarek yok. Karşımızda ABD'nin Ortadoğu'daki tüm stratejik senaryolarının başrol oyuncusu var. Bu yüzden kimse iyimserliğe kapılmasın. Ama bu ülkede Taksim yasağı sadece 30 gün sürebilmişse, hiç de boş olmayan bir iyimserliği hak etmediğimiz de söylenemez. Sadece şu bilinçle yürümeye devam edelim: Bundan sonrası daha zor olacak. Ama mutlaka olacak!
       Yaşasın Direniş!
       Yaşasın Zafer!
       Emek ve Özgürlük Cephesi




Betül Altındal ve Osman Mehmet Önsoy Yoldaşlar Mezarları Başında Anıldı

       22 Mayıs 1980'de işkencede katledilen Osman Mehmet Önsoy ve 21 Mayıs 2006'da kansere yakanarak aramızdan ayrılan Betül Altındal Yoldaşlar, 26 Mayıs 2013 günü mezarları başında anıldı. İlk olarak saat 10:30'da Betül Yoldaşın Zincirlikuyu'daki mezarının başında biraraya gelen Emek ve Özgürlük Cepheliler burada "Betül Altındal Devrimci Kurtuluş Mücadelemizde Yaşıyor" yazılı Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı pankartı ve EÖC bayraklarını açtılar. Saygı duruşu ile başlayan anmada "Betül Yoldaş Ölümsüzdür", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz" sloganları atıldı. Daha sonra şu metin okundu:
       "21.yüzyılda emperyalistler ve işbirlikçileri dünya halklarının, ezilenlerin başına en vahşi, en sinsi halleriyle çöreklendiler.
       En çok da emekçilerden korktukları için sömürünün, baskının, zulmün ve saldırının her yolunu deniyorlar. Ortadoğu'yu kan gölüne çevirdiler. Avrupa'da işçi sınıfını kanıyla alınan hakları gasp ediyorlar. Türkiye bugünlerde Taksim'den Reyhanlı'ya gaz altında, işgal altında ve kan içinde. Halkın meydanlarını emekçilere yasaklayarak işçiye, emekçiye, öğrencilere ve demokratik hakları için direnenlere saldırıyorlar.
       20. yüzyılın sonlarında bu çağın umutsuzluk çağı olmasıydı bütün planları. Dünya halklarının umudunu kırmak için, sömürünün ve iktidarlarının yıkılamayacağı korkusunu ve kaderciliği yaymak için saldırıyorlar bugün de. Çünkü korkuyorlar… Çünkü umutsuzluğun karanlığını aydınlatıp umuda çevirmenin mümkün olduğunu gösterenleri bitiremiyorlar. Bitiremeyecekler de…
       İşte umudun kadınlarından biri de O… Betül Altındal.
       Betül, kısacık yaşamında tarihin umuda giden yollarının taşlarını örenlerden biri… Aslında tam da bu yüzden tarihe bıraktığı miras çok değerli ve aslında çok uzun yaşayacak olanlardan.
       Nedir Betül'ü bu kadar değerli kılan bizim için?
       Çok nedeni var elbette. Sorgulayıcıydı Betül. Bilimsel ve insani düşünüşü birleştirmenin önemini anlamıştı. İnsan olmanın gereklerini sorgularken emperyalizme ve oligarşiye karşı mücadele etmenin bütünlüğünü kavramıştı. Gülerek ve namuslu insanları severek mücadele etmenin, hayatı dolu dolu sevmenin, mücadeleyi sevmenin, inanmanın bütün güzelliği ile anıyoruz şimdi ve her zaman O'nu.
       Şimdi biz dostları, yoldaşları biliyoruz ki Betül 1 Mayıs'ta Taksim'de… Zulme başkaldıran öğrencilerle… Direnen THY işçisinin yanında, grevde… HEY Tekstil ve DHL işçilerinin direnişinde, taşeron işçilerinin mücadelesinde… Kentsel-rantsal dönüşüme karşı sokakta… Reyhanlı'daki katliama karşı… Kavgada…
       Betül Altındal'ın kişiliğinde cisimleşen özellikleri, yarının insanının yaratılmasında önemli deneyimlerden biridir. Devrimci mücadeleyi yaşamın kendisi olarak görmesi ve kendi iç mücadelesini de bu yönde vermesi örnek oluşturacak samimiyette bunu yaşaması çok önemlidir. Betül yoldaş, sosyalizme ve sosyalist insanın bugünden yarına yaratılması gereğine inanmakla kalmamış, bunun eleştirel ve sorgulayıcı bir tarzla arayış mücadelesini de vermiştir. Alçak gönüllüğü, disiplini, ilkeliliği, kavgacılığı, devrime ve sosyalizme olan inancı O'nu umudun kadını yapmıştır.
       İşte Betül bu özellikleriyle diğer devrimci, demokrat ve sosyalist hareketler ve insanları tarafından da bilinir ve saygıyla karşılanırdı.
       Örneğin Betül yoldaşımızın bu özellikleri, tanışmış olduğu Filistinli yoldaşlar üzerinde de hayranlık ve saygı yaratmıştı. Hatta onu kaybettikten birkaç gün sonra, Başta Maryam Abu Dakka olmak üzere FHKC yöneticileri de üzüntülerini iletmiş, bizimle duygularını paylaşmışlardı.
       Devrimci sosyalist mücadeleyi yaşamıyla taçlandıranlardan biridir Betül Altındal.
       O'na verilecek tek bir sözümüz var. Gelecek sosyalizmle gelecek…"
       Metnin okunmasının ardından sloganlar yinelendi ve Cephe Marşı okundu. Daha sonra da Betül Yoldaşımızın çok sevdiği "Kavganın Ortasında" marşı okundu.
       Aynı gün düzenlenen ikinci anma etkinliği ise 22 Mayıs 1980'de işkenceyle yaşamını yitiren Osman Mehmet Önsoy'un Avcılar'daki mezarı başındaydı. Burada Osman Mehmet Önsoy'un ailesi ile birlikte gerçekleştirilen anma saat 13:00'te başladı. Saygı duruşu ile başlayan anmada "Mehmet Önsoy Ölümsüzdür", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz" sloganları atıldı. Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı "Mehmet Önsoy Devrimci Kurtuluş Mücadelemizde Yaşıyor" pankartının açıldığı anmada Osman Mehmet Önsoy'un ailesi de "İşkencecilerden Hesap Soracağız", "Ya Özgür Vatan Ya Ölüm", "Kurtuluşa Kadar Savaş" yazılı bir pankart açtı. Anmada ilk olarak ailesi ve dostlarının hazırladığı metin okundu. Bu metinde Osman Mehmet Önsoy'un yaşamı ve mücadelesi özetlendikten sonra günümüzde sol adına yapılan yanılgılı tutumlara yönelik eleştiriler yer aldı. "İşkenceci Katiller Hesap Verecek", "Kahrolsun İşkenceci Katiller" sloganlarıyla biten metnin ardından sloganlarımız yinelendi. Daha sonra Emek ve Özgürlük Cephesinin metni okundu. Metin şöyleydi:
       "Dostlar Yoldaşlar,
      Osman Mehmet Önsoy örnek bir devrimciydi. 1954 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Daha Küçükçekmece Lisesi’nde okuduğu yıllarda, 1968’de devrimci mücadeleye katılan Mehmet Önsoy, 1972 sonrası Mahir’lerin bayrağını devralan kuşağın neferlerinden biri olarak gerek işçi sınıfı içerisinde, gerekse de ortaöğrenim ve yükseköğrenim gençlik örgütlenmelerinde en ön saflarda yerini aldı. İlerici Yapı İş, Maden İş ve İlerici Tekstil İş Sendikalarının örgütlenmesinde ve mücadelesinde en önde yer aldı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne giren Mehmet Önsoy, burada da devrimci mücadelenin ön saflarında yerini almasını bildi ve İYÖD’ün örgütlenmesinde aktif olarak yer aldı. 1977’de mezun oldu.
      1975 yılında Avcılar’da Halkevi’ni açan Mehmet Önsoy, İstanbul’daki diğer Halkevleri’nin koordinasyonunu sağladı. Tüm bunlar devrimci sosyalizmi bütünsel kavramanın ve yaşama geçirmenin Mehmet Önsoy şahsında cisimleşmiş ifadesiydi. Örgütlü olmanın, kısacak bir zaman dilimini dopdolu bir hayat haline getirmesinin en güzel örneklerinden biriydi Mehmet Önsoy.
      Devrimci Sosyalist Hareketimizden kopan “Savaşçılar” grubu içinde mücadelesini sürdüren Mehmet Önsoy, 5 Mayıs 1980’de Halkalı’dan Eminönü’ne giden bir otobüste tesadüf sonucu gözaltına alındı. İşkencede de örnek bir devrimci olmayı yaşamı pahasına başardı. 17 Mayıs günü Haydarpaşa Askeri Hastanesi siyasi tutuklular koğuşunu koma halinde getirildi. Bu koğuşta bulunan diğer devrimcilerin anlatımına göre hiçbir tedavisi yapılmayan Mehmet Önsoy Yoldaş, işkencecilerin suç ortağı askeri hekimler tarafından ölüme terk edildi. Böylelikle 22 Mayıs günü devrim şehitlerimiz arasındaki onurlu yerini aldı.
      Mehmet Önsoy devrimciliğin nasıl yaşaması gerektiğini öğreten devrim şehitlerimizden biridir. Mehmet Önsoy Yoldaşımız gibi yine mayıs ayında yitirdiğimiz, 11 Mayıs 1979’ta kuşatılıp katledilen Tamer Tabak ve Ömer Çimeken Yoldaşlarımızın devrimci anılarının önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz. Şehitlerimiz, geçmişten geleceğe uzanan devrim yürüyüşümüzün köşe taşları, yol göstericileri, bizi biz yapan en önemli değerlerimizdir.
      Yaşadığı gibi, tertemiz bir devrimci olarak son nefesini verirken bizlere eşsiz bir miras da bırakan Mehmet Önsoy Yoldaş’ı işkencede katledilişinin 34.yılında saygıyla anıyor, anısını Devrimci Kurtuluş Mücadelemizde yaşatacağımıza söz veriyoruz."
      Metnin okunmasının ardından sloganlarımız yinelendi. Daha sonra Osman Mehmet Önsoy'un kardeşi söz alarak duygularını dile getirdi. Anma böylece sona erdi.

Taksim Onun İçin Savaşanlarındır, Bizimdir!
Elimizden Alamayacaksınız!

       Oligarşinin faşist terörü ile boğulmak istenmesine rağmen devrimci direnişin ve dayanışmanın en güzel örneklerinden birinin daha geride kaldığı bir 1 Mayıs'a tanık oldu İstanbul. Trafiğin felç edilmesine, fiili sokağa çıkma yasağına rağmen binlerce emekçi ve devrimci 1 Mayıs meydanına çıkmak için yola koyuldu. Karşılarında tüm güçleriyle barikat kuran devletin üzerine yürüdü. Ne atılan gaz bombaları, ne de tazyikli su onları yollarından geri döndürebildi. Ortaya konan irade çok netti: Taksim bizimdir. Onu asla elimizden alamayacaksınız. Gaziler pahasına kazanıldı bu zafer. Başta sayı saymasını bilmeyen İstanbul Valisi tarafından 19 yaşında olduğu söylenen 17 yaşındaki Dilan olmak üzere birçok yaralıya rağmen devrimciler ve işçiler, omuz omuza dövüştükleri bu kavgada asla geri adım atmadılar.
       1 Mayıs sabahına sıkıyönetim tablosuyla uyanan İstanbullu emekçiler, devrimciler, kesilen yollara, iptal edilen toplu ulaşım araçlarına rağmen Şişli'deki DİSK binasına sabah saatlerinde ulaşmaya başladılar. Saat 09:00'da binanın önünde ayrılarak Taksim'e giden ana cadde üzerinde kortejlerini oluşturan ve aralarında Devrimci 1 Mayıs Platformunun da bulunduğu gruplar, belirlenen saat olan saat 10:00'da yürüyüşlerine başlamak üzere sloganlarıyla beklemeye başladılar. Henüz yürüyüş başlamamışken polis gaz bombaları ve yine yakıcı etkisi olan kimyasal bir bileşime sahip tazyikli su ile kitleye saldırdı.
       Yoğun gazdan dolayı geri çekilen kitlenin bir bölümü DİSK binasına döndü. Diğerleri ise polise karşılık verebilecek uygun yer bulur bulmaz direnişe başladı. DİSK binasına çekilenler de kısa bir süre sonra karşı saldırıya geçtiler. Böylelikle başlayan ve Emek ve Özgürlük Cephelilerin de içinde yer aldığı sokak çatışmaları saatlerce sürdü. Bu arada sabahtan beri DİSK binasına ulaşmaya çalışan kitle Mecidiyeköy, Cevahir AVM arkası ve Bomonti cıvarında çatışmalara başlamıştı. Özellikle havai fişeklerle ve taşlarla yer yer polisi püskürten 1 Mayıs kitlesi, kimi yerlerde polis bariyerlerini dağıttı. Polisin nişan alarak ve yakın mesafeden attığı gaz bombaları birçok devrimcinin yaralanmasına yol açtı. Buna rağmen kimse direnişten geri durmadı.
       Şişliye ulaşmak için Okmeydanı'ndan harekete geçenler de birçok yerde polis ile çatışırken Tarlabaşı, Dolapdere ve İstiklal Caddesi cıvarında da benzer çatışmalar yaşandı.
       1 Mayıs'ı Taksim'de kutlama kararlılığı ile yola çıkan bir diğer grup da Beşiktaş'ta polise kök söktürdü. Sabah saatlerinden itibaren burada toplanan kitle, ilk gaz bombasını da yiyen kitleydi. Burada da yüreğini ortaya koymuş devrimcilerin direnciyle karşılaşan polisin saldırısı farksızdı.
       Akşam saatlerine kadar süren çatışmalar bir kez daha gösterdi ki; Devrimci İrade Asla Teslim Alınamaz! DİSK Binası önünde Genel Başkan Kani Beko'nun yaptığı açıklama ile buradaki çatışmalar noktalanırken İstanbul'un diğer bölgelerindeki çatışmalar saat 18:00 cıvarına kadar sürdü. DİSK önündeki basın açıklamasının ardından DİSK'li bir işçinin çağrısı ile 1 Mayıs'larda yaşamını yitirenler için bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!" sloganlarıyla biten saygı duruşunun ardından yine DİSK binasına giren direnişçiler, yavaş yavaş binadan ayrılarak dağıldılar.

İzmir'de 1 Mayıs

       Dünya işçi sınıfının kapitalizme karşı birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs İzmir'de Gündoğdu meydanında kutlandı.
       Taşeron sistemine, güvencesizliğe, emek sömürüsüne ve Ortadoğu'da esmekte olan emperyalist savaş rüzgarlarına karşı son yıllara oranla oldukça kitlesel bir şekilde Gündoğdu meydanını emekçiler doldurdular.
       DİSK, KESK,TMMOB, TÜRK-İŞ,HAK-İŞ çağrıcısı olduğu ve siyasal parti, demokratik kitle örgütleri ve devrimci kurumların katldığı 1 mayıs yürüyüşü iki koldan gerçekleşti. Birinci kol Basmane tarafından yürürken, ikinci kol ise Konak tarafından yürüdü. İçlerinde Emek ve Özgürlük Cephesi'ninde bulunduğu devrimci kurumlar KESK yürüyüş güzergahı olan Konak Sümerbank önünde saat 10'da toplanmaya başladılar. Saat 11.00 da başlayan yürüyüş oldukça coşkulu şekilde Gündoğdu meydanında son buldu. Yürüyüş sırasında Emek ve Özgürlük Cephesi kortejinden “Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş” , “Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz”, “Tamer, Doğan, Atilla Savaşıyor Gerilla”, “Yaşasın Partimiz, Yaşasın Cephemiz”, “Kızıldere Son Değil,Savaş Sürüyor”, “1 Mayıs Kızıldır, Kızıl Kalacak”, “Taksim'de düşene dövüşene bin selam” vb. Sloganları yükseldi. Ayrıca Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı kuşlamalar alanda yapıldı.
       Miting Taksimde yaşanan devlet terörü teşhir edilerek Taksim direnişçileri ile dayanışma sloganları atıldı. Ayrıca Taksimden gelen çatışma ve gözaltı haberleri üzerine kitlenin öfkesi dahada bilendi. Miting yapılan konuşmalar ve Suavi konseri ile son buldu.


Taşeronlaştırmaya, İş Cinayetlerine, İşsizliğe ve Yoksulluğa Karşı

1 Mayıs'ta Taksim'e!

       Dünya işçi sınıfının kapitalizme karşı birlik, mücadele ve dayanışma günü, 1 Mayıs!
       Tüm ezilen ve sömürülen emekçilerin günü kutlu olsun!
       Emperyalist-kapitalist egemen güçlerin dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları üzerindeki baskı, sömürü ve şiddet politikalarına karşı yaşasın enternasyonalist dayanışma!
       Taşeron sistemine, kuralsız ve güvencesiz çalışmaya karşı 1 Mayıs’ta alanlardayız!
       Adaletsizliğe, eşitsizliğe, demokratik haklarımızın gasp edilmesine karşı 1 Mayıs’ta alanlardayız!
       Dünyada ve bölgemizde sürdürülen emperyalist işgallere, Suriye halkına düzenlenen saldırı ve komplolara karşı 1 Mayıs’ta alanlardayız!
       Kadınların, öğrencilerin, değişik uluslardan halkların ulusal demokratik haklarının engellenmesine ve gerici-faşist baskılara karşı 1 Mayıs’ta alanlardayız!
       Doğanın yağmalanışına ve tahrip edilişine, karşı 1 Mayıs’ta alanlardayız!

       Emperyalist kapitalist sistemin egemenleri tüm olanaklarını kullanarak ezilen emekçi halklar üzerinde baskı ve sömürüsünü artırdığı, terör estirdiği bir süreçten geçiyoruz. Dünyanın birçok yerinde emperyalistler saldırganlıklarını, terör, baskı ve katliamlarını sürdürerek, giriştiği işgallerle ülkeleri yakıp yıkarak egemenlik alanlarını ve sömürülerini derinleştiriyor.
       İşçi sınıfı ve emekçilerin uzun süren mücadeleler sonucu kazanmış olduğu sosyal, ekonomik, demokratik hak ve özgürlükleri kullanılamaz durumdadır. Giderek patronların lehine kuralsızlaştırılan ve taşeronlaşan çalışma yaşamı işçilere adaletsizlik, güvencesizlik eşitsizlik ve sömürüden başka bir şey getirmemektedir. İşçi direnişleri, gösteriler, sendikal faaliyetler; tüm diğer hak arama mücadeleleri gibi baskılarla, polis saldırılarıyla, gözaltı ve tutuklamalarla yıldırılmak istenmektedir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği, maliyet kaygısı duyan işverenler sayesinde artan sorunlarla ağırlaşmakta, hemen her gün yeni bir iş cinayetinin yaşandığı ülkemizde, işyerlerinden ölüm haberleri eksik olmamaktadır.
       Emekçilerin uğradığı baskı ve sömürünün yanı sıra halklarımız anti-demokratik, baskıcı, faşist sistemin zulmü altındadır. Eğitimden sağlığa, barınma sorunundan çalışma yaşamına kadar birçok toplumsal alanda halklarımız baskı ve sömürü altındadır. Ülkemizde başta Kürt Ulusu olmak üzere ezilen halkların ulusal demokratik hak ve özgürlükleri tanınmamaktadır. Var olan cinsiyetçi sistemde ikinci sınıf insan olarak görülen kadınlar, hükümet yetkililerin açıklamalarında aşağılanmakta, şiddete uğramakta ve vahşice öldürülmektedir. Kapıları işçi ve emekçi ailelerin çocuklarına kapatılan üniversiteler, sermayenin hizmetine sunulmuştur. Eğitimde eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim talepleri baskı ve terörle bastırılmaya çalışılırken, gerici ve faşist güçlerin hegemonyası büyük ölçüde hakim kılınmıştır.
       Biz emekçiler bunca zulmü ve yüzyıllardır maruz bırakıldığımız bu insanlık dışı muameleyi hiçbir zaman hak etmedik. Burjuvazi, refah içinde sürdürdükleri yaşamlarını, işçilerin alın terinin sömürüsüne bağlamışlardır. Biz işçi ve emekçilerin kanını emen bu asalakları ve düzenlerini reddediyor ve asla kabul etmiyoruz. Sistemin hangi yanından tutarsak tutalım elimizde kalıyor, çağ dışı sömürü politikaları ile karşılaşıyoruz. Bugün olduğu gibi bu rezil sistem, gelecekte de bize zulümden başka bir şey vermeyecektir.
       Kapitalistlerin egemenliğine ve artan saldırılarına karşı kurtuluşumuz, işçi sınıfının ve emekçi halkımızın demokrasi ve sosyalizm mücadelesindedir.
       Gericiliğe, faşizme ve vahşi kapitalizme karşı hayatın her alanında örgütlü mücadeleyi yükseltmeliyiz.
       Emperyalizm ve oligarşinin sözcüsü AKP ve sermaye yanlısı işbirlikçi sarı sendikaların karşısında; emekten, insanca yaşamdan yana olan mücadeleci sendikalarda, derneklerde, platformlarda güçlerimizi ve birliğimizi geliştirmek zorundayız.
       Sadece sendikal örgütlenme ve mücadele değil, işçi sınıfının iktidarını da hedefleyen politik örgütlenmeler içerisinde, insanca bir yaşam mücadelesinde yerimizi almalıyız.
       Emekçi sınıfların ve ezilen halkların güven ve umutla baktığı yarınlara; eşitlik, adalet, özgürlüğün hakim olduğu insanca bir yaşama ancak demokrasi ve sosyalizm mücadelesiyle, ezilen halkların demokratik iktidarı ile ulaşılabilir!
       İnsanca yaşam ve özgür ülke için 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’ndayız!
       1 Mayıs'ta Alanlara, Emek ve Özgürlük Cephesi Saflarına!
       Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği
!
       Birlikle ve Birlikte Kazanacağız!

       Emek ve Özgürlük Cephesi

Nurettin Yedigöl Yoldaş'ı Andık

       1981 yılının Nisan ayında gözaltında yoğun işkenceler sonucu katledilip, kaybedilen Nurettin Yedigöl yoldaş 21 Nisan 2013 pazar günü, Bakırköy Altan Erbulak sahnesinde yapılan bir etkinlikle anıldı. Anma Nurettin Yedigöl şahsında tüm devrim şehitleri için yapılan saygı duruşuyla başladı. Saygı duruşunun ardından "Nurettin Yedigöl Ölümsüzdür" sloganı atıldı. Nurettin yoldaşın yaşamını, mücadelesini anlatan bir sinevizyon gösteriminden sonra Mine Nazari Oğul adlı şiiri okudu. Anma konuşmalarla devam etti. Emek ve Özgürlük Cephesi adına yapılan konuşmada "Nurettin Yedigöl kimdir sorusuna verilecek cevap kısa ve nettir; o Devrimci Kurtuluşçudur. Devrim ve sosyalizim bayrağını her zaman yükseklerde tutan bir geleneğin savaşçısı, işkencede direnişin sembolü, mütevaziliği, disiplini ve çalışkanlığıyla örnek bir devrimcidir... Nurettin yoldaşı kimse unutmadı, unutmayacak çünkü o bu topraklara devrimci bilincini, mücadelesini kısaca emeğini verdi. Ondan sonra doğan çocuklar onun adını, mücadelesini öğrendiler ve onun ardından yürümeye başladılar. Onu katleden oligarşinin katilleri her cumartesi Galatasaray da karşılarında buldular Nurettin'i. Ben burdayım dedi ve daha çok yükseldi sesi." denildi.
       
Konuşmasında 32 yıldır ağabeyini aradıklarını belirten Muzaffer Yedigöl "Benim ağabeyim onurlu ve namuslu bir devrimciydi. İnandığı değerlerden vazgeçmedi ve işkencecilerin karşısında boyun eğmedi. Biz kaybedilenlerin aileleri olarak acımasız devlet politikaları karşısında sesimizi duyurmayı öğrendik, alanlarda meydanlarda onları yaşatmayı öğrendik. Biz Nuretti'in ailesi olarak onun akıbetini öğrenme konusunda ısrarcı olacağız. Babadan oğula bu dava sürecek." dedi.
       BDP İstanbul milletvekili Sabahat Tuncel de yaptığı konuşmada “Nurettin yoldaş bu faşist zihniyet tarafından katledildi. Tıpkı diğer gözaltında kaybedilenler gibi. Biz hepsinin katilinin kim olduğunu biliyoruz. İktidarlar değişiyor ama kafa değişmiyor. Bu mücadelede binlerce insan yaşamını yitirdi ama geri adım atmadı hep daha da ileri yürüdü. Devrimcilere vereceğimiz en önemli söz daha demokratik daha adil daha eşitlikçi bir devrim gerçekleştirmek için mücadele etmek olacaktır.” dedi.

       Nurettin Yedigöl'ün yoldaşı, gözaltında kaybedilişinin tanığı İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe ise “Biz 12 Eylülün direnci, umutları ve geleceğe olan inançları yitirilmeye çalışılan bir gençliğin temsilcileriyiz. Nurettin son derece mütevazi, kanaatkar, sabırlı, sakin bir insandı. Bu sabır onun kararlılığını gösteren bir sabırdı. Ben dört ay Gayrettepe de tutuldum Nurettin dört günde katledildi. Ve bu dört günde akıl almaz işkencelere maruz kaldı. Bütün bu işkencelere rağmen biz ekmeği son lokmasına kadar yemeği ve ağız dolusu gülmeyi hiçbir zaman unutmadık. O karanlık günlerde dört beş saniye yan yana geldiğimizde kolları bacakları kırılmış Nurettin bana ‘sakın halkına ihanet etme, sakın ifade verme’ demişti. Biz parmaklarımızı kavuran elektiriği unutmayacağız, çocuklarımızın kafasını uçuran A4 mermilerini unutmayacağız, yapılan katliamları unutmayacağız. Unutmayacağız ve affetmeyeceğiz.” dedi.
       Ardından Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan’ın da avukatı olan Nebi Barlas bir konuşma yaptı. Bu yiğit devrimcilerin avukatlığını yapmaktan onur duyduğunu belirten Barlas tüm devrim şehitlerinin anısı önünde saygıyla eğiliyorum diyerek konuşmasını sonlandırdı.
       Daha sonra da Nurettin Yedigöl ile aynı okul sıralarını paylaşan Hasan Kaya söz alarak anılarını anlattı. Ortaokul yıllarında öğretmenleri Hasan Basri Aydın'dan nasıl etkilendiklerini de anlattığı konuşmasında farklı siyasetlerde olmalarına rağmen dostluklarının hiç sarsılmadığından bahsetti. Devrim yolu engebeli dolambaçlı ve sarptır sözlerine de yer verdiği konuşmasında yer yer duygusal anlar yaşayan Hasan Kaya, konuşmasını 1 Mayıs'ta buluşma çağrısıyla sonlandırdı.
        Anma etkinliği Keremo’nun Kürtçe okuduğu bir şiirle devam etti. Son olarak Hüseyin Arjen ve Serhad Raşa’nın ezgileriyle Nurettin Yedigöl'ü anma etkinliği sona ererken etkinliğin sonunda katılımcılar 1 Mayıs'ta Emek ve Özgürlük Cephesi saflarına çağrıldı.
Keremo

Hüseyin Arjen

Serhat Raşa

Gözaltında Kaybedilişinin 32.ci Yılında Nurettin Yedigöl'ü İstiyoruz

       İstanbul
       
12 Nisan 2013 Cuma günü gözaltında uğradığı ağır işkencelerin ardından kaybedilen Nurettin Yedigöl’ün ailesi, yoldaşları, Cumartesi Anneleri ve İHD Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyonu tarafından işkenceye uğradığı ve en son görüldüğü yer olan Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü önünde bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Saat 13:00’te Gayrettepe’deki 12 Eylül döneminin işkence merkezlerinden olan ve 1.ci şube olarak bilinen binanın önüne gelen kitle, burada “Nurettin Yedigöl 12 Eylül’ün İşkence Merkezi Olan Bu Binada Kaybedildi” yazılı pankartı açtı.
       Basın açıklamasında ilk olarak Nurettin Yedigöl Yoldaşımızın annesi Zeycan Yedigöl söz aldı. Öfkesini haykıran Zeycan ana, Dolmabahçe’de başbakanın verdiği sözleri tutmadığını söyleyerek “siz de evlat acısı çekin” dedi. Kendisi gibi oğlunun peşinde bir ömür veren Berfo Ana’nın son arzusunu anımsatan Zeycan Ana, “beni de Berfo Ana gibi oğlumun kemiklerini de benim yanıma gömün” dedi. Ardından söz alan Nurettin Yedigöl’ün kardeşi Muzaffer Yedigöl ise konuşmasında “Ağabeyim burada kaybedildi. Ağabeyim gözaltındayken yengem ile birlikte her gün buraya geldik, ona para bırakıp bir haber almaya çalışırdık. Tüm çabalarımız sonuçsuz kaldı. Bugün barıştan bahseden başbakana sesleniyorum ve diyorum ki benim ağabeyimin kemikleri bulunmadan, bizim gibi bu acıları yaşayanlardan özür dilenmeden barışı getiremezsiniz.”
       Daha sonra söz alan İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe ise konuşmasında Gayrettepe Emniyet Müdürlüğünde bu ülkenin gelecekleri olan devrimcilerin, öğretmenlerin ve sendikacılarının günlerce, aylarca işkence gördüklerini ve kimilerinin kaybedildiğini söyledi. Nurettin Yedigöl’ün kendisinin gözaltına alındığı evde kurulan karakola düştüğünü ve Gayrettepe’de 4 gün boyunca çok özel ve ağır işkencelerden geçirildiğini söyleyen Ümit Efe, aynı dönemde Gayrettepe’de işkence gören daha birçok devrimcinin tanıklığına rağmen Nurettin Yedigöl’ün kaybedildiğini ve sonrasındaki hukuk mücadelesi sürecinde de hep “böyle birisi hiç gözaltına alınmamıştır” yanıtıyla karşılaştıklarını söyledi.
       Ümit Efe'den sonra yine gözaltında kaybedilen Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız söz aldı ve 12 Eylül yargılamalarındaki sahtekarlığı sergiledi. Berfo Ana’nın bu mahkemeleri takip ederken son nefesini verdiğini ama Kenan Evren’in hala yaşlı olduğu gerekçesiyle sanık kürsüsüne çıkarılamadığını belirtti. Yaşananların bir kandırmaca olduğuna vurgu yapan Hanife Yıldız kendi elleriyle getirdiği oğlu Murat Yıldız’ın nerede olduğunu sormaya ölene kadar devam edeceklerini söyledi. Hanife Yıldız yaşına rağmen basın açıklaması boyunca kendisine yardım etmeye çalışanlardan hiçbir destek almadan sonuna kadar dimdik durdu ve taşıdığı pankartı bir an olsun elinden bırakmadı.
       Hanife Yıldız'ın ardından, yine gözaltında ağabeyi Rıdvan Karakoç’u yitiren Hasan Karakoç söz aldı. Üç kardeş birlikte gözaltına alındıklarını söyleyen Hasan Karakoç 14 gün işkencede kaldıklarını anlattı. 14 gün boyunca kaldıkları Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü binasını kastederek, “bu binaya bugün girsem, nerde işkenceler yapıldığını yine gösterebilirim” diyen Hasan Karakoç, tek suçlarının Kürt olmak olduklarını söyledi. Taksicilik yapan ağabeyinin Şivan Perwer dinlediği için şikayet edilerek gözaltına alındığını söyleyen Hasan Karakoç, bugün Kürtçeyi, Şivan Perwer’i serbest bıraktığını söyleyen Başbakan Erdoğan’ın neden Ağabeyinin kemiklerini bulamadığını sordu.
       Kayıp yakınlarının konuşmalarının ardından İHD Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına söz alan Meral Çıldır, basın metnini okudu. Basın metninde şu ifadelere yer verildi:
        “…32 yıl önce bugün, 12 Eylül karanlığında gözaltına alınan Nurettin Yedigöl, bu binada bulunan müdürlüğünün Tayyar Sever’in yaptığı 1.ci şubeye getirildi.
       Mete Altan’ın başında bulunduğu işkence timi tarafından sorgulandı. Derisinin yüzülmesi, kafasına çakılan çividen elektrik verilmesi dahil en ağır işkenceye maruz kaldı.
       Gözaltına alıdığı inkar edilan Nurettin Yedigöl, İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı’nın yönetimindeki bu binada kaybedildi….
       ,,,12 Eylül işkencehanelerinde kaybedilen insanlarımızın akıbetleri açıklanmadan, failleri yargılanmadan, darbelerle hesaplaşılamayacağını bir kez daha hatırlatmak için buradayız.
       32 yılıdır Nurettin’in akıbetini gizleyen, faillerini koruyan tüm hükümetlerin bu suçun ortağı olduğu gerçeğini dillendirmek için buradayız.
       Gözaltında kaybedilişinin 32. ci yılında Nurettin Yedigöl’ü ve tüm kayıplarımızı aramaktan vazgeçmeyeceğizin ifadesi olarak buradayız.
       Geçmişte yaşanan insanlık suçlarının varlığı kabul edilmeden,
       Suçların failleri cezalandırılmadan,
       Bu suçları yaratan zihniyet sorgulanmadan,
       İnsanlık suçlarının bir daha yaşanmaması için gerekli mekanizmalar hayata geçirilmeden,
       Barış içinde yaşama hakkımızın güvence altında olmayacağını söyemek için buradayız….”
       Metnin okunmasının ardından basın açıklaması sona erdi. Basın açıklaması sırasında kullanılan pankart üzerine karanfiller konularak Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’nün önüne bırakıldı. Kitlenin buradan ayrılması sırasına orada bulunan Emek ve Özgürlük Cepheliler yanlarında bulunan “Nurettin Yedigöl’ü Arıyoruz, Unutmayacağız, Affetmeyeceğiz” yazılı, Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı pankartı Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü girişindeki duvara bantladılar.
       Eyleme Emek ve Özgürlük Cephesinin yanı sıra Emekçi Hareket Partisi de eyleme destek verdi.

       İzmir
       
Emek ve Özgürlük Cephesi, gözaltına alınıp işkencede katledilişinin 32. yılında Nurettin Yedigöl yoldaşımızı 12 Nisan Cuma günü 13:00'de İzmir Konak Eski Sümerbank önünde gerçekleştirdiği basın açıklanması ile andı. “NURETTİN YEDİGÖL ÖLÜMSÜZDÜR, UNUTMAYACAĞIZ AFFETMEYECEĞİZ” pankartı açan Emek ve Özgürlük Cepheli’ler, flamalarıyla pankartın arkasında yer aldı.
       Anmada “Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş, Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz, Nurettin Yedigöl ölümsüzdür, Devrim Şehitleri Ölümsüzdür, Katil Devlet Hesap Verecek, Gözaltılar Tutuklamalar Baskılar Bizi Yıldıramaz, Faşizme Karşı Omuz Omuza, Yaşasın Devrimci Dayanışma “ sloganları atıldıktan sonra Nurettin Yedigöl şahsında tüm devrim şehitleri için saygı duruşuna geçildi. Saygı duruşu esnasında ‘Güneşi İçenlerin Türküsü’ adlı şiir okundu. Ardından basın metnine geçildi. Okunan basın metni şöyleydi:
       “Nurettin Yedigöl yoldaş Devrimci Sosyalist Hareketimizin bir militanı olarak devrimci savaş içerisinde yer alırken 12 Nisan 1981 yılında İdealtepe’de bir evde polis tarafından kurulan pusuda yakalanarak gözaltına alındı. Gözaltına alınarak o dönemin ünlü işkencehanesi olan İstanbul Gayrettepe'deki 1. şubeye götürüldü. Ve Nurettin yoldaş 1. şubede sınıflar mücadelesinin diğer bir alanı olan işkenceye karşı direniş savaşını başlatarak işkencecilerin, derilerini yüzmesi, kafasına çivi çakılarak elektrik verimesi dahil en ağır işkencelere maruz bırakıldı. Fakat Nurettin yoldaş devrimci sosyalist bir militan olarak işkencede direnme geleneğimizin ilk halkalarından biri oldu. İşkence karşısında Muhammet olarak verdiği isminden asla vazgeçmedi, tek bir kez bağırmadan, yakınmadan, sonuna kadar direndi. Nurettin yoldaş en son 17 Nisan 1981 günü sorgulamalardaki diğer devrimciler tarafından görüldü, çırılçıplaktı, kolları tutmuyordu, konuşamıyordu, kan ve pislik içindeydi. Bir daha onu hiç gören olmadı.
       O günden bugüne dek polis hep onun gözaltına alındığını reddetti. Bu isimde birinin “hiç gözaltına alınmadığı” söylendi. Açılan tüm davalardan bir sonuç alınamadı ve cesedi hiç bulunamadı. Ailesi yıllarca her kapıyı çalarak, her yolu deneyerek Nurettin’i aradı. Devrimci sosyalistlerin duruşmalarında defalarca soruldu. Dava savcısı Faik Tarımcıoğlu’nun aileye verdiği yanıt ise en komiğiydi: “Bizim elimizde de oğlunuz hakkında bir tutuklama kararı var ama bulamıyoruz...” Daha sonra Cumartesi Annelerinin arasındaydı ailesi ve ısrarla hâlâ sormaya devam ediyorlardı oğullarının nerede olduğunu.
       Nurettin yoldaş, 1954 yılında Erzincan’da doğdu. Çocukluğu köyde geçen Nurettin Lise öğrenimi için Erzincan’a, daha sonra da İ.Ü. İşletme Fakültesi’nde okumak için İstanbul’a geldi. 1976-77 yılları arasında İYÖD yönetiminde yer alan Nurettin, bu süreçte devrimci sosyalist harekete katıldı. Disiplinle çalışan bir yoldaş olarak tanındı.
       Sınıf mücadelesinin ortaya çıkmasından bu yana egemenler kendi iktidarlarını korumak için ellerinden gelen her şeyi yapmış, her türlü şiddeti uygulamıştır. Bugün işçi ve emekçiler üzerinde uygulanan hak gaspları, güvencesiz çalışma koşulları, Kürt Ulusuna yönelik imha inkar asimilasyon ve tasfiye politikaları ve eğitimin ticarileşmesi, üniversitelerdeki demokratik hak taleplerinin faşist devlet tarafından engellenmesi bunun birer örneğidir.
       Nurettin Yedigöl yoldaşımız bu ülkedeki sınıf mücadelesinin en sert zeminlerinde devrimci savaşı vermiş, emperyalizm ve oligarşi de aynı sertlikte bir yanıtla bu mücadeleyi bastırmaya çalışmıştır.
       Oligarşi tehdit unsuru olarak gördüğü devrimcileri katletmekten hiçbir zaman geri durmadı. Oligarşinin bu karanlık yüzünü Kızıldere’de Mahir Çayan ve yoldaşlarında, Diyarbakır cezaevinde İbrahim Kaypakkaya’da, idam sehpalarında Deniz’lerde, 6 Haziran şafağında Atilla ve Tamer’lerde, 17 Nisan’da işkencede kaybedilen Nurettin Yedigöl’de görmekteyiz. Yaşanan bütün katliamlara bakınca gelecekte de sınıf mücadelesinin kızışmasına bağlı olarak yeni kayıplar yaşanabileceğini biliyoruz ve bunu bilerek mücadele yürütüyor ve geçmişte yaşanan katliamların hesabını soracağımızı bir kez daha haykırıyoruz.
       30 Mart, 6 Haziran, 17 Nisan... Artık bizim için anma günleri değildirler...
       Kendi tarihimizi kavramak açısından, hücrelerimizdeki genleri farketmek açısından anlamlıdırlar.
       Geçmişten öğrendikçe, bugünü anladıkça, geleceğimiz aydınlık olacaktır.”
       Basın açıklamasına; Alınteri, Partizan, Halk Cephesi ve İzmir Hareket Tiyatrosu destek verdi.

 

Nurettin Yedigöl Yoldaşımız İçin Panel

       Emek ve Özgürlük Cephesi, gözaltıda işkence yapılarak katledildikten sonra "kaybedilen" yoldaşımız Nurettin Yedigöl şahsında faşizmi bir defa da bu yönüyle teşhir etmek amacıyla bir dizi etkinlik düzenledi. Bu etkinliklerden ilki 7 Nisan 2013 pazar günü İstanbul Esenyurt'ta bulunan Güney Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen paneldi. Panele konuşmacı olarak İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe, Nurettin Yedigöl yoldaşımızın kardeşi Muzaffer Yedigöl, İHD İstanbul Şubesi Kayıplar Komisyonundan Sebla Arcan Aydın ve Emek ve Özgürlük Cephesi adına Hasan Yüksel katıldı.
       Saat 13:00'te başlayan panelde ilk olarak yeryüzünde devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşamını yitirenler anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Saygı duruşunun ardından ilk olarak sözü İHD İstanbul Şubesi Kayıplar Komisyonu üyesi Sebla Arcan Aydın aldı. Devletin kayıp politikasının ekseninde "geride hiç delil" bırakmama mantığı olduğuna değinilen konuşmada, böylece hukuki sürecin daha baştan tıkanmaya çalışıldığına değinildi. Gözaltında kayıpların 12 Eylül öncesinde ve 12 Eylül sürecinde de yaşandığı, ancak 90'lı yıllarda özel savaş sürecinde bir patlama yaşandığını anlatan konuşmacı, kayıplarını arayanların da kaybedildiğini örnekleriyle ortaya koydu.
       Aynı yıllarda İHD'nin bu konuya el atarak başlattığı mücadelenin aşamalarına da değinen Sebla Arcan Aydın, başlangıçta her hafta yapılacak bir eylemin zor göründüğü tartışmalarını da anımsattı. Özellikle Şili ve Arjantin'de yürütülen kayıp yakınları mücadelesinin sendikalar ve sosyalistlerin tam desteğini almasına rağmen ülkemizde ne yazık ki bu sürecin aynı biçimde yaşanmadığına da değinen konuşmacı, süreç içerisinde maruz kaldıkları baskılara da değindi. Daha geçen haftaki gözaltına alınmamızdan kalan yaralarımız iyileşmeden yeniden gözaltına alınıyorduk diyerek süreci çok iyi özetleyen konuşmacı, yaşlı ve hasta kayıp yakınlarının yaşamlarını tehlikeye atan bu duruma son vermek için eylemlere ara verdiklerini, Ergenekon operasyonlarıyla kayıpların yeniden gündemleşmesi üzerine yeniden oturma eylemlerine başladıklarını söyledi.
       Nurettin Yedigöl'ün babası İsmail Yedigöl'den de bahseden konuşmacı, cumartesi eylemlerine sessiz sedasız, elinde küçücük bir resimle gelen İsmail Amcanın hiç konuşmadığını, hiçbir açıklamada söz almadığını, ama her cumartesi geldiğini anlattı. Bir cumartesi eyleminde onu göremediklerinde ise artık yaşamadığı haberini aldıklarını anlattı.
       Bugün yurtdışına çıkan herhangi bir TC bürokratına ilk önce cumartesi annelerinin ve gözaltında kayıpların sorulduğunu anlatan konuşmacı, bu durumun kendi kazanımları olduğunu da vurguladı.
       Daha sonra Nurettin Yedigöl Yoldaşımızın gözaltında kaybedilmesinin tanığı olarak söz alan İHD İstanbul Şubesi Başkanı Ümit Efe ise konuşmasında gözaltına alınma süreçlerini, Nurettin'in yakalanmasını ve gördüğü ağır işkenceleri anlattı. Son olarak gözaltındaki diğer devrimciler tarafından görülen Nurettin Yedigöl için yaptıkları tüm hukuki başvuruların "böyle biri gözaltına alınmamıştır" yanıtıyla tıkandığını anlatan Ümit Efe, son günlerdeki barış tartışmalarına da değinerek, sürecin mağduru olan ailelerin ikna olmadığı hiçbir sürecin gerçek bir barış anlamına gelmeyeceğine değindi. Nurettin Yedigöl için yapılacak diğer etkinliklerin de duyurusunu yapan Ümit Efe, gözaltında katledilişinin 32.ci yılında katledildiği yerde Gayrettepe'de bulunan o dönemin 1.ci Şube, şimdinin Asayiş Şube binasının önünde 12 Nisan 2013 günü saat 13:00'te İHD ve dostları, yoldaşları ile birlikte bir basın açıklaması yapılacağını; 18 Nisan günü Ankara'da yapılacak olan 12 Eylül duruşmasına topluca katılınacağını; Ayrıca 21 Nisan 2013 pazar günü Bakırköy Altan Erbulak sahnesinde bir anma etkinliği düzenleneceğini söyledi ve katılım çağrısı yaptı..
       Daha sonra Emek ve Özgürlük Cephesi adına söz alan Hasan Yüksel, öncelikli olarak yapacağı konuşmayı geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren Berfo Ana'ya adadı. Daha sonra ise sınıf mücadesinin ortaya çıkmasından bu yana egemenlerin kendi iktidarlarını korumak için ellerinden gelen her şeyi yaptığına, her türlü şiddeti uyguladıklarına değindi. Gözaltında kaybetmenin en üst düzeyde bir cezalandırma olduğunu vurgulayan Hasan Yüksel, böylece katledilenin yakınlarına bir mezarın bile çok görülüğünü söyledi. Nurettin Yedigöl yoldaşımızın bu ülkedeki sınıf mücadelesinin en sert zeminlerinde bu kavgayı verdiğine değinen konuşmacı, emperyalizm ve oligarşinin de aynı sertlikte bir yanıtla bu mücadeleyi bastırmaya çalıştığını anlattı ve gelecekte de sınıf mücadelesinin kızışmasına bağlı olarak yeni kayıpların yaşanabileceğine değindi.
       Bugün bizleri bir araya getiren şehitlerimizin ölüm, işkence ya da hapislik gibi konulardaki hesaplaşmaları çok önceden yapıp bu yola gerdiklerine de değinen Hasan Yüksel, mücadelenin sürekliliğine ve onların yolundan yürünmesine çağrı yaptı. Mücadelenin çok farklı boyutları olabileceğine değinen konuşmacı, kayıp yakınlarının bazılarınca küçümsenin mücadelesinin bugün yurtdışına çıkan herhangi bir devlet bürokratının yüzüne şamar gibi çarptığını anımsatarak bu şamarları çoğaltma çağrısı yaptı.
       Panelde son olarak söz alan Nurettin Yoldaşımın kardeşi Muzaffer Yedigöl ise kısaca Nurettin Yedigöl'ün yaşamını özetledi. Ağabeyi ile ilişkilerini anlatan Muzaffer Yedigöl, babasının yaşamını yitirmesinin ardından kayıp yakınları mücadelesini devraldıklarını belirtti. Ağabeyinin kaybedilmesiyle ailede yaşanan acıları ve öfkeyi paylaşan konuşmada duygusal anlar da yaşandı. 12 Eylül yargılamalarına müdahil olduklarını ve adalet arayışları sonuçlanmadan asla hiçbir şeyin peşini bırakmayacaklarını söyleye Muzaffer Yedigöl, herkesi kayıp yakınlarının cumartesi eylemlerine destek vermeye çağırdı. Ayın 18'inde Ankara'da yapılacak 12 Eylül duruşmasına da katılacaklarını söyleyen kardeş Yedigöl, buraya da katılım çağrısı yaptı.

       Daha sonra söz salona verildi ve aralarında EHP'li ve Güney Kültür Merkezi emekçisi dostlarımızın da olduğu birçok dinleyici söz alarak düşüncelerini aktardı, sorular sordu. Bedeni ihtiyar da olsa ruhu genç bir dinleyicinin okuduğu şiir ise tüm salondan alkış aldı. Panel böylece sona erdi.

Dersim'de Kızıldere Anması

       30 Mart 1972'de Kızıldere'de katledilen On devrimci 3 Nisanda bir piknikle anıldı. Anmayı düzenleyen Emek ve Özgürlük Cephesi, anmada on devrimci şahsında ulusal bağımsızlık, devrim ve sosyalizm adına şehit düşen devrimciler için bir dakikalık saygı duruşunda bulundu. Anmada Mahirlerin tarihsel rolünü değerlendiren metnin okunmasının ardından şehit düşen on devrimcinin hayatını anlatan kısa yazılar okundu. Anma müzik dinletisi ve sohbetlerle devam edildi. Sohbetlerde ön plana çıkan siper yoldaşlığı devrimci dayanışmaydı. Mezopotamya ve Anadolu halkların birleşik mücadelesine değinildi. Pikniği öz itibariyle yeni bir sürecin habercisi olarak değerlendiriyoruz. Kitlesel olarak istenilen düzeyde olmasa da arkadaşların yaklaşımları, duruşları umut vericiydi. Anmada ''MAHİR HÜSEYİN ULAŞ KURTULUŞA KADAR SAVAŞ, DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR, KIZILDERE SON DEĞİL SAVAŞ SÜRÜYOR'' şeklinde sloganlar atıldı.

İzmir ve Eskişehir'de Devrimci Öğrencilere Polis Saldırısı

       İzmir Buca'daki Dokuz Eylül Üniversitesi Kampüsünde stand açarak Özgür Gündem ve Azadiya Welat Gazetelerinin satışını yapan yurtsever devrimci öğrencilere faşistler saldırmıştı. Bu saldırıyı protesto etmek için Eğitim Fakültesinde bugün (05.04.2013) düzenlenen eyleme ise polis saldırarak yaklaşık 50 öğrenciyi gözaltına aldı. Saldırı üzerine Hasan Ali Yücel binasına sıkıştırılan öğrencilerden ikisinin yaralandığı öğrenildi. Kampuse gelen İHD İzmir şubesi yöneticileri ve ÇHD'li avukatların girişimiyle kampüste bulunan diğer devrimci öğrencilerin de güvenli bir şekilde çıkışı sağlandı. Bir Barikat okurunun da gözaltına alındığı saldırıda üç öğrenci de yaralandı. Saldırı sırasında Barikat muhabiri de darp edilerek kampüs dışına çıkarıldı. Ekim Gençliği, Öğrenci Kollektifleri ve Yurtsever öğrencilerin de aralarında olduğu gözaltına alınan öğrencilerin Bozyaka'daki İzmir Emniyet Müdürlüğünda tutulduğu öğrenildi. Bu saldırıyı protesto etmek için saat 18:00'de Eski Sümerbank önünde bir basın açıklaması düzenlenecek.
       Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde ise TGB'lilerin bildiri dağıtmak istemesi üzerine onlara engel olan devrimcilere önce özel güvenlik, daha sonra da çevik kuvvet polisleri saldırdı. Saldırı sonucu bir öğrencinin burnu kırılırken 70'e yakın öğrencinin de gözaltına alındığı öğrenildi.
       Bu ve buna benzer faşist saldırı ve terör hiçbir zaman devrimci mücadelemizi engelleyemedi, engelleyemeyecek.

İstanbul ve İzmir'de
Kızıldere Anması

       İstanbul
       30 Mart 1972'de Kızıldere'de katledilen Türkiye Devrimci Hareketi'nin kurucu önderlerinden Mahir Çayan ve yoldaşlarını anmak için İstanbul'da da yürüyüşler düzenlendi. Emek ve Özgürlük Cephesi'nin de örgütleyicisi olduğu yürüyüş ise 30 Mart 2013 günü saat 16:00'da Galatasaray Meydanı'nda başladı. Buradan Taksim'e doğru düzenlenen yürüyüşün diğer örgütleyicileri ise Emekçi Hareket Partisi, Aka-Der, Proleter Devrimci Duruş, Devrimci Hareket ve Odak idi. Yürüyüş kortejinin en önünde Kızıldere'de katledilenlerin fotoğrafları yer aldı. Ardından "Kızıldere Şehitleri Ölümsüzdür" yazan ortak pankartın arkasında eylemi düzenleyen kurumların flamaları yer alıyordu. Bir sonraki ortak pankartta ise "Kızıldere Son Değil Savaş Sürüyor" sloganı vardı. Yürüyüş boyunca "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Katil Devlet Hesap Verecek", "Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş", "Yaşasın Devrimci Dayanışma", "Mahir İbo Deniz Sürüyor Sürecek Mücadelemiz" sloganlarının atıldığı yürüyüşte ajitasyon konuşmaları da yapıldı.
       Katılımcıların kendi flamaları ve dövizleriyle yer aldığı yürüyüş korteji Taksim Tramvay durağına vardığında ilk olarak Kızıldere'de katledilen devrimciler için saygı duruşu yapıldı. Saygı duruşunun ardından ortak basın açıklaması okundu. Basın açıklaması şöyleydi:
       "KIZILDERE SON DEĞİL, SAVAŞ SÜRÜYOR!
       Bugün, bundan 41 yıl önce Kızıldere'de üzerine bombalar yağdırılarak yok edilmeye çalışılan 10 devrimci siper yoldaşımız için buradayız. Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Ertan Saruhan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy'un 30 Mart 1972'de devlet tarafından katledilişlerinin 41. yılında buradayız. Yok etmeye çalıştıkları yoldaşlarımızın, yok edemedikleri fikirlerinin devamcıları olarak buradayız, onların sosyalizm yolunda yürüttükleri devrim mücadelesinin peşini bırakmayanlar olarak buradayız. Emperyalizme karşı mücadelenin devamcıları olarak buradayız. Onların açtığı yolda örgütlü mücadelenin bayrağını taşıyanlar olarak buradayız. Kızıldere'de düştüklerinde tarihe yazdıkları devrimci dayanışmanın devamcıları olarak buradayız.
        Kızıldere devrimci dayanışmanın eylem pratiğidir
       Onları, 1971'de kaldıkları Maltepe Cezaevi'nden kaçarak, siper yoldaşları Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarını engellemek amacıyla, NATO'ya bağlı Ünye Radar Üssü'nden, üç İngiliz askerini kaçırarak Kızıldere'ye götüren teoride ortaya koydukları sosyalizmi, pratikte bir eylem deneyimi olarak ortaya koymaktır. Kızıldere böyle bir devrimci dayanışmanın örneğini tarihe koymuştur.
        Darağacında "Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Emperyalizme Karşı Mücadelesi" diye haykıran Deniz Gezmişlerin, işkencede günlerce ser verip sır vermeyen İbrahim Kaypakkayaların, Kızıldere'de "Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik." diyen Mahir Çayanların kararlı mücadelesini yalnızca anmak için değil, bugünün mücadelesinde yaşatmak, aynı devrimci kararlılıkla, onların fikirlerini uygulamak için buradayız.
       Kızıldere kahramanlık hikayesi değil, eylem kılavuzudur
       1971'de açılan bu yol, bizlere yalnızca kahramanlık hikâyesi değil, asıl olarak yarattığı ve bugünümüze armağan ettiği devrimci ideolojinin ve dayanışmanın, siper yoldaşlığının ve devrimci eylemin deneyimidir. Bu sadece teorik bir çıkış değil, aynı zamanda devrimci pratikle de ortaya konan bir mücadeledir. İşte Kızıldere, böyle bir direniş kuşağının, bizlerin bilincindeki en canlı örneklerinden biridir.
        Kızıldere Emperyalizme karşı çekilen bayraktır
       Emperyalizmin o yıllarda karşısına dikilen Mahirler gibi, bugün emperyalizme karşı direnen halklar, 6. Filoyu unutturmayacaktır! Emperyalizmin tüm Ortadoğu ve Dünya üzerinde uyguladığı politikalar, elbet halkların direnişiyle son bulacaktır. Emperyalizme karşı mücadele edenler her defasında 6. Filoyu hatırlatacaktır. Mahirler emperyalizme karşı mücadelenin önderi oldular, bugüne ışık tuttular. Bizler de bugünün mücadelesinde onların açtığı yoldan gidecek, Emperyalizmi yeryüzünden sileceğiz.
        Katliamları zamanaşımına gömen AKP hükümeti, aynı ideolojinin temsilcisidir.
       Kızıldere'den Çorum'a, Sivas'tan Maraş'a, Roboski'ye kadar, halklarımıza katliamdan başka hiçbir şeyi reva görmeyen dünün egemenleri ile bugünkülerin arasında öz itibariyle hiçbir fark yoktur. Devrimcileri ve muhalif tüm kesimleri tutuklayan, hapishanelere koyan o günün katliamcı geleneğinin bugünkü temsilcisi AKP hükümetidir. Memleketin kanlı tarihini zamanaşımına gömen zihniyet ile Kızıldere'de yoldaşlarımızı katledenler, aynı düzenin birbirini tamamlayan parçalarıdırlar.
        Demokrasi makyajı altında, gericiliğin mevcut tüm biçimlerini pervasızca uygulayan, işçilerin ve emekçilerin kazanılmış haklarını birer birer ellerinden alan, istikrar kandırmacasıyla bizleri işsiz ve aç bırakan bu düzenin, halklarımıza zulümden ve yoksulluktan başka verebileceği hiçbir şey yoktur! İşte bu yüzden, devrimciler olarak; tüm baskı ve katliamlara rağmen, bedeli her ne olursa olsun Mahir'ler, Deniz'ler ve İbrahim'ler gibi yaşayacak, onlar gibi mücadeleye devam edeceğiz. Bugün onları yalnızca anmıyoruz, aynı zamanda fikrilerini uygulamak için peşlerinden yürüyoruz. Kızıldere bizler için son değil, savaşını izinden sürdürdüğümüz bir eylem kılavuzudur."
       Basın açıklamasının okunmasının ardından yürüyüş boyunca atılan sloganlar yeniden haykırıldı. Daha sonra Adalılar Müzik Grubu kısa bir dinleti verdi. "Oy Dere Kızıldere" türküsünü ve "Çav Bella" marşının Grup Adalılarca seslendirilmesinin ardından eylem sloganlarla sona erdi.
       Bu eylemden başka ÖDP ve Halkevleri çevrelerinin eksenini oluşturduğu bir grup çağrıcının örgütlediği bir yürüyüşten başka Dev-Lis'in, Sosyalist Yeniden Kuruluşçu Gençlerin de aynı yerde yürüyüşleri oldu. BDSP ise Esenyurt ve Sarıgazi'de yürüyüş düzenledi. Yine İstanbul yerelinde farklı yürüyüşler de gerçekleşti. İstanbul dışında da başta Ankara olmak üzere birçok farklı ilde farklı anma etkinlikleri gerçekleştirildi.

       
İzmir
       Bundan 41 yıl önce Kızıldere’de katledilen önder yoldaşlarımız Mahir Çayan ve 9 yoldaşı bugün (29 Mart 2013)’te Dokuz Eylül Üniversitesi’nde anıldı. Oligarşi esir aldığı THKO önderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkında idam kararı vermiştir. Bu idamı engellemek için Mahir ve yoldaşları 2 İngiliz ve 1 Kanadalı teknisyeni Ünye Radar üssünden kaçırmışlardır. Kızıldere’de kuşatılan Mahirlerin yanıtı çok nettir; “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” diyerek daha sonra TDH’ne yön verecek büyük bir miras bıraktılar.
       Kızıldere’de katledilen önder yoldaşlarımız için saat:12.15’te Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi önünden başlayan Yabancı Diller Yüksekokulu önüne kadar süren bir yürüyüş gerçekleştirildi. “Kızıldere Son Değil Savaş Sürüyor” pankartı açılan yürüyüş esnasında sık sık ajitasyon ve sloganlar atıldı. Yürüyüş sırasında “Kızıldere Son Değil, Savaş Sürüyor” “Yaşasın Devrimci Dayanışma” “Faşizme Karşı Omuz Omuza” “Katil Devlet Hesap Verecek” “Mahir, İbo, Deniz Sürüyor Sürecek Mücadelemiz” vb. sloganları atıldı. Ayrıca Kızıldere’de şehit olan ON’ların isimleri anıldı. YDY önüne gelen kitle burada saygı duruşunda bulundu ve ardından basın metni okundu. Okunan basın metninde;
        “30 Mart 1972’de Tokat’ın Niksar İlçesi Kızıldere Köyü’nde bir dönüm noktası yaratılıyordu. Bir tarihsel süreç noktalanırken bir yenisi açılıyor, yaşadığımız toprakların tarihinde bir daha asla kazınamayacak bir iz bırakılıyordu. Eğer Kızıldere’yi salt bir çatışma-direnme-şehit olmaya indirgersek, bu biçimiyle kavrarsak, onunla sonrasında yaşanan daha nice çatışma ve direniş arasındaki farkı, sonrasındakilerin neden aynı ya da benzer etkiyi bırakamadıklarını açıklayamayız…
       ....Yakalanan THKO önderlerinden olan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamı gündemdedir, THKP-C ve THKO idamı engellemek için ortak eylem kararı alırlar. Bu karar Türkiye Devrimci Hareketi tarihinin en somut ve en üst siper yoldaşlığı örneğidir.. Daha sonra Ünye Radar Üssünden iki İngiliz bir Kanadalı teknisyeni kaçırır ve Kızıldere’ye varırlar. Burada köyün muhtarının yerlerini ihbar etmesi sonucu saklandıkları evin etrafı kuşatılır. “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” diyerek devrimci kararlığı gösteren ; Ahmet Atasoy, Saffet Alp, Nihat Yılmaz, Ömer Ayna, Cihan Alptekin, Hüdai Arıkan, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Ertan Saruhan ve MAHİR ÇAYAN girdikleri çatışmada şehit olmuşlardır…
        Bugün okula bilimin girmesi gerekirken polisler rahatça girip öğrencilere müdahale edebilmektedir, Hacettepe’de yaşananlar bunun bir örneğidir. Demokratik taleplerini dile getirdikleri için egemenlerin keyfi tutuklamaları sonucu bugün üniversitede olması gereken 600’e yakın öğrenci, sendikacılar ve ÇHD’li avukatlar tutsaktır. Yine KCK tutuklamaları adı altında binlerce devrimci-demokrat-yurtsever insan bugün hala hapishanelerdedir. Ve bugünlerde hala devam etmekte olan ‘DHKP-C Operasyonu’ adı altında birçok sendika binasına, kurumlara ve evlere baskın yapılmış çok sayıda kişi gözaltına alınmıştır…
        Bizde bu sisteme karşı mücadeleyi tarihimizden aldığımız güçle örüyoruz. Biz bu tarihte Mahirlerden, Denizlerden, İbolardan, Mazlumlardan aldığımız güçle yürüyoruz. Bugünkü mücadelemiz ON’ların bıraktığı mirasın üzerinde yükselecektir. Bu miras Kızıldere somutunda gerçekleşen savaşımdan, devrimci dayanışmadan, siper yoldaşlığından, devrim ve sosyalizme olan inançtan geçmektedir.
       Yaşanan katliamları ve ON’ları unutmayacağız, hesabını soracağız.” denildi.
       Basın metninden sonra “Mahirim” şiiri okundu. Ardından Sokak Sanatçıları Derneği kısa bir müzik dinletisi gerçekleştirildi. Okunan marşlardan sonra “Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş” sloganı atıldı. Aralarında Gençlik Cephesi’nin de bulunduğu eylemi Devrimci Gençlik, Ekim Gençliği, SGD bileşeni örgütledi. Eyleme DPG, İzmir Hareket Tiyatrosu ve Kurtuluş Yolunda Dev-Genç destek verdi.

Kızıldere Manifestosu Yolumuzu Aydınlatıyor

       Bundan tam 41 yıl önce, 30 Mart 1972'de Kızıldere'de bir direniş destanı yazıldı. Mahir Çayan ve yoldaşları kendilerini kuşatanlara "biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik" diyerek tarih yazdılar. Bu tarih, bu topraklardaki sınıf mücadelesinin tarihidir. Mustafa Suphi'lerden gelir ve günümüze değin uzanır. Bu tarih, bizim tarihimizdir. Bu tarih, Spartaküsten bu yana zulme ve sömürüye karşı direnenlerin, savaşanların tarihidir.
       30 Mart 1972'ye gelene değin birçok aşamadan geçerek yükselen sınıf mücadelesi onlarca yıldır sol harekete damgasını vuran oportünist/revizyonist gelenekleri parçalayarak yeryüzünün dört bir köşesinde yükselmekte olan devrimci mücadelenin bu topraklardaki yankısı oldu. Devrimin ve sosyalizmin bu topraklardaki sesi olan Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya gibi öncüler, kısa sürede sömürü düzeninin hedefi haline geldiler. Ne üzerine çevrilen namlular, ne idam sehpaları ne de işkenceler onları yok edemedi. Onlar fiziksel olarak aramızdan ayrılırken, eylemleriyle, politik tavırlarıyla ve geride bıraktıkları güçlü geleneklerle ölümsüzleştiler.
       Türkiye'nin siyasal dengelerini alt üst eden eylemleri ve politik açılımlarıyla 12 Mart cuntasını işlevsiz hale getiren Mahir Çayan ve arkadaşları, cuntanın idam sehpasına çıkarmaya çalıştığı Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamını engellemek ve cuntaya karşı direnişte yeni bir cephe açmak amacıyla Ünye'deki NATO radar üssünde çalışan üç İngiliz askerini kaçırarak Tokat Niksar İlçesi Kızıldere Köyü'ne gelirler. Ertesi gün, kuşatıldıklarında yanıtları çok nettir. Teslim olmayan 10 devrimci; Mahir Çayan, Ertan Saruhan, Hüdai Arıkan, Saffet Alp, Cihan Alptekin, Ahmet Atasoy, Ömer Ayna, Nihat Yılmaz, Sabahattin Kurt ve Sinan Kazım Özüdoğru 30 Mart 1972'de ağır silahlar ve roket atışlarıyla katledilir.
       Nurhak'ta başlayan katliam zinciri, Kızıldere ile devam eder. Son nefesinde "Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Emperyalizme Karşı Mücadelesi" diye haykıran Deniz Gezmiş'lerin idamlarıyla süren intikam zinciri Diyarbakır işkencehanelerinde ser verip sır vermeyen İbrahim Kaypakkaya'nın katledilmesiyle de durmaz. Maraş'tan, Çorum'a, Çorumdan Sivas'a, Sivas'tan Roboski'ye kadar sürer.
       Bugün, aradan geçen 41 yıla rağmen bu topraklarda devrimin ateşini tutuşturan devrimci önderlerin adları toplumsal bellekten silinemedi. Çünkü onların yaktıkları meşale, elden ele taşınarak bugünlere kadar geldi. Bugün hala onları övmek suç olarak kabul ediliyor. Çünkü onların başlattıkları devrim ateşi büyümeye, egemenlerin eteklerini tutuşturmaya devam ediyor. Onların düşünceleri, eylemleri ve örgütlülükleri bu topraklara öylesine kök saldı ki aradan geçen bunca yıla rağmen sömürücüleri çılgına çevirmeye devam ediyor. Onların yarattığı devrimci dayanışma geleneği zindanlarda, 1 Mayıs meydanlarında ve her türden mücadelede yankılanarak büyümeye devam ediyor. Ve onların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı başlattıkları mücadele yaşadığı tüm iniş çıkışlara rağmen devam ediyor. Kızıldere'de yazılan bu destan, devrimci direnişin, dayanışmanın ve emperyalizme karşı açılan savaşın zaferini haykırmaya devam ediyor.
       Bugün emperyalizmin dünyayı kan gölüne çevirdiği, sömürünün her boyutuyla azgınlaştığı, toplumsal hayatın devlet terörüyle kuşatıldığı, sokakların baskı ve terörle sindirilmeye çalışıldığı bu coğrafyada umudumuzu, coşkumuzu ve inancımızı bileyen, emperyalizme, sömürü ve zulme karşı mücadelemizde her zaman bizlerle olan Kızıldere Şehitlerini bir kez daha saygıyla anıyor, andınız andımızdır diyoruz.
       KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
       KIZILDERE ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!
       KIZILDERE SON DEĞİL SAVAŞ SÜRÜYOR!
       YAŞASIN DEVRİMCİ DAYANIŞMA!
     
 EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

27 Mart 2013

Newroz Piroz Be!

       Kürt ulusunu binlerce yıllık direniş tarihine ışık tutan Newroz bayramı, bu yıl da coşkulu, kitlesel kutlamalara sahne oldu. İstanbul'da 17 Mart 2013 günü Zeytinburnu Kazlıçeşme alanında gerçekleştirilen kutlamalar saat 10:00'da başladı. BDP ve HDK bileşenlerinin kitlesel olarak katıldığı kutlamalarda Emek ve Özgürlük Cephesi de "Şovenizme, Faşizme ve Emperyalizme Karşı Yaşasın Halkların Kardeşliği" yazılı pankartıyla yer aldı. Saygı duruşunun ardından başlayan programda Emeğe Ezgi Grubunun seslendirdiği şarkı ve marşların ardından çeşitli konuşmalar yer aldı.
       BDP İstanbul Milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ile Sabahat Tuncel'in ardından BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın söz aldığı kutlamalarda bugün gelinen aşamanın ödenen bedellerin ortaya konulan iradenin sonucu olduğuna vurgular yapıldı.
        Halayların durmak bilmediği, sloganların hiç eksik olmadığı Newroz kutlamalarında Ayşenur Kolivar, Serhado, Mikail Aslan sahne aldı. Kaldıraç, Halkevleri, ESP, EMEP, SODAP, BDSP, KÖZ, DİP, Partizan, EHP, Alınteri, Mücadele Birliği, TÖP, Devrimci Proletarya, İşçi Cephesi ve anarşist grupların da katıldığı kutlamalar yağış ve soğuk havaya rağmen oldukça coşkulu geçti. Kutlamaların ardından Zeytinburnu'nun kimi ara sokaklarında faşistlerin dağılmakta olan kitleye bıçakla saldırılar düzenlediği ve ikisi ağır altı kişinin yaralandığı bildirildi.

İzmir ve İstanbul'da Dünya Emekçi Kadınlar Günü Eylemleri

       İzmir
       8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için 10 Mart günü İzmir'de tarihsel ve sınıfsal özüne uygun olarak düzenlenen bir yürüyüş gerçekleştirildi. Örgütleyenleri arasında Emek ve Özgürlük Cephesi’nin de yer aldığı eylem, saat 15:00'te Karşıyaka İzban önünde başladı. “Kadın Erkek El Ele Örgütlü Mücadeleye!” ana pankartı arkasında her kurum kendi pankartını açarak yürüdü. Yürüyüş sırasında “8 Mart Kızıldır, Kızıl Kalacak, Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Jın Jiyan Azadi, Devrim Olmadan Kadın Kurtulmaz, Cinsel Ulusal Sınıfsal Sömürüye Son" vb. ortak sloganları atıldı. Ayrıca Emek ve Özgürlük Cephesi kortejinden “Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz, Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş.”sloganları atıldı. Daha sonra yürüyüşün sonunda Karşıyaka Çarşı girişine kurulan sahnenin önünde yapılan saygı duruşunun ardından etkinlik programına geçildi. Basın metni okundu. Okunan basın metninde; “Bundan 156 yıl önce 8 Mart 1857'de Amerika'nın New York şehrinde eşit işe eşit ücret, çalışma koşullarının düzeltilmesi, sendikalaşma ve oy hakkı talebiyle alanlara çıkan 40 bin dokuma işçisi kadına saldıran polis, 129 kadın işçiyi katletti. Tam da bu mücadeleler nedeniyle, 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar günü, 1910 yılında Kopenhag’da toplanan II. Enternasyonal’e bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar 2. Konferansı’nda, Alman işçi hareketi önderlerinden Klara Zetkin’in önerisiyle Dünya Emekçi Kadınlar günü olarak kabul edildi. O günden sonra 8 Martlar sosyalist kadınların öncülüğünde başta kadınlar olmak üzere her türlü baskı ve sömürüye karşı kavganın bayrağının yükseltildiği günler oldu… Geçtiğimiz günlerde, Dünya Emekçi Kadınlar Gününden 1 gün önce Manisa'nın Turgutlu ilçesinde bir kadın, kocası tarafından kendini aldattığını düşündüğü gerekçesiyle bıçaklanarak öldürülmüştür. 8 Mart günü ise Diyarbakır'da bir kadın aracında ayrıldığı sevgilisi tarafından kurşunlanarak hayatını kaybetmiştir. Töre, sevgi, aşk adı altında kadınlar öldürülmekte ve bu cinayetlere hergün yenileri eklenmektedir. Yine geçtiğimiz günlerde Kars Kafkas Üniversitesi öğrencisi bir kadına tiyatro gösterisinde Cumartesi Annesi rolünü oynadığı için soruşturma açılmış, götürüldüğü karakolda polis tarafından zorla çırılçıplak soyularak kameralı bir odada ifadesi alınmıştır. Bütün bu taciz, tecavüz ve katliamı yaratan sistem, bir yandan cezaevlerini devrimcilerle doldururken diğer yandan da katilleri ceza indirimleri, hafifletici sebepler vb. nedenlerle adeta korumaktadırlar. Sistem tarafından hedef haline getirilen kadınlar geçmişte büyük bedeller ödeyerek elde ettikleri kazanımları kaybetmektedirler. Kreş hakkından doğum izni ve yardımına kadar birçok kazanım rafa kaldırılmıştır. Kadın emeğini azgınca sürdüren egemenler emekçi kadınların taleplerini karşılamak şöyle dursun, varolan haklarını dahi ellerinden almaya çalışmaktadırlar… Kadının kurtuluşu bütün bir insanlığın kurtuluşundan geçmektedir. Bu nedenle; Türk'ü, Kürd'ü, Laz'ı, Çerkez'i, alevisi-sunnisi, erkeği-kadınıyla; işçisi-memuru, köylüsü-öğrencisiyle tüm halkların kurtuluşu, sömürünün, açlığın, işsizliğin olmadığı bir ülke için mücadele etmekten geçmektedir. Ve bu mücalede kadınlar hep en ön safta yer almışlar ve yer almalıdırlar.
       Eşit işe eşit ücret için, işyerlerinde ve emekçi semtlerinde ücretsiz ve nitelikli kreş hakkı için, emperyalist savaşlara dur demek için, kadınlar üzerindeki cinsel, ulusa, sınıfsal baskıya son vermek için, kadınların üzerindeki toplumsal baskıların son bulması için;
       Kadın erkek omuz omuza mücadeleye, örgütlenmeye! ”
       Okunan basın metninden sonra İzmir Hareket Tiyatrosunun sergilediği tiyatro oyunu ilgiyle izlendi. Son olarak Grup Günışığı sahneye çıktı eylem halaylarla sona erdi. Emek ve Özgürlük Cephesi, BDSP, Alınteri, Halk Cephesi, Devrimci Hareket ve DKH'nin düzenlediği eyleme KÖZ, Kaldıraç, Aktepe Dersim Derneği, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Alevi Yol Dayanışma Derneği destekte bulundu.

       İstanbul
       
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için İstanbul'da 9 Mart günü Devrimci 8 Mart Platformu tarafından Kadıköy'de bir miting düzenlendi. Mitinge, Emek ve Özgürlük Cephesi, Alınteri, Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP), Halk Cephesi, Proleter Devrimci Duruş, Devrimci Hareket, Divriği Kültür Derneği, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği İstanbul Şubeleri, Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi, BES 1 No'lu Şube, Tüm Bel-Sen 1 No'lu Şube katıldı. Eylem Haydarpaşa Numune Hastanesi önünden kortejler oluşturularak miting alanına yürüyüşle başladı. Yürüyüş boyunca "8 Mart kızıldır kızıl kalacak", "Yaşasın devrim ve sosyalizm", "Kadınlar sokağa örgütlenmeye" , "Kadın olmadan devrim olmaz, devrim olmadan kadın kurtulmaz", "Cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye son" sloganları atıldı. Yürüyüş boyunca Emek ve Özgürlük Cephesi kortejinde bu sloganların dışında "Didar Şensoy yaşıyor yaşanacak" , "Serpil Polat yaşıyor yaşanacak" , "Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz" , "Evde işte kadınla her yerde", "Kadın erkek elele mücadeleye" sloganları atıldı ve devrimci mücadelede yaşamını yitiren kadınların fotoğrafları taşındı.
       Miting alanına girişin ardından miting devrim ve sosyalizm mücadelesinde şehit düşenler anısına saygı duruşuyla başlandı. Ardından Devrimci 8 Mart Platformunun ortak açıklamasında "8 Mart kapitalist düzenin eşitsizliğine, sömürüsüne, kadın cinsinin ezilmişliğine karşı taleplerimizi yükselttiğimiz, haklarımızı, geleceğimizi, özgürlüğümüzü kazanmak için sokaklara çıktığımız bir gündür" denildi. Devrimci kurumlara, sanatçılara ÇHD'ye ve KESK'li memurlara yapılan gözaltı ve tutuklamalara değinilerek baskıların emekçilerin örgütlenmesine engel olamayacağı belirtildi. Açıklama "Emperyalizmin saldırılarına, sömürüye karşı kadın-erkek birlikte mücadele etmekten başka yolumuz yok. İnsanca yaşayabileceğimiz bir toplum, devrim ve sosyalizm için örgütlenmeli sesimizi yükseltmeliyiz." vurgusuyla sona erdi. Ayrıca miting boyunca 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününün tarihsel anlamından uzaklaştırılmasına karşı 8 Martın kızıl olduğuna ve kızıl kalacağına vurgu yapıldı.
       Miting Adalılar ve Grup Yorum dinletisiyle ve halaylarla sona erdi.

Berfo Ana’mız
Yaşamını Yitirdi,
Hepimizin Başı Sağ Olsun!

       Asırlık bir çınar olan Berfo Ana’mız yaşama veda etti.
       Türkiye’de gözaltında kayıpların akıbetinin aydınlatılması mücadelesinde sembol isimlerden biri oldu Berfo Ana.
       Oğlu Cemil Kırbayır’ı 13 Eylül 1980’de Kars’ta gözaltında kaybedilmesinden bu yana bir an olsun aramaktan vazgeçmemiş, bıkmamış, usanmamıştı. Ama yüreği hep yangın yeriydi… Yıllar onun acısını, özlemini hiç söndüremedi, zaman ilaç olamadı, katillere olan öfkesi hiç soğumadı. Berfo Ana’mızın öfkesi öfkemiz, mücadelesi mücadelemizdir. Seni asla unutmayacağız Berfo Ana.
       Başta Kırbayır Ailesi olmak üzere Berfo Ana’nın tüm mücadele dostlarına, meydanlardaki çocuklarına, kayıp ailelerine, İnsan Hakları Derneği’ne başsağlığı diliyoruz.
       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

hemen! şimdi!



oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz
onu geri istiyorum

haftalar önceydi, aylar mı, yıllar mı, unuttum
akşam gelirim dedi, akşam gelirim dedi ve gitti
teri kaldı yastığında, işte bakın: koca bir iz
saç telleri, üç tane
ve dağınık odası
-ah her zamanki gibi!-
sormaktan tükendim ben günlerdir tanrım tanrım tanrım
onlar bıkmadılar yok demekten
nereye elimi uzatsam günlerdir kuş ölüleri
nereye yüzümü dönsem sarhoş yarasalar
yaralı bir hayvan gibi dolanıyor içimde acısı




oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz
onu geri istiyorum

işte fotoğrafı, bir tanıyan olur belki
şu üç kişinin arasında, ayakta duran, hafif bıyıklı
bir arabaya itelemişler, öyle söylediler
satıcı kılıklı adamlarmış, gören olmaz mı hiç
satıcı kılıklı adamlarmış ve bir arabaya itmişler onu omuzlarından




oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz
onu geri istiyorum

sakalı biraz uzamıştı, tanıyan olur diye söylüyorum
saçları uzundu azıcık, yakası kirliydi
gözleri ışıktı, belki öyle tanırsınız, gözleri karanlıktı, gözleri sabahtı akşamdı
günaydındı iyi gecelerdi her şeydi gözleri
gözleri sarışın bir kızdı –bilmem mi hiç!-
kucaklaşmaydı gözleri, sarılmaydı öpüşmeydi
sevişmeydi gözleri
sakalı biraz uzamıştı, tanıyan olur diye söylüyorum




oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz
onu geri istiyorum

bir adım kımıldamam şuradan, duymadıysanız duyun!
bin yıldır buradayım ve hiç niyetim yok vazgeçmeye
yağmur çamur kar kızgın güneş
yılışık yüzü unutkanlıkların, ‘haklısınız bayan’ların sapsarı irini
iliştirilmiş gülümsemeler, üzgün görünüşler ve…
bir yontu
bir yontu gibi buradayım ben
acılı niobe gibi
bir adım kımıldamam, bilin bunu
kımıldayamam!




oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz
onu geri istiyorum

sofrada bir fazlalık değildi çünkü o
fazla bir havlu değildi banyoda
bir terlik eksilmedi o eksilince
bir gömlek azalmadı dolabımızdan
oğlumdu o benim ve yok aylardır
kokusunu aldınız onun benden kahrolasıcalar
rengini aldınız duvarlarımdan, çorbamdan tadını aldınız
dokunuşunu aldınız omuzlarımdan




oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz
onu geri istiyorum

doğurmak nasıl bir şey, hiç düşündünüz mü
maslarda oturanlar, siz, hiç düşündünüz mü
bir atı gördünüz mü doğururken, bir kediyi
bir tavşanı, bir sincabı, bir fareyi hatta
doğurmak nasıl bir şey hiç düşündünüz mü
masalarda oturanlar, yıldızların arkasına gizlenenler
kan pıhtısını hani, o kasılmayı, sarsılmayı
içinin sökülüp gitmesi insanın, parçalanması her şeyin, çoğalması birden
doğurmak nasıl bir şey, hiç düşündünüz mü





oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz
onu geri istiyorum

eli tetikte olan, sen, söyle bana
kabzandaki çentikler mi mutlu ediyor seni
güzel değil mi karın
hiç sevmedi mi yoksa sever miydi bir zamanlar
kaç kırık var oğlunun karnesinde
kızının hiç mi sevdiği yok komşu çocuklarından
yağmurlarda efkarlanır mısın sen
sabahları ıslık çalar mısın keyifle
hiç olmak istediğin bir şey yok mu hayatta, uff! söyle bana!
kabzandaki çentikler mi, hepsi o mu
bunu söyle bana işte ve oğlumun nerede olduğunu




oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz
onu geri istiyorum

her şeye dayanabilirim ne sanıyorsunuz beni
bir ölüye dayanabilirim, bir solgunluktur bilirim evet
bilirim geri dönüş yoktur, karanlık basar ve gün doğmaz artık
içime sindirebilirim yine de bir beyazlığı ama bir kemer tokasını
bir otobüs biletini, buz parçalarını, kanlı bir fanilayı hatta
her şeye dayanabilirim, ne sanıyorsunuz beni
her şeye, bu umutsuz bekleyiş dışında




oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz
onu geri istiyorum

aklınız niye almıyor bunu
çok anlamsız bir şey mi istediğim
bıyıkları az daha büyüsün istiyorum
aklı olgunlaşsın az daha, kötü şey mi bu
çocukları olsun istiyorum bir de, ömrümün ışığı olsunlar altın saçlarıyla
izlemek istiyorum bütün bunları bir yaz günü
iskelede, sarkıtıp suya ayaklarımı
yaşlansın istiyorum sonra, yaşlansın iyice
niye anlamıyorsunuz allahın belaları
yaşlansın istiyorum, yaşlansın yaşlansın yaşlansın
kırlaşmış saçları, pembe yanaklarıyla

belirli bir mezarlıkta sonra
belirli bir çukur içine indirsinler onu
yatsın gözlerini kapayıp, yatsın
üstünde ismi yazılı bir taş altında




oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz
onu geri istiyorum
ölü ya da diri
ama şimdi
hemen!
şimdi!



Muharrem Ender Öndeş

İzmir'de Ulaş Bardakçı ve Serpil Polat Anması

       Devrimci Sosyalist hareketimizin kurucu önderleri arasında yer alan Ulaş Bardakçı'nın, İstanbul Arnavutköy'de bulunduğu ev, 19 Şubat 1972'de kuşatılmış ve çıkan çatışma sonucunda Ulaş Yoldaş şehit düşmüştür. Ulaş Yoldaş, aynı zamanda oligarşiye teslim olmama kültürümüzü de burada bir kez daha göstermiştir.
       1999 Şubat'ında ise Serpil Polat, Sakarya Cezaevinde, PKK önderi Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir komplo ile oligarşiye tutsak düşmesinin ardından enternasyonalizmin gereği olarak tepkisini gösterdi ve kendini ateşe verdi.
       17 Şubat Pazar günü İzmir TÜMTİS binasında yapılan etkinlikle Ulaş ve Serpil yoldaşlar anıldı. Saygı duruşu ile başlayan etkinlik kısa bir konuşma ve Devrimci Sosyalist Hareketimizin tarihi ile devam etti. Daha sonra hazırlanan sinevizyon gösterimi izlendi ve Ulaş ve Serpil yoldaşların hayatları , Serpil yoldaşın yazdığı mektup ve Mahir’in “Hücredeki Adalının Dünyası” şiirinin yanı sıra “Ben İhtilal” şiirleri okundu. Daha sonra müzik dinletisine geçildi söylenen türkü ve marşlara eşlik edildi. En son süreci yakından bilen, tanıyan, yaşayan arkadaşlarımız da geçmiş ve bugün hakkında bir konuşma yaptı ve etkinlik sona erdi.
       Etkinliğimize Devrimci Hareket, Partizan ve TKP 1920 li dostlarımızda katılımda bulundu.
       İzmir Emek ve Özgürlük Cephesi

1 Mayıs'ta 1 Mayıs Meydanı'ndayız!

       DİSK, KESK, TTB ve TMMOB'nin çağrısıyla 15 Şubat 2013 cuma günü gerçekleştirilen yürüyüşle Taksim Meydanı'nda sürdürülmekte olan ve çeşitli demokratik kitle örgütleri tarafından Taksim'i "İnsansızlaştırma" projesi olarak nitelendirilen "yayalaştırma" projesini protesto ederek, Taksim'in 1 Mayıs Meydanı olduğunu bir kez daha anımsattılar. Yıllarca süren dişe diş mücadeleler sonucu 1 Mayıs mitinglerine açılan 1 Mayıs Meydanı'nı emekçilerin elinden almak için böyle bir proje geliştiren oligarşinin hesabı yenilgisinin intikamını almanın çok daha ötesinde bir anlam taşıyor.
       Bilindiği gibi dünyanın her yerinde toplumsal muhalefet kendini meydanlarda gösterir. Mısır'ın Tahrir Meydanı bunun en tipik örneğidir. Bugüne kadar ülkenin kalbi olan İstanbul'da da bu işlevi Taksim Meydanı görmüştür, görmektedir. Kitlesel bir tepkinin, gösterinin, hak alma, hesap sorma talebinin adresi İstanbul'da Taksim'dir. Toplumun elinden bu olanağını da almak isteyen oligarşi adına "kentsel dönüşüm" dediği kentleri yoksullardan, devrimcilerden, muhalefetin her türünden arındırma operasyonunun en önemli ayağı olarak Taksim'e de el attı.
       Tarihte bunun ilk uygulaması Paris'in dar sokaklarına kuruluveren proleter barikatlarıyla baş edemeyen burjuvazinin kent planlaması adı altında kenti geniş bulvarlarla kaplayarak proletaryayı silahsızlandırmasıydı. Şimdi sıra İstanbul'da, Taksim'de. Yıllarca süren mücadeleler sonucunda oligarşinin elinden sökülüp alınan 1 Mayıs Meydanı, bu defa farklı yöntemlerle elimizden alınmaya çalışılıyor.
       İşte bu oyunu bozmak, teşhir etmek için bir araya gelen ve aralarında çağrıcı olan DİSK, KESK, TTB ve TMMOB'nin yanı sıra Emek ve Özgürlük Cephesi, Kaldıraç, Halkevleri, PDD, Mücadele Birliği, ÖDP, TKP-1920, Yeşiller ve Sol Gelecek, Taksim Dayanışması ve HKP'nin de yer aldığı yürüyüş saat 19:00'da Galatasaray Lisesi önünden başladı. "Taksim Kızıldır Kızıl Kalacak", "1 Mayısta 1 Mayıs Alanındayız", "Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz" vb. sloganları eşliğinde, ellerinde meşaleleri ve bayraklarıyla Taksim Meydanı'na kadar yürüyen kitle burada bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada kentsel dönüşüm adı altıda gerçekleştirilen kenti yoksullardan arındırma projeleri de teşhir edilirken, Taksim özelinde açık bir siyasal saldırının gerçekleştiği ve bu siyasal saldırıya karşı siyasi bir yanıt verilmesi gerektiğine vurgu yapılarak toplumun bu konudaki duyarlılığını artırma ve 1 Mayıs Meydanı'na sahip çıkma çağrısı yapıldı. Basın açıklamasının ardından eylem sona erdi.

ÇHD'ye Yönelik Operasyon
Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Protesto Edildi

       Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD)’ne 18 Ocak’ta yapılan baskınlar sonucu birçok avukat gözaltına alınmış, gözaltına alınan avukatlardan 9 tanesi tutuklanmıştır. Bunun üzerine İzmir ÇHD Öğrenci Komisyonu Dokuz Eylül Üniversitesi’nde 24 Ocak günü bir yürüyüş ve basın açıklaması gerçekleştirdi. Dokuz Eylül Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu önünde toplanan kitle “Avukatlar Üzerindeki Devlet Terörüne Son” pankartı açarak yürüyüşe başladı. Yürüyüş sırasında “Faşizme Karşı Omuz Omuza, Devrimci Avukatlar Onurumuzdur, ÇHD Susmadı Susmayacak, İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek, Zindanlar Yıkılsın Tutsaklara Özgürlük” vb sloganlar atılıp ajitasyon konuşmaları gerçekleştirildi. Hukuk Fakültesi önüne gelinildi ve ardından basın metni okundu. Okunan basın metninde; İzmir'de gözaltına alınan ve tutuklanan Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi dördüncü sınıf öğrencisi ve ÇHD Öğrenci Komisyonu üyesi Eylem Mahanda'dan zorla parmak izi alınmış ve bu sırada dişi kırılmıştır… Son zamanlarda gerçekleştirilen öğrencilere yönelik tutuklama ve gözaltıların sayısının gitgide artması, tüm bunların hiçbir gerekçe gösterilmeksizin, keyfi bir biçimde gerçekleştirilişi, ileri demokrasi safsatasını ve yahut devlet terörünü gözler önüne sermiştir…1974 yılından beri susmayan ÇHD’nin tüm bu baskılara rağmen bundan sonrada susturulamayacağı üzerinde duruldu.
       Eyleme Gençlik Cephesi, Ekim Gençliği, DÖB ve Demokratik Yurtsever Gençlik destekte bulundu.

Emperyalist Savaş ve İşgallere Karşı Yürüyüş

       DİSK, KESK, TTB ve TMMOB'nin çağrısıyla 20 Ocak 2013 pazar günü ülkenin bir çok yerinde yürüyüş ve basın açıklamaları gerçekleştirildi. Sözkonusu eylemlerin İstanbul ayağını Kadıköy'de düzenlenen yürüyüş ve basın açıklaması oluşturdu. Saat 13.00'te Haydarpaşa Et ve Balık Kurumu önünde bir araya gelen kitle, Kadıköy İskele Meydanı'na doğru yürüyüşe geçti. Katılımın çok zayıf olduğu yürüyüşte en kitlesel korteji TKP oluşturmuştu. Emek ve Özgürlük Cephesi'nin de yine zayıf bir katılımla yer aldığı yürüyüşte çeşitli emek ve meslek örgütlerinin yanı sıra Kaldıraç, BDSP, DİP-G, HDK, ÖDP, Halkevleri, Mücadele Birliği Platformu, Pir Sultan Abdal Derneği de katıldı. Topraklarımıza yerleştirilen Patriot füzeleriyle ülkenin savaşa hazırlanmasını protesto etmek izin düzenlenen eylemin sönük geçmesi, bu konudaki bilinç eksikliğinin de bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Yapılan konuşmalarda iktidarın Suriye politikaları bir kez daha teşhir edilirken ÇHD'ye yönelik operasyon da tepkilerin hedefindeki yerini aldı. Emperyalizme işbirlikçilikte sınır tanımayan hükümetin Ortadoğu halklarına karşı düşmanca politikalarının emekçi halkların başına yeni belalar açmaktan başka bir işe yaramayacağının vurgulandığı konuşmaların ardından eylem sona erdi.

Hrant Dink Cinayeti Yürüyüşlerle Protesto Edildi

       İzmir
       2007 yılında Şişli Agos Gazetesi önünde faşizm tarafından katledilen Hrant Dink ölüm yıldönümünde İzmir’de yapılan bir yürüyüş ile anıldı .İHD ve ÇHD’nin çağrıcılarının arasında olduğu eylem için Saat 14:30 da Konak YKM önünde toplanıldı. Kitle Hrant’ın büyük bir resminin olduğu pankart ile ‘ Katilleri Koruyan Cinayete Ortaktık’ pankartlarını açarak yürüyüşe başladı. Aralarında EÖC' lülerinde bulunduğu yaklaşık bin kişilik bir kitle yürüyüş sırasında ‘Katil Devlet Hesap verecek, Hrant’ın Katili Faşist TC Devleti, Faşizme İnat Kardeşimsin Hrant’ vb sloganlarını attı. Yürüyüş eski Sümerbank önünde son buldu. Saygı duruşunun ardından basın açıklanması metni okundu. Basın açıklamasının ardından İzmir Müzisyenler Derneği’in sunduğu müzik dinletisi ve bir pandomin gösterisi ile etkinlik sona erdi.
       
İstanbul
       
1915'te başlayan Ermeni katliamı sürüyor. Hrant Dink'i vuranlar o zamandan bu yana boş durmadılar. Askerliğini yapan Sevag, ve son olarak da İstanbul Samatya'da yaşayan Maritsa Küçük... Roboski'den Sivas'a, 19 Aralık'tan Bahçelievler'e hep aynı katiller, hep aynı yöntemlerle, işlediler cinayetlerini. Arkadan vurarak, savunmasızken saldırarak... Egemen sınıfların geleneği de budur: Sömürü ve katliam. Bu katliamların en "göstere göstere" yapılanlarından olan Hrant Dink cinayetinin yıldönümünde hesap sormak için 19 Ocak günü iki yürülüş düzenlendi. İlk yürüyüş için kendilerine Hrant'ın Arkadaşları adını veren grup Şişli Camii önünde, aralarında Emek ve Özgürlük Cephesinin de bulunduğu diğer gruplar ise Şişli Cevahir AVM'nin önünde saat 13.30'da toplandı. Buradan Agos Gazetesinin önüne, Hrant'ın katledilği yere kadar yürüyen kitle "Hepimiz Hran'ız Hepimiz Ermeniyiz", "Polares Hrantek Polares Hayek", "Katil Devlet Hesap Verecek", "Faşistler Vuruyor AKP Koruyor", "Yaşasın Halkların Kardeşliği" sloganları atıldı. Agos Gazetesi Önünde yapılan saygı duruşu ve konuşmaların ardından eylem sona erdi. Eylemin ardından Taksim'e doğru yürüyen gruplara polis gaz bombasıyla saldırdı.
      Hrant Dink cinayetini protesto etmek için yapılan ikinci yürülüş ise saat 19:00'da Taksim'den başladı. Nor Zartong, DÖB, TKP, Emek ve Özgürlük Cephesi, ÖDP; Aka-Der, Kaldıraç, Devrimci Anarşist Faaliyet, HDK, Halkların Anayasası, Nor Radyo, Sosyalist Yeniden Kuruluş, Sosyalist Umut'un düzenlediği yürüyüş Galatasaray Meydanında sona erdi. Burada Aka-Der'in sahnelediği bir sokak tiyatrosunun ardından Emeğe Ezgi grubu küçük bir dinleti verdi. Ermenice ve Türkçe basın metninin okunmasıyla eylem sona erdi. Eyleme imzacı olanların yanı sıra Partizan, PDD, Tüm-İGD de destek verdi.

Paris'te Katledilen Devrimci Kadınlar İstanbul'dan Diyarbakır'a Uğurlandı

       PKK kurucularından Sakine Cansız, KNK Paris temsilcisi Fidan Doğan ve Gençlik Hareketi Üyesi Leyla Şaylemez'in cenazeleri 16 Ocak 2013 günü saat 18.30'da Atatürk Havalimanından Amed'e uğurlandı.
      Saat 16.00'dan itibaren İstanbul'un dört bir yanından gelen ve saat 18.30'a kadar havalimanında bekleyen yurtsever, devrimci insanlar sık sık hep bir ağızdan "Şehid Namırın", "Kürdistan Faşizme Mezar Olacak" sloganlarını haykırdı, Çerxa şoreşe marşını okudu.
      Daha sonra kitleye hitaben kısa bir konuşma yapan Sakine Cansız'ın babası İsmail Cansız; "Ben Sakine'yi kaybettim ama şimdi gördüm ki benim için hepiniz birer Sakinesiniz. Sakine'nin intikamını bu halk alacak. Bundan sonra ben de sizinle mücadeleyi yükselteceğim. Bu yaşlı halimle Kürdistan topraklarına barış gelene kadar ben de elimden gelen her şeyi yapacağım. Selam olsun Dersim topraklarına, selam olsun Kürdistan topraklarına " dedi.
      Karşılama- uğurlama törenine DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk, BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, BDP Van Milletvekili Nazmi Gür, HDK Genel Meclis üyesi Ferhat Tunç, Emek Ve Özgürlük Cephesi, Kaldıraç, Aka-Der, Mücadele Birliği, Proleter Devrimci Duruş, SDP, ESP PM üyesi Mukaddes Erdoğdu Çelik, İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe, Barış Anneleri İnsiyatifi, BDP il ve ilçe başkan ve yöneticileri katıldı.
      İki buçuk saat süren törenin ardından kitle "Jın jiyan azadi", "Biji serok Apo" sloganları atarak havalimanından ayrıldı.

İzmir'de Emperyalist Savaş ve İşgal Karşıtı Birliğin İlk Eylemi Gerçekleşti

       İzmir'de Ortadoğu’da yaşanan emperyalist müdahale sürecine karşı oluşturulan içerisinde Emek ve Özgürlük Cephesi’nin de bulunduğu birlik girişimi 12 Ocak tarihinde yaptığı bir yürüyüş ile bundan sonraki eylemlerini “Emperyalist Savaş ve İşgal Karşıtı Birlik” adı altında yürüteceğini duyurdu. Saat 13.00’te Konak YKM önünde birliği tanıtan bir bildirinin dağıtımının ardından saat 14.00'de eski sümerbanka yürüyüş yapıldı. Yürüyüşte üzerinde “Emperyalistler, İşbirlikçiler Ortadoğu'dan defolun! Kahrolsun Emperyalizm, Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganının yer aldığı pankart açıldı. Yürüyüş sırasında “Katil ABD Ortadoğu’dan defol”, “Emperyalistler, İşbirlikçiler 6. filoyu unutmayın”, “Emperyalistler, İşbirlikçiler Commer’i, Elrom’u unutmayın”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği”, “Katil ABD, İşbirlikçi AKP” vb. sloganları atıldı. Ayrıca sık sık ajitasyonların yapıldığı yürüyüş esnasında Paris’te katledilen 3 Kürt kadın devrimci adına sloganlar atıldı. Yapılan yürüyüş sonrasında İzmir Hareket Tiyatrosunun hazırlamış olduğu kısa bir tiyatro gösterisi sergilendi. Ardından basın açıklamasına geçildi.
       Okunan basın açıklamasında “ Ortadoğu’yu kapitalist sömürüye tamamen açmak ve enerji kaynaklarının denetimini tamamen ele geçirmek için savaşlarla, işgallerle bölgemiz kan gölüne çevrilmiştir. Diğer emperyalist güçler de yağmadan pay kapmak için uşaklıkta sınır tanımamaktadır.
       Suriye’ye karşı yürütülen bu kirli savaşta, işbirlikçi TC. devleti de aktif taşeronluk yapmaktadır. Bugün savaş naralarını atanlar, işbirlikçi-kontra örgütü Özgür Suriye Ordusunu Hatay’a ve İncirlik’e konuşlandırmış, Suriye halkına dönük katliamlara imza atmıştır. Nitekim topraklarımızda, Suriye halkının kanını dökmek için eğitilen bu kontra birlikler aylardır kanlı saldırılar düzenlemektedirler…
       Bu emperyalist saldırganlığı, emperyalist paylaşım savaşını engellemek, topraklarımızın savaş üssüne dönüştürülmesine son vermek, füze kalkanını ve Patriot füzelerini ülkemizden defetmek için buradayız. Biz aşağıda imzası bulunanlar, emperyalist savaşların olmadığı sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için mücadele eden devrimci, demokrat, ilerici örgütler olarak “Emperyalist savaşa hayır” diyoruz. Enternasyonalist bir ruhla mücadele etmenin kaçınılmaz olduğunu düşünüyor ve bu çerçevede mücadelemizi “Emperyalist Savaş ve İşgal Karşıtı Birlik” olarak yürüteceğimizi ilan ediyoruz. ” denildi ve eyleme son verildi.
       Emperyalist Savaş ve İşgal Karşıtı Birlik içerisinde Alınteri, BDSP, Devrimci Hareket, Emek ve Özgürlük Cephesi, İzmir Hareket Tiyatrosu, Kaldıraç, Köz, Söz ve Eylem, TKP1920 bulunuyor.

İşçiler, Emekçiler!
Türkiye Ve Kürdistan Halkları!

       9 Ocak 2013'de Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin üç yiğit evladı, Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez Paris'te vahşi bir saldırıyla katledildi.
       Onların şahsında yok edilmeye, sindirilmeye, bastırılmaya çalışılan Kürt ulusunun ulusal özgürlük istemleri, insanca yaşam umutları ve bunun için mücadeleleridir. Türkiye ve diğer Ortadoğu halklarıyla, dünya halklarıyla birlikte eşit, özgür ve barış içinde birlikte yaşama, onurlu bir gelecek kurma istekleridir.

       Ortada kimin tarafından yapıldığı belli olmayan bir cinayet yoktur. Cinayetleri işleyenler Kürt ulusunun bu istemlerine karşı bugüne kadar her türlü vahşi cinayeti pervasız biçimde işleyenlerdir. Dersim katliamını, Maraş'ı, Roboski'yi, sayısız "faili meçhul" cinayeti her kim yaptıysa, bu cinayeti de onlar işlemiştir.
       Yani cinayetin failleri bellidir; faşist TC devletinin kontrgerillasıdır. Onun arkasında duran emperyalist devletlerdir. NATO'dur
.
       AKP faşizmi, Kürdistan'da yaşadığı yenilginin üzerini örtmek, Ortadoğu'da Amerikan uşağı bir bölgesel güç olma hayallerinin önünü açmak, yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine avantajlı biçimde girmek için bir yandan "barış" söylemlerini yeniden yayarken, bir yandan da Kürt ulusal kurtuluş hareketine dönük bu tür saldırıları pervasızca el altında uygulamaya sokuyor. Bu sahte "barış" söylemlerinin, yıllardır hayalini kurdukları Kürt ulusal kurtuluş hareketinin önderlerini yok etme planları için uygun bir zemin hazırladığını düşünüyorlar. "Biz yapmadık, biz barış istiyoruz, neden yapalım ki, örgüt içi hesaplaşmadır" söylemi ile kirli faşist yüzlerini maskelemeye çalışıyorlar.
       Eğer öyleyse, son yıllarda Avrupa'ya gönderilen yüzlerce kontrgerilla elamanı neden gönderilmiştir? Eğer öyleyse, Roboski katliamının sorumluluğu hala neden kabul edilmiyor?
       Çok açıktır; "barış" söylemi ve atmosferi içinde, Kürdistan ulusal kurtuluş hareketini zayıflatmaya dönük bir çok hesap yapılıyor. "Barış" söylemi ve atmosferi içinde Kürt ulusal kurtuluş hareketinin bunları kısmen sineye çekeceğini hesaplıyorlar. Böylesi alçakça bir fırsatçılığın, yıldırma politikasının peşindeler. Bu basit bir fırsatçılık değildir. On yıllardır hayalini kurdukları önder kadroları katletme politikasını devreye sokan bir fırsatçılıktır. Paris'te gerçekleşen alçakça katliam da bu planların, hesapların bir parçasıdır.

       İşçiler, Emekçiler, Kardeşler!

       Paris'te yaşanan katliamda sıkılan her kurşun sadece Kürt ulusuna değil, Türkiyeli emekçilere de sıkılmıştır. Eşitlik, özgürlük ve adalet temelinde birlikte yaşama ve mücadele etme iradesine sıkılmıştır.
       Tetikçiler faşist TC devleti ve onun arkasında duran emperyalist güçler ve NATO'dur. Ortadoğu'daki başkaca gerici bir devlet tarafından gerçekleştirilmiş olması durumunda bile, buna yol verenler emperyalist devletlerdir, NATO'dur.
       Fransa devleti bu noktada birinci derecede sorumludur. Siyasi polisinin büyük bir bölümünü Kürt kurumlarını izlemekle görevlendiren, dahası katliamın gerçekleştirildiği kurumu da yıllardır an be an izleyen Fransanın, bu cinayeti kimlerin, ne amaçla işlediğini bilmemesi mümkün değildir. Fransa devleti katilleri bir an önce açıklamak ve tutuklamakla yükümlüdür. Aksi taktirde bu cinayetin birinci dereceden sorumlularından biri olacaktır.

       İşçiler, Emekçiler!

       Üç yiğit Kürt kadınını sahiplenmek, onların katillerinin bulunması için mücadele etmek, onların on yıllardır emekçisi olduğu Kürt ulusal kurtuluş hareketine omuz vermek, her onurlu insanın, emekçinin, işçinin boynunun borcudur.
       Türkiyeli ve Kürdistanlı emekçilerin, işçilerin eşitlik, özgürlük ve adalet temelinde birlikte yaşamaları ve onurlu bir barış ancak, Türk ve Kürt işçilerin, emekçilerinin birleşik mücadelesiyle mümkündür. Kürt ulusuna yönelik, onun özgürlük isteyen evlatlarına yönelik katliamlar karşısında yek vücut olmakla mümkündür.
       Sakine'yi, Leyla'yı, Fidan'ı son yolcuklarında bu bilinçle kucaklayalım! Katillerden hesap sorulması için mücadele alanlarına çıkalım! Sömürgeci boyunduruk altındaki Kürt ulusunun kurtuluş mücadelesine, insan olmanın, işçi ve emekçi olmanın bilinciyle omuz verelim!

SAKİNE, LEYLA, FİDAN HEVALLER ÖLÜMSÜZDÜR!
DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!
KÜRDİSTAN FAŞİZME MEZAR OLACAK!
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ VE MÜCADELE BİRLİĞİ
TEK YOL DEVRİM!

Paris Katliamı Kürt Ulusunun Özgürlük Yürüyüşünü Durduramaz!

       9 Ocak günü Paris'te gerçekleştirilen bir katliamla PKK'nin kurucu kadrolarından Sakine Cansız'la birlikte Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez katledildi. Kürdistan devriminin yaratıcı kadrolarından biri olan Sakine Cansız 1958'de Dersim'de dünyaya geldi. Kürdistan Devrimcileri sürecinden başlayarak PKK'nin kuruluş kongresine katılan az sayıdaki kadın devrimciden biri oldu. İşkence ve Diyarbakır Cezaevi sürecinde direnişin sembolü oldu. Cezaevinin ardından Güney ve Batı Kürdistan'daki kamplarda ve daha sonra da Avrupa'da mücadelesini sürdürdü.
       Bu ve benzeri katliamlar yıllardır sürmekte olan Kürdistan halklarının ulusal kurtuluş mücadelesini durduramadı, durduramayacak. Daha Roboski katliamı gündemdeki yerini korurken belki de ilk defa merkezi kadrolarından birini hedef alan bu katliam da Kürt Halkının özgürlük yürüyüşünü durduramayacak. Bu katliamın ortaya koyduğu bir diğer olgu da savaş içindeki bir yapı için bulunulan hiçbir alan, ölüme uzak değil. Ancak bu noktadaki tercihini yıllar öncesinde bırakmış olan kadrolar için bu bir sorun değil. İmrenilecek bir hayat yaşayan Sakine Cansız gibi kadroları oldukça bir politik hareketin yenilmesi olanaksızdır.
       Sakineleri de etkiyen Deniz Gezmiş'in son mektubunda da vurguladığı gibi uzun yaşamak değil, insanın nasıl yaşadığı önemlidir. 25 yaşında ölümsüzleşen Deniz, hala yeni yeni kuşakları etkilemeye devam ediyor. Sakine Cansız gibi devrimciler de yıllarca yeni kuşakları etkileyecekler. Anıları hiçbir zaman silinmeyecek. Onların bu topraklara kattığı güzellik, her zaman yaşayacak.
       Kürt Halkının acısını paylaşıyoruz.

İzmir'de "Emperyalist Savaş ve İşgal Karşıtı Birlik" Kuruldu

       Uzun süredir Emperyalizmin Ortadoğu'daki saldırgan politikalarına karşı İzmir yerelinde mücadele gösteren devrimci kurum ve demokratik kitle örgütlerinin oluşturduğu "Emperyalist Savaş ve İşgal Karşıtı Girişim" adı altında ortak eylemlerde bulunan oluşum, gelinen aşamada kendini "Emperyalist Savaş ve İşgal Karşıtı Birlik" olarak deklare etme kararı almıştır. Bu amaçla 12 Ocak tarihinde yapacağı bir yürüyüş ve birliği tanıtıcı broşür dağıtımı ile kendini İzmir kamuoyuna duyuracak. "Emperyalist Savaş ve İşgal Karşıtı Birlik" i oluşturan kurumlar Alınteri, BDSP, Devrimci Hareket, Emek ve Özgürlük Cephesi, İzmir Hareket Tiyatrosu, Kaldıraç, Köz, Söz ve Eylem, TKP1920.

Osman Gün Yoldaşı Kavgamızda Yaşatacağız

       Uzun zamandır kanser tedavisi gören Kasaba'da baba mesleğinden kaynaklı olarak "İnekçi Osman" olarak bilinen Osman Gün yoldaşımızı 18.12.2012 tarihinde kaybettik.
       Osman Gün yoldaş görme engelli olmasına rağmen DEVRİMCİ KURTULUŞ'un ışığı ile mücadele eden, Kasaba'daki devrimci çalışma içerisinde bedel ödeyen ve yaşamının son anına kadar devrimcilerle birlikte hareket eden bir sıra neferi idi. Kasaba'da yapılan caneze törenine ailesi, dostları ve yoldaşları ile birlikte kalabalık bir halk katılımı ile yapıldı. Cenaze töreninde yaşamı ve mücadelesi üzerine yapılan konuşmanın ardından saygı duruşunda bulunuldu.

Roboski'yi Unutmadık, Unutturmayacağız!

       Roboski Katliamının birinci yıldönümü her yerde çeşitli gösterilerle protesto edildi. İstanbul ve İzmir'de devrimci sosyalistlerin de yeraldığı protestolarda katliam ve katliam sonrasında yaşananlar bir kez daha ortaya konurken hesap sorma vurgusu yapıldı. Kürdistan'da ise kimi illerde kepenkler açılmazken büyük kitle gösterileri düzenlendi, gösterilere saldıran polisle çatışmalar yaşandı. Polisin attığı gaz bombasının başına isabet etmesi sonucu Cizre'de 11 yaşındaki N. Doğan ağır yaralandı ve Cizre Devlet Hastanesi'nde ameliyata alındı.
       İstanbul
       İstanbuldaki gösteriler 28 Aralık günü başladı. Üniversite öğrencileri Beyazıt Meydanı'nda gösteri düzenlenlerken HDK'nın organize ettiği yerel eylemler Kadıköy, Şişli, Esenler, Sarıgazi, Kartal, Gazi Mahallesi, Ümraniye'de gerçekleşti. HDK'nın yanı sıra DİSK, KESK, TMMOB ve TTB de Tünel'den Taksim'e bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Aynı günün akşamı saat 21:00'de İHD İstanbul Şubesi Taksim Tramvay durağında bir oturma eylemi düzenledi. Basın açıklaması ile başlayan oturma eyleminde Roboski'de yaşamını yitirenler tek tek anıldı. Oturma eyleminin sonunda Roboski'de katledilen 34 kişi için 34 fenerli kağıt balon uçuruldu. 29 Aralık cumartesi günü ise HDK İstanbul Meclisi saat 15:00'te Şişli Meydanında buluşarak Mecidiyeköy'de bulunan AKP binasına bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşün ardından AKP önüne siyah çelenk bırakan kitle burada bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Yapılan tüm eylemlerde "Katil Devlet Hesap Verecek", "Roboskiyi Unutma Unutturma", "Katil Erdoğan", "Yaşasın Halkların Kardeşliği" sloganları atıldı.
       İzmir
       28 Aralık 2011 tarihinde T.C devleti tarafından gerçekleştirilen Roboski katliamı birinci yılında İzmir'de yapılan eylemliliklerle lanetlendi. Dokuz Eylül Üniversitesi'nde basın açıklaması, Ege Üniversitesi ve Konak'ta yapılan yürüyüş ve basın açıklamaları ile protesto edildi. Saat 12.30'da Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim fakültesinde Demokrat Yurtsever Gençlik tarafından örgütlenen basın açıklamasında “ROBOSKİ'NİN HESABINI SORACAĞIZ” pankartı, üstünde “ADALET” yazan temsili tabut ve katledilen 34 köylünün resimlerinin yer aldığı pankart taşındı. Eğitim fakültesi dekanlığı önünde okunan basın açıklamasında;
       “Kürdistan'ın Şırnak ili Qileban (Uludere) ilçesi Bujeh (Gülyazı) ve Roboski (Ortasu) köylerinden Irak sınırına geçmiş ve dönmekte olan sivillere 28 aralık 2011 tarihinde TSK ait savaş uçakları saldırdı. Olayda 17'si çocuk tamamı erkek olmak üzere toplam 34 insan toplu halde katledilmiş, bir kişi yaralanmış ve 2 kişi sağ kurtulmuştur. Sağ kurtulanlardan 19 yaşındaki Halil Encü hastanede olaydan bir gün sonra İHD'den bir heyete “Mazot ve gıda maddesi almak için Irak tarafına geçtik, gidip geldiğimizi zaten biliyorlardı bu yüzden özellikle karakola bildirmedik hatta hava aracının sesini duyduk ancak sürekli gidip geldiğimiz için yolumuza devam ettik. Günlük sivil elbiselerimiz vardı, hiç kimsede silah yoktu. ve çok uzun zamandır bu işi yapıyoruz. Olaydan sonra kimse benden ifademi almadı. Ölenlerden ikisi evli diğerleri lise ve ilköğretim öğrencisiydi” açıklamasını yaptı. Bilindiği gibi Kürdistan'da geçmişten bugüne Kürt halkı komşu bölgelerle sivil ticaret yapmaktadır, bu durum Kürdistan'daki TC devleti organlarınca bilinmekte ve herhangi bir müdahele söz konusu olmamaktadır. Fakat buna rağmen geçtiğimiz yıl Roboski'de bu ticaretle geçimini sağlayan 34 köylü katledilmiştir. İktidarın maşası olan medya olayı örtbas etmiş ve kamuoyuna olaydan çok sonra mecbur kaldığı için ve yanlı bir şekilde aktarmıştır. Sonrasında katliam “katledilenler kaçakçıydılar” sözde savunmasıyla meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Halkın tepkisiyle karşılaşan devlet göstermelik söylem ve uygulamalarda bulunmuş fakat olayı kapatma ve yok sayma girişimlerinden vazgeçmemiştir.
       ....Roboski'nin faili T.C devletidir. Bu katliam T.C devletinin Kürt halkına yaptığı bir soykırımdır. İnsan hayatını yok sayan ve bu kadar ucuzlaştırmaya çalışan T.C devleti bu hayatların her birine utanmadan 123'er bin lira maddi değer biçmeye kalkmıştır.
       Dün Maraş'ta, Sivas'ta bugün Roboski'de T.C devleti katliamlarını sürdürmektedir. Bunlara sustukça, engel olmadıkça Maraş'lar, Sivas'lar, Roboski'ler bitmeyecektir ve T.C devleti kendini aklamaya çalışmaktan vazgeçmeyecektir.
       T.C devleti faşizmi her alanda halka sürekli baskı uygulamaktadır. 19 aralık 2000'de 30 insanın ölümüyle sonuçlanan hayata dönüş operasyonları, insanları tek kişilik hücrelerde yok olmaya mahkum eden faşist devletin gerçek yüzüdür. Demokratik Yurtsever Gençlik olarak 19 Aralık direnişini selamlıyoruz.
       Ayrıca son günlerde ODTÜ'de meydana gelen olaylar bizzat faşizmin göstergesidir. Dokuız Eylül Üniversitesi olarak ODTÜ' de T.C faşizmine karşı mücadele eden yoldaşlarımıza destek veriyoruz, bu mücadeleyi kınayanları şiddetle kınıyoruz.
       Açıklama “her alanda T.C faşizmine karşı mücadelemizi yükselterek Roboski'nin, Maraş'ın, Sivas'ın, tüm katliamların hesabını soracağız. Türkiye ve Kürdistan halkları olarak T.C faşizminin katliamlarına sessiz kalmayacağız." denilerek son buldu.
       Eylem sırasında katledilen 34 Kürt köylüsünü temsilen 34 öğrenci kefen giydi ve basın açıklaması hazırlanan bir tiyatro göstersinin sergilenmesi ve söylenen ağıt ve sloganlarla son bulan eyleme Gençlik Cephesi, DÖB, Ekim Gençliği destek verdi.
        İzmir'de yapılan bir diğer eylem ise akşam saat 18'de HDK'nın çağrısı yapılan Basmane'den Konak'a yapılan kitlesel yürüyüş ve basın açıklaması oldu. Saat 18'de Basmane fuar kapısında toplanan aralarında Emek ve Özgürlük Cephesi'nin de bulunduğu devrimci kurumların, siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri ve sendikaların olduğu kitle saat 18.30'da yürüyüşe başladı. Oldukça kitlesel olan ve öfkeli sloganların haykırıldığı yürüyüş Konak eski sümerbank önünde yapılan saygı duruşu ve basın açıklaması ile son buldu.

 

Ege Üniversitesi'nde Ali Serkan Eroğlu Anması

       24 Aralık 1997 yılında Ege Üniversitesi İletişim fakültesi tuvaletinde polis tarafından katledilen Ali Serkan Eroğlu Ege Üniversitesi'nde anıldı. "Ege Serkan'ı Unutmayacak" pankartı açan aralarında Gençlik Cephesi'nin de bulunduğu Ege Üniversitesi Öğrencileri yürüyüş ve basın açıklaması gerçekleştirdi. Yürüyüş Edebiyat Fakültesi'nden başladı ve Öğrenci çarşısında son buldu. Yürüyüş esnasında sık sık çekilen ajitasyonlarda Ali Serkan Eroğlu'nun nasıl polis tarafından katledildiği ve devletin katilleri koruduğu anlatıldı. Atılan sloganlar ise "Ali Serkan Eroğlu Ölümsüzdür, Katil Polis Hesap Verecek, Faşizme Karsı Omuz Omuza, Devrim Şehitleri Ölümsüzdür, Yaşasın Devrimci Dayanışma, Yaşasın Devrim ve Sosyalizm" sloganları atıldı. Öğrenci çarşısına gelindiğinde basın metni okundu ve Devrim Şehitleri için saygı duruşunda bulunuldu. Ali Serkan Eroğlu'nun dönem arkadaşı konuşma yaptı. Ardından Duvara Karşı Tiyatro Topluluğunun hazırladığı oyun sunuldu. Müzik dinletisi verildi ve aynı anda Öğrenci çarşısının ismi, asılan tabela ile "Ali Serkan Eroğlu Yolu" olarak değiştirildi. Etkinlik böylece sona erdirildi.

Alp Ata Akçayöz Yoldaş Mezarı Başında Anıldı

       19 Aralık Katliamı sürecinde 22 Aralık 2000'de Ümraniye Cezaevinde katledilen Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı anmak için 23 Aralık günü Maltepe Küçükbakkalköy'deki mezarının başında bir araya gelen Emek ve Özgürlük Cepheliler ile ailesi ve dostları, saygı duruşuyla anma etkinliğine başladılar. Daha sonra Emek ve Özgürlük Cephesinin hazırladığı metin okundu. Anma sırasında "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Alp Ata Yoldaş Ölümsüzdür", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz", "Alp Ata Yaşıyor Yaşanacak", "Katil Devlet Hesap Verecek" sloganları atıldı. Ardından Cephe Marşı'nı okuyan kitle daha sonra da "Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor" türküsünü söyledi. Anmanın ardından Maltepe'ye dönüldü ve Alp Ata Yoldaşımızın ailesinin her yıl hazırladığı yemek verildi.
       
Anmada okunan metin şöyleydi:
       Dostlar Yoldaşlar!
       Bundan 12 yıl önce 19-22 Aralık 2000'de cezaevlerindeki devrimci tutsaklara yönelik bir katliam operasyonu gerçekleştirildi. 19 Aralık katliamı sürecinde Ümraniye Cezaevinde bulunan yoldaşımız Alp Ata Akçayöz'ün de aralarında bulunduğu 28 devrimci tutsağın katledildiği bu operasyonun ardından dönemin başbakanı Bülent Ecevit hiç utanmadan "zaiyat beklediğimizden az oldu" diyebilmişti.
       19 Aralık Katliamı, toplumu susturmanın, en canlı ve hiç susmayan, susturulamayan bir muhalefet ocağı olan cezaevlerindeki devrimci direniş ateşinin söndürülmesi operasyonuydu. F Tipi hücreler, devrimci tutsakları tecrit ederek teslim almak için planlanmıştı ve 19 Aralık katliamı, bu planın bir parçasıydı. Aradan geçen 12 yıl, oligarşinin bu planının da her boyutuyla devrimci direniş tarafından iflasa götürüldüğünün en açık ifadesidir. Bu süreçte de devrimci irade her şart altında kendini varedebilmenin ve yeniden üretebilmenin adı oldu.
       Aynı zamanda cezaevleri bahane edilerek bu katliamla tüm topluma operasyon çekildi. Başka türlü IMF programını uygulayamayacaklarını yine başbakan Ecevit'in ağzından itiraf etmişlerdi. Katliamdan kısa bir süre sonra patlayan kriz, neyin bedelini ödediğimizin en açık göstergesiydi. Ama ne 19 Aralık katliamı, ne daha öncekiler, ne de daha sonraki katliamlar gibi emekçi halklarımızın mücadelesini ve direnişini asla kıramadı, kıramaz.
       19 Aralık Katliamında yitirdiğimiz Alp Ata Akçayöz yoldaş, devrimci iyimserliğin, coşkunun ve sevincin ete kemiğe bürünmüş bir haliydi adeta. Bu kişilik özellikleri onu bulunduğu her ortamda kısa sürede parlatırdı. En kalabalık yerlerde bile onu fark etmemek olanaksızdı. Bir sıcaklık dalgası gibi insanları sarıveren kahkahası bile bunun için yeterliydi. Boş değildi hiçbir sohbeti. Burjuva aydınlanmasının yazarlarından başlayarak günümüz yazarlarına kadar uzanan çok geniş bir yelpaze, Ata yoldaşımızın emekçi yaşamının deneyimleriyle birleşerek onun neşesini hiç yitirmeyen sohbetleriyle devrimci yaşamın bir parçası olup çıkardı. Milyonlarca emekçi gibi yaşamının bir parçası olan çalışkanlığı tek bir alanla sınırlı değildi Ata Yoldaşımızın. Çok ve iyi okurdu, hiçbir olguyu tek boyutlu ele almazdı ve iyi bir tartışmacıydı. Yaratıcılık ve üretkenlik onun en karakteristik özelliklerindendi.
       Devrimci düşüncelerle çok genç yaşlarda tanışan Ata Yoldaş, Devrimci Sosyalist Hareketimizle kısa sürede buluştu. İnişli çıkışlı süreçlerin ardından bir dönem kopan ilişkiler yeniden kuruldu. Koptuğu süreçlerde bile bir devrimci olarak kalmayı ve yaşamayı hiç de kendinden menkul olmayan biçimlerde yaşama geçirmeyi başardı. Devrimciliğin hareketsizlikle hiçbir ilgisinin olmadığını çok iyi kavramıştı çünkü. Yeniden ilişkilendiğimiz ve Devrimci Sosyalist Hareketimizin uzun bir suskunluk döneminden çıkma sancılarını taşıdığı o dönemde, belki de onun deneyimlerine ve birikimine en çok ihtiyaç duyduğumuz bir süreçte kopardılar onu dalımızdan. Ama kısa sayılabilecek bir süreçte bile hiç belleklerden çıkmayacak o kadar çok şey bıraktı ki geride, boşluğunu her geçen gün daha çok hissettik, hissediyoruz.
       Bugün yine sorunlu denilebilecek bir sürecin ardından yürüyüşümüzün bu aşamasında yine onu çok arıyoruz, onu çok özlüyoruz. Her eylemde, her direnişte, her yürüyüşte, her sloganda ve her gülüşümüzde bizimlesin Ata Yoldaş. Seni yüreğimizin attığı her yere götürüyoruz. Sen devrimin olduğu her yerdesin, bizimlesin ve sonsuza dek bizimle olacaksın. Daima yaşayacaksın, daima yaşanacaksın.

19 Aralık Katliamı
Protesto Edildi

       Bundan tam 12 yıl önce 19 Aralık 2000 günü devlet, askeri ve teknik gücünün tüm olanaklarını kullanarak cezaevlerindeki devrimci tutsaklara yönelik bir katliam operasyonu gerçekleştirdi. Kendi itiraflarında bir yıldır hazırlandıklarını söylemişlerdi. İspanya'dan getirilen uzmanlar eşliğinde, kimyasal silahların kullanıldığı bu operasyonda 28 devrimci tutsak katledilirken dönemin başbakanı Bülent Ecevit utanmadan "zaiyat beklediğimizden az oldu" diyebildi. Aradan geçen 12 yıl boyunca sözde mahkemelerde yaşananlar faşizmin bir kez daha kendini teşhir etmesinden ibaretti. Katliamın sorumlularının kılına dokunmak şöyle dursun, tüm işkenceci katiller gibi terfi ettiler.
       İşte ülkemizin tarihindeki faşist katliamlar zincirinin en çarpıcı örneklerinden biri olan 19 Aralık katliamını protesto etmek için dün İstanbul Üniversitesi'nde gösteri düzenlenirken bugün (19 Aralık) de İstanbul ve izmir'de yürüyüşler gerçekleştirildi, Boğaziçi Üniversitesi'ne pankart asıldı. Adana, Ankara ve Bursa'da da protesto gösterileri düzenlendi.
       İstanbul
       İstanbul'da gerçekleşen üç farklı yürüyüşün ilkini Tecrite Karşı Mücadele Platformu, saat 12'de Bayrampaşa Cezaevi önüne yaptı. Akşam saat 19'da Mücadele Birliği Platformu Galatasaray Lisesi'nden Taksim'e yürülüş gerçekleştirirken İHD Cezaevi Komisyonu'nun çağrısıyla yine saat 19'da Tünel'den başlayan yürüyüş, Taksim Tramvay durağında gerçekleştirilen basın açıklaması ile sona erdi. İHD Cezaevi Komisyonu'nun çağrısıyla gerçekleştirilen bu yürüyüşe EÖC, HDK İstanbul Meclisi, Kaldıraç, Partizan, ESP, EHP, SDP, ÖDP, PDD, Türkiye Gerçeği, Halkevleri, Devrimci Anarşist Faaliyet de destek verdi. Yürüyüş boyunca "Katil Devlet Hesap Verecek", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "19 Aralık Unutma, Unutturma", "Faşizme Karşı Omuz Omuza", "İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek", "İçerde Dışarda Hücreleri Parçala", "Anaların Öfkesi Katilleri Boğacak", "Yaşasın Devrimci Dayanışma", "Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur", "Zindanda, Hücrede Dövüşene Bin Selam", "Zindanlar Yıkılsın Tutsaklara Özgürlük", "Faşizmi Döktüğü Kanda Boğacağız" sloganlarının atıldığı yürüyüşte 19-22 Aralık katliamında yaşamını yitiren devrimcilerin adları anons edildiğinde kitle hep bir ağızdan "Yaşıyor" diye haykırdı. Taksim Tramvay durağında sona eren yürüyüşte "19 Aralık Katliamını Unutmadık, Unutmayacağız" yazılı bir pankat taşındı. 19-22 Aralık katliamında yaşamını yitirenlerin resimlerinin de taşındığı yürüyüşün sonunda gerçekleşen basın açıklamasından önce başta 19 Aralık katliamı olmak üzere insanca bir yaşam uğruna mücadele yaşamını yitirenler için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Daha sonra İHD Cezaevi Komisyonu'nun hazırladığı metin okundu. Okunan metinde katliam sürecinde ve sonrasında yaşananlara değinildi. Katliam hazırlıkları bir yıl öncesinde başlamışken yapılan "F tiplerini erteledik" açıklamalarına, egemen basının işbirlikçi rolünden 19 Aralık operasyonunun dışarıdaki boyutuna, katliam delillerinin karartılmasından katillerin ödüllendirilmesine kadar birçok konuya değinen basın metni, hesap sorma çağrısıyla sona erdi. Basın açıklamasının ardından sloganlarla protesto gösterisi sona erdi.
       18 Aralık 1012 saat 13.00'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde 19-22 Aralık hapishaneler katliamında şehit düşen devrimciler anıldı. Ekim Gençliği , Söz, Gençlik Federasyonu, Kaldıraç , Yeni Demokratik Gençliğin örgütlediği anmaya Gençlik Cephesi de destek verdi. Anmaya şehit düşen devrimci tutsaklar için yapılan saygı duruşuyla başlandı. Ardından okunan metinde 19 Aralık 2000 tarihinin TC için katliamlar zincirine yeni bir halkanın eklendiği tarih olduğu, devletin katliamına rağmen devrimci iradenin teslim alınamadığı ve Türkiye devrim tarihine direniş destanı olarak geçtiği belirtildi ve ardından katliamda hayatını kaybeden devrimci tutsakların isimleri okundu. "HayataDönüş" katliamının görüntülerinden oluşan bir sinevizyon gösterisinden sonra etinlik sloganlarla sona erdi. Etkinliğin bitmesinin ardından okula soruşturma bahanesiyle gelen faşist öğrencileri okula almayacaklarını belirten devrimci öğrenciler bu faşistlerin okuldan çıkarılmasını sağladı.
        19-22 Aralık 200 hapishaneler katliamının yıldönümünde Gençlik Cephesi Boğaziçi Üniversitesinde pankart açtı. Üzerinde "19- 22 Aralık Katliamının Hesabını Soracağız" yazan Gençlik Cephesi pankartı öğrencilerin yoğunuklu olduğu binaya asıldı. Aynı zamanda okul çevresine asılan ve üzerlerinde "19-22 Aralık Hapishaneler Katliamını Unutmadık Affetmeyeceğiz", "19- 22 Aralık Katliamının Hesabını Soracağız" yazılan ozalitlerle devletin yaptığı katliam teşhir edildi.
       İzmir
       19 Aralık 2000 yılında devletin “Hayata Dönüş Operasyonu” adı altında hapishanelerde gerçekleştirdiği katliamı protesto etmek amacı ile 19 Aralık günü İzmir’de bir araya gelen devrimci kurumlar Karşıyaka’da meşaleli yürüyüş ve basın açıklaması gerçekleştirdi.
        Karşıyaka İzban önünde bir araya gelen devrimci örgütler “19 ARALIK 2000 UNUTMADIK UNUTTURMAYACAĞIZ” pankartı açarak yürüyüşe geçti.Yürüyüşte ölüm oruçlarında ve operasyonda şehit olan devrimcilerin resimleri taşındı. Yürüyüş esnasında “ 19 Aralık’ı unutma unutturma, Devrim şehitleri ölümsüzdür, Katil devlet hesap verecek, Devrimci irade teslim alınamaz, Bedel ödedik bedel ödeteceğiz, Yaşasın devrimci dayanışma” sloganları atıldı. Eylem Karşıyaka İskelesi’nde okunan basın metni ve saygı duruşundan sonra sona erdi.
       Basın metninde : “19 Aralık Hayata Dönüş Değil Katliamdır!
Katliamcı geleneğini Osmanlı’dan alan ve bunu istikrarı bozmadan, günümüze kadar sürdüren TC Devleti; devrimci güçlere yönelik imha, teslim alma saldırıları kapsamında yeni projeler, politikalar geliştirecek, yeni katliamların altına imza atacaktı. İşte bu projelerin, politikaların temel ayaklarından birisi hapishanelerdir. TC Devleti’nin katliamcı yüzüne uygun bir pratik sergilemesi insanlık açısından vahamet verici olayların yaşanmasına sebep oldu. Devrimci tutsakların F tipi hücrelere doldurulmak istenmesi de, en küçük muhalefete dahi izin vermeyerek 19 Aralık 2000’de hapishanelere saldırması ve devrimci
tutsakları katletmesi de bundandır…
       Bu katliam 20 hapishanede yapılıyordu ve hedefte halk vardı. İçeridekiler susturulsun ki dışarıdakiler teslim alınabilsindi. Üç gün sürdü katliam ve buna karşı onurlu direniş. Katliamın sonunda 28 devrimci tutsak şehit olurken, yüzlerce tutsak yaralanmış, devlet iki askerini de öldürmüştür. Katliam sonrası süren ölüm oruçlarında ise 122 devrimci şehit düşmüştür…Devrimci tutsaklara dönük gerçekleştirilen bu katliamın hesabını er geç soracağız.
       Katliam karşısında tutsakların gösterdiği direnişi selamlıyor ve şehit
düşenlerimizin önünde saygıyla eğiliyoruz. Ve bugün dışarı da kardeş halklara karşı estirilen savaş çığırtkanlığına, içeride uygulanan ekonomik, sosyal her türlü saldırıya, baskı ve zorbalığa karşı 19 Aralık direniş ruhuyla mücadeleyi yükselteceğimizi ilan ediyoruz. ” denildi.
       Emek ve Özgürlük Cephesi, Alınteri, Devrimci Hareket, Kaldıraç, Partizan, Köz, İzmir Hareket Tiyatrosu, BDSP, TKP 1920, ESP’nin örgütlediği eyleme DHF, HDK, SDP, Çiğli Pir Sultan Abdal Derneği destekte bulundu.

Barikat'ın Yeni Sayısı Kitapevlerinde

       Barikat Dergisinin 5.ci sayısı çıktı. Vermiş olduğu uzun aralığın etkisiyle yine 80 sayfa olarak çıkan bu sayıda açlık grevleri, emperyalist savaş ve AKP'nin geldiği tıkanma noktası üzerine yazıların yanı sıra Suriye üzerine geniş bir değerlendirmenin ilk bölümünü bulacaksınız. Geçen sayımızdan devam eden 11. Tez Nerede? yazımızın yanı sıra Didar Abla ve Talip Karasansar'ın anısına yazılanları da sayfalarımızda bulabileceksiniz. Yerimizin olmaması nedeniyle bir sonraki sayımızda yayınlanmak üzere Engels'in doğum yıldönümü ile ilgili olarak elimize ulaşan bir yazıyı yayınlıyamıyoruz. Demiryolu Kanunu'nu değerlendiren konuk yazarımızın yazısıyla noktalanan Barikat Dergisinin yeni sayısını daha önce duyurusunu yaptığımız kitapevlerinin yanı sıra yeni adreslerden de edinebilirsiniz. Barikat Dergisine ulaşabileceğiniz adreslere aşağıdaki listeden bakabilirsiniz. İyi okumalar.
       *Adana: Karahan Kitapevi (Çakmak Cad. Çakmak Plaza, Zemin Kat No: 40 Seyhan/ Adana Şube: Mahfesığmaz Mah. 79019 Sk. Sargut Ap. No: 39 Çukurova/Adana)
       *Ankara: İmge Kitapevi
       *Ankara: Evrensel Kitapevi (Karanfil 2 Sokak No:41/A Kızılay)
       *Antalya: Babil Kitap Cafe (Kışla Mah. 25. Sk No: 12/A)
       *
Mersin: Ütopya Kitapevi (Hamidiye Mah. Atatürk C. Irmak Apt. No: 108 Mersin)
       *İstanbul: Beyoğlu Mefisto Kitapevi (İstiklal C.)
       *İstanbul: Semerkant Kitapevi (Süslü Saksı Sokak No: 5 Beyoğlu)
       *İstanbul: Kadıköy Mefisto Kitapevi (Muvakkithane S. No: 5 Kadıköy)
       *İstanbul: Seyhan Kitapevi (Muvakkithane S. No: 1 Kadıköy)
       *İzmir: Yakın Kitapevi (Kıbrıs Şehitleri C. Alsancak/İzmir)
       *Van: Star 2000 Kitapevi (Cumhuriyet C. Sanat Sokak)

Ege Üniversitesi'nde Yürüyüş ve Basın Açıklaması

       27 Kasım günü Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesine giren yüzü aşkın sivil polis tarafından 18 öğrenci gözaltına alınmış, bu esnada öğrencileri korumak isteyen akademisyenlere müdahale edilmiş ve gözaltına alınmak istenmişti. Bunun üzerine 4 Aralık 2012 günü Eğitim-Sen 3 Nolu Şube yürüyüş ve basın açıklamasi düzenledi. Yürüyüş Ege Üniversitesi metro durağından başladı. "Baskılar Bizi Yıldıramaz" yazılı ve Eğitim-Sen imzalı pankartın açıldığı yürüyüşte "Faşizme Karşı Omuz Omuza, Katil Polis Üniversiteden Defol, YÖK Polis Medya Bu Abluka Dağıtılacak " sloganları atıldı. Edebiyat Fakültesi önünde basın açıklaması okundu. Basın açıklamasında okullardaki ÖGB ve polisin okullara müdahalede bulunmasının kabul edilemiyeceği , öğrencilerin yalnız olmadığı üzerinde duruldu. Yapılan yürüyüş ve basın açıklamasına Gençlik Cephesi'nin de içerisinde bulunduğu Ege Üniversitesi Öğrenci İnisiyatifi de "Üniversiteler Bizimdir Bizimle Özgürleşecek/ Katil Polis ve ÖGB Terörüne Son" yazılı pankartıyla katılarak destekte bulundu.

2 Aralık Nato Yürüyüşü Coşku ve Kararlılıkla Gerçekleştirildi

       İzmir'de Emek ve Özgürlük Cephesi, BDSP, Alınteri, DHF, Devrimci Hareket, Kaldıraç, TKP 1920 ve İzmir Hareket Tiyatrosu tarafından oluşturulan " Emperyalist İşgal ve Savaş Karşıtı Girişim" bir süredir devam ettirdiği çağrı eylemleri ile hazırlığını yaptığı 2 Aralık NATO yürüyüşünü coşku ve kararlılıkla gerçekleştirdi. Saat 18.00'da Şirinyer Tansaş önünde bir araya gelen bileşen dâhili kurumlar "Katil Emperyalizm Ortadoğu'dan defol! Suriye ve Filistin Halkları Yalnız Değildir" yazılı ortak pankartın açılması ve meşalelerin yakılması ile eyleme atılan sloganlarla başladı. Bir süre Tansaş önünde ajitasyon konuşmaları ile neden NATO'ya yüründüğü ve Ortadoğu'da yaşanan karışıklıkların arkasında emperyalistlerin Ortadoğu'daki çıkar ilişkilerinin yattığı çevrede izleyenlere anlatıldı. Yapılan konuşma sloganlara çevreden eylemi izleyenlerinde alkışlarla müdahil olduğu gözlendi. Daha sonra "Katil ABD, Ortadoğu'dan Defol", "Katil NATO, Ortadoğu'dan Defol", "Emperyalistler, İşbirlikçiler, 6.Filoyu Unutmayın", "Yaşasın Halkların Kardeşliği, "Yaşasın Devrimci Dayanışma", "Biji Biratiya Gelan" sloganları ile yürüyüşe geçen kortej polisin engelleme çabalarının boşa düşürülmesi ile Buca'nın ana caddelerinden olan M. Akif caddesi fiili olarak tek yönlü şekilde trafiğe kapatarak yaklaşık 1 km mesafeyi sloganlar ve ajitasyon konuşmaları ile yürüdü. Özellikle çevre evlerden izleyenler ve araçları ile geçenlerin destekleri yürüyüş boyunca devam etti. Daha sonra NATO önüne gelinmesi ile basın açıklamasına geçildi. Okunan basın açıklaması şöyleydi:
       "EMPERYALİST SAVAŞA VE İŞGALLERE KARŞI SESİMİZİ YÜKSELTELİM
       Daha dün Filistin'de, hemen öncesinde ve halen Suriye'de yanıbaşımızda halklar katledildi, katledilmekte. ABD'nin ve işbirlikçileri emperyalistlerin amaçları Suriye' deki veya başka ülkelerdeki rejimler değildir, bunu bugün Suriye'de görüyor, dün Irak'tan da hatırlıyoruz. Halkların üzerine bombalar füzeler göndererek mi onları özgürleştiriyorlar? Tek dertleri Ortadoğu'yu kan gölüne çevirerek paylaşmaktır ve bu hesaplarını da bizlerin yani bu topraklardaki halkların canları üzerinden yapıyorlar.Bir yandan düzmece savaş senaryoları ile halkları birbirine düşman etmeye çalışırken, diğer yandan da yaşadığımız topraklardaki işbirlikçilerine savaş hazırlıkları yaptırıyorlar. İşte Malatya-Kürecik'te kurulan füze kalkanı, işte anlaşmaları tamamlanmış bugün yarın kurmak için yer beğenmeye çalıştıkları Patriot füze sistemleri, işte 1 Aralık'tan itibaren göreve başlamış olan NATO Kara Kuvvetleri komuta merkezi haline getirilen Şirinyer NATO üssü...Bu üssün kuruluşu bize neyi anlatıyor? NATO İzmir Kara Kuvvetleri Komutanı Frederich Ben Hodges açılıştan önce düzenlediği basın toplantısında şunları söylüyor: TC.'nin sınır bölgesine yerleştirilmesi planlanan Patriot füze sistemlerinin kullanılıp kullnılmamasına Kuzey Atlantik Konseyi karar verecektir diyor Hodges. Bu üssün Türkiye'de kurulmasının tesadüf olmadığını, bu karardan büyük memnuniyet duyduklarını ve bugün 50 olan personel sayısının, önümüzdeki yıl içerisinde 350'yi bulabileceğini söylüyor. Soruyoruz: Neden? Nato'nun Avrupayı komünizmin saldırılarından korumak için kurulduğunu, ikinci aşamada küresel güvenliği korumak adına varlığını sürdürdüğünü, İzmir'de bu üssün kurulmasının ise NATO'nun 3. aşaması olduğunu söylüyor. Bakın 3. aşamada amaçları neymiş: Siber taarruzlar, terörist saldırılar ve yerleri, kimliği belli olmayan düşmanların ellerindeki kitle imha silahlarına ve NATO'ya karşı yıkıcı eylemlere karşı mücadele vermek! Soruyoruz şimdi: Kimdir bu "kimliği belli olmayan" düşmanlar? Kimlikleri belli değilse nasıl düşman oluyorlar? O kimyasal silahlar hangileridir? Yoksa bugün Suriye'de, dün Irak'ta olduğu gibi siz kimi işaret ederseniz o düşman, kimyasal silahlar nerede derseniz orada mı?
       Düşman Roboski'de, Dersim'de Kürt'lerin üzerine bombalar yağdıran, dün Sivas'ta Çorum'da, Maraş'ta Alevileri katledeip bugün kapılarını işaretleyen, bilimsel eğitim isteyen öğrencilerin, haklarını savunan işçi- emekçilerin üzerine copla tazyikli suyla biber gazları ve panzerleriyle saldıranlardır. Ortadoğu'da bir kimyasal silah arayıp, bir diktatörleri gösterip "ya bizdensin ya onlardan" diyerek füzeleri bombaları ile halkları katlederek "özgürleştiren"lerdir.İşte şimdi de aynı oyunlar, aynı baskı ile sindirme politikaları ve aynı katliam planları ile karşımızdalar.
       Bu katliam planlarını hazırlarken, bu saldırganlıklarını sürdürürken korktukları tek şey var: Halklar. Kurdukları sahte savaş senaryoları ile halkları birbirine düşman etmeye çalışmaları bundandır. Örneğin Akçakale'ye düşen bombaların emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından kurulmuş bir savaş makinası olan"Özgür Suriye Ordusu" tarafından gönderilmiş olduğunu, Suriye hemen ilk günlerde açıklamış fakat basın yolu ile bu açıklamalar anında karartılarak Suriye düşman ve hedef olarak gösterilmek istenmiştir. İşte bu ve bunun gibi birçok oyunlarla bizleri bu savaşın kendi savaşımız olduğuna inandırmaya çalışıyorlar.Çünkü halkları düşmanlaştırmadan savaştıramayacaklarını biliyorlar. Biz de biliyoruz ki,bu savaş emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin savaşıdır ve bizim, onların savaşlarında dökecek tek damla kanımız yok.
       Şimdi buradan onlara bir kez daha haykırıyoruz: Sizin kurduğunuz bu kanlı planları biz halklar bozacağız. Siz sindirmeye çalıştıkça daha çok çıkacağız sokaklara. Siz savaş senaryolarınızla bizi birbirimize kışkırtmaya çalıştıkça, biz size bileneceğiz. Yaptıklarınızın hiçbirini unutmadık, unutmayacağız. Siz de unutmayın: Emperyalistler, İşbirlikçiler, 6. Filo'yu Unutmayın!"
       Eyleme Partizan, HDK, ESP ve Anarşistler destek verdi. Eylem Devrimcilerin bir arada ortak iş yapabilme kültürünün gelişmesi ve uzun zamandır İzmir'de etkin olan reformist-uzlaşmacı havaya karşı devrimci iradenin ortaya konması açısından önemli anlamlar taşımaktaydı.

Boğaziçi Üniversitesi'nde Eylem

       İngilizce eğitim yapan Boğaziçi Üniversitesi'ni kazanan öğrenciler muafiyet sınavını veremezlerse bir yıl hazırlık okumak zorundalar. Ancak bu bir yılın sonunda da İngilizce sınavlarından başarılı olamayıp hazırlıkta sınıf tekrarı yapan öğrencilere remedial deniyor ve sözkonusu grup, sayıları her yıl kalabalıklaşan bir kitleyi oluşturuyor. Boğaziçi Üniversitesin'de 17 Ekim tarihinde eylem yapan remedial (beklemeli) öğrenciler rektörlük önüne yürüyerek bir basın açıklaması yaptıktan sonra rektörle görüşme talep etmişlerdi. Görüşme talepleri kabul edilen öğrencilere; Hazırlıktaki eğitimin düzeltilmesi için bir komisyon kurulması ve bu komisyonda yer alma, hazırlıkta kalan bir yılı aşmış öğrencilerinde öğrenci belgesi hakkı ve IELTS sınavının puanının düşürülmesi gibi birçok söz verilmişti. Fakat ders ve yurt talepleri kabul edilmemişti. Daha sonra İngilizce Eğitimi Strateji ve Değerlendirme Komisyonu kurulmasına rağmen öğrencilerin katılması için hiçbir çaba sarf edilmemesi, yurt, ders ve öğrenci belgesinin verilmemesi nedenleriyle 30 Kasım cuma günü saat 12.00'de bir eylem daha gerçekleştirdiler. Öğrenci belgesi, yurt ve ders hakları için YADYOK (yabancı diller yüksek okulu) binasında temsili açık ders yaptılar. Eylemden önce Kuzey Kampüs'te bulunan kütüphane önünde toplanan öğrenciler eyleme çağrı için kuzey kampüs'ten sloganlarla ve ajitasyonlarla yürüyüşe başlayarak güney kampüste bulunan YADYOK binasına kadar yürüdüler. İki kampus arasında yoldan yürüyerek bir şeridi kapatan öğrenciler ' Eğitim hakkımızı istiyoruz, alacağız!' pankartıyla ve " Eğitim hakkımız engellenemez! , Müşteri değil öğrenciyiz! , Barınma hakkımız engelenemez! , Öğrencisiz komisyon çözüm değildir! , Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz! , Öğrenciyiz haklıyız kazanacağız! " sloganları ve dövizleriyle YADYOK binasının önüne geldiler. Remedial öğrencileri içeri almamak için ÖGB'ler tarafından kapılar kapatılmaya çalışıldı. Daha sonra binaya sloganlarla giren öğrenciler açık derslerini gerçekleştirdiler ve kurulan komisyonun içinde öğrenciler olmadan, öğrenciler için çözüm olanağının olmadığını ifade ettiler.
      İngilizce hazırlık eğitiminde kullanılan materyallerin akademik İngilizce öğretmek için yetersiz kalması, özel lisede öğrenim görmüş öğrenciler hariç çoğu öğrencinin yeterlilik (proficiency) sınavında kalmalarına neden olmaktadır. Yani neredeyse sıfır İngilizce bilgisiyle üniversiteye başlayan öğrencilere akademik İngilizce öğretmek için iki döneme sıkıştırılmış bir eğitim verilmesi yüzünden hazırlıkta kalan yüzlerce öğrenciye hiçbir şekilde eğitim ve barınma hakkı verilmiyor. Bu durum hazırlıkta kalan (remedial) öğrencilerin üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Çünkü yeterlilik sınavını geçmek için özel kurslara gitmekten başka hiçbir yol kalmıyor. Boğaziçi Üniversitesi YADYOK birimi materyalleri hazırlıkta kalan öğrencilere hiçbir şekilde vermiyor ve öğrenciler, YADYOK'un kalitesiz eğitiminin açtığı sorunları kendileri kapatmaya çalışıyorlar. Remedial öğrenciler; yeterlilik sınavının sayısının artırılmasını, sınav kağıtlarının öğrenciye gösterilmesini istiyorlar. Şimdiki uygulamada, sınav kağıtları dava açıldığında bile öğrencilere gösterilmiyor. Ayrıca Üniversite bölüme geçmek için şart olarak gördüğü yeterlilik sınavında remedial öğrencilerden her girişte para alıyor.

2 Aralık'ta Emperyalist İşgal ve Savaşlara Dur Demek İçin Şirinyer Nato'ya Yürüyoruz

       İzmir Emperyalist İşgal ve Savaş Karşıtı Girişimin 2 Aralık pazar günü yapacağı Nato yürüyüşünnü çağrı eylemleri devam ediyor. İlki 24 Kasım'da Eski Sümerbank önünde yapılan basın açıklamasının ikincisi ise 26 Kasım pazartesi günü, saat 18.30 da Çiğli Kasaplar Meydanı'nda yapıldı. Saat 18.00'de Çiğli Belediyesi önünde bir araya gelen bileşen üyesi kurumlar meşalelerle Kasaplar Meydanı'na doğru yürüyüşe başladı. Yürüyüşün hemen başlangıcında İzmir emniyetinden polislerin yürüyüşün yapılamayacağına dair engelleme girişimi kurumların kararlı tavrı ile boşa düşürülmüş oldu. Yürüyüş boyunca 2 Aralık eylemine çağrı bildirileri dağıtıldı. Ayrıca "Emperyalizm Düşman, Halklar Kardeştir", "Yaşasın Halkların Kardeşliği", "Katil ABD, Ortadoğudan Defol", "Katil İsrail, Ortadoğudan defol", Emperyalistler, Işbirlikçiler, 6. Filoyu Unutmayın". vb. sloganlar atıldı. Kasaplar Meydanı'nda 2 Aralık Nato yürüyüşüne çağrı metni okunduktan sonra eylem sloganlarla sonlandırıldı. Bir daha ki 2 Aralık Nato yürüyüşüne çağrı eylemi 30 Kasım Cuma günü saat 18.00'da Şirinyer Tansaş önünde yapılacak.

İzmir Emperyalist Savaş Karşıtı Girişim'den
İsrail Protestosu ve
Yeni Eylem Takvimi

       İzmir'de bulunan Devrimci Demokrat Kurumların oluşturduğu (Emek ve Özgürlük Cephesi, Kaldıraç, Alınteri, DHF, BDSP, TKP 1920, Devrimci Hareket, İzmir Hareket Tiyatrosu) "Emperyalist Savaş ve İşgal Karşıtı Girişim" Ortadoğu'da yaşanmakta olan süreç ile ilgili yeni eylem programını 24 Kasım cumartesi günü saat 14:00'te Konak Eski Sümerbank önünde yaptığı basın açıklaması ile deklare etti. "Emperyalizm Yenilecek, Direnen Halklar Kazanacak", "Katil ABD, Ortadoğudan Defol", "Yaşasın Devrimci Dayanışma", sloganları ile başlayan eylemde okunan basın açıklamasında;
       "İsrail devleti'nin Gazze'ye havadan ve denizden başlattığı saldırılar, yerini şimdilik sözde bir ateşkese bıraktı. Gazze'yi 2009 yılında vurarak bin 400 Filistin'liyi katleden katil israil, düne kadar da günlerce "Savunma Sütunu" olarak adlandırdığı operasyonla Gazze'yi bombaladı. Geride dünyanın gözleri önünde 200'e yakın insan ölü ve 1000'i aşkın yaralı bırakarak, Gazze'yi bir enkaza dönüştürdü.
       Gazze direnişi ise gün geçtikçe İsrail devletinin karşısında daha güçlü ve iradeli bir şekilde ayakta durdu. Gazze halkı tüm ölüm ve acılara rağmen "direniş" dedi, boyun eğmedi.
       İsrail Başbakanı Binyamin Natenyahu yapılan ateşkes anlaşmasın "bgir kağıt parçası" diye niteleyerek, aslında bir anlamda hiçe sayıyor ve o kağıt parçasının imzasız olduğunu da vurguluyor. Yani açıktan; her an tekrar saldırabileceklerini sölemiş oluyor. Kaldı ki, biz o kağıt parçalarının imzalandığı günleride biliyoruz. İsrail devleti, tarihindeki saldırganlıklarında resmi ateşkes anlaşmalarını da açıktan çiğnemiş, katliam girişimlerini sürdürmekte hiçbir sakınca görmemiştir. Bu süreçte ABD, israil'in saldırısını meşru gördüğünü söylemiş, Birleşmiş Milletler üç maymunu oynamıştır. İsrail'in Ortadoğu halklarına karşı yürüttüğü savaşta tetikçilik yapan ve Akçakale'deki olayları bahane göstererek gizli oturumla bir gecede savaş tezkeresi çıkaran TC. devleti, İsrail'in Mavi Marmara saldırısında olduğu gibi,bugün de katil İsrail'in Filistin halkına karşı başlattığı savaşta ciddi bir yaptırımı gündeme dahi almamıştır.
       Suriye'ye demokrasi götürmek isteyen TC. konu İsrail olunca da sözde İsrail karşıtı tiyatral bir oyun sergilemiştir.1948'de kurulan İsrail'i, 1949'da tanıyan Türkiye,İsrail'i tanıyan ilk Ortadoğu ülkesidir. Filistin'iLübnan'ı harabeye çeviren İsrail pilotlarının eğitim gördüğü Konya Ovası bu ülkededir. İsrail'in ticaret yaptığı ülkeler listesinde ilk onda olan tek Ortadoğu ülkesiTürkiye'dir. Heron casusluk uçaklarına paralarısayan bu hükümettir.İsrail'i saldırdığı ülkelerin direnişinden koruyacak Füze Kalkanını Malatya Kürecik'e kurduran, bugün de yine satın almakta olduğu Patriot füze sistemleri ile Ortadoğu'da savaş rüzgarlarını körüklemeye devam eden aynı zihniyettir.
       Hükümet ve yandaşları Tayyip Erdoğan'ın "bir dakika"demesiyle övündü. Ancak İsrail'den Heron casusluk uçaklarının alınmasında, askeri personelin İsrail'deki eğitimlerinin sürdürülmesinde ekonomik ilişkilerinsürdürülmesinde, İsrail'in OECD'ye üye kabul edilmesinde bir dakikadahi tereddüt edilmedi. İsrail'in AKP hükümetine borçlu olduğu şey özür değil, teşekkürdür. Filistin halkının ve tümhalkların ihtiyacı işbirlikçilerinşovu değil, göstermelik ateşkesanlaşmaları değil, birlikte mücadele etmektir. Emperyalizmekarşı Ortadoğu halklarının safında olmaktır. Bölgemizde, emperyalistler ve onların işbirlikçi-uşakları adına bir savaş kışkırtıldığı, Suriye ve İran'ın hedefte olduğu, İsrail'in bombalamalarının da bunun birparçası olduğu açıktır.Bu savaş, ABD emperyalizminin ve onun işbirlikçilerinin savaşıdır.
       İşçi-emekçilerin, ezilen bölge halklarının emperyalistler ve onların işbirlikçileri için dökeceği tek damla kanı yoktur. İşçi-emekçilerin, ezilen halkların kurtuluşu, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin bölgeden kovulması ile mümkün olcaktır.
       2 Aralık'ta Şirinyer Tansaş önünden, NATO'ya yürüyerek, orada bunu bir kez daha ve daha güçlü haykıracağız.02 Aralık Pazar günü NATO önünde hep birlikte Emperyalizm Yenilecek Direnen Halklar Kazanacak diye haykıralım.
       Ve orada onlara tekrar hatırlatalım: Emperyalistler, İşbirlikçiler, 6.ncı Filoyu unutmayın !
       2 Aralık Pazar günü 18:00'da tüm dostları Şirinyer Tansaş önünden NATO önüne yapacağımız yürüyüş ve basın açıklamamıza sesimizi yükseltmeye bekliyioruz." dendi.
        Ayrıca 26 Kasım Pazartesi saat:18.00 Çiğli Kasaplar Meydanı,
30 Kasım Cuma 18.00 Şirinyer Tansaş önünde 2 Aralık Nato yürüyüşüne çağrı niteliğinde basın açıklamaları yapılacaktır.

Direnişin 180. Gününde
THY İşçileri Bakırköy Özgürlük Meydanında

       180 gündür oligarşinin direnişin sesine kulak tıkamasına ve baskılara rağmen gasp edilen grev hakkını yeniden kazanan THY işçileri 'Grev hakkını kazandık, sıra işe dönüş mücadelesinde' kararlılığıyla 24 Kasım cumartesi günü Bakırköy Özgürlük Meydanındaydı.
       Emek ve Özgürlük Cephesi'nin yanı sıra TKP, DİP ve TKP-1920'nin de aralarında bulunduğu birçok demokratik kitle örgütü ve siyasi partinin destek verdiği eylemde militan ve öncü sendikacılık anlayışı öne çıktı.
       Eyleme Emek ve Özgürlük Cepheliler, 'THY işçileri kazanacak', 'THY işçileri yalnız değildir' ve 'Atılan İşçiler Geri Alınsın' dövizleriyle katıldı.
183 gündür sendikalarıyla birlikte kararlılıkla mücadeleyi sürdürdüklerini ve bundan sonraki süreçte de direneceklerini belirten işçiler 'Atılan işçiler geri alınsın', 'Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır', 'Direnen işçiler asla yenilmez' sloganları attı.
       Eylemde Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin bir konuşma yaptı. Yandaş sencikacılığın değil, militan ve öncü sendikacılığın işçi sınıfının zafere ulaştıracağını belirten Ayçin 'Kulislerde ve meclis koridorlarında, bakanlık odalarında ve bakanlara yalvararak sendikacılık yapılmaz. Gazete ilanlarıyla sendikacılık yapılmaz. Türkiye'nin ayağa kalkabilmesi için militan sendikacılığa, öncü sendikacılığa ve bedel ödemeyi göze koymuş sendikacılığa ihtiyaç var. Çünkü sendikalar sınıf ve kitle örgütüdür.' dedi.
       Basın açıklamasını Türk Hava Yollarında direnen işçiler adına Rüstem Çetin okudu. THY yönetiminin işe iade kararının verilmesi durumunda temyize götüreceğini duyduklarını belirten Rüstem Çetin, 'Biz sonuna kadar, öz örgütümüz sendikamızla birlikte direnmeyi sürdüreceğiz! 5 aydır çekilen zorluklara rağmen, iş bularak direniş yerinden ayrılan arkadaşlarımız dışında içimizden hiç kimseyi koparamadılar. Aksine aramıza yeni katılımlar var. Direniş yerinde bulunanların sayısı azalmıyor, artıyor! Dedi.

İzmir'de "24 Kasım Öğretmenler Günü"
Protesto Edildii

        İzmir Konak YKM önünde bir araya gelen Eğitim-Sen üyesi öğretmenler 12 Eylül döneminin bir ürünü olan 24 Kasımı İl Milli Eğitim Müdürlüğüne yaptıkları bir yürüyüş ile basın açılaması ile protesto ettiler. Yapılan yürüyüş sırasında "direne direne kazanacağız", "eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim", "gün gelecek, devran dönecek AKP halka hesap verecek" sloganları attıldı. İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde yapılan ve Eğitim Sen İzmir 6 No'lu Şube Başkanı Duran SINACI'nın okuduğu basın açıklamasında,
        "Öğretmenlik mesleği açısından uluslararası anlmada kutlanan gün 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü olmasına karşın, 12 Eylül aonrasında ilan edilen "24 Kasım Öğretmenler Günü" bugüne kadar öğretmenlerin en temel sorunlarının bile gündeme gelmediği "resmi bir gün" olarak görülmüştür. "24 Kasım Öğretmenler Günü'nün 12 eylül döneminin bir ürünü, 12 Eylül zihniyetinin nasıl bir öğretmen istediğinin simgeleştiği bir gün olduğu asla unutulmamalıdır. 12 Eylül darbe zihniyetinin kabul ettiği bir günü, öğretmenler günü olarak kutlamamız mümkün değildir. Eğitim-Sen için 24 Kasım'ı kabul etmek demek; 12 Eylül rejimini, uygulamalarını ve düşüncesini benimsemek, 12 Eylül zihniyetini onaylamak anlamına gelmektedir.
        ..."Eğitim-Sen olarak, sadece öğretmenlerin değil, kötü ve sağlıksız koşullarda çalışan; hakları gasp edilen; sürgünlere ve soruşturmalara maruz kalan eğitim emekçilerinin; parasız eğitim ve demokratik üniversite istediği tutuklanan; eğitime erişemeyen milyonlarca çocuk ve gencimizin ve onların ailelerinin de taleplerinin takipçisi olmayı sürdüreceğimize söz veriyor, tüm eğitim ve bilim emekçilerini kamusal, bilimsel, laik ve anadilde eğitim hakkı için birlikte mücadeleye çağırıyoruz. Eylem atılan sloganlar ve öğretmen kimlik kartlarının İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün merdivenlerine bırakılması ile son buldu.

Açlık Grevleri Sona Erdi

       12 Eylül'den bu yana yurtsever tutsakların tamamen haklı ve meşru taleplerle sürdürdükleri açlık grevleri, İmralı Cezaevinde bulunan Abdullah Öcalan'ın kardeşi aracılığı ile yaptığı çağrı üzerine yurtsever tutsakların kararıyla sona erdi. Abdullah Öcalan üzerindeki tecritin böylece delinmesiyle temel taleplerinden biri karşılanmış olan açlık grevleri, Kürt ulusunun anadilini tüm kamusal alanlarda özgürce kullanma mücadelesinde çok önemli mevziler elde ederek noktalanmış oldu. Sözkonusu talebin tüm Türkiye kamuoyunda haftalarca tartışılmasını ve Kürt Ulusunun en demokratik ve insani haklarından bile yoksunluğunun teşhirini sağlayan açlık grevleri bu sabah (18 Kasım 2012) saatlerinde sona ermiş oldu. Edinilen bilgilere göre cezaevlerinde açlık grevinde bulunan tutsakların hastanelere sevkleri ve tedavileri başlamış bulunuyor. Abdullah Öcalan'ın yaptığı açıklamada bundan sonra bu mücadelenin dışarıdakiler tarafından yürütülmesi gerektiğine yönelik yaptığı vurgu. Sürecin noktalanmadığının bir işareti olarak okunabilir.

İHD İstanbul Şubesi'nin Açlık Grevleri İle Dayanışma Eylemine Polis Saldırısı

       Cezaevlerindeki yurtsever tutsakların 12 Eylül'den bu yana süren ve artık ölüm sınırına gelmiş bulunan açlık grevlerine yönelik devletin duyarsız tutumunu protesto etmek isteyen İHD İstanbul Şubesi yöneticilerinden oluşan bir grup, 14 Kasım 2012 günü saat 13:00'te İstanbul Beşiktaş'ta bulunan Başbakanlık Çalışma Ofisi'nin önüne geldiler.
       Polisin özel harekatçılara varana kadar çok yoğun önlem aldığı çalışma ofisi önüne doğru yürüyen 7 İHD üyesi, polis tarafından zor kullanılarak gözaltına alındılar. Gözaltına alınmaları sırasında "Baskılar Bizi Yıldıramaz!" sloganını atan İHD İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Efe, İHD Genel Başkan Yardımcısı Rıza Dalkılıç, İHD İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu üyeleri, Sevim Kalmaz, Neriman Deniz, Ali Koçyiğit ve Osman Özkan Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldüler. Gözaltına alınanlar emniyet müdürlüğüne götürülürken araç içerisinde de darp edildi. Ümit Efe'nin ayrı bir araçla götürüldüğü gözaltındakiler, yaklaşık 4 saat sonra serbest bırakıldılar. Serbest bırakılan İHD'liler İHD İstanbul Şubesinin açlık grevlerine dikkat çekmek için her akşam 18:30'da yaptığı Galatasaray'dan İHD İstanbul Şubesi önüne kadar sessiz yürüyüş ve oturma eylemine katılarak eylemlerini sürdürdüler.

DHF Operasyonu İzmir'de Protesto Edildi

       13 Kasım 2012
       
Demokratik Halklar Federasyonu üye ve taraftarlarına yönelik 13 Kasım 2012 sabah saatlerinde Türkiye genelinde yapılan gözaltı ve baskınlarla ilgili olarak aynı gün akşam 18.00 da Alınteri, DHF, BDSP, KÖZ, Emek ve Özgürlük Cephesi, ESP, MBP, TKP-1920, Devrimci Hareket, İzmir Dersim Kültür ve Dayanışma Derneği, SDP, İzmir Hareket Tiyatrosu, Kaldıraç, İzmir Sokak sanatçıları Derneği, Partizan, İHD, Eğitim-sen'in katılımcı olduğu bir basın açıklaması düzenlendi.
       Uzun zamandır hasret kalınan devrimci dayanışma örneklerinden birinin sergilendiği eylem alkışlarla Eski Sümerbank önünde başladı. "yaşasın devrimci dayanışma ","devrimci tutsaklar yalnız değildir", "devrimci irade teslim alınamaz", "gözaltılar, tutuklamalar,
baskılar bizi yıldıramaz", "faşizme karşı omuz omuza" sloganklarının atıldığı eylemde sabah saatlerinde DHF'ye yapılan baskın ve gözaltı terörü teşhir edildi .
       Emek ve özgürlük Cephesi, Devrimci Hareket ve Alınteri'nin çağrıcısı olduğu basın açıklaması Partizan tarafından okundu. Basın açıklaması;
"Devlet 13 Kasım sabaha karşı Türkiye genelinde Demokratik Haklar Federasyonu üye ve taraftarlarına karşı yürüttüğü gözaltı terörü ile bir kez daha faşist düzenini işletmiş, ileri demokrasinin ne anlama geldiğini de göstermiştir. Herhangi bir gerekçe gösterilmeden, açıklama yapılmadan yapılan baskınlarda DHF kurumlarına kapıları kırılarak girilmiş ve talan edilmiştir. 24 saatlik bilgi ve yayın yasağı konan operasyonda ülke çapında 50 den fazla üye ve taraftar gözaltına alınmıştır. Şu ana kadar hiç bir açıklama yapılmadığı gibi gözaltındaki dostlarımız avukatları ile de görüştürülmemektedir.
       Bizler devrimciler olarak biliyoruz ki ;
       Devletin bu terörü bugüne ya da salt DHF ye yönelik değildir. Düzenlenen tüm bu baskı ve terör operasyonları tüm emekçi halklara, tüm devrimci demokrat kurumlara karşı yürütülmektedir. Bugün Kürt halkına karşı yürütülen ve hergün daha da azgınlaşan faşist baskı ve tutuklama terörü de buna örnektir.
       Buradan bire kez daha söylüyoruz;
       Devlet de bilmelidir ki tarihin hiçbir kesitinde rastlanmadığı gibi bugün de devrimciler müdahale; gözaltı, tutuklama ve baskılarla sindirilemeyecektir. Aksine uygulanan her baskı, düzenlenen her operasyon bizler için yılgınlık sebebi değil mücadelemizi yükseltmeye yönelik kamçılayıcı birer etkidir.
       GÖZALTILAR, TUTUKLAMALAR, BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ!
YAŞASIN DEVRİMCİ DAYANIŞMA" denildi. Basın açıklamasından sonra eylem alkış ve sloganlarla sonlandırıldı.
       15 Kasım 2012
        DHF'ye yönelik gözaltı terörü İzmir'de protesto edildi.
       13 Kasım sabahı ülke genelinde DHF'ye ait kurum ve evlere yapılan baskınlarla 61 kişinin gözaltına alınması İzmir'de Demokratik Haklar Federasyonu'nun çağrısıyla bir araya gelen, içinde Emek ve Özgürlük Cephelilerin'de olduğu onlarca devrimci kurum ve demokratik kitle örgütlerinin katılımıyla yapılan bir basın açıklaması ile protesto edildi. Konak eski Sümerbank önünde "Yaşasın Devrimci Dayanışma" sloganı ile başlayan eylemde okunan basın açıklamasında "DHF bir kez daha, hakim sınıfların düzmece "terör örgütü operasyonlarının" hedefi haline getirilmiştir. Burjuva basın, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün artık bir klasik haline dönüşmüş olan komplalarını sayfalarına taşıyarak üye ve taraftarlarımızı Maoist Komünist Partisi (MKP) üyesi ilan etmiştir!
        Emniyet Genel Müdürlüğü'nün servis ettiği "haberler" vasıtasıyla, DHF Merkezi temsilcisi Dr. Ahmet Kerim Gültekin ve İzmir Demokratik Haklar Derneği temsilcisi Şenol Akyıldız şahsında bütün üye ve taraftarlarımız MKP üyesi olarak yansıtılmış ve hedef haline getirilmişlerdir. Öyle ki, İzmir Demokratik Haklar Derneği'ni dahi, "MKP İl Binası" olarak yansıtmaktan çekinmemişlerdir.
       "DHF üzerinde yoğunlaşan baskı ve sindirme politikalarını politik kitle faaliyetlerine yoğunlaşarak ve daha fazla örgütlenerek boşa çıkaracağız.
Geride bıraktığımız 3 gün boyunca evlatlarına ve mücadelelerine sahip ailelerimizle, kurumlarımıza sahip çıkan halkımızla ve devrimci dayanışmanın gereğini yerine getirerek yanımızda olan devrimci-demokrat dost kurumlarımızda faşizmin saldırılarını göğüslemeye,
halkın haklı kavgasını bütümeye devam edeceğiz.
        "Gözaltılar, Tutuklamalar, Baskılar bizi yıldıramaz!
       Yaşasın Demokratik haklar Mücadelemiz!
       Yaşasın Devrimci Dayanışma!
       Biji Bıratiye Gelan!
sloganları ile eylem sonlandırıldı. Eyleme Emek ve Özgürlük Cephesi'nin yanı sıra Partizan, BDSP, Devrimci Hareket, Halk Cephesi, Alınteri, Mücadele Birliği, DİP, KÖZ, Ege 78'liler Derneği, İHD İzmir Şubesi, ESP, BDP, EMEP ve Dersim Dayanışma ve Kültür Derneği de destek verdi.

Açlık Grevleri İle
Dayanışma Yürüyüşleri

       12 Eylül'den bu yana yurtsever tutsakların tamamen haklı ve meşru taleplerle sürdürdükleri açlık grevlerine destek vermek için DİSK, KESK, TMMOB ve TTB'nin çağrısıyla İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır ve Adana'da 11 Kasım 2012 pazargünü yürüyüş ve basın açıklamaları yapıldı.
       İstanbul'da saat 15:00'te Taksim Şişehane'deki Tünel çıkışından başlayan yürüyüşte "Ölüm Değil Çözüm İstiyoruz" ortak pankartı açıldı. İstiklal Caddesi boyunca yürüyen kitle "Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur", "Tecriti Kaldırın Ölümleri Durdurun", "Faşizme Karşı Omuz Omuza", "Yaşasın Devrimci Dayanışma", "Zindanlar Yıkılsın Tutsaklara Özgürlük", "Katil Devlet Hesap Verecek", "Yaşasın Halkların Kardeşliği", "Zindanlarda Direnen Yoldaşlara Bin Selam", "Biji Bıratiya Gelan", "Kürdistan Faşizme Mezar Olacak", "Anadil Haktır Engellenemez", "İçerde Dışarda Hücreleri Parçala", "Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hep Beraber, Ya Hiç Birimiz", "Direne Direne Kazanacağız" sloganlarını attı.
       Yer yer oturma eylemleri yapılarak, yavaş bir tempoyla süren yürüyüşe sürekli yeni katılımlar oluyordu. Polisin yoğun yığınağına rağmen yürüyüş Taksim Tramvay durağına kadar sürdü. Buraya gelindiğinde sayısı yaklaşık üç bini bulan kitle sular idaresinin önündeki alanda oturma eylemine başladı.
       Fiili bir mitinge dönüştürülen eylemde MKM müzik gruplarının sunduğu kısa dinletinin ardından ilk konuşmayı barış annelerinden Döndü Ergin yaptı. Konuşmasında devletin duyarsız tavrını teşhir eden ve Kürt halkının kararlılığını vurgulayan Döndü Ergin, "Hapishanelerden tek bir cenaze çıkarsa dünyayı başlarına yıkarız" dedi.
       Daha sonra MKM sanatçılarından Mervan Tan'ın söylediği "özgürlük mahkumları" şarkısına kitle de eşlik etti. Daha sonra BDP Milletvekili Pervin Buldan konuşmaya başladı. Açlık grevindeki tutsakların taleplerini dile getiren Pervin Buldan, zindanlarda direniş yaşanırken AKP'li Kürt milletvekillerinin mecliste belediyeler yasasının, yani paranın pulun derdinde olduğunu söylemesi üzerine kitleden "yuh" sesleri yükseldi. Pervin Buldan'ın konuşması sırasında polisin saldırı hazırlığına başlaması üzerine ayağa kalkmaya başlayan kitle, görevliler tarafından tekrar oturtularak eylem kararlılığı sürdürüldü.
       Pervin Buldan'ın konuşmasının ardından DİSK, KESK, TMMOB, TTB imzalı basın açıklamasının okunmasıyla eylem sona erdirildi. Eylem için yapılan ortak toplantıda böyle bir basın açıklaması metni hazırlamayacaklarını söylemelerine rağmen son dakikada böyle bir metnin okunması şaşırtıcıydı. İstanbul'daki devrimci yapıların büyük çoğunluğunun katıldığı ve sloganlarla yaklaşık bir saat süren oturma eylemi böylece sona erdi. Hedeflenen kitle katılımının sağlanamamasına rağmen oldukça coşkulu geçen eylemin ardından dağılmakta olan kitleye müdahale eden polis, İstiklal Caddesi üzerinde birçok kişiyi gözaltına aldı.

Açlık Grevcileri İle Dayanışma Eylemleri

       İzmir
       7 Kasım Salı
        Kürt yurtsever tutsakların Anadilde Eğitim ve Savunma Hakkı talebiyle başlattıkları açlık grevi direnişi 58. gününe ulaştı. Türkiye’nin genelinde açlık grevlerine destek yoğunlaşarak devam ederken, devletin bu konuyu halka çarpıtarak anlatması ve çözüme yönelik herhangi bir adımın atılmaması, kritik eşiğin geçildiği bu süreçte ölüm haberlerinin gelebileceği gerçekliği yadsınamaz bir şekilde karşımızda durmakta.
       
Cezaevlerinde bu süreç yaşanırken İzmir’de açlık grevlerinin 57.gününde BDP İzmir İl Başkanlığı bundan sonraki süreçte mahallelerde gerçekleştireceği eylemlere Kuruçeşme’de saat 19.00’da meşaleli yürüyüş ile başladı. Cemevi önünde başlayan yürüyüş Kuruçeşme Meydanı’na kadar sürdü. Yürüyüş esnasında ‘içerde dışarda hücreleri parçala, devrimci tutsaklar onurumuzdur, devrimci irade teslim alınamaz’ sloganları atıldı. Yürüyüş sonunda okunan basın metninden sonra oturma eylemi gerçekleşti. Eyleme Kaldıraç, DHF, EÖC, BDSP, KÖZ, TKP-1920, Mücadele Birliği destekte bulundu.

      İstanbul
        7 Kasım Salı
       İHD İstanbul Şubesi, cezaevlerinde açlık grevi yapan tutsaklarınn durumuna dikkat çekmek için Taksim Gezi Parkı'nın merdivenlerinde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Çağrısı oturma eylemi olarak yapılmasına rağmen yağış nedeniyle basın açıklaması biçiminde gerçekleştirilen eylem saat 18:30'da başladı. İHD İstanbul Şubesi Başkanı Ümit Efe'nin okuduğu basın açıklamasında Tayyip Erdoğan'ın bu konuda bir anlaşmaya varıldığına dair açıklama yapılasına rağmen kullanmış olduğu tahrik edici, yıkıcı üslup teşhir edildi.
       Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrite dikkat çeken basın açıklamasında, tutuklu ve hükümlülerin avukatları ile görüşme hakkının Abdullah Öcalan özgülünde gaspedildiğinin ve Tayyip Erdoğan'ın bizzat kendi sözleriyle bunun kişiye özel bir uygulama olduğunu itiraf ettiğinin altı çizildi. Bu hukuksuzluk karşısında hiçbir hukuksal mekanizmanın devreye girmediğinin belirtildiği açıklama, ölümler yaşanmadan açlık grevleri için somut adımlar atılması taleplerinin yinelenmesiyle sona erdi. "İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek!", "İçerde Dışarda Hücreleri Parçala!", "Tecriti Kaldırın Ölümleri Durdurun!" sloganlarının atıldığı eylem, aynı içerikteki eylemler için destek çağrısı ile sona erdi.
       5 Kasım Pazartesi
       
Cezaevlerinde açlık grevinde bulunan ve her geçen gün ölüm sınırına yaklaşan yurtsever tutsaklara destek olmak için 5 Kasım 2012 günü bir yürüyüş düzenlendi. Bileşenleri arasında EÖC'nin de bulunduğu Cezaevlerini İzleme Koordinasyonu'nun organize ettiği eylem saat 19:00'da Taksim Tramvay durağında başladı. Polisin iki TOMA aracıyla yoğun bir yığınak yapmasına rağmen biriken çok sayıdaki kitle "Ölüm Değil Çözüm İstiyoruz!", "Zindanlar Yıkılsın Tutsaklara Özgürlük!", "Biji Berxvedane Zindana!", "Kürdistan Faşizme Mezar Olacak!" sloganlarıyla yürüyüşe geçti. Sloanlarıyla, ajitasyonlarıyla İstiklal Caddesi boyunca yürüyerek Galatasaray Meydanı'na varan kitle, burada bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasında devletin açlık grevleri karşısındaki duyarsız tutumu protesto edilerek, dayanışmayı büyütme çağrısı yapıldı.
       4 Kasım Pazar
       12 Eylül 2012'den bu yana birçok zindanda bulunan yurtsever tutsakların yürütmüş oldukları açlık grevleri her geçen gün ölüm sınırına yaklaşıyor. Anadilde savunma, anadilde eğitim ve Abdullan Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecritin kaldırılması talepleriyle yola çıkan tutsakların direnişine destek vermek için BDP İstanbul İl Başkanlığı, 4 Kasım Pazar günü saat 13:00'te Aksaray Metrosu önünde bir kitlesel basın açıklaması için çağrıda bulunmuştu. Bileşenleri arasında EÖC'nin de bulunduğu Cezaevlerini İzleme Koordinasyonu'nun destekleme kararı aldığı bu eylem, polisin saldırısı sonucu gerçekleşemedi. 4 Kasım günü sabah saatlerinden itibaren basın açıklamasının yapılacağı BDP Aksaray binasını ve Aksaray Metrosuna çıkan bölgeyi tamamen kuşatma altına almıştı. Saat 12:35 cıvarında Vatan Caddesi üzerinden parti binalarına doğru gitmekte olan BDP milletvekillerinin araçları polis tarafından durduruldu. Bu sırada çevrede beklemekte olan kitle vekillerinin yanına gelerek polisle yapılan tartışma sırasında onları destekledi ve "Baskılar Bizi Yıldıramaz!" sloganları atıldı. Sonrasında ise Vatan Caddesi, Millet Caddesi, Fatih ve Haşim İşcan Geçidi'ne varana kadar birçok ara sokakta polisin yer yer gruplaşan kitleye gaz bombalı saldırıları gerçekleşti. Gaz bombası ve tazyikli su sıkılarak önce ana caddelerden uzaklaştırılan kitle, daha sonrasında da ara sokaklardan uzaklaştırıldı. HDK bileşenlerinin de desteklediği eyleme katılan kitle sloganları ve taşlarıyla direnerek bölgeden uzaklaştı.
       Çok sayıda gözaltının gerçekleştiği gösterilerden sonra Taksim'de bulunan BDP İstanbul İl Başkanlığı'nda toplanan kitle, bu defa da parti binasının önünde polis saldırısına maruz kaldı. Tazyikli su ve gaz bombasıyla gerçekleştirilen saldırının üzerine BDP'li milletvekilleri parti binasının içinde bir açıklama yaparak yaşananları kınadılar ve devletin açlık grevleri karşısındaki duyarsız tutumuna bir kez daha kamuoyunun dikkatini çektiler.

İzmir’de YÖK Karşıtı Eylemler

       İzmir’de YÖK’ün kuruluşu, 30. yıldönümünde yapılan yürüyüş ve basın açıklamaları ile protesto edildi. Okullardaki eylemler Dokuz Eylül ve Ege Üniversitesinde, merkezi eylem ise Basmane’de gerçekleştirildi.
Gençlik örgütlenmelerinin gerçekleştirdiği eylemler ilk olarak Dokuz Eylül Üniversitesinde başladı. 5 Kasım’da Hukuk Fakültesi önünde başlayan yürüyüşte YÖK KARŞITI ÖĞRENCİLER imzalı pankart açılıp YDY önünde yüründü. Yürüyüş esnasında ortak sloganlar atıldı. YDY önüne kadar süren yürüyüşten sonra ortak basın metni okundu. Daha sonrasında İzmir Hareket Tiyatrosu’nun sergiledikleri oyun ile etkinlik son buldu.
       6 Kasım günü saat 12.00’de Edebiyat Fakültesi önünde başlayan yürüyüşe polis müdahale etti. Yürüyüşün gerçekleşmesine izin vermeyen polis kitleye biber gazı ve plastik mermiyle saldırdı. Dağılan kitle Edebiyat binasına girip giriş ve çıkışları kapattılar. Bina çevresine barikat kuran polisler uzun süre ayrılmadılar. Polisin gitmesiyle öğrenciler binadan ayrıldılar. Yaklaşık 50 öğrencinin gözaltına alındığı müdahalede onlarca öğrenci de yaralandı.
       Aynı akşam saat 18.00’de Basmane Fuar Kapısı önünden Konak Eski Sümerbank önüne kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirildi. ‘’Eşit, Parasız, Bilimsel, Anadilde Eğitim için YÖK’e Hayır’ ve Suriye’de Emperyalist Savaş ve İşgale Hayır’ ana pankartları arkasında gençlik örgütlenmeleri kendi pankartlarını açtı. Eyleme Gençlik Cephesi ‘Gençlik Gelecek, Gelecek Bizimle Özgürleşecek’ pankartı açtı. Yürüyüş esnasında ‘Mahir Hüseyin Ulaş , Kurtuluşa Kadar Savaş, Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz’ ‘Yök Kalkacak Polis Gidecek Üniversiteler Bizimle Özgürleşecek, Katil Polis Üniversiteden Defol, Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur, İçerde Dışarıda Hücreleri Parçala, Emperyalistler İşbirlikçiler 6.Filoyu Unutmayın.’ sloganları atıldı. Okunan basın metninde gençliğin emperyalizme ve işbirlikçilerine teslim olmayacağı belirtildi. Üniversiteler ve merkezde gerçekleşen eylemleri Gençlik Cephesi, DÖB; DGH, Dev-Genç, DİP, Ekim Gençliği, HDK Gençlik Meclisi örgütledi. Eyleme DPG, Kaldıraç ve KESK de destek verdi.


Yurtsever Tutsakların Açlık Grevleri Sürüyor
Direniş Kazanacak!

       DEMOKRATİK KAMUOYUNA
       İşçiler, Emekçiler, Gençler,

       Türkiye ve Kürdistan'da bulunan 56 hapishanede, 12 eylül 2012 tarihinden bu yana, PKK ve PAJK davalarından yargılanmakta olan 1000'i aşkın tutsak süresiz hale gelen açlık grevleri yürütüyor. Süresiz açlık grevleri 40. gününe gelmiş durumda. Açlık grevleri yapan yurtsever tutsaklar ölüm sınırına yaklaşıyorlar.
       Açlık grevlerinin iki temel talebi bulunuyor; birincisi, mahkemelerde anadilde savunma hakkının tanınması, ikincisi ise yaklaşık 450 günü aşkın bir süredir tecritte tutulan A. Öcalan'ın üzerindeki tecritin kaldırılması, sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanması...

       Kardeşler!
       Bu talepler haklı ve meşru taleplerdir. Her insanın kendi anadilinde eğitim görmesi ve mahkemeler dahil tüm devlet kurumlarında kendini anadiliyle ifade etmesi temel bir insan hakkı, temel bir demokratik haktır. Bir insanı, bir halkı kendi anadili yerine başka bir dili konuşmaya zorlamak, onun anadilinde eğitim hakkını elinden almak, bu talebi nedeniyle hapishanelere doldurmak en akıl almaz en vahşi ve barbarca tutumdur. TC devleti kuruluşundan bu yana bu temel hakkı tanımamakta, Kürtleri ve başka ulusal topluluklardan gelen insanları anadilleri dışındaki bir dille, Türkçe ile konuşmaya ve eğitime zorlamakta, resmi kurumlarda kendilerini ifade etmelerini engellemektedir.
       Bu barbarca tutuma karşı tavır almak için Kürt olmak gerekmiyor. Kendine insanım diyen Türk, Kürt veya başka bir ulustan herkesin, bu barbarlığa karşı durması insan olmanın, demokratik haklara sahip çıkmanın, onurlu duruşun bir gereğidir.
       Yurtsever Kürt tutsakların bir diğer talebi olan, Öcalan'ın sağlık, güvenlik ve demokratik bir barış için özgürce çalışma koşullarının sağlanması talebi de aynı ölçüde haklı ve meşru bir taleptir. Onu yok sayarak, aşağılayarak, tecrit ederek ya da bir rehine olarak kullanmaya çalışarak Kürt ulusunun ulusal demokratik mücadelesini durduracaklarını sananlar baştan itibaren yanıldılar. Öcalan'ı rehine olarak kullanmaya çalışan oligarşi onunla resmi olarak görüşmek zorunda kalmıştır. Ancak bu görüşmeleri aldatma aracı olarak kullanan oligarşi kısa süre sonra görüşmelerden vazgeçmiştir. Tekrar Öcalan'ı rehine olarak kullanarak tehdit ve şantaj politikasına geri dönmüştür.
       Hapishanelerdeki yurtsever tutsaklar onurlu demokratik bir barışın önünün açılması için Öcalan'ın üzerindeki tecritin kaldırılmasını, sağlık, güvenliğinin sağlanmasını ve barış için özgürce çalışma koşullarının oluşturulmasını istiyorlar. Demokratik onurlu bir barışı istemek tümüyle insanidir, tutarlı demokratik bir tutumdur. Türkiye ve Kürdistan halklarının, emekçilerinin, yoksullarının, gençlerin çıkarınadır. Kürt halkının meşru ulusal demokratik haklarını tanımayarak, bu savaşın sürdürülmesini isteyen oligarşi askerlerin ve gerillaların kanı üzerinden, sadece emperyalizmin çıkarlarını korumak anlamına gelen milliyetçiliği kışkırtarak ayakta kalmaya çalışıyor. Öcalan'ı rehine olarak kullanıyor. Onbini aşan Kürt yurtseverini tutukluyor. İşkenceyi, hak ihlallerini arttırıyor.

       Türkler, Türk İşçi ve Emekçiler,
       AKP hükümetinin 10 yıllık, TC devletinin 90 yıllık uygulamaları sadece bir avuç parababasının daha büyümesi, emperyalistlere her yerde uşaklık uygulamaları olmuştur.
       Bir Türk'ün, bir Türk işçi ve emekçinin Kürtlerin ezilmesinden, onların ulusal demokratik haklarının gaspedilmesinden hiç bir çıkarı yoktur. Tersine bu tür uygulamaların bütün faturası işçilerin emekçilerin sırtına binmektedir. Ölen emekçi çocuklarıdır. Ne Tayyip'in, ne de herhangi bir parababasının çocuğunun bu savaşa gittiği görülmemiştir. Kürt Ulusunun anadilinin yasaklanması, ulusal demokratik haklarının gaspedilmesi bir Türk için ancak utanç verici olabilir. Türkiye'de Türkçe anadilde eğitimin yasaklandığını, Türk'üm demenin bile suç sayıldığı koşulların olduğunu bir düşünün; böyle bir şey kabul edilebilir mi? Böyle bir şeyi kabul etmek insanca olabilir mi?
       İşte Kürtler de beş bin yıldır vatanları olan topraklarda şimdi böyle bir durumu yaşıyorlar. Anadillerinde eğitim yasaklanmış, varlıkları yasalarda tanınmıyor, hiç bir demokratik hakları tanınmıyor, onbinlerce Kürt insanı işkenceden geçiriliyor, katlediliyor. Ve bütün bunlar Türklük adına yapılıyor. Böylesi iğrenç uygulamaları Türk halkı adına yapmak aynı zamanda Türklüğü ve Türk halkını da aşağılamaktır.
       Buna dur demenin zamanı gelmiştir. Hapishanelerde bedenlerinden başka direnme olanağı bulunmayan binlerce yurtsever Kürt tutsağının yanında yer alarak dayanışma için, bu zülme dur demek için adım atmalısın...

       İşçiler, Emekçiler, Tüm Demokratik Güçler!
       Hapishanelerde haklı ve meşru talepler temelinde direnişlerini büyüten yurtseverlerin sesi olmak, onların mücadelesini her yere taşıyarak başarıları için çaba göstermek, emek vermek insani ve demokratik bir görevdir. Ses olalım, dayanışma olalım, haklı ve meşru talepler için direnenlerin ışığını her yere taşıyalım!
       KÜRT ULUSUNUN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI VAZGEÇİLMEZDİR!
       ANADİLDE EĞİTİM VE SAVUNMA HAKKI İNSANİ VE DEMOKRATİK BİR HAKTIR!
       ÖCALAN'A VE TÜM DEVRİMCİ, YURTSEVER TUTSAKLARA ÖZGÜRLÜK!
       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Avrupa'daki DKÖ'lerin Ortak Miting Çağrısı

Ortadoğu Diktatörü Olmaya Soyunan Erdoğan'ı Almanya'da istemiyoruz!

      Kamuoyuna çağrımız:
      Tarih: 31|10|2012
      Saat: 10:30 Uhr
      Yer: Berlin / Brandenburger Tor (Westseite)
      Mail: presse@Protest-Gegen- Erdogan.de
      Tel.: (+49) 0176 | 31 22 10 78

      TC Başbakanı R.T. Erdoğan; 29-31 Ekim tarihleri arasında Almanya'da çeşitli açılışlar ve görüşmeler yapmak ve aynı zamanda, tek tipçi, ırkçı, asimilasyoncu, soykırımcı, emek düşmanı ve en önemlisi de efendileri tarafından kendisine verilen savaş çığırtkanlığı politikalarını anlatmaya geliyor.
      R.T. Erdoğan Savaş Taşeronudur.
      Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı altında emperyalistler tarafından ortaya atılan ve Ortadoğu'yu yeniden dizayn etme planı çerçevesinde, İsrail ve Türk devletine verilen yeni görevler söz konusudur. Bu politikaların bir sonucudur ki, Suriye'ye saldırmak için her gün savaş çığırtkanlığı ve provokasyonlar yapmaktadır. Bunun için de parlamentoda sınır ötesi müdahale yetkisi anlamına gelen tezkereyi onaylattı.
      Türkiye topraklarını sözde direnişçi olan, emperyalistlerin kırması devşirme çetelere açarak, onları eğitmekte ve Türk askerleriyle birlikte Suriye içinde eylemler yaptırmaktadır.
      Suriye halkına karşı geliştirilen bu düşmanca tavra karşı çıkan Türkiye'deki savaş karşıtlarına da azgınca saldırarak, onları tutuklamakta, sokak ortasında linç etmektedir.
      R.T. Erdoğan Türkiye'yi Hapishaneye Çevirmiştir
      Türkiye'de her dönem muhalif kesimler tutuklanmakta, işkenceden geçirilmekte ve cezaevlerine operasyonlar düzenlenerek tutuklular katledilmektedir. Bu iktidar döneminde de bu politika aynı şekilde devam etmektedir. Yine on binlerce ilericinin, yurtseverin, aydının, sendikacının, milletvekilinin, avukatın, gazetecinin, seçilmiş siyasetçinin zindanlara tıkıldığı bir süreçten geçmektedir.
      Cezaevleri koşullarının düzeltilmesi, insanca yaşam koşullarının yaratılması için her dönem politik tutsaklar canları uğruna direnmişlerdir. Bugün de böylesi bir direniş sürmektedir. Cezaevlerindeki yurtsever tutsaklar; A. Öcalan üzerindeki tecride son verilmesi, sağlık, güvenlik, özgür haberleşme koşullarının sağlanması, anadilde eğitim ve ana dilde savunma hakkının tanınması için 50 güne yaklaşan süresiz açlık grevine girmişlerdir. Açlık grevindeki tutsakların sağlık durumları giderek bozulmuş ve her an ölümlerin olabileceği bir sürece girmiştir. R.T. Erdoğan olabilecek ölümlerin, sakat kalmaların bizzat sorumlusudur.
      R.T. Erdoğan Kürt Halkının Düşmanıdır
      Türk Devleti tarihi boyunca Kürtlere yönelik katliamlar yapmış, Kürtleri yurtlarından sürgün etmiştir. Bugün bu politika Erdoğan tarafından da aynı şekilde uygulanmaktadır. 28 Aralık 2011 tarihinde çoğu çocuk olan, Roboski'de ki katliam bunun bir örneğidir.
      Her gün Kürtlere yönelik yeni saldırılar düzenlenmektedir. Köyler boşaltılmakta, orman lar yakılmakta, insanlar kurşuna dizilmekte, işkencel erden geçirilmektedir. Halk tarafından seçilmiş poli tikacılar, milletvekilleri, belediye başkanları tutuklanarak cezaevlerine doldurulmaktadır. Geçmişten gelen katliamcı, tek dil, tek ulus, tek din olan faşist politikalar bugünde harfiyen uygulanmaktadır.
      R.T. Erdoğan Alevilerin ve Farklı İnançların Düşmanıdır
      Türkiye farklı din, mezhep ve inançların bir arada olduğu bir ülkedir. Fakat zenginlik olan bu farklılık sürekli "ötek ileştirme" politikalarıyla baskı altında tutulmakta, Madımak'ta olduğu gibi, diri diri yakılarak katledilmektedir. Türkiye tarihinden bugüne kadar Alevi ve diğer inançlara mensup insanlara yönelik zorla ötekileştirme politikaları uygulanmaktadır. Alevilik inancı kabul edilmemekte, inançlarına saygı gösterilmemekte, Cemevleri ibadethane olarak kabul edilmemektedir.
      Hakkını arayan, ibadethanesini kendisi inşa eden Aleviler, sürekli Türk hükümetleri tarafından hor lanmakta, dışlanmaktadır. Bunun sonucudur ki, Cemevleri için "ucube" diyen R.T. Erdoğan tarafından dillendirilmektedir.
      Aleviler, Êzidîler ve diğer farklı inançlar sürekli katliamlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bunun sonucudur ki, Madı mak otelini yakarak 35 ilericiyi katledenler zaman aşımı uygu lanarak cezaevlerinde serbest bırakılmışlardır. En son Elazığ Havalimanı terminal binası açılışında yaptığı "Bu terörist lerin yeri belli, bunlar Zerdüşt. İşte şimdi kendileri açıklıyor, Yezidilikten bahsediyorlar. Bak neler çıkıyor, neler" şeklinde sarf ettiği sözlerle Êzidî inancına sahip insanlarımızı aşağılayarak hedef göstermiştir. R.T. Erdoğan Alevi ve diğer dini inançlara düşmandır.
      R.T. Erdoğan Soykırımcıdır
      Türk devletinin ve egemenlerinin tarihi aynı zamanda soykırımlar tarihidir. Anadolu'da yaşayan farklı kültür ve inançları bir zenginlik olarak görüp, geliştirmek bir yana "tehdit" olarak görüp yok etmek istemiştir. Başta Kürtler, Ermeniler olmak üzere farklı ulus, mil liyet ve azınlıklara karşı soykırım uygulamıştır. 1914 Ermeni, Êzidî, Süryani, Keldani'lere karşı, 1938'de Dersimlilere ve kuruluşundan günümüze kadar Kürtlere yönelik soykırım politikası süre gelmiştir. R.T. Erdoğan Dersim soykırımına ilişkin sözde özür dilediğini söylese de, politik bir manevranın ötesine geçmemiş, somut adımlar atılmamıştır. Ve geçmişteki bu politikalar aynı şekilde devam etmektedir.
      R.T. Erdoğan İşçi Düşmanıdır
      Türkiye'de işçi ve emekçilere yönelik saldırılar her daim kat lanarak devam etmiştir. İşçilerin en doğal hakkı olan örgütlenme hakları ellerinden alınmış, sendikalar yasaklanmış, sendika üyesi olmak suç sayılmıştır. 18 Ekim 2012 tarihinde parlamentoda onaylanan "Sendikalar ve Toplu İş İlişkileri Kanunu" ile Türkiye'de sendikalar yok edilmeye çalışılmaktadır. Yandaş sendikalarında desteğini alarak çıkardığı bu yasayla, sendikaların en doğal hakkı olan toplu sözleşme hakkı ellerinden alınmaktadır. Bu yasayla birlikte, 30 kişiden az işçi çalıştıran iş yerlerinde toplu sözleşme hakkı ortadan kaldırılmıştır. Bu da Türkiye'de çalışan işçilerin yüzde 60'nı oluşturmaktadır. Diğer taraftan da iş kolu bir leştirilerek, sendikaların iş kolu barajı altında kalmasını birlikte getirmiştir. 12 Eylül yasaları bu süreçte de aynı devam ettirilmiştir. Bunun içindir ki R.T. Erdoğan işçi ve emekçi düşmanıdır.
      Tüm Yerli Ve Göçmen Emekçilere Çağrımızdır
      Almanya'ya gelecek olan R.T. Erdoğan, yukarıda saydığımız ve daha bir çoğunu sayamadığımız tüm uygulamaların temsilcisidir. R.T. Erdoğan tarafından uygu lananlar Türk devletinin kuru luşundan günümüze kadar süre gelen; tek dil, tek mil let, tek din politikalarının bir devamıdır. Bu politika; demokrasi, eşitlik ve özgürlük lere düşmandır. Bu politikalara Emperyalist ülkeler ve Alman devleti desteğini hiç bir dönem esirgememiştir.
      Bunun için aşağıda imzası bulunan kurumlar olarak; R.T. Erdoğan'ın Almanya'ya gelişini protesto ediyor, yerli ve göçmen emekçilerini, Erdoğan'ın gerçek yüzünü görerek, Almanya'ya gelmesini birlikte protesto etmeye çağırıyoruz. Çağrımız ve şiarımız; tek dil değil, çok dil; tek millet değil, çok millet; tek din değil, çok din; savaş değil barış diyoruz.
      Bizler; tüm ezilenler, yok sayılanlar, baskı altında tutulanlar, farklı ulus ve dinlere sahip oldukları için katliamdan geçirilenler, cezaevinde ölümle karşı karşıya bırakılanlar için; demokrasi, özgürlük ve eşitlik talep ediyoruz! Bu taleplere düşman R.T. Erdoğan'ı protesto etmeye çağırıyoruz!
AABF (Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu), YEKKOM (Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu), ATİF (Almanya Türkiyeli İşçiler Federasyonu), AGİF (Avrupa Göçmen İşçiler Federasyonu), DİDF (Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu), BDAJ (Almanya Alevi Gençler Birliği), ZAD (Almanya Ermeniler Konseyi), ÖDA (Özgürlük ve Dayanışma Almanya), Liwa İskenderun İnisiyatifi, TÜDAY (Almanya Türkiye İnsan Hakları Derneği), ZAVD (Almanya ve Orta Avrupa Asuri Federasyonu), ADHF (Almanya Demokratik Haklar Federasyonu), FDG (Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu), AAKB (Almanya Alevi Kadınlar Birliği), Avrupa Barış Meclisi, CENÎ (Barışcı Kürt Kadınlar Birliği), FEDA (Demokratik Alevi Federasyonu), AKB (Avrupa Koçgirililer Birliği), Dersimi Kalkındırma Toplumu, YXK (Kürdistan Öğrenciler Birliği), YDG (Yeni Demokratik Gençlik), Arap Alevileri Gençlik Birliği, FKE (Almanya Kürdistan Ezidiler Dernekleri Federasyonu), GDF (Türkiyeli Göçmen Dernekleri Federasyonu), BEDEP (Berlin Emek ve Demokrasi Platformu), EÖC (Emek ve Özgürlük Cephesi / Avrupa İnisiyatifi), Almende Berlin, TKP (Türkiye Komünist Partisi), YEKMAL, Vartolular Derneği, Kürt Veliler Derneği, Kürt Toplumu Berlin, KNK, Dersim Özgürlük Platformu, Kurdisches Zentrum, SİMURG, ATİYAB
Not: Kurumumuz EÖC, BEDEP çatısı altında miting alanında olacaktır.

Aydın ve Söke'de Miting

       20 Ekim 2012 günü Aydın ve Söke'de emperyalist savaşlara ve zamlara hayır mjitingi düzenlendi.
       Aydın'da 30'a yakın sosyalizm bileşenleri tarafından düzenlenen mitinge katılım bir hayli fazlaydı.
        "ABD Ortadoğu'dan defol!" , "Faşizme karşı omuz omuza!" , "Yaşasın halkların kardeşliği!" , "Zam zulüm işkence işte faşizm!" , "Faşizme karşı tek yumruk tek barikat!" sloganları atıldı. Marşlar söylendi, halaylar çekildi .Zafer direnen emekçini olacak dendi.
        Söke'de de DİSK ve KESK'in önderliğinde, sendikalar,demokratik kitle örgütleri ve bazı partilerin,TKP'nin katılımıyla gerçekleşen mitingde dövizler taşındı, sloganlar atıldı, halaylar çekildi, "haydi barikata" marşı okundu. Ardından "Faşizme karşı tek yumruk tek barikat!" sloganı atıldı ve mitig sloganlarla sona erdi.

       Aydın Barikat okurları

İzmir "Emperyalist Savaş ve İşgal Karşıtı Girişim"den Devrimci Kurumlara
ÇAĞRI

      ABD'nin "demokrasi" ve "özgürlük" adına Afganistan ve Irak'ta başlattığı kanlı işgal saldırıları Libya'nın ardından şimdilerde Suriye'yi tehdit ediyor. Emperyalistler ve onun işbirlikçileri bir tarafa kendilerini diğer tarafa Suriye'deki diktatörlük rejimini koyarak, başta Suriye halkı olmak üzere tüm Ortadoğu halklarına bir dayatmada bulunulmaktadır. "Suriye halkı Esad'ı istemiyor" denilerek işgal meşrulaştırılamaz. Suriye halkının geleceği hakkında ancak Suriye halkı söz ve karar sahibidir. Dünya halklarına kan, gözyaşı ve zulümden başka hiçbir şey getirmeyen bu kan emici zorbaların gerçek emellerini çok iyi biliyoruz!
      Utanmazca ve aymazca Suriye'ye "demokrasi" ve "özgürlük" sözü veren emperyalizm ve onun işbirlikçileri; işçilere, köylülere, emekçilere, Kürtlere, Alevilere, Ermenilere dönük baskı ve sindirme operasyonlarını arttırarak sürdürüyor. Suriye konusunda "özgürlükçü" kesilenlerin sahtekârlığı kendi ülkelerindeki uygulamalarıyla açığa çıkmaktadır. Kürt ulusunun en ufak hak alma mücadelesi dahi tutuklama ve operasyonlarla engellenirken, sendikacısından gazetecisine, kısacası tüm muhalif kesim düzmece "terör örgütü" operasyonlarıyla sindirilmeye çalışılmaktadır. Suriye egemenlerini katliam yapmakla eleştiren egemenler Roboski katliamı ve sonrasında takındıkları tavırla onlardan hiç bir farklarının olmadığını bir kez daha kanıtlamışlardır.
      Suriye halkının, emperyalist saldırganlık altında ezilmesi demek, ülkemiz ezilenleri de dahil olmak üzere bütün Ortadoğu halklarının en temel haklarını kaybetmesi, geleceksizleştirilmesi demektir. Emperyalistler, devreye soktukları saldırı planlarıyla bir taraftan nüfuz alanlarını genişletirken, diğer taraftan halkın devrimci kalkışmasına meyledecek en odağı dahi yok etmeye çalışmaktadırlar.
      Bu minvalde yaşanan ve yaşanmakta olan tüm saldırılara karşı ortak bir şekilde sürece müdahale etme ve tepkilerimizi ortak bir şekilde dile getirme perspektifi ile ilk etapta altta imzası bulunan kurumlar yan yana gelerek çalışmalar ve bir eylemlilik gerçekleştirmişlerdir. Mahalle mahalle dolaşarak, tüm devrimci-demokrat-yurtsever kurumlar ziyaret edilerek sürece dair bilgilendirme yapılıp, 6 Ekim'de "Emperyalist savaş ve işgallere karşı örgütlen-mücadele et!" şiarıyla olgunlaşan çalışmaları alana taşımışlardır.
      Bundan sonraki süreçte "Emperyalist Savaş ve İşgal Karşıtı Girişim" ismiyle yolumuza devam etmek, yapılacak çalışmalarda bu isimle alanlara ortak ve örgütlü bir güç olarak çıkmak bizler için elzemdir. Sizi de bu girişimin bir parçası olarak görmeyi istiyor ve önemsiyoruz. Yapılacak olan toplantıya sizi de davet ediyoruz.
      Alınteri, BDSP, Devrimci Hareket, DHF, EÖC, Kaldıraç, Köz, TKP-1920
      Tarih: 05.11.2012
      Yer: Mine Bademci Kültür Merkezi
      İletişim: emperyalistisgaleson@gmail.com
      İletişim Tel: 0232 445 09 21

İZBAN'da İş Bırakma

       İzmir'de Aliağa-Menderes banliyö hattında günlük 150 ila 170 bin arasında yolcu taşıyan İZBAN trenlerinin makinistleri, çıkmaza giren toplu iş sözleşmesi sürecine yönelik tepkilerini göstermek için 15 Ekim 2012 günü işbıraktılar. Gerçekleşen eylem sonucunda tren seferleri tamamen durdu. Grevi kırmak için ek ESHOT seferleri konulmasına ve yeterli eğitimi olmayan emekli TCDD makinistlerinin çalıştırılmasına rağmen ulaşım önemli ölçüde aksadı. %51'i TCDD'ye, %49'u İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne ait olan İZBAN'da çalışan 197 makinist ve bakım teknikeri Demiryol-İş Sendikasında örgütlenmiş ve sendikanın yetki almasıyla toplu iş sözleşmesi süreci başlatılmıştı. Uyuşmazlık zaptıyla toplusözleşme süreci hakem kuruluna devredilmişti. Uzayan süreçte hiçbir gelişme olmaması, nitelikli ve özverili bir çalışma ortaya koymalarına rağmen asgari ücretin biraz üzerinde ücret alan, taşeron çalışanlarından bile düşük ücretle çalıştırılan İZBAN çalışanlarının sabrını taşırdı ve bu eylemi gerçekleştirdiler.
       Sabah saatlerinde 13 makinistin tren seferlerini durdurmasıyla başlayan eylem üzerine İzBAN yönetimince yapılan anonslarda "makinistlerin yaptıkları yasadışı iş bırakma eylemi nedeniyle seferlerin yapılamadığı" söylenerek istasyonlarda biriken kalabalık, eylemci makinistlere karşı kışkırtılmaya çalışıldı.
       Eylem üzerine THY yönetimini örnek alan İZBAN yönetimi eylemi başlatan 13 makinisti cep telefonu mesajıyla işten çıkardı. SMS ile işten çıkarılmaların gerçekleşmesi üzerine sendika yetkilileri ve 100 aşkın İZBAN işçisi İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde toplandı. Sözde "emek" dostu olan İzmir Büyükşehir belediyesi başkanı Aziz Kocaoğlu işçilerle görüşmeyi kabul etmedi. Uzun süren bir bekleyişin ardından sendika yöneticilerinin telkini ile iş başı yapmaları istenen İZBAN çalışanları iş başı yapmak için belediye önünden ayrıldılar.

       CHP Emek Düşmanlığına Devam Ediyor.
       Kamuoyuna her seferinde "emek" dostu bir görünüm vermek için türlü taklalar atan CHP ise gerçek kimliğini elinde olan belediyelerdeki işçi düşmanı tavırları ile ele vermekte. Daha önce yine İzmir'de yaşanan Büyükşehir, Buca, Konak ve Karşıyaka İstanbul'da Maltepe Belediyesi taşeron işçi örgütlenmelerinde yaşanan işten atma saldırısı ve direnişlere zabıta ve polis terörünü uygulamakta çekinmemişti. İzmir'deki kimi "sendikaları da" arkasına alarak "Taşeronu bitirdik" başlığı adı altında spor salonlarında sendikalarla birlikte "Emek Şenliği" düzenleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi Büyükşehir, Buca, Konak, Karşıyaka, Mersin ve Maltepe'den sonra İZBAN işçilerine karşı ne kadar "emek dostu" olduğunu kanıtlamış durumda.

İzmir Emek ve Özgürlük Cephesi

İzmir'de Emperyalist Savaş Karşıtı Gösteri

      ABD'nin Ortadoğu planını hayata geçirmek ve bu plan doğrultusunda enerji kaynaklarının denetimini tamamen eline almak için başlattığı savaş ve işgaller doğrultusunda önce Afganistan ve Irak'a yaptığı müdahalelerin bir benzerini şimdi de Türkiye üzerinden Suriye'ye yapmak istiyor. Türkiye meclisinden 4 Ekim günü tezkerenin geçmesiyle AKP savaş çığırtkanlığını daha da arttırmaya başlamıştır.
       Mecliste bu süreç yaşanırken İzmir'deki devrimci kurumlar bir araya gelerek 6 Ekim günü saat:17.30'da ''Emperyalist Savaş ve İşgallere Karşı Örgütlen Mücadele Et'' eylemini gerçekleştirdiler. İzmir geneli ve yerellerinde 2 haftadır yürütülen bildiri dağıtımı ve afişleme çalışmaları duyarlı insanlar tarafından ilgi gördü. Konak, Bornova, Limontepe ve Buca'da kurum içi afiş asılıp, stant kurup bildiri dağıtımı gerçekleşti. Ayrıca Karşıyaka, Çiğli ve Menemen'de kurum içi afiş yapıldı. Yapılan çalışmalarda Türkiye'nin haksız yere savaş çıkarttığı bu savaşta taraf olunmaması gerektiği vurgulandı.
       Konak YKM önünde toplanan kitle sloganlar eşliğinde Eski Sümerbank'a doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş esnasında 'Emperyalizm Yenilecek Direnen Halklar Kazanacak', 'Katil ABD Ortadoğu'dan Defol', 'Emperyalizm Düşman Halklar Kardeştir', "Yaşasın Devrimci Dayanışma', 'Emperyalizmin Askeri Olmayacağız' sloganları atıldı. Eylem şiir ve basın açıklamasıyla devam etti. Ayrıca Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu üyesi arkadaş şiir okudu. Basın açıklamasında ''İşbirliği içinde ve kardeş olunan söylemlerden bir anda diktatör ve katil olana varan söylem ve pozisyon değişikliği ile coğrafyamız sömürücü ve egemenleri; Kürecik'e kurulan füze sistemleriyle, Hatay'da konuşlandırılan ve Suriye'ye burası üzerinden sokulan işbirlikçi kontra örgütleriyle, Ortadoğu'da parlatılan Türk devlet yetkilileriyle, askeri-siyasi ve ekonomik yapılandırmalarıyla , ABD'nin saldırı emrini hazır kıta beklemektedir.''
       ''Suriye halkının, emperyalist saldırganlık altında ezilmesi demek, ülkemiz ezilenleri de dahil olmak üzere bütün Ortadoğu halklarının en temel haklarını kaybetmesi, geleceksizleşmesi demektir. Emperyalistler, devreye soktukları saldırı konseptleriyle bir taraftan nüfuz alanlarını genişletirken, diğer taraftan halkın devrimci kalkışmasına meyledecek en küçük odağı dahi yok etmeye çalışmaktadırlar'' ifadelerine yer verildi. Eylem sonunda 23 gündür açlık grevinde bulunan Cansel Malatyalı için açılan standa destek verildi.
       Alınteri, Emek ve Özgürlük Cephesi, Devrimci Hareket, DHF, Kaldıraç, BDSP, KÖZ, TKP 1920'nin örgütlediği eyleme Mücadele Birliği, DİP, Halk Cephesi, Partizan da destek verdi.

Emperyalist Savaşa Hayır!

       Aylardan beri Suriye'ye yönelik emperyalist müdahalenin taşlarını döşeyen emperyalizm ve oligarşi yeni provakasyonlarla bir savaş ortamını yaratmaya çalışıyor. Nereden geldiği belli olmayan bir top mermisinin Akçakale'ye düşmesi üzerine meclisten geçirilen savaş tezkeresi, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesinin yürütücülüğüne soyunan T.C. oligarşisinin halk düşmanı politikalarının son halkasını oluşturuyor.
Aylardan beri Suriye'deki "muhalif" denilen paralı askerlere verdiği destekle övünen işbirlikçi oligarşi, bu top mermisi ile hayatını kaybeden masumlara yenilerini eklmenin derdine düştü. Bu top memisi düşer düşmez iki gün boyunca Suriye'yi top ateşine tutan işbirlikçi oligarşinin marifetlerinin kaç masum sivilin hayatına mal olduğunu kimse bilmiyor. Ama oligarşinin de itiraf ettiği bir şey var ki Türkiye'den yapılan top atışlarının yegane hedefi, Suriye'deki "muhalif" denilen paralı askerlerin işlerini kolaylaştırmaktır. Böylece daha tezkere bile geçmeden bu ülkeyi savaş haline sokan hükümet, anayasal suç işlemiştir.
       Bu savaş bizim savaşımız değil. ABD'nin ve işbirlikçi oligarşinin savaşıdır. Bu savaşta emekçiler ölecek, patronların kasası dolacak. Bize ait olmayan, bizim öleceğimiz, Ortadoğu emekçi halklarının kanını akıtacak olan bu savaşı istemiyoruz. Ve çıkmasını da engelleyeceğiz.
Yıllardır başta Kürt ulusu olmak üzere halklara sömürü, ölüm ve diğer biçimleriyle faşizmi götürmekten başka bir işe yaramayan oligarşinin bu yeni senaryosu işlemeyecek! Çünkü fabrikalarda, tarlalarda, hayatın her alanında iliğine kadar sömürülen halklarımızın canlarına kasteden bu katillerin oyununa gelmeyeceğiz.
       İşbirlikçi AKP hükümetinin MHP ile birlikte onayladığı bu tezkere ABD'nin uşaklığının belgesidir. Ortadoğu halklarına düşmanlığın belgesidir. Kürt Ulusunun özgürlük özlemlerini boğma çabalarının belgesidir. Bu belgeyi paçavraya çevirmek, bu topraklarda yaşayan, kendine insanım diyen herkesin görevidir.
       Bu bilinçle tezkerenin onaylandığı gün yurdun dört bir yanında sokaklar "Savaşa Hayır!" sloganlarıyla yankılandı. İstanbul'da 4 Ekim günü saat 14:00'te içinde EÖC'nin de yer aldığı Nato ve Füze Kalkanı Karşıtı Birlik'in Taksim Tramvay durağındaki basın açıklamasından sonra saat 19:00'da geniş katılımlı bir protesto gösterisi gerçekleşti. On binlerce kişinin katıldığı bu protesto gösterisinde Nato ve Füze Kalkanı Karşıtı Birlik de kendi pankartıyla yer aldı. İzmir, Adana, Ankara, Çanakkale, Isparta, Mersin, Samsun'da gerçekleşen gösterilerde tezkere protesto edildi.

       İzmir
       3 Ekim 2012'de Akçakale'ye düşen top mermisi ile 5 kişinin hayatını kaybetmesi üzerine Suriye'ye müdahale edebilmenin önünü açan tezkere yasasını protesto etmek için 4 Ekim'de biraraya gelen demokratik kitle örgütleri ve sendikaların katılımıyla bir protesto eylemi gerçekleştirildi. KESK'in çağrısıyla düzenlenen yürüyüş, eski Sümerban önünden AKP İl Binasına kadar sürdü. Yürüyüş esnasında sık sık "ABD'nin Askeri Olmayacağız" sloganları atıldı. Eyleme aynı zamanda "Emperyalist Müdahale ve Saldırganlara Son" adı altında çalışma yürüten, içerisinde Emek ve Özgürlük Cephesi, Kaldıraç, DHF, Devrimci Hareket, Köz, BDSP, Alınteri, TKP-1920'nin bulunduğu birlik de pankart açtı. Yürüyüş esnasında "Yaşasın Devrimci Dayanışma", "Faşizme Karşı Omuz Omuza", "Katil ABD Ortadoğu'dan Defol", "Emperyalizm Yenilecek Direnen Halklar Kazanacak" sloganları atıldı. Eylem, biraraya gelen kurumların cumartesi günü yapacakları eylemin çağrısıyla sona erdi.

Turgut Serbest'i Kaybettik

       Ülkemizin Güney Toros dağları, yiğit bir savaşçısını ani bir kalp krizi sonucu kaybetti. 22 Eylül 2012 Konya Bozkır ilçesi Çağlayan Beldesi aniden gelen kötü bir haberle sarsıldı. 23 Eylül günü cenaze töreni yapılarak toprağa verildi.
       1954 doğumlu Turgut Serbest, Konya'nın Bozkır İlçesinde dünyaya geldi. İşçi sınıfının içinde, sınıf kavgasının tam ortasındaydı. Halkının devrimci kurtuluş mücadelesinde MLSPB hareketinde yer aldı. Çetin bir savaşçıydı. Bağlı olduğu hareket 1979'da onu gönüllü olarak Filistin'e gönderdi ve Arafat'a bağlı FKÖ ile birlikte İsrail zulmüne karşı üç ay savaştı ve başarı ile geri döndü. 12 Eylül 1980 faşist darbesinde tuzağa düşürülerek gözaltına alındı, işkenceler gördü, idamla yargılandı ve müebbet hapis cezası aldı. Oligarşinin işkence ve zulmüne boyun eğmedi, çeşitli direnişlerle, ölüm oruçları ile karşı koydu. 1991'de tahliye edilirken savcının "şimdi ne olacak" sorusuna "devrimciyim, sosyalistim" diyerek karşılık verdi. Cezaevi'nden çıktıktan sonra Hasan ve Marallez adında bir erkek ve bir kız çocuğu oldu.
       Okumayı ve araştırmayı çok severdi. İyi bir Barikat okuru ve sosyalizm araştırmacısıydı. Yüce davranışları ve dik duruşuyla bir örnekti. Hiç eğilmez kırılırdı. Birgün mücadele azmimi ve duruşumu kaybedersem bilin ki hastalanmışım demişti. Onu hiç hasta olmadan dimdik kaybettik. Evinin önünde yoldaşı Çakır (H. H. İbili) bir konuşma yaptı ve saygı duruşunda bulunuldu. Mezarı başında dostları ve yoldaşları onu yalnız bırakmadı. Ege bölgesinden bir Barikat okuru konuşma yaptı ve saygı duruşunda bulunuldu. Söz verdiler "gözün arkada kalmasın" diyerek alkışlarla sonsuzluğa uğurlandı.
       Aydın Barikat Okurları

Devrimci Sosyalist Hareketimizin Talip Karasansar Yoldaş İle İlgili Açıklaması:

Talip Yoldaşı Kavgamızda Yaşatacağız!

      Talip Karasansar, 1981 yılında yoksul bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya geldi. Aile çevresi demokrat olup, lise yıllarında devrimci düşünce ile tanıştı, devrimcileşti ve örgütlü çalışma içinde yer aldı. Devrimci mücadele onun için bilinçli bir tercihti; devrimci oldu, devrimci yaşadı, devrimci ölümsüzleşti.
      Talip yoldaşın devrimcileşmesi, aynı zamanda THKP-C çizgisi ile buluşması ile üst üste düşer. THKP-C çizgisi, sadece ideolojik bir anlayış değil, bunun etrafında devrimci mücadele ve moral değerlerler bütünüdür. Talip, ilk devrimci adımlarını, dünya ve ülke devrimi için yeni bir dönemi işaret eden süreçte, bu doğrultuda attı. 1990‘lı yıllar Türkiye devrimi için 12 Eylül yenilgisinin hala devam ettiği, bunun üzerine dünya ölçeğinde sosyalizmin geriye düştüğü yıllardır. Yani, uzun yıllara yayılan, hala devam eden sosyalist hareketin krizi, buna karşı çözüm arayışının az çok uç verdiği yıllarda devrimcileşen Talip, tüm devrimci yaşamında, bu çözüm arayışında kendi ayakları üzerinde, kendi bilinciyle devrimci özne oldu. Devrimci çalışmalara DY çevresinde başlayan, bu temelde demokratik bazı mevzilerde görevler alan Talip yoldaş, 2009 sonlarında devrimci sosyalist hareketle tanıştı. Bu tanışma, sosyal bir “tanışma” değil, İdeolojik-politik olarak az çok tanıdığı devrimci bir hareket saflarında mücadele etme isteğidir; parti çizgisini benimsedi ve örgütlü mücadele içinde yer aldı.
      Talip yoldaş için, tüm devrimci yaşamında, THKP-C çizgisi Türkiye devrimi için olmazsa olmaz bir yerde durmuştur. Ancak o, bu çizgiyi dogmatik ve liberal ele alan değil, devrimci ve yenilenmeci ele alan bir yerde durmuştur. Devrimci sosyalizmle önce ideolojik, bunun devamı olarak da örgütsel, politik, kültürel her açıdan bütünleşmesi de bu temelde olmuştur. Bu anlamda, sadece stratejik ve programsal sorunlar değil, dönemsel taktik politikaları tartışmak, buradan bir anlayış birliğine ulaşmak; sadece bu değil, bunu örgütlü mücadelede somutlaştırmak zorunluydu. Talip yoldaş böylesi bir süreç ve samimi devrimci çabanın sonucu devrimci sosyalizm saflarında yer aldı; devrimci bir eylem içinde ölümsüzleşti.
      Talip, devrimci teoriye ilgi duyan, fedakar, inisiyatifli, cesur bir savaşçıydı. Bir birimde görevli, “her göreve hazırım” diyen, yoldaşlarını kendinden çok düşünen, yaşamın içinde olan, emeğiyle kendi yaşamını sürdüren ve aynı zamanda ailesinin geçimine katkı sunan yoldaşımızdı. Hiç şüphesiz, örgütlü yaşam içinde eksik ve aşması gerekli yanları da vardı. Talip yoldaş, bunları da örgütlü biçimde yoldaşlarıyla en açık paylaşan, bu yönde çaba gösteren, devrimci yenilenme için bu açıdan da mücadele eden yoldaşımızdı.
      “Haziranda ölmek zor”. Haziran, parti şehitlerimizi, Atilla, Tamer, Ercan, Doğan, Kadir, Ahmet, tüm parti şehitlerimizi andığımız aydır. Parti şehitlerimizi anma için örgütlenen bir devrimci eylemde şehit düşen Talip yoldaş, partiye, tarihimize, şehitlerimize bağlılığın simgesidir. O, yeniden inşa sürecimizin öncü ve savaşçısıdır.

      TALİP KARASANSAR YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR!
     
HERŞEY PARTİ İÇİN HERŞEY ZAFER İÇİN!
      KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!

     
                                                                  Haziran 2012

Hava-İş
Oturma Eylemlerine Başladı

       Grev haklarını savunmak için yaptıkları eylem sonucunda işten çıkarılan ve grev hakları gaspedilen, bunun üzerine direnişe başlayan Hava İş üyesi işçiler, eylemlerini Taksim'e de taşıdı. 8 Eylül 2012 günü saat 14.00'te İstanbul Taksim'deki Türk Hava Yolları bürosu önünde toplanan THY işçilerine EÖC, Tüm Tis, SDP, UİD-DER, Tuzla Deri İş, Tek Gıda İş, Spor Sen de destek verdi. Devletin sadece çalışma yaşamına ilişkin değil, dış politikadan eğitime kadar birçok politikasının eleştirilerek özellikle Suriye'ye ilişkin emperyalist niyetlerin teşhir edildiği konuşmalarda, Türk İş'in duyarsız tavrı da eleştirildi. Haklı mücadelelerinin kazanana kadar devam edeceğini vurgulayan konuşmalar sık sık sloganlarla kesildi. "Atılan İşçiler Geri Alınsın", "Türk İş Şaşırma Sabrımızı Taşırma", "Direne Direne Direnişle Zafere", "Zafer Direnen Emekçinin Olacak" sloganlarının atıldığı eyleme DHL'de örgütlendikleri için işten çıkarılan Tüm Tis üyesi işçiler de destek verdi.

Didar Abla
Mezarı Başında Anıldı

       1 Eylül 1987'de Ankara'da tutsak yakınlarının meclise dilekçe vermek üzere düzenlediği eylemde polisin saldırısı sırasında şeker komasına girerek aramızdan ayrılan Didar Abla'mızı anmak için 1 Eylül 2012 günü saat 10:30'da İstanbul Feriköy'deki mezarı başında buluştuk. Saygı duruşu ile başlayan anmada şu metin okundu:
       "MÜCADELENİN ÖNÜNDEKİ KADINLARDAN BİRİSİ DİDAR ŞENSOY
       Didar Şensoy ismi Türkiye'de bir döneminin tarihi içinde önemli yer tutar. Bu dönem generaller çetesinin ülkeyi kana buladığı bir dönemdir. Bütün ülkenin kocaman bir işkencehaneye çevrildiği, darağaçlarında halkın yiğit çocukları devrimcilerin katledildiği, zindanların dolup taştığı günler, 12 Eylül faşizminin karabasan günleri…Didar Abla, yarattığı atmosferi sürekli kılacak bir kurumsallaşma ve ona uygun hukuksal çerçeveyi oluşturma yolunda yürüyen hakim sınıfın karşısında, insan haklarını ve demokratik değerleri savunarak, bu yolda ilerlemiş, gün geçtikçe daha güçlü ve bilinçli bir mücadeleyi yaşamını yitirene kadar sürdürmüştür.
        Kardeşine bağlılığından ve sevgisinden, onun kavgasına gönül vermekten, onun haklarını savunmaktan yola çıkarak, önce MLSPB tutsaklarının, sonra tüm Metris ve bütün zindanların ablası olmuş, sevgisi yayıldıkça çoğalmış, çoğaldıkça güçlenmiş ve bilinçlenmişti. O bir devrimcinin ablası olarak başladığı yolda tüm devrimcilerin, yurtseverlerin ablası olmayı, ablalık değerlerinin yerine insan hakları ve devrimci demokratik değerleri koymayı bilmiş, sahip olduğu mücadeleci kişiliği onu bir kitle önderi yapmıştır.
        Gazetelerde onunla ilgili haberler artık kanıksanır bir durum olmuştu. Grevdeki Netaş ve Derby işçisine "kavganız kavgamızdır" diyen, YÖK baskısına karşı açlık grevi yapan öğrencilerle birlikte üniversite önünde oturarak açlık grevine de giden, coşkusuyla onları yüreklendirme yolunda bir mücadele simgesiydi O.
        Didar Şensoy'un yaşantısından çıkarılması gereken önemli dersler vardır. Kırk yaşından sonra "ev kadınlığı"ndan insan hakları savaşçılığına uzanan , bu yolda can vermeyi göze alan kararlılığı örnek olmalıdır. Bir kadının savaşı, bir kadının direnişi, bir ananın yılmazlığı kuşkusuz daha soyludur, daha derindir. Çünkü bir kadın halk savaşçısı, bir kadın önder çok daha fazla zincir parçalayarak yürümek zorundadır. Eğer bugün yaşadığımız coğrafyanın gündeminde insan hakları sorunu, işkence ve baskıya karşı tavır sorunları varsa, eğer bu sorunlar tartışma gündeminde önemli bir yer tutuyorsa, bunda, hiç kuşkusuz tutuklu yakınlarının, anaların 12 Eylül karanlığında boyutlarını artırarak sürdürdükleri mücadelenin payı büyüktür.
        Didar Şensoy gibi, özellikle öylesi koşulların direnişçilerinin ölümünün, bir ölüm değil, halkların emperyalizme , yerli işbirlikçilere ve faşizme karşı direnişinin, mücadelesinin, bazı süreçlerde suskun kalsa da yenilmemesinin, yani tarihin nesnel kıldığı zaferin ışığı olduğu konusunda kuşkusu olan var mı halâ?
        Evet Didar Abla; aradan geçen koskoca 25 yıla rağmen bugün hala devrimciler zindanlarda işkence görüyor, tecrit altında tutuluyor. Yaşamın kıyısında olan hasta tutsaklar tahliye edilmiyor. Kürt halkına yönelik inkar ve imha politikaları devam ederken, devlet köylerin ve sivil insanların üzerine bombalar yağdırarak, katliamlar yapıyor. Linç sadece fiziki olarak değil kültürel ve psikolojik olarak uygulanıyor hatta bu durumun zindanlara da yansımasına tanık oluyoruz…İşçilerin,emekçilerin kırıntı halindeki hakları bile ellerinden alınarak açlığa yoksulluğa mahkum ediliyorlar. Sendikal çalışma yürüten emekçiler, muhalif gazeteciler, avukatlar, öğrenciler tutuklanıyor. Alevilere yönelik tehdit ve saldırılar bilinçli olarak tırmandırılıyor. Eğitim sistemi ise her geçen gün daha da gericileşiyor. HES projeleriyle doğa tahrip edilirken, yaşam alanlarımız daralıyor. Kadınlara yaşam hakkı tanınmıyor, öldürülen kadın sayısı her geçen gün daha da artıyor. Ülkede durum böyle seyrederken Ortadoğu coğrafyasında ise sular hiç durulmuyor. Suriye'de emperyalistler oyunlarını sahneye koymaya başladı, başrollerden biride Türkiye'ye düşüyor.
        Sevgili Didar Abla tablo özetle böyleyken biz bütün bunlara karşı senden ve diğer ölümsüzleşen tüm yoldaşlarımızdan öğrendiklerimizle, faşizme- emperyalizme ve şovenizme karşı özgür bir ülke insanca yaşam için mücadelemize devam ediyoruz edeceğiz, zafere kadar daima!
        Didar Abla Yaşıyor, Yaşanacak!
        Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz!
       Emek ve Özgürlük Cephesi "
       Metnin okunmasının ardından "Didar Abla Yaşıyor Yaşanacak!", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz!" sloganları atıldı.

Maraş'tan, Sivas'tan Sürgü'ye Baskı ve Katliamlar Pir Sultan'ın Direniş Ateşini Söndüremez!

       ALEVİ, SUNNİ VE DİĞER TÜM İNANÇLARDAN HALKIMIZ!
       
Malatya'nın Doğanşehir ilçesinin Sürgü Beldesi'nde Temmuz'un son günlerinde Alevi halka dönük bir katliam denemesi daha yaşandı. Faşist saldırganlık hala sürüyor.
       Farklı inançlara ve uluslara mensup halkın baskı ve katliam yoluyla yok edilmesi veya asimilasyonu TC'nin temel politikalarından biri olmayı sürdürüyor. Aleviler ve Kürtler bu saldırganlığın odağında bulunuyor. Her gün Kürtlere veya Alevilere dönük yeni saldırı haberiyle uyanıyoruz. Alevi halka dönük saldırılar hız kesmeden sürüyor.
       Ramazanda oruç tutmayan Alevi ailenin evinin önünde ramazan davulunu var gücüyle çalan davulcuya itiraz etmek, daha yavaş çalmasını, yada orada çalmamasını istemek bir katliam girişiminin devreye girmesi için yeterli oluyor. Ailenin evi taşlanıyor, hayvan barınağı yakılıyor, sabaha kadar ölüm tehditleriyle saldırganlar uluyor. Aradan birkaç gün geçmesine rağmen saldırganlık benzer biçimlerde devam ediyor.
       Sonuç: olay basit bir kışkırtma olarak gösterilmeye çalışılıyor. Faşist saldırganlardan göz altına alınan tek bir kişi yok. Faşistleri engellemeye dönük devlet tarafından alınan ciddi hiç bir önlem yok.
       En temel demokratik hakları için sokağa çıkan işçinin, memurun, emekçinin üzerine derhal gaz bombalarıyla, coplarla, plastik kurşunla vb. ile saldırma konusunda oldukça marifetli olan "güvenlik güçleri", Alevi halkı saldırıya uğradığında ortada görünmüyor.
       Biz bu görüntüleri Maraş'ta, Sivas'ta Aleviler, ilericiler, aydınlar, demokratlar katledilirken, yakılırken de gördük.
       Sadece bunlar mı? Sivas katliamcılarının yargılanması zamanaşımı bahane edilerek ortadan kaldırılmadı mı? Temmuz ayı içinde Yargıtay Cemevlerini kuran dernekleri yasadışı ilan ederek, Alevi halkın ibadet hakkını elinden almadı mı? Ve böylece tek ibadet yeri cami, tek ibadet biçimi Sunni islamın ibadet biçimidir demedi mi?
Bunların tümünün cevabı EVET'tir.
       AKP, Alevileri tüm toplumsal yaşamdan silmeyi hedefleyen, hayatımızı Amerikan mamülü bir dinciliğin gereklerine göre düzenlemeyi hedefleyen bir programı adım adım uygulamaktadır.
       Fakat Alevilere düşman olan sadece AKP değildir. MHP'yi anlatmaya bile gerek yok. Onlarca yıldır bütün katliamlarda başrol oyuncusu olarak yerini almış tescilli bir partidir. Kendisini laikliğin savunucusu olarak ilan edip Alevileri aldatan CHP'de bütün bu sürecin başrol oyuncusudur. Maraş ve Sivas katliamları CHP hükümeti döneminde yapılmıştır. 1920'lerde Cemevlerini ve diğer ibadethaneleri kapatan, Diyanet eliyle sunniliği tek mezhep ilan eden de CHP'dir.
       Tüm düzen partileri Alevilerin, din ve vicdan özgürlüğünün, gerçek laikliğin, tüm demokratik hakların düşmanıdırlar.

       Emekçi Alevi Halkı...
       Faşist düzen yıkılmadan, demokratik bir halk iktidarı kurulmadan Alevilerin kendi inançlarını özgürce yaşamaları mümkün değildir. Alevilerin, Sunni halkın, Hıristiyan, Yahudi, Yezidi ve diğer tüm inanç gruplarından halkın özgürce kendi dini inançlarını yaşamaları, toplumsal hayatın gerçek bir laiklik üzerinde kurulması ancak devrim ile mümkün olabilir.
       Bugün Alevileri bu faşist düzene bağlamaya çalışanların, Alevileri devrimcilere, ezilen tüm halk kesimlerine düşman etmeye çalışanların maskesi de aslında bu olaylarla birer birer düşmektedir. Onlar Alevi burjuvaların temsilcileridir. Onlar Pir Sultanların değil, Hızır paşaların soyundandır... Alevileri bağlamaya çalıştıkları bu devleti ister CHP, ister MHP ve AKP olsun hangi düzen partisi yönetirse yönetsin, Alevilere hak görülen tek şey; baskı, aşağılama ve katliam olmuştur.
       Alevi halkın tek dostu tüm devrim güçleridir, Emek ve Özgürlük Cephesi güçleridir. Maraş'ta, Sivas'ta, Çorum'da, Gazi'de Alevi halka karşı geliştirilen katliamlara karşı Alevilerin yanında omuz omuza mücadele edenler devrimciler olmuştur.
       Alevi halk, saldırıların arttığı bu koşullarda devrimci saflarda yerini almalıdır.
       Tek yol devrimdir, devrim için direniştir!
       Tek yol devrimcilerin yanında, safında yer almaktır!

       Emekçi Halklarımız!
       Alevi halka dönük yapılan saldırılar, tüm insanlığa yapılmış saldırılardır. Bu saldırılar tüm halkın demokratik haklarına karşı yapılmış saldırılardır.
       Aleviler ve Kürtler faşist saldırıların odağındadır. Her gün artan linç haberleri, katliam yapmaya dönük saldırılar, karşısında durmayan bir emekçinin kendi haklarını savunma hakkı olamaz. Aşına, ekmeğine, sağlık ve eğitim hakkına, iş hakkına, insanca onurlu yaşam hakkına, özgürlüklerine sahip çıkmak isteyen bunu herkes için istemelidir.
       Bunu istemeyen, Alevilere, Kürtlere ve diğer halklara, diğer dinlerden ve mezheplerden insanlara bunu hak olarak görmeyen, insanca yaşamı hak edemez ve ulaşamaz.
       Bu bilinçle saldırıya uğrayan Alevi halkın yanında olalım! Alevi halka karşı saldırılara karşı duralım! Katliam ve saldırılara karşı tüm mücadelelere ve eylemlere katılalım!

       YAŞASIN ÖZGÜR ÜLKE, ÖZGÜR DÜNYA VE İNSANCA YAŞAM MÜCADELEMİZ!
       TEK YOL DEVRİM!
       Emek ve Özgürlük Cephesi Avrupa İnisiyatifi

Malatya'nın Sürgü Beldesin'deki Faşist Katliam Girişimi Münih'te Protesto Edildi

       Sahur vaktin'de ramazan davuluyla bir Alevi ailenin evin önünde yüksek sesle çalan davulcuya evinin önünde çalmaması için itiraz eden alevi ailesinin tepkisi neredeyse bir katliama neden olacaktı. Ardından faşister günlerce evi taşladı, hayvan barınağını yaktı ve ölüm tehtidleri savurdu. Devlet ise buna karşı ciddi hiçbir önlem almadı, tek bir faşisti gözaltına almadı ve bunu sadece ''maddi zarar'' olarak gördü ve bunu basit bir provokasyon olarak göstermeye çalıştı. Ancak biz bu devleti tanıyoruz, kuruluş felsefesi olan faşist tekçi mantığını ve bunun bir dışavurumu olan Dersim, Maraş, Çorum, Sivas ve Gazi katliamlarını biliyoruz. Sürgü'deki katliam girişimini basit bir provokasyon olarak göstermeye çalışarak kimse bizi, halklarımızı aptal yerine koyamaz. KCK tutuklamaları adı altında Kürtlere, hakkını savunan ve hakları için mücadele eden işçilere, emekçilere, memurlara karşı dört nala yetişen ve gaz bombalarıyla, plastik mermiyle, coplarla karşılık veren devletin ''güvenlik güçleri'' saydığımız katliamların hiçbirinde yoktu. Sürgü'dede hiçbir ciddi önlem alınmamıştı.
       Bu katliam girişimini ve devletin alevilere ve diğer ezilen kesimlere karşı yaklaşımı ve tutumu AABF (Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu) ve BDAJ (Alevi Gençlik Birliği) tarafından örgütlenen Mitingle Protesto Edildi. Münih'teki Türk Konsolosluğunun önünde, Perşembe günü (02.08.12) saat 15:30'da gerçekleşen mitingde Emek ve Özgürlük Cephesi, Kürt yurtseverleri, ATİK ve Alman solcu ve sosyalistleride yer aldı. ''Faşizme karşı omuz omuza'', ''Sivası/Maraşı unutma Malatyaya sahip çık'', ''Katil devlet hesap verecek'', ''Yaşasın halkların kardeşliği'' sloganlarını kitle coşkulu biçimde attı. EÖC'lüler bu konuyla ilgili bir bildiri dağıttı. AABF'nin yaptığı bir konuşmanın ardından Miting sona erdi. Mitinge 250 civarinda insan katıldı.

Faşizm Gerçeğini Bu Fotoğraftan Daha İyi Ne Anlatabilir?
Cehennem Ateşi Mi,
Özgürlük Ateşi Mi?

     
       
Yer; Rize, şirin bir Karadeniz kenti... Zaman; Ağustos 2012 başı...
       
Bir fotograf, fotografta bir pankart, pankartta bir slogan:
       Ramazan da Oruç Tutmuyor musun
       Cehennem Ateşi Seni Çağırıyooo!
        Pankartı asanlar Ülkü Ocakları!
        Pankartın asılma sebebi ise Malatya Sürgü'de oruç tutmayan Alevilere yönelik saldırılarla birlikte gündemleşen Alevilere dönük saldırganlık ve ramazanda oruç tutma meselesi...
        Sürgü'de yaşananlar Maraş'ın, Sivas'ın yanında, herhangi bir ölüm olayı olmaması nedeniyle küçük bir olay gibi görünebiliyor. Fakat ortaya konulan tepkiler, aslında ülkemizdeki faşizm gerçeğini olanca çıplaklığıyla, yalınlığıyla ortaya yere seriyor.
        Türkiye'de faşizm var mı, yok mu, faşizm MHP'yle ve devlet içindeki bir takım odaklarla mı sınırlı yoksa, devletin niteliğini belirleyen onun temel karakteristiği mi?, AKP, Ergenakon operasyonlarıyla devlet içindeki faşist odakları temizleyip, devleti demokratikleştiriyor mu, yoksa faşist yapıyı yeniden yeni bir konsept ekseninde yapılandırıyor mu? Bu soruları sayfalar dolusu uzatabiliriz... Bu tartışmaları uzun uzun yapabiliriz de... 
     Ya şu pankart, Rize'de boylu boyunca asılmış olan ve 20 milyonunun üstündeki Aleviye "cehennem ateşi"ni gösteren, sık sık da, Dersim'de, Maraş'da, Sivas'ta daha nice yerde olduğu gibi, cehennemi bugüne taşıyıp Alevileri katleden pankartın sahipleri ne olacak? Onlar hiç bir tartışmaya yer bıraktırmayacak biçimde karşımızdalar... Yukarıda sıraladığımız soruların en basit, en yalın cevabı veriyorlar...
       Durun, MHP'li faşistler işte, onlardan başka ne beklenebilir ki deyip geçmeyin!.. Bakın, Maraş'ın katliamcıları şimdi nerede ve ne işler yapıyorlar, bakın, Sürgü'de de MHP'li faşistler baş roldeydi, insanların evlerini taşladıktan, hayvan barınaklarını yaktıktan ("cehennem ateşi" şimdilik orada kaldı) ne oldu onlara... Ya da "cehennem ateşi"ni Sivas'a taşıyan dinci faşistlere ne oldu diye biraz düşünün lütfen...
       Hiçbir şey değil mi? İnsanlık suçu işleyen bütün bu barbarlar, MHP'lisinden, dinci faşistine kadar elini kolunu sallayarak dolaşıyor, milletvekili oluyor. İşkencecisi, katliamcısı devletin en gözde unsuru olup çıkıyor. Onlara faşist, onlar insanlık düşmanı, onlar barbar... Evet, ama onlar yalnız değil... Onların devleti var arkalarında, TC devleti... Onlar devletleri olmadan hiçbir şeydirler, birer zavallıdırlar...
       Ve bu zavallı caniler Devletlerinin ayak izlerini takip ederler... Devletleri çok beceriklidir katliamcılıkta, orduları çok beceriklidir, insanları dere yataklarına, mağaralara doldurup topluca katletmekte, "cehennem ateş"leri yaratmakta... Polisleri, MİT'leri, Kontr-gerillaları çok yeteneklidir işkencecilikte, sokaklarda infaz yapmakta...
       MHP'lisi, dinci faşisti ise en paspaye katliamlar yapmak için hazır tutulurlar.
       Denklem budur, tartışmaların labirentinde kimi zaman kaybolur gibi görünen faşizm basitçe budur aslında... Faşist katillerin yaktıkları evlerin, işyerlerinin, insanların ateşine, Roboskide patlayan bombaların alevlerine yeterince dikkatli bakanlar, onların ışığından yeterli ölçüde yararlanmasını bilenler aslında AKP'yi, MHP'yi, CHP'yi, faşizmi, devletin faşist niteliğini apaçık görebilirler.
       Evet, Türkiye'de faşizmi, devletin ve onun siyasal partilerinin faşist niteliğini görebilmek için lamba ışığında okunan kitaplar kadar, Roboski'de uçaklardan çocukların üstüne atılan bombaların ışığına, Sürgü'de insanlarımızın yakılan evlerine, Sivas'ın ışığına bakmak da gereklidir, Hatta bunlar yeterlidir.
       Tekrar pankarta dönelim; dönemin ruhunu ne kadar güzel anlatıyor... AKP ile girilen Amerikancı dinciliğin ruhunu, MHP'li faşistler ne kadar çarpıcı anlatmışlar değil mi? Ve çok ironik ama, bir Amerikan fast foot tekelinin sloganını uyarlamışlar üstelik... Evet çok yakışıyor; Amerikan dinciliği, Amerikan şirketinin sloganları uyarlanarak kendini anlatmış...
       Bir söz de Hızır paşa soyundan olanlara; İzzetin Doğan'lara, Cem Vakfı ve benzeri türden faşizm yardakçılarına... Unutmadık, seçimlerde MHP'ye de oy verilebilir dediğinizi... Alevi halkın kendi ayaklarıyla "cehennem ateşi"ne gitmesini istediğinizi! Alevi halkta unutmayacak, giderek daha iyi görecek, Hızır paşa soyundan olduğunuzu...
       Hızır paşa soyundan olanların daha da azgınları var tabii; şimdilik az da olsa MHP'ye oy veren Türk aleviler... Kürt düşmanlığıyla azgınlaşıp, kendi katillerini seven bir alçaklar sürüsü... Bu katliam girişimleri biraz olsun açacak mı gözlerini, en azından bunların bir bölümünün.... Bilinmez... "Cehennem ateşi" onları da bekliyor, hem de ülküdaşlarının "Ocakları"nda...
       Ferman ne yazık ki, hala padişahın, hala faşist devletin ve onun barbar uzantılarının!
       Dağlar, sokaklar, fabrikalar, işyerleri, okullar ise bizim! Direnişin... Ferman ve faşizm varsa, direniş de var ve hep olacak!
       Aleviler!
       Seçenekleriniz hep azdı, giderek daha da azalıyor! Devrim tüm ezilenler gibi sizlerinde kurtuluş yolunuz oldu hep... Son yirmi yıldır bunu daha az görüyorsunuz, Hızır paşanın soyundan olanlardan daha fazla etkileniyorsunuz... Küçümsenemeyecek bölümü sizin içinizden çıkan, faşizme ve katliamlara karşı, haklarınız için sizinle omuz omuza mücadele eden, katiamların karşısında kararlıca duran yegane güç olan devrime ve devrimcilere giderek sırtınızı dönmeye başladı çoğunuz... Bu yolun sonuna gelinmiştir.
       Bakın!.. MHP'nin pankartı, AKP'nin iktidarı devrimcilere sırtını dönerek yürünecek yol kalmadığını ne kadar güzel anlatıyor... Yeniden daha güçlü buluşma zamanıdır...
       Emek için, Özgürlük için insanlığın binlerce yıllık yazılı tarihinde ne kadar büyük değer varsa, ne kadar güçlü değer varsa bugün devrimcilerin elindedir. Spartaküsün kılıcı, bizdedir, Bedrettin'in kılıcı bizdedir ve Pir Sultan'ın kılıcı bizdedir!
       İnsanları yakan "Cehennem Ateşi"nin karşısında, kurtuluşun yolunu gösteren Özgürlük Ateşi vardır ve o ateş, o meşale bizdedir...
       Evet, yeniden buluşma zamanıdır! Alevi, sunni, hıristiyan, Ezidi, Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Arap, Boşnak yeniden emek ve özgürlük için, devrimci kurtuluş bayrağı altında buluşma zamanıdır!
       Buluşup "cehennem ateşi"ne karşı, faşizme karşı direnme ve savaşma zamanıdır...

Devrim Savaşçısı
Nurettin Gürateş
Mezarı Başında Anıldı

       28 Temmuz 1978'de gözaltında işkenceyle katledilen Nurettin Gürateş Yoldaş, Turgutlu'da bulunan mezarı başında yapılan bir anma etkinliği ile anıldı.
       Emek ve Özgürlük Cephesi'nin örgütlediği anmaya eski ve yeni kuşak devrimciler ile dönemin farklı siyasi yapılarından devrimciler katıldı. Nurettin yoldaş şahsında tüm devrim savaşçıları için yapılan saygı duruşu ile başlayan anma daha sonra genç kuşaktan bir yoldaşının Nurettin yoldaşı anlatan bir yazı okuması ile devam etti. Daha sonra o dönem beraber mücadele ettiği yoldaşları Nurettin yoldaşı anlattı. Bir yoldaşının, Nurettin yoldaşın bilinenin aksine yarasının tedavi edilmeyerek ölüme terk edilmesiyle değil, çokta ağır olmayan yarasına kalem sokularak yarasının ağırlaştırarak işkence sonucu öldürüldüğünü belirtti. Daha sonra söz alan EÖC temsilcisi, Nurettin yoldaşın ve diğer önder kadroların mücadelelerinin öneminden bahsettikten sonra "esas almamız gereken mesaj yoldaşımızın mezarının başında bulunduğumuz şu an, bulunduğumuz dönem itibari ile daha fazla örgütlü mücadeleye sarılmamız gerekiyor. Onlar bizlere göstermişlerdir ki kapitalizme, faşizme, emperyalizme karşı bireysel olarak karşı durulamaz, kapitalizme karşı durulacaksa bu ancak örgütlü mücadele ile olur. Nurettinlerin dalgalandırmaya başladığı bayrak, bugün önder kadrolarımızı anmak için hazırlığını yaptığı devrimci bir eylem öncesinde bir kaza sonucu Devrimci Kurtuluş savaşımızda düşen Talip yoldaşımızın ellerinde dalgalandırılmıştır. Ve şimdi bayrak bizlerin ellerindedir, kurucu önder kadrolarımıza, Talip yoldaşımıza layık olacak ve bayrağı yere düşürmeyeceğiz." Mezarlıktaki anmanın son bulması ile anmaya katılan EÖC'lüler ve Nurettin'in o dönemki yoldaşları Nurettin yoldaşın annesini evinde ziyaret ettiler. Yoldaşımızın annesinin oldukça duygulandığı ve sevindiği ziyaret sohbetlerle sonlandırıldı.

Oligarşinin Katilleri Hasan Selim Gönen'i Katletti

       Oligarşinin "ileri demokrasi"si katliama doymuyor. 20 Temmuz 2012 günü İstanbul Gazi Mahallesi'nde polisin açtığı ateşle ağır yaralanan Hasan Selim Gönen adlı devrimci, kaldırıldığı Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde 21 Temmuz günü şehit düştü. İstanbul'da polise yönelik bir saldırının ardından oligarşinin medya organları tarafından hedef gösterilen iki devrimciye yönelik linç kampanyası katliamla sonuçlandı. Roboski'de köylüleri bombalayarak katleden, birçok can alan gaz bombası terörünü maçlardan baraj protestolarına kadar her yerde kullanan, 14 Temmuzda Diyarbakır'ı gaza boğan, "dur ihtarına uymadı" gerekçesiyle istediğini katletme özgürlüne kavuşturulan ve bu gerekçeyle 17 Temmuz gecesi Diyarbakır'da Nurhak Çartay'ı katleden oligarşi, "demokrasi"sini daha da "ilerletmeye devam ediyor".
       Hasan Selim Gönen'in katledilmesinin ardından hala kendi medya organları aracılığı ile yalanlarıyla toplumu zehirlemeye devam eden oligarşi hızla yeni senaryolar üreterek yaptığı her katliamı devrimcileri karalama kampanyasına dönüştürmeye çalışıyor. Ama bu ülkenin emekçi halkları devrimcileri oligarşinin bayat yalanlarından öğrenecek değil. Her hak alma direnişinde, oligarşinin kendilerine yönelik her saldırısında omuz omuza dövüştükleri devrimcilere yönelik her karalama kampanyası oligarşinin pisliğinin bir parçası olarak toplumun belleğinde kalmaya mahkumdur. Onlar Mahirler, Denizler, İbolar için de bunlar gibi binbir yalan uydurdular yıllarca. Ama halklarımızın toplumsal belleğinden onları silemediler ve asla silemeyecekler.
       Oligarşinin kurşunlarıyla yaşamını yitiren Hasan Selim Gönen'in cenazesi polisin aileye yaptığı baskılar nedeniyle İzmit'te 22 Temmuz günü erken saatlerde toprağa verildi. Cenazeye katılmak üzere İstanbul'dan yola çıkan TAYAD'lı aileler Hasan Selim Gönen'in mezarı başında bir anma gerçekleştirdiler ve katliamların hesabının sorulacağını sloganlarıyla bir kez daha yinelediler.
       Oligarşinin katilleri yargıdan, hukuktan ve devletten aldıkları her türlü destekle devrimcileri, halkı katletmeye devam edecek. Ama şunu unutmasınlar ki onların arkalarındaki güçten çok daha güçlü olan örgütlü bir halkın iradesidir. Ve bu zulme, sömürüye, baskılara ve katliamlara dur demenin, katillerden hesap sormanın yolu hiç de sandıkları kadar zor ya da tıkalı değildir. En koyu baskı rejimleride bile betonu delerek boy vermesini bilen bir çiçek gibi kendine bir yol bulur, bulmuştur ve bulacaktır. Hiçbir halk düşmanı cezasız kalmayacaktır.
       Hasan Selim Gönen Ölümsüzdür!
       Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!
       Kurtuluşa Kadar Savaş!

Diyarbakır'da Devlet Terörü

       BDP'nin 14 Temmuz'da Diyarbakır'da yapacağı mitingi önce yasaklayan, daha sonra da tehditler savuran oligarşi, elinden geleni ardına koymadı ve sıkıyönetim günlerinde bile rastlanılmayan bir güç yoğunlaşmasıyla kenti gaza boğdu. Oligarşinin yasaklama kararının üzerine ne olursa olsun mitinglerini yapma iradesini açıklayan BDP, tüm ablukalara, baskılara, gaz bombalarına rağmen Diyarbakırlılarla birlikte sokaktaydı. Kendisine oy verenlerle aynı kaderi paylaşan parti milletvekilleri gözyaşartıcı gazın yanı sıra gaz bombalarının mermileriyle açıkça hedef gözetilerek saldırıya uğradı. Daha önce gerçekleşen çeşitli saldırılarda öldürücü etkisi olduğu bilinen gaz bombasının mermisindeki hedef BDP Iğdır Milletvekili Pervin Buldan oldu. Ayağına aldığı gaz bombası mermisi sonucu yaralanan ve ayağı kırılan milletvekili, kendisini hedef alan polisin oldukça yakın mesafeden, kendisini hedef alarak ateş ettiğini söyledi. Polisin saldırısı sonucu çok sayıda yaralı olduğu belirtilirken, yaralıların hastanelerden gözaltına alındığı, hatta bir yaralının hastanenin polis odasına alınarak burada işkenceye uğradığı, bu olayın çok sayıda görgü tanığı olduğu gelen bilgiler arasında.
       Diyarbakır'daki bu vahşet üzerine sokaklardaki Diyarbakırlılar ve BDP'li milletvekilleri Sümerpark'ta toplanarak oturma eylemine başladılar. Sabaha kadar süren oturma eylemi direniş kararlılığının da bir göstergesiydi. Diyarbakır'ın gazdan etkilenmeyen hiçbir bölgesinin kalmadığı saldırının ardından her yerde saldırıyı protestolar başladı. İstanbul Beyoğlu'nda yapılmak istenen yürürüş polis tarafından engellenince oturma eylemine dönüştürüldü. Kürdistan'ın birçok cezaevinde isyanlar başladı.
       Kürt ulusunun özgürlük mücadelesini polisiye önlemlerle durduramayacağını bilen oligarşinin artık zaman kazanmaya oynadığını söyleyebiliriz. Ama tüm bu çabaların işe yaramayacağını tarih defalarca göstermiştir. Direnen ve savaşan Kürt ulusunun yürüyüşünü kimse durduramayacaktır. Faşizme karşı direnen ve savaşan Kürt Halkı yalnız değildir. Oligarşinin baskısı, vahşeti tarihsel ve toplumsal gerçekliğin duvarlarında parçalanmaya mahkumdur. Hiç bir güç, politikasını iradi güç haline getirmiş Kürt halkının özgürlük yürüyüşünün önünde duramaz. Bu yürüyüşünde, faşizme ve oligarşiye karşı mücadelisinde Kürt Halkının yanındayız.
       Yaşasın Halkların Kardeşliği!
       Biji Bıratiya Gelan!
       Faşizme Karşı Tek Yumruk Tek Barikat!

Barikat Dergisine Ulaşabileceğiniz Yeni Adresler

       Barikat Dergisinin son sayısına aşağıdaki kitapevleinden ulaşabilirsiniz:
       *Adana: Karahan Kitapevi (Çakmak Cad. Çakmak Plaza, Zemin Kat No: 40 Seyhan/ Adana Şube: Mahfesığmaz Mah. 79019 Sk. Sargut Ap. No: 39 Çukurova/Adana)
       *Ankara: İmge Kitapevi, Dost Kitapevi
       *
Mersin: Ütopya Kitapevi (Hamidiye Mah. Atatürk C. Irmak Apt. No: 108 Mersin)
       *İstanbul: Beyoğlu Mefisto Kitapevi (İstiklal C.)
       *İzmir: Yakın Kitapevi (Kıbrıs Şehitleri C. Alsancak/İzmir)
        Dergimize ulaşabileceğiniz yeni adresler elimize ulaştıkça sitemizden duyurmaya devam edeceğiz. Bu sayımızda AKP üzerine bir incelememiz var. Devrimci Seçenek üzerine başlayan yazımız ise bir sonraki sayıda devam edecek. Faşizmin katliamcı yönünü ortaya koyan bir diğer yazımız ve Haziran şehitlerimiz şahsında devrimci sosyalist hareketin tarihine de değinen bir başka yazımız dergimizin sayfalarını dolduran diğer yazıları oluşturuyor.
       Bir sonraki sayıda buluşmak üzere, iyi okumalar.

Sivas Katliamını Unutmadık Unutturmayacağız!

İzmir

       2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta devlet eliyle gerçekleştirilen katliam bir kez daha İzmir'de öfkeyle lanetlendi. Alevi Bektaşi Federasyonu İzmir bileşenlerinin çağrısıyla Cumhuriyet meydanında toplanan alevi örgütleri, devrimci kurumlar, sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve siyasi partiler saat 18.00'da kortejlerin oluşturulması ile yürüyüşe başladılar. Aralarında Emek ve Özgürlük Cephesi'ninde bulunduğu devrimci kurumlar ortak pankart altında oluşturdukları kortejle yürüyüşe katıldılar. Cumhuriyet Meydanı'ndan, Konak Sümerbank önüne yapılan yürüyüş sırasında atılan sloganlarda "Dersim, Sivas, Roboski unutulmaz hiçbiri", "Sivasın ışığı sönmeyecek" , "Sivasın katili faşist T.C devleti," "Sivas şehitleri ölümsüzdür". vb. sloganlar atıldı. Kitlenin Sümerbank önüne gelmesi ile yapılan saygı duruşu ve okunan basın açıklaması ile devam eden etkinlik atılan sloganlarla son buldu. Okunan basın açıklamasında, "Sivas Madımak katliamı da tarihsel gerçekliğini o günün siyasal, toplumsal ve konjüktürel gündemin bir sonucu olarak tertiplenip organize edilen bir katliamdır. İdda edildiği gibi salt bir avuç sivil faşist ve gerici yobazın tepki ve öfkelerinin sonucu olarak bakmak bize göre büyük bir yanılgıdır. Bu katliamı sunni toplum yapısına mal etmeye kalkışmak halkların farklılıklarıyla birlikte yaşamına karşı olan sömürücü ezen ve halkların düşmanı olan siyasi erk ve yapıların planlarına hizmet etmektir. "dolaysıyla Sivas Madımak katliamı da bir Koçgiri, Dersim, Newala kasaba, Maraş, Malatya, Geliye zilan, Çorum, Gazi, ve Roboski'deki katliamlarda olduğu gibi önceden planlanmış, programlanmış ve bir amaca ulaşmak için gerçekleştirilen bir katliamdır." dendi.

İstanbul

       1993 yılında Sivas'ta Madımak Oteli'nde faşist TC devletinin organizayonu ile yakılarak katledilen 35 aydın, sanatçı, bilim insanı için 1 Temmuz 2012 pazar günü Taksim Galatasaray meydanından Tramvay Durağına bir yürüyüş gerçekleştirildi.
       Saat 15.00'te başlayan y ürüyüş esnasında sık sık "katil devlet hesap verecek! Dün Maraş'ta bugün Sivas'ta çözüm faşizme karşı savaşta! Sivas'ı unutma unutturma! Faşizme karşı omuz omuza! Sivas'ın hesabı sorulacak! Bedel ödedik bedel ödeteceğiz!" sloganları atıldı.
       Yol boyunca sözlü ajitasyon yapılarak; "Sivas davasının düşmesine hayırlı olsun diyen başbakan bu devletin faşist katliamcı zihniyetini ve uygulamalarını itiraf etmiş bulunmaktadır. Maraş'ta, Sivas'ta katleden devlet bugün de savaş uçaklarıyla Roboski'de 35 köylüyü katletmiştir. Bu katliamların hiç birini unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız! Hesap soracağız" denildi.
       Yürüyüş esnasında İstiklal Caddesinden geçen insanlarda alkışlarıyla eyleme destek verdi. Yaklaşık 300 kişilik kortej Taksim Tramvay durağına geldiğinde, ortaklaşa hazırlanan basın metni okundu.
Okunan metinde "devletin tarihte Alevilere ve Kürtlere, işçilere ve emekçilere, devrimci ve ilerici güçlere yönelik sayısız katliam gerçekleştirdiği vurgulandı.
       Açıklamada; "bizler Madımak Oteli'ni taşlayan güruha 'Gazanız Mübarek Olsun' diye seslenen Belediye Başkanı'nı unutmadık. 35 canın yakılışını an be an izleyen sözde laiklik savunucusu TSK'yı ve bölgenin Garnizon Komutanlığı'nın tavrını unutmadık. 'Otelin çevresindeki vatandaşlarımıza zarar gelmemiştir' açıklamasını yapan dönemin Başbakanı Tansu Çiller'i ve 'Çok şükür güvenlik güçleriyle halk karşı kaşıya gelmemiştir' diyen Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'i unutmadık. Daha dün zamanaşımı kararına 'Hayırlı olsun' diyen ABD uşağı Başbakan Tayyip Erdoğan'ı unutmadık" sözlerinin ardından devletin dün olduğu gibi bugünde kapsamlı bir saldırı politikası sürdürdüğünün altı çizilerek, "Bunu TSK'ya ait savaş uçaklarının, Roboski'de 35 Kürt köylüsünü bombalayarak katlettiğinde de gördük" denildi.
       Basın metninde, AKP Hükümetinin uzun süredir Suriye üzerinde savaş tamtamlığı yaptığı ifade edilirken, Türkiye'nin ABD'nin Ortadoğu konsolosluğu gibi çalıştığı söylendi.
       Açıklama şöyle devam etti: "Bu tablodan da açıkça görüldüğü gibi, Sivas'ta 35 canımızı alan ateş bugün de yanmaya devam etmektedir. Dinci-gerici ve faşist güruhun tutuşturduğu alevler, bugün sömürü dümeninde oturan AKP tarafından harlanmaktadır" denilerek atılan sloganlarların ardından eylem sona erdi.
        Emek ve Özgürlük Cephesi, Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu, Devrimci Hareket, Emekçi Hareket Partisi, KÖZ, Proleter Devrimci Duruş, TKP 1920 tarafından gerçekleştirilen eyleme Mücadele Birliği, Kaldıraç ve Sürekli Devrim Hareketi destek verdi.

İzmir'de Roboski Katliamını Protesto Yürüyüşüne Engelleme

       İzmir'de 28.06.2012 tarihinde HDK Roboski Katliamı için yürüyüş gerçekleştirmek istedi. Saat:17.00'de Basmane'de Fuar alanı önünde toplanan grup 18.00'de Eski Sümerbank önüne yürüyüş yapmak istedi. Polisin barikat kurması üzerine, yapılan pazarlıklar sonucu yürüyüşe izin verilmedi. Daha sonra barikat önünde oturma eylemi yapan grup yolu trafiğe kapattı. Okunan basın metninde devletin yapmış olduğu katliamdan hesap soruldu. Ayrıca son dönemde devletin KESK'lilere yönelik gözaltı operasyonu kınandı. Okunan basın metninden sonra grup Izmir BDP temsilciligine slogan atarak yürüdü.

Barikat'ın
Haziran/Temmuz Sayısı Çıktı

       Barikat'ın yeni sayısı çıktı. Bu sayımızda AKP üzerine bir incelememiz var. Devrimci Seçenek üzerine başlayan yazımız ise bir sonraki sayıda devam edecek. Faşizmin katliamcı yönünü ortaya koyan bir diğer yazımız ve Haziran şehitlerimiz şahsında devrimci sosyalist hareketin tarihine de değinen bir başka yazımız dergimizin sayfalarını dolduran diğer yazıları oluşturuyor.
Bir sonraki sayıda buluşmak üzere, iyi okumalar. Dergimizi oluşturan yazılar en kısa sürede web sitemize eklenecektir.

Faşist AKP İktidarı Toplu Gözaltı ve Tutuklamalarla Muhaliflerini Susturmaya Çalışıyor

       Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliği'nin talimatıyla Ankara, İstanbul, Eskişehir, Aydın, Diyarbakır, Hakkari, Adana ve İzmir dahil 20 ili kapsayan sendikalara saldırı operasyonunda başta KESK Genel Merkezi olmak üzere bağlı sendikalardan Eğitim-Sen, SES, BES, Tüm Bel-Sen ve Birleşik Taşımacılık Sendikası hedef alındı.
       
KCK Operasyonu adı altında KESK Genel Başkanı Lami Özgen'in de aralarında bulunduğu 71 KESK yöneticisi ve üyesi gözaltında.
       
Bir süredir Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin kaldırılması tartışılırken, aynı zamanda bu mahkemeler eliyle hala devrimci, yurtsever, ilerici demokratik muhalifleri tasfiye etme çabası son hızla devam ediyor.
       
AKP İktidarı sıkça ifade ettiği "ileri demokrasi" söyleminin büyük bir yalan olduğu kendisi tarafından bir kez daha kanıtlanmış oldu.
       
Bizler; Özgür Bir Ülke İnsanca Yaşam İçin sistemin bu faşizan saldırı politikalarına karşı susmayacağız! Baskılar, gözaltılar, tutuklamalar bizi yıldıramaz!
       
Baskılara, gözaltılara ve tutuklamalara karşı mücadeleye!
       Emek ve Özgürlük Cephesi

Ahmet Saner ve
Kadir Tandoğan
Ölümsüzdür!

       İdam edilişlerinin 31. yılında Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan yoldaşlar Üsküdar Paşakapısı Cezaevi önünde anıldılar.
        24 Haziran 2012 günü saat 14.00'te Paşakapısı Cezaevi önüne gelen Emek ve Özgürlük Cephesi üyeleri bu tarihi unutmadıklarını, unutturmayacaklarını söylediler.
Anma Ahmet ve Kadir şahsında tüm devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşu ile başladı. Ardından Emek ve Özgürlük Cephesi temlicisi basın metnini okudu. Daha sonra açıklamaya destek için gelen Emekli Sen Beyoğlu Şube Başkanı kısa bir söz aldı. Eylemde "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Ahmet Saner Ölümsüdür", "Kadir Tandoğan Ölümsüdür" "Yaşasın Devrim ve Sosyalizm", "Yaşasın Devrimci Dayanışma!" sloganları atıldı. Ayrıca Devrimci 78'liler de eyleme destek verdiler.
       Emek ve Özgürlük Cephesinin basın metni şöyleydi:
       İdamlar Bizi Yıldıramaz!
       Bundan tam 31 yıl önce 25 Haziran 1981 şafağında, burada, Paşakapısı Cezaevi'nin avlusunda idam sehpası kuruldu. 12 Eylül Generalleri Amerika'lı efendilerine iki yiğit devrimciyi; Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan yoldaşlarımızı kurban ettiler. Çünkü onlar, bu topraklarda ne işi olduğunu hiç kimsenin açıklayamadığı bir CIA ajanını cezalandırmışlardı. Çünkü onlar bu ülkenin bağımsızlığı, özgürlüğü, onuru için, sosyalizm için savaşmışlardı.
       O günlerde ülkemizde bulunan ABD heyeti, Cuntacılarla masaya oturmak için bu iki devrimcinin katledilmesini şart koştular. Etekleri tutuşan uşaklar, Askeri Yargıtay'ın bozduğu idam kararını özel olarak verdikleri emirlerle Askeri Yargıtay Daireler Genel Kurulunda onaylatarak efendilerinin buyruklarını yerine getirdiler. Tarihler 25 Haziran 1981 şafağını gösterdiğinde burada, Paşakapısı Cezaevi'nin bir avlusunda devrimci direnişin ve kararlılığın sloganları, marşları yankılanıyordu yoldaşlarımızın dilinden. Titreyen cellatlarıyla dalga geçerek yürüdüler ölümün üzerine. Haykırdıkları sloganları faşizmin yüzüne birer tokat gibi iniyordu.
       Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan yoldaşlarımız, kısacık yaşamlarını örnek birer devrimci olarak yaşadılar ve örnek bir şekilde noktaladılar. Asla tereddüt etmediler ölümün üzerine yürürken. Faşist cuntanın mahkemelerinde ve işkencehanelerinde asla taviz vermediler. Onları kendi hukuklarını dahi hiçe sayarak ABD'li efendilerine kurban eden uşaklar ne derece kirliyse, ne derece pisliğe batmışsa Ahmet ve Kadir de onların tam zıttını oluşturacak kadar temiz ve lekesizdiler. Devrim ve sosyalizm için yaşadılar, savaştılar ve canlarını vermekten bir an olsun geri durmadılar. Ne için mücadele ettiklerini çok iyi biliyorlardı. Karşılığının ne olacağını da. Son mektubunda "yaptıklarımdan pişman değilim, Amerikan emperyalizmine ve onun uşaklarına karşı mücadele verdim. Verdiğim mücadele doğru bir mücadeleydi" diyen Ahmet Saner'in sözleri her şeyi özetlemeye yetiyor.
       Bugün birileri sahtekarca mahkemeler kurarak 12 Eylül'ü yargıladıklarını iddia ediyorlar. Onlar 12 Eylül'ü yargılayamazlar. Çünkü yargılayanların 12 Eylül'ü yapanlardan farkı yoktur. Roboski'de katliam yapanlar değil, ancak bizler 12 Eylül'ü ve takipçilerini yargılayabiliriz. Çünkü tarihi yapanlar onun akışını değiştirmek için dövüşenlerdir. Bu zulüm düzeni yeryüzünden silindiğinde kendilerini aynı çöplükte bulacak olanlar birbirlerini yargılayamaz, cezalandıramaz. En az 12 Eylülcüler kadar ABD uşağı olanlar, onların buyruklarıyla Ortadoğu halklarına saldırmak için hazırda bekleyenler değil, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşanlar tarihin hükmünü yazacaktır.
       Bugün, ABD'ye uşaklığın iki devrimcinin katliyle bir kez daha tescillendiği bu yerden bir kez daha haykırıyoruz ki; Ne idamlarınız, ne katliamlarınız, ne işkenceleriniz, ne de hücreleriniz bizlerin mücadelesini durduramadı, durduramayacak. 6 Haziran şehitlerimizin ardından ölümün üzerine yürüyen Ahmet ve Kadir gibi; Onların ardından yürüyen Gürkan gibi, Talip gibi daha niceleri bu topraklarda sömürünün her türü kazınana kadar, son nefesine değin mücadele etmeye devam edecek.
       İdamlar Bizleri Yıldıramaz!
       Ahmet Saner Ölümsüzdür!
       Kadir Tandoğan Ölümsüzdür!
       Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!

Talip Karasansar Yoldaş Ölümsüzdür!

      Talip Karasansar Yoldaş, 5 Haziran akşamı İstanbul Esenyurt'ta şehit düştü. Talip Yoldaş'ın cenazesi 9 Haziran Cumartesi günü Esenyurt Esenkent Camii'sinde kılınan öğle namazının ardından önce ailesinin evine götürüldü. Buradaki vedalaşmadan sonra Gülbahçe Mezarlığına götürülen cenaze, burada toprağa verildi. Mezarlıkta ailenin ve akrabalarının vedalaşmasının ardından yoldaşları ve devrimci dostları "Talip Karasansar Ölümsüzdür" yazılı pankartını açtılar. Talip Karasansar için yapılan saygı duruşunun ardından "Talip Yoldaş Ölümsüzdür!", "Talip Yoldaş Onurumuzdur!", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!", "Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!" sloganları atıldı. Daha sonra EÖC temsilcisi bir konuşma yaptı. Konuşmasında "Onurlu bir devrimciyi, yiğit bir devrimciyi yitirdik. Bugün burada onu sonsuzluğa uğurluyoruz. Mahir'in yanına uğurluyoruz, Tamer'in yanına uğurluyoruz. Nasıl yaşadıysa öyle öldü.... Türküsü türkümüz, sözü sözümüz, andı andımızdır. Söz veriyoruz ki, ant içiyoruz ki devrim ve sosyalizm bayrağını ondan aldığımız güçle daha da yükseklere taşıyacağız. Burada herkesin önünde Talip'in gözlerine bakarak konuşuyoruz ve rahat uyu diyoruz. Rahat uyu, bıraktığın bayrak yere düşmeyecek, dilindeki türkü dillerimizde büyüyecek. Sözün sözümüz, yolun yolumuz, andın andımızdır." sözlerine yer veren EÖC temsilcisinin ardından BDSP, Kaldıraç ve Talip Yoldaş'ı tanıyan/tanımayan devrimciler konuştu. Konuşmacılardan biri "Talip bundan 30 yıl önce şehit düşen devrimcileri unutmadığı için, onlar adına yapılacak olan bir eylemin hazırlığında şehit düştü. Talip onları unutmadı, Talip de unutulmayacak" dedi. Konuşmaların ardından sloganlar tekrar tekrar atıldı ve Çav Bella marşıyla cenaze sona erdi. Cenazeye Kaldıraç, BDSP, SDP ve SODAP'tan devrimcilerin katılımı oldu.

 
 
Gizli İşgal:
Yeni Sömürgecilğin
Politik Karakteri
Bolivya'dan 38 Yıl Sonra Che Olmak
Herkes Bir Adım
Daha Öne
Devrimci Birliğin Köşe Taşları...
Parti Kültür: Politik Mücadele Gündem ve Kampanya Sorunu
James Petras: Toplumsal Değişimde Aydınların Rolü
James Petras: Yeni Bush, Diplomasi ve Ölüm Mangaları
Michael Cossudovsky: Amerika'nın Küresel Askeri Egemenlik Gündemi

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah.
Yoğurtçu Faik Sk. No: 12-14 Kat: 4/ Beyoğlu-İstanbul