Bizim bugün tanıdığımız Petras nasıl oluştu?
Babam balık kesme işinde çalışan
bir işçiydi ve ben de o çalışırken ona eşlik ederdim.
14 yaşımda, onunla birlikte çalışırken, ortaokula
devam ediyordum. Ta ki tüm geceyi arkadaşlarımla
geçirip, sabahın beşinde balık satın almaya gittiğimiz
güne kadar; bıçak elimden kaçtı ve neredeyse bütün
parmaklarımı kestim. Parmaklarım duruyordu ama
büyük sorun çıktı. O zaman babam en iyisinin okula
devam etmem olduğunu söyledi, çünkü artık onun
işi için uygun değildim. Aklımın başka yerde olduğunu
söylüyordu. Bana şöyle dedi: "En iyisi sen
okula git çünkü işçi olarak işe yaramıyorsun."
Demek ki işçi olmayı başaramadığım için entellektüel
olmuşum değil mi? (gülüyor)
Annemse Osmanlı imparatorluğu yönetimi altında
doğmuş eğitimli bir kadındı, bu da en azından,
ulusalcı bir yaklaşım içinde olmasına neden oluyordu.
Evde Rumca konuşulurdu ve Asya, Türkiye, Filistin
ve Ortadoğu ile coğrafi bir yakınlığımız vardı.
Ama üniversiteye gittiğimde çok kötü bir zamana
denk gelmiştim çünkü Macarhtürcülük zamanıydı
ve çok fazla korku, taciz vardı. Anne-babaları
en azından sosyal demokrat olan yahudi arkadaşlarım
vardı ve mahallemiz gerçekten de özeldi. Bira
içip konuşurken politika, din ve varoluşçuluk
gibi konular hakkında tartışırdık. Böylece sonunda
Boston yakınlarında yaşamakta olduğumuz yeri terkederek
California'ya taşındım, çünkü oralardaki üniversitelerin
daha ilerici olduklarını duymuştum.
Kültürel asiler dönemine denk gelmiştim.
Ama ilk sömestrenin sonrasında üniversiteyi terkettim
ve okuyup-yazdıklarımızı birbirimizle tartışmak
üzere bir araya geldiğimiz kafe ve barlarda okunan
öyküler ve şiirler yazmaya başladım. 1960'da San
Francisco'da Marksist gruplarla tanıştım, ve onların
fikirlerine ikna oldum -daha doğrusu kendi kendimi
Marks, Lenin, Troçki, Gramsci'nin kitaplarını
okumaya ikna ettim. Doğrusu Kübalılar giderek
daha sola doğru ilerlerken ve kendilerininkinin
sosyalist bir devrim olduğunu ilan ederken, kendi
kendimi Küba devrimine eşlik ederek radikalleştirdim.
Arkadaşlarımın beni yeniden fabrikada çalışmaya
ikna ettikleri dönem de aynı dönemdi. Üç yıl boyunca
otomatik makinalar üreten bir metalurji fabrikasında
çalıştım. İşin aslı kimseyi örgütleyemedik çünkü
imalat işçileri yılda yüzde 6-7 ücret artışı elde
ediyorlardı o dönemde. Bizi dinleyenler çok azdı.
Hangi örgüttü bu?
Kendisine Sosyalist İşçiler Partisi
diyen bir gruptuk, troçkist bir grup.Ama baştan
itibaren siyaset hakkında farklı görüşlerim vardı.
Fabrikada geçen süre işçiler arasında bir dizi
bağlılık yarattı, çoğu aslında güneyli muhafazakarlardı
ama MacArthurizme karşı bir bildirgeye imza attığım
için beni fabrikadan atmak istediklerinde, artık
paylaştıkları çok şey de vardı.San Francisco kent
konseyini ele geçirdiğimizde federal polis fabrikaya
giderek benim cezalandırılmamı istemiş. Orada
işçiler -ki aralarında birçok Kore savaşı gazisi
de vardı ve diğerleri de güneyli ortalama ırkçılardı-,
benim atılma vaktim gelip çattığında aralarından
bir delegasyon seçerek benim görüşlerime katılmadıklarını
ama görüşlerimi dile getirme hakkıma da saygı
duyduklarını bildirdiler. Sonra işçiler işi durdurmakla
tehdit ettiler ve fabrikadaki tüm saygınlığını
yitirmekten korkan sendika bürokrasisini de ikna
ederek beni işe geri aldırdılar. Böylece kavgayı
kazandık ve ben de yeniden işe başladım. Sonra
anneme yaptığım bir ziyareti bahane ederek 1 yıllık
tazminat vererek beni işten çıkarttılar. Bununla
Berkeley üniversitesine geri döndüm ve orada Kennedy'nin
Küba'ya karşı yürüttüğü saldırganlık siyasetine
karşı mücadeleye katıldım. Orada büyük bir öğrenci
hareketi yarattık, aralarında 40'a yakın troçkist
militan, anarşist, yeni soldan bir sürü grup vardı.
Ama partimiz bütün bu hareketliliği kendisine
karşı büyük bir tehdit olarak gördü, çünkü onların
dikey yöntemlerini benimsemiyorduk. Sonra aramızda
bir dizi ayrım oldu, biz ayrıldık, parti de iki
kişi kaldı. Biz de kendimizi savaş karşıtı harekete
ve siyah kitle hareketine adadık ki, 30 bin gencin
katıldığı ilk büyük öğrenci boykotu denememizi
de o zaman yaptık.
O hareket bütün ülkede büyük yankı yaptı. Derken
hayatımın o evresini kapattım ve tezimi hazırlamak
için Şili, Peru ve Arjantin'e gittim. Ama kendimi
Şili'ye yoğunlaştırarak Şili'deki mücadele ve
sosyo-ekonomik formasyon üzerine bir tez yazdım.
Tezim bir de ödül kazandı ve kitap olarak da basıldı.
Kitap biraz kahinceydi çünkü muhtemelen seçimlerin
kazanılacağını ama Şili otoriterizminin pusuda
olduğunu ve zafere saldıracak birçok güç olduğunu
yazmıştım. Bu 1968'deydi ve bu eğilim bana çok
açık görünüyordu. Şili'de keşfettiğim bir başka
şey ülkenin demokratik sivil yüzünün ardında güçlü
bir otoriterizmin saklı olduğu ve yukardan sert
bir sınıfsal nefretin mevcudiyetiydi. Orada birkaç
yıl Cephe hükümetinin danışmanı olarak kaldım,
bir dizi insanla ve parlamento dışı gruplarla
ilişkiler kurdum. 11 Eylül 1973 darbesinden dokuz
gün önce Şili'yi terkettim çünkü hükümetin üç
anayasacı generalin istifasını kabul etmesiyle
her şeyin yitirildiğine inanıyordum. Bu bir intihar
eylemiydi ve ben de kişisel olarak hükümetin berbat
hatalar işlediğine, ordu ile ittifak kurmak ve
Hristiyan demokratlar arasında müttefik aramak
için kitle mücadelesini ve fabrikalarda örgütlenen
işçi hareketini kurban ettiğine inanıyordum. Onların
darbeyi kolaylaştırdıklarına inanıyordum ve ben
de tek başımaydım.
Cephe Başkan Allende'yi kurtarma
sorunuyla yüzyüze değil miydi?
Bunu ona değil ama hükümetle temas
kurduğum kişi olan Savunma Bakanı'na söyledim.
Dönmemin ardından İtalyan senatör Lesio Basso
beni çağırdı ve Latin Amerika'daki insan hakları
ihlallerine karşı Russel Mahkemesini kurduk. Mahkemenin
kurulma aşamasında basında ve medyada güçlü bir
etki yaratıldı. Nobel ödüllü bir düzine insanı
ve Garcia Marquez ve Julio Cortazar gibi yazarları
ve büyük prestij sahibi matematikçileri işe dahil
ettik. Ben de daha az tanınmış birisi olarak doğu
jürisine katıldım ama daha çok kuzey Amerikan
hükümetiyle ve Brezilya, Şili, Bolivya ve daha
sonra sağın işbaşına geldiği bütün ülkelerdeki
baskıları tezgahlayan çokuluslu şirketlerle ilgili
suçlamaların dokümantasyonu işine katıldım. Büyük
bir deneyimdi. Orada Yunan Sosyalist Parti lideri
Andreas Papandreu ile tanıştım, oturumlardan birisine
katılmıştı. Beni Yunanistan'a çağırdı, 1976'da
kısa bir ders vermek üzere oraya gittim, ki kendisini
de Atina'daki Sosyalist Partiyi terkedecek bir
sonraki başbakan olacaktı. Çok şey tartıştık,
marksizmin temel kavramlarını ve bunların Yunanistan'da
olup bitenlere nasıl uygulanacağını tartıştık.
Tanrım, sanırım iyi bir öğrenci değildi, çünkü
sola sinyal vererek iktidara gelip sonra sağa
çekti.
Seçimleri kazandığında İtalya'daydım ve ona bir
tebrik telgrafı gönderdim. Beni hemen Yunanistan'a
çağırdı. Ertesi gün oradaydım ve bana Akdeniz'de
sendikalarla, kooperatiflerle ve diğer örgütlerle
bağlantılı bir eğitim merkezi sundu. Yaklaşık
üç yıl Yunanistan'da kaldım. Kadınların, emeklilerin,
sendikaların gelişimiyle ilgili çok zengin bir
deneyimdi. Demokratik ilerlemeler vardı ama başkan
benim sürekli ısrarlarımı dinlemedi ve borçlu
fabrikalara, işçilere devretmek üzere el koymaya
cesaret edemedi. Sürekli olarak önce krizi çözelim,
sonra düşünürüz diyordu. Bense tam tersine fabrikalara
el koyarak krize müdahale etmeyi ve iyileşmeyi
böylelikle sağlamayı öneriyordum. Farklılıklarımız
vardı. Sonra iş bir uyum planını uygulamaya gelince,
sendikalar greve gittiler -sosyalist sendikalar
ve o da hepsini partiden attı. Ben de atılanlarla
dayanışma amacıyla istifa ettim. Bu da yaklaşık
86 yılındaydı. Daha önce venezüella'da ve Orta
Amerika'da Sandinistalarla birlikte oldum. Sandinistalarla
fazla özdeşleşemedim çünkü çok ihtişamlı, dikey
ve biraz da oportünisttiler.
Daniel Ortega'yı mı kastediyorsunuz?
Ortega ve kardeşi Humberto, çürümüş
bir tarza yönelerek Nikaragua'nın en zengin adamları
oldular. Chamarro ile işbirliği yaptı ve Kuzey
Amerikalılara madalya verdi. Ama Venezüella'da
Carlos Andres Perez'in ilk döneminde, 1976-77
yıllarında bulundum, petrol ulusallaştırılmaları
sırasında. Bir yıl sonra da Maracaibo'da ders
verirken bir soruşturma yaptım. Ulusallaştırmanın
sınıf yapısı ve gelirler üzerindeki etkilerini
araştırdım. Ve sadece ulusallaştırmanın beklediğimiz
sonuçları vermediğini keşfettim. Yeni yöneticiler
de İngiliz aksanıyla konuşuyor, aynı anormal evlerde
oturuyor ve eskilerle aynı ayrıcalıkları paylaşıyorlardı.
Toplumsal üretim ilişkilerinde birşey değişmemişti.
Daha da kötüsü: yeni gelirler, aldıkları kredileri
tarıma ve üretime değil, gayrımenkule yatıran
sahte tarım sektörüne aktarılıyordu. Orada ulusallaştırmanın
sağladığı faydalar üzerine eleştirel bir inceleme
yaptım. Şimdi de Chavez'le birlikte eskiden yazdığım
kitap şahane oldu.
Başkan Hugo Chavez'e güveniyor musunuz? Bazıları
ona yeni Peron diyor?
Benzetme yapmak gereksiz. Chavez
kendisine özgü birisi. Kendi tarzında bir popülist.
Çok basit, halktan bir adam. İki kez görüştük,
bir öğlen bir de akşam yemeğinde. İyi niyetli
olduğuna inanıyorum, ama stratejik bir programı
yok. Hükümeti birçok iyileşme sağladı. Üreticilerin
tümünü birleştirebilme yeteneği anlamında Peron'a
benzer bir siyaset yürütüyor. Kapitalistleri,
işçileri, tarımı, çiftçileri büyük bir üreticiler
bloku halinde biraraya getirmek. Petrol gelirlerini
sosyal işleri finanse etmek için kullanıyor. Dahası
da var: bağımsız bir ulusalcılığı Birleşik Devletlerle
iyi ilişkiler içinde kurabileceğini düşünün. Bu
da onun sınırı diye düşünüyorum. Öte yandan, söylemi
ve hükümetin sosyal işleri en alta yönlendirmesi
üst orta sınıflarda ve egemen sınıfta büyük bir
tepki yarattı. Kendisine yönelik büyük bir nefret
yarattı ve halk sınıfları onu destekliyor.
Sadece sosyalist bir rejim altında hayal edilebilecek
tarzda bir sınıfsal nefret bu. İki taraflı bir
nefret: Venezüella Şili'deki kutuplaşmadan bu
yana görülmemiş biçimde ikiye bölündü. Dahası:
Birleşik Devletlerde aşırı bir hükümet olduğu
için rejime yönelik nefret de büyüyor. Bu da bence
çok ilginç bir durum yaratıyor çünkü Chavez, Peron'dan
farklı olarak, orduya yönelik bir siyasete sahip.
Darbeye katılanlara karşı en azından alt düzeylerde
iyi bir atak yaptı. İşçileri silahlandırmadı ama
komitelerde örgütleniyorlar. Çok çelişkili bir
süreç ve liberal bir siyasetle anti-emperyalizmin
birleşmesini temsil ediyor. Ekonomik denge en
zayıf tarafı çünkü örneğin Merkez Bankası yeni
liberal. Ve refah politikaları öneriyor. Borçları
ödemeye devam ediyor ama sosyal programı da ilerletmek
istiyor. Şimdi petrol fiyatları düşerken, Irak'tan
sonra, bir karar alması gerek. Çünkü petrol fiyatlarını
daha da düşürecekler ve bu da hükümet gelirlerini
dramatik biçimde azaltacak. Bu darbenin mi hükümetin
mi güçleneceğini gösterecek olan büyük bir an.
Küba devriminin Komutan Fidel
Castro'nun ölümü sonrasında nereye gideceğini
düşünüyorsunuz?
Sadece tek bir olasılık yok, olabilecek
bir dizi şey var. Bunlardan birisi solun yeni
teknokratlar kuşağı olarak adlandırdıkları kümeyle
devrim zamanından kalan eski militan kuşağın kolektif
yönelimi olabilir. Birlikte belki ilerleyebilir,
politik alanı genişletebilir ve ekonomik planları
daha organik bir biçimde akılcılaştırabilirler.
Bu bir olasılık. Daha çok Küba ile Birleşik Devletler
arasındaki koşullara bağlı. Birleşik Devletler
Küba'ya yönelik askeri baskıyı sürdürdükçe inanıyorum
ki iç koşullar ulusal güvenlik gerekçeleriyle
daha sınırlı olacak. Bir başka seçeneğin daha
fazla liberalleşme ve siyasal alanda daha büyük
bir özerkleşmenin bileşiminden oluşacağına inanıyorum.
Bundan sendikaları ve diğer organizmaları kastediyorum
ama bu da demin söylediğim ulusal güvenlik koşuluna
bağlı. Üçüncü olarak, daha az karizmatik olan
ve kendisinin de yarattığı eski ve yeni kuşaklar
arasındaki ve güvenlik siyaseti ile genel olarak
siyaset arasındaki bazı çelişkiler konusunda daha
kıt bir analiz gücüne sahip olan Raul Castro'nun
yönetimi altında bir rejim olabilir. Bence, en
muhtemel seçenek üç tartışmayı birbirine bağlayabilecekleri
tedrici bir değişim süreci olabilir: etkinlik
ve katılım, diğeri ticarette dışa açılma ve devlet
şirketlerinin toplumsallaştırılması ve üçüncüsü
güvenlik sisteminin Avrupa, Kanada vb ile ilişkilerin
derinleşmesi yönünde artan baskılar karşısında
ne derece korunabileceği. Bence bunlar çok önemli
tartışmalar. Bunlara çeşitli demokrasi tarifleri
de dahil. Demokrasi ne ölçüde parti tartışmalarıyla
özdeşleşebilir, sivil toplum yapıları ve sendikalar
ne ölçüde bağımsız olabilir. Birleşik devletler
Küba'ya güçlü biçimde saldırırsa tüm ülke parti
önderliği altında tek bir ordu gibi birleşir.
Birleşik Devletler geri çekilirse ya da daha geniş
seçenekli bir siyaset izlerse Kübalılar da kendilerini
daha geniş bir tartışma yapacak kadar güvenli
hissederler.
Saramago ve diğerleri gibi Küba'ya
yönelik entellektüel eleştiriler konusunda ne
düşünüyorsunuz?
Bence solun, örneğin Galeano ve
Saramago'nun eleştirileri çok çok ciddi bir şey
konusunda hatalı: Küba'nın ulusal güvenlik sorununu
tamamen görmezlikten geliyorlar. Terörist eylemler,
askeri tehditler, Castro'ya yönelik saldırılar,
otellere, iletişim ve ulaşım sistemine yönelik
saldırılar devrimi yıkmak amacıyla sürerken, Bush
gibi dünya siyaseti açısından faşist ve emperyalist
bir hükümete karşı sadece taş atarak mücadele
etmeyi önermek bana tamamen sorumsuzluk gibi geliyor.
Eleştirilerimizi ve değerlendirmelerimizi Küba'nın
içinde bulunduğu bağlama yerleştirmeliyiz.
Küba'ya yönelik eleştiriler arasında kendinize
yakın bulduğunuz var mı?
Küba'nın güvenlik sorunu veri olmak
üzere, bence tartışmayı ekonomideki tercihler
konusunda geliştirmeliler. Sendikalar, entellektüeller
ve devrimin lehine savaşanlar buna dahil edilmeli.
Kuzey Amerikan hükümeti tarafından finanse edilenler
buna dahil değil. Bence temel alan bu. Bence turizmin
Küba'nın pirinç ihtiyacını giderebilecek olan
alanları etkileyecek oranda ve biçimde yayılması
üzerine tartışılmalı. Örneğin biyoteknolojiye
verilen önem ve duyulan inanç sorgulanmalı çünkü
40 milyar dolar harcanan biyoteknolojide 25 tane
karlı ürün var ki bu da ürün başına yüksek bir
maliyet. Anlamaları lazım, biyoteknolojiye sihirli
bir inanç besliyorlar. Biyoteknoloji en fazla
sınırlı bir alanda deneysel amaçla uygulanabilir
ama bence çok riskli. Turizm Küba için çok iyi
çünkü altyapısı düzgün kurulmuş. Ama örneğin tamamen
Sovyet pazarına bağımlı olan ve üreticilerin doygunluk
hissetiği şeker üretiminde olduğu gibi aşırıya
kaçılırsa sorun çıkar, Küba ekonomisinin bir dizi
alanda çeşitlenmesi lazım. Bence bunlar önemli
konular.
Petras, Sovyetleri hatırlıyorsunuz. Gorbaçov
büyük bir hain miydi? Putin konusunda ne düşünüyorsunuz?
Sovyetler Birliğinin yıkılışını nasıl yaşadınız?
Yıkımın, insani anlamda tam bir
felaket olduğunu düşünüyorum. İşçilerin çoğu için
yaşam standartı yüzde 80 azaldı ve emekliler herşeylerini
yitirdiler. Yaşlılar sokaklarda ve ayda on dolarları
bile yok. Yaşam beklentisi 64 yıldan 58 yıla düştü.
Fahişelik muazzam arttı. Bulaşıcı hastalıklar.
10 milyon Rus bunlardan öldü ve hiç de ölmeleri
gerekmiyordu. Bunun basit bir Gorbaçov sorunu
olduğunu düşünmüyorum. O Stalin'in izini sürdü
ve Stalin'i destekleyen ayrıcalıklı kast batılı
bürokratlara dönüştü, devrimin mirasından çok
kuzey amerikan kapitalizmine yöneldiler. Kapitalizm
bürokratların tüm yaşam tarzına ve değerlerine
sinmişti. Gorbaçov'u iktidara getiren ve izlediği
siyaseti belirleyenler de onlardı: retorik olarak
sosyalizmden sözederken, kapitalizmi nüfus ettirmek
üzere batıyla uyumlulaşmak. Gorbaçov siyasal olarak
tam bir aptaldı, kalın kafalı bir aptal. Bush
onunla görüştüğünde şöyle dedi, "hiçbir şey
elde etmeden istediğimiz herşeyi vermelerini beklemiyorduk."
Gorbaçov politik bakımdan görüşmelerde aptalca
davrandı, iktidar bilgisi konusunda aptalca davrandı,
hükümet oluşturmada aptalca davrandı. Şimdi ise
Pizza Hut'da pizza satan bir aptal olarak yaşamına
devam ediyor. Tüm çevrelerde, Birleşik Devletlerdeki
gerçekçi çevrelerde bile çok gözden düşmüş bir
kişilik. Birleşik Devletlere bir imparatorluk
sunan bir aptal yarattılar.
Ya Mao sonrası Çin?
Mao döneminde de bir dizi sınırlılık
vardı, bir dizi akıldışı çelişki ve kampanya.
Bazıları iyi niyetli, bazılarının berbat sonuçları
oldu. Mao döneminin en değerli yönünün toplumsal
eşitlik ve alan çalışmaları olduğunu düşünüyorum,
50'li yıllarda sona eren "büyük sıçrayış"
maceraları bir yana. Kadınların sağlık, eğitim
ve korunma gibi sorunlarını çözdüler. Mao ve bu
yeni kapitalizm yanlıları sınıfı üretici güçler
üzerindeki baskıları, çiftliklerin genişlemesi
üzerindeki sınırlamaları kaldırdıklarında bunu
çok akıldışı bir biçimde yaptılar. Dönüşü olmayan
bir biçimde kapitalizme geçmek için daha fazla
reform yapmaları gerektiğini düşündüler. Bunun
sonucunda iki şey oldu: toplumsal sınıflar arasında
benzeri görülmemiş bir kutuplaşma çünkü Çin'deki
çalışma koşullarının dünyadaki en kötü koşullar
olduğunu düşünüyorum. Dünyanın en kötüsü!
Eskiden partideki bürokrasi işçilere özerklik
tanımaksızın onları koruma işlevine sahipti. Mao
dönemindeki çalışma koşulları çok düzgündü. İşçiler
fabrikalarda fazla sıkıntı olmadan çalışıyorlardı.
Dinlenme zamanları vardı, öğleden sonra yarım
saat kestiriyorlardı, 20 dakika kuşluk vakti...
Fazla kazanmıyorlardı ama ezilmiyorlardı. Şimdi
daha fazla kazanıyorlar ama tamamen vahşi koşullar
altında, özellikle yabancı sermayeli ihracat fabrikalarında.
Sonuçta, üretici güçler muazzam oranda büyüdü,
sınıf kutuplaşması artarken ve grevler, protestolar
çoğalırken. Çin'de yaşanmakta olan isyanlar ve
çatışmaların bir parçasını bile bilmiyoruz.
Bence kendisine hala komünist diyen
Çin kapitalist partisinin sorumsuzluğu patlayıcı
düzeylere ulaştı. SARS salgını kamu sağlığı sisteminin
çöküşüne, bürokrasinin kibrine ve tamamen ihracata
ve yabancı sermayeye dayanan ekonominin kırılganlığına
işaret ediyor. Çin ihracatı denilen şeyin yüzde
50'sini çokuluslu şirketler gerçekleştiriyor ama
Çinli gibi görünüyor çünkü orada yerleşikler.
Ama kazanımlar ve teknoloji yabancıların elinde.
Gelecek on yılda bu kırılganlıklar ve çelişkilerin
sistemi hangi derecede sarsabileceğini görmek
gerek.
Sizin Neuquen'deki varlık sebebiniz
hakkında konuşmadan bitirmek istemiyorum. Zanon'un
ve buradaki işçi öz-yönetim deneyiminin anlamı
nedir?
Zanon burada sendikalar, TİES,
CTA, öğretmenler, üniversite profesörleri, kilise
arasındaki toplumsal ittifaklarını genişletir
ve derinleştirirken kendisini sürdürme ve zenginleştirmeye
dair bir dizi olanak yaratıyor. Zanon'u savunmaya
yönelik diğer çabaların da ihmal edilmemesi gerektiğini
düşünüyorum. Sanırım gergin bir süreç yaşanacak.
Fabrikalara el konulmasını meşrulaştırma mücadelesi
son derece önemlidir ve bu tüm mücadele biçimlerini
birleştirmelidir: sokak kavgaları, kurumsal mücadele,
yasal mücadele, tüm bu biçimler böylece bir güçler
dengesi sağlayabilir ve hükümet de bir daha saldırma
gücü bulamaz. Bence Zanon her gün şirkete ilişkin
yeni birşey öğreniyor. Meclisi sürdürürken teknisyenlerle
birlikte işi profesyonelleştirmeyi öğreniyorlar.
Bence önemli olan makinaların onarımı ve yenilenmesi
için bir kapitalizasyonu finanse etmeleri.
Tüm para ücretlere ayrılamaz. Tüketimi yatırımla
dengelemek gerek. Bu temeldir. Üretim hattını
geliştirmek ve Bolivya, Venezüella gibi yerlerde
ürettikleri mükemmel ürüne yeni müşteriler bulmaları
gerek.
60'lı yılları düşünürseniz Zanon
Arjantin açısından alışılmadık bir örnek mi?
Evet ama daha önce de Cordova ve
diğer yerlerdeki mücadelelerin ve kavgaların merkezinde
böyle öz yönetim örnekleri olmuştu. Önemli olan
Zanon deneyiminin uzatılabilir ve alışıldık olmayan
bir örneğe dönüştürülebilir olması.
--------------------------------------------------------------------
* Arjantin'de işçiler tarafından
el konulan Zanon seramik fabrikasının olduğu bölge
|