Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Latin Amerika'da Sol ve Seçimler

James Petras
21/03/2003-Fight Racism! Fight Imperialism!
Çeviren: Özgür Üniversite

FRFI: Özellikle de günümüz koşulları için soracak olursak, Latin Amerika'nın ABD için stratejik önemi nedir?
J. Petras: Pekala, Latin Amerika'nın dünya ticaretindeki payının küçüldüğünü, Amerikan ekonomisinin toplam dünya ticaretindeki öneminin azaldığını ve bu yüzdende pek bir öneminin olmadığını iddia eden sahte tartışma ile başlayabiliriz. Bu tür tartışmalar, yersiz benzetmelerle yaygın olarak yapılmaktadır. Şunu vurgulamak gerekiyor; Latin Amerika ABD bankalarının en yüksek kar ettiği ve tarihsel olarak deniz aşırı ülkelerden gelen en yüksek kazancı sağladıkları bölgelerdir.
Üstelik ABD'nin en elverişli dış ödemeler dengesine sahip olduğu tek bölge yine Latin Amerika'dır. Ve bu yüzden ABD'nin Asya'daki hatta Avrupa'daki çok büyük açıklarını tazmin etmesine de yardım etmektedir. Bu açıdan bakıldığında, eğer Latin Amerika olmasaydı dolar daha zayıf ve ABD'nin dışarıdaki konumu da şu an olduğundan çok daha kötü olurdu. Global stratejik öneminden ayrı olarak başka etkenler de vardır. Meksika, Venezüella, Ekvator, Kolombiya ve Arjantin petrol üreten bölgelerdir ve ABD'nin önemli petrol kaynaklarıdır. Özellikle de Orta Doğu'da kriz olduğu dönemlerde ABD, Latin Amerika'da diğer bölgelerde gelişebilecek muhalefete karşı harekete geçirebileceği sağlam bir taraftar bloğuna sahiptir. Şu gerçeği de vurgulamak gerekir; Latin Amerika'daki ABD şirketleri, özellikle de en büyük 500 ABD şirketi Latin Amerika ekonomisinin çok önemli kısımlarını kontrol etmektedirler. Bu yalnızca endüstri ve hammadde değil fast-food, gayri menkul, turizm, hava trafiği vb. alanlar da bunların kontrolündedir. ABD'ye kar, faiz ve telif hakkı ücreti sağlayarak ABD'nin zayıf noktalarını güçlendiren tüm önemli sektörlerin üzerinde ABD çok uluslu şirketleri ve bankaları oturmaktadır. Tüm bu nedenlerden dolayı Latin Amerika'nın son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Venezüella ve özelikle de Kolombiya ile ilgili kaygılar, başarılı toplumsal dönüşümlerin Latin Amerika'nın geri kalan kısmında örnek teşkil edebilecek bir etki yapabileceği korkusuna eşlik etmek durumundadır. Küreselleşme koşullarında herhangi bir değişim yaratmanın mümkün olmayacağı tartışması bu düşünceyi zayıflatmaktadır. Bu koşullar her türden sahte sol ve reformist insanlar için temel argümanlardan birini teşkil etmektedir. Bunların söyledikleri şudur: "Elbette borçları unutmalıyız ve neo-liberalizmle savaşmalıyız, ama gerçekçi olmalıyız; ABD'nin gücü ve egemenliği göz önüne alındığında ne kadar dayanabiliriz?" ya da bu biçimsiz terimi tekrar kullanıp " Küreselleşme buna izin vermez." Kolombiya'daki çatışmanın ABD'nin yenilmezlik efsanesinin aşınmasını engellemeye yönelik bir girişimi olduğunu düşünüyorum.

FRFI: Bu bağlamda planlanmakta olan Amerikalıların serbest ticaret bölgeleri (FTAA) hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz?
J.P.: Öncelikle son on yılda neler olduğuna bir bakalım. 1990'lı yıllar Latin Amerika için kelimenin tam anlamıyla korkunç bir dönemdi. Gelir düştü, yoksulluk arttı, en büyük ekonomiler şişti ve Brezilya modern dönemi kapsayan tarihinde en kötü büyüme dönemini yaşadı. Diğer taraftan ABD yatırımcıları, bankerleri, sanayicileri ve telekomünikasyonlar için altın bir çağdı. Hiç bu kadar kar elde etmemişler, tekellere teslim olan kamu işletmeleri hiçbir zaman bu dönemdeki kadar çok olmamış, hiçbir dönemde bu kadar çok faiz kazancını transfer etmemişler, finansal pazarların düzensizliği yüzünden kendi finansal dolaşımları yoluyla bu kadar çok yasa dışı kazancı sevk etmemişlerdi. Şimdi bu altın çağ yeterli gelmemektedir. Washington her şeyi istemektedir ve sanırım bir çok düşünür ABD emperyalizminin doymak bilmeyen iştahını küçümsemekle yanlış yapmaktadırlar.
İki şey akıldan çıkarılmamalıdır. Birincisi, Latin Amerika ekonomilerinin son derece karlı sektörleri, kitlesel sendikal mücadeleler yüzünden hala kamu sektöründedir. Bunlar, Ekvator ve Meksika'daki petrol endüstrisi, elektrik enerjisi ve hafif sanayiidir. Bolivya'daki bazı mineraller, gaz, petrol ve çok ciddi işçi direnişi nedeniyle özelleştirilmemiş olan diğer bazı stratejik sektörlerdir. Kolombiya için de aynı durum geçerlidir, bazı kamu kuruluşları alıkonulmuştur. Bu sebepten Amerikalıların serbest ticaret bölgeleri (FTAA) kamuya özel alanlarda ulusal mevzuatın yerini alacak kurallar tarafından çizilen bir yapı biçimlendirmek istemektedir. İkinci ve daha önemlisi, sürmekte olan neo-liberal politikalar taraftarlarını kaybetmiş durumdadırlar. Artık halkı şaşırtıp kandırmaları mümkün değildir; inandırıcılıklarını tamamen yitirmişlerdir. ABD'nin 1990'lardaki politik temsilcileri de her yerde güvenirliklerini tümüyle yitirmişlerdir. Taledo, Peru'da seçilmiş ve altı ay içinde arkasındaki destek parmakla sayılabilecek kadar azalmıştır. Bolivya'daki Sanchez de Lozada iktidarı zar zor elinde tutmaktadır ve rejimini sürdürmesi hemen hemen imkansızdır.
Her yıl onların olan bu altın yumurtayı kaybedecekleri korkusunu taşımaktadırlar. Bu yüzden aşırı baskılarla karşılaştıkları ulus devleti aşmak ve bir ABD memuru yada tanınmış bir temsilci tarafında yönetilen bir serbest ticaret komisyonu kurarak - belki Miami'de- kanun koyucular yerel memurlar, yada kitlesel hareketlere doğrudan maruz kalmak ve uğraşmak istemektedirler. Bu türden doğrudan baskılara karşı dokunulmazlık zırhına bürüneceklerdir. Böylece, serbest ticaret alanı çok-amaçlı olacaktır. Bu, neo-kolonyalizmden (sömürgecilikten) tam-sömürgeciliğe giden daha ileri bir süreçtir. Bağımsızlık, basitçe ABD emperyalizminin diğer silahı diyebileceğimiz ulus ötesi varlık içinde tamamıyla eritilmektedir. ABD yönetimi en güçlü nüfuza sahip olacaktır. Bunu serbest ticaret bölgeleri ile birlikte gerçekleştirmek ve sürdürebilmek için bazı mekanizmalara gereksinim duyacaklardır. Bu yüzden, ABD askeri üsleri kurulmakta, ortak tatbikatlar yapılmakta ve bu plan sayesinde daha derinlemesine müdahaleler yapılmaktadır.
Bu konu ile ilgili bir şey daha söyleyebilir ve sanırım bu belki biraz daha tartışılmalıdır. Eski kuşak neo-liberallerin ( Brezilya'da Cardoso, Ekvtor'da Noboa vb.) dağılmasıyla birlikte yeni bir neo-liberaller kuşağı sosyal demokratlar kılığına büründü.( Brezilya'da Lula da Silva, Ekvator'da Gutierrez gibi bir popülist vb.) Bunlar ABD'den sağlayacakları imtiyazları ve zamanlamasını tartışmak istemelerine rağmen, FTAA'yı desteklemeye başlamışlardır. Bu nedenle, bunlar yalnızca doğrudan kontrol düzeyinde çalışmakla kalmamakta, aynı zamanda yeni destekçileri olan eski solcuların ve halkçılardan oluşan yeni kuşak içinde de çalışmaktadırlar. Yine de Gutierrez Hintli organizasyonlar içindeki eski müttefiklerinin muhalefeti ile karşılaşmaktadır ve Lula da Silva çok sert IMF programından dolayı metal işçilerinin ve kamu çalışanlarının itirazları ile yüz yüze gelmektedir. Bu yüzden ulus ötesi varlık düşüncesi Washington'un gündeminde en önemli konu olmaya devam etmektedir.


FRFI: Latin Amerika'da gelişmekte olan direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz?
J.P.: Direniş son derece yayılmış durumdadır. FTAA'lara karşı muazzam bir muhalefet vardır. Hiç mübalağa etmeden bu muhalefetin nüfusun 3/4'ünü kapsadığını söyleyebilirim. Eğer Bolivya'ya bakarsak, sürmekte olan en önemli kitlesel mücadelenin bir kısmını gösterebiliriz. Kent ayaklanmasının olduğu gün Sanches de Lozada'yı neredeyse deviriyorlardı. Polis devreye girdiğinde Bakanlık Sarayından bir ambulansın içinde gizlice sıvışmak zorunda kalmıştı. Birileri O'nun bir hemşire kılığına büründüğünü söylediler. Doğru olup olmadığını bilmiyorum, ama Santa Cruz ve Cochabamba gibi kentlerdeki caddeler ordu tarafından ele geçirilmişti, fakat dev muhalif hareketler tarafından kuşatılmıştı. Olağanüstü bir lider olan Evo Morales'de oradaydı. Kendisi parlamenter mücadele ile parlamento dışı mücadeleyi çok yaratıcı bir biçimde birleştirdi. Bunu yapmak için, parlamenter mücadeleyi kitle mücadelesinin inisiyatifine bağladı ve kentteki hareketleri, serbest çalışanları, gelişmekte olan yada sınıf-yönelimli işçi sendikalarını birleştirmeye çalışan halkçı bir koordinasyon yarattı. Oradaki mücadele olağanüstü ilerlemişti. Evo çok net bir anti-emperyalistti, herhangi bir belirsizlik yoktu. Kızılderililer için bir otonomi benimsemek ve coca'yı yasallaştırmak isterken; O And bölgesi ülkelerine çok geniş bir bakış açısına sahipti. Günümüzde en gelişmiş mücadelelerden biri budur.
İkinci sırada sayılabilecek gelişmiş bir mücadele örneği de Kolombiya'dır ve bence bu mücadeleye çok boyutlu bir mücadele olarak bakmak zorundayız. Gerilla hareketi 25.000 kişiyi kapsamaktaydı ama bu sayı çok kolay bir biçimde 50.000 savaşçıya ulaşabiliyordu. Hafif silahlarla çok iyi bir şekilde silahlanmışlardı. Manuel Marulanda, Latin Amerika tarihindeki en büyük gerilla komutanlarından biridir ve bir çok yönden Ho Chi Mihn yada ünlü Vietnamlı General Giap ile mukayese edilebilecek yetenekleri vardır. FARC'ın nüfuzu herhangi bir yerde kırsalın belki de toplamında %40'ına ulaşmaktadır. Liderleri kitle hareketine sıkı bir biçimde bağlı olan ağırlıklı olarak %70-80'in üzerinde bir köylü hareketidir. Onlar, ilkelerinin pek çoğunu bir kenara bırakarak parlamentodaki rahat koltuklarına dönmeyi rahatça kabul eden Güney Amerika'daki bazı küçük liderlerden farklıdırlar. Kolombiya'da bu tarz bir olaya rastlamanız pek mümkün değildir. Buradaki hareket çok güçlü sınıfsal köklere sahiptir ve çok gelişmiştir.
Kolombiya hakkında söylenmesi gereken ikinci şey kitle mücadelesidir ve bu bağlamda da işçi sendikalarının ve ardından da kırsalın radikalleşmesine neden olan neo-liberal politikalara bakmak gerekir. Topraksız işçiler, küçük köylüler, orta ölçekte kahve üreticilerinin üzerinden ilerleyen bir tarım bloğu vardır ve bunlar devlet sübvansiyonlarının kesilmesinden ve serbest ticaret politikalarından olumsuz etkilenmişlerdir.
Bu olumsuz politikalar ucuz tahıl ithal edilmesine ve kahve üreticilerinin destek bulmadıkları için başarısız olmalarına neden olmuştur. Bu nedenle burada, on binlerce muhalif insanı çok başarılı bir biçimde harekete geçirebilen bir blok vardır. Bunlar rejimle başa baş mücadele veren, ölümlere, mücadelenin sonuçlarına göğüs geren hareketlerdir. Bunlar içinde işçi sendikaları hareketini, kamu emekçilerini, okul öğretmenlerini, imalat işçileri şubelerini, muz işçilerini, petrol işçilerini sayabiliriz. Bu bir ölüm kalım mücadelesidir. Devletin gücü bir sorun olarak masaya yatırılmış durumdadır. En azından, sınıf mücadelesinin gelişmiş müfrezeleri kapitalizme karşı sosyalizm tartışmasını masaya yatırmışlardır. Sanırım Orta Doğu dışında ABD'yi kaygılandıran en önemli mesele budur.
Şu ana kadar en gelişmiş hareketlerin hangileri olduğu konusundaki kendi düşüncemi belirttim. İkincil düzeyde, ama çok da ötede olmayan, anılması gereken ise Venezüella'daki harekettir. Bu hareket çok kompleks, çok çelişiktir, fakat daha net bir sınıfsal kutuplaşmaya doğru ilerlemektedir. Chavez bir tür dış politika milliyetçisi olarak başladı ve bu da ABD'yi tahrik etmeye yetti. Kendisi konut sorunu, okullar vb.'ini kapsayan refah harcamalarıyla ilgili bir takım programları hayata geçirdi. Ayrıca artırımlı vergi konusunda küçük bir başlangıç yapılmasını ve refahın bazı bölümlerinin vergilendirmeye başlanmasını sağladı. Venezüella'nın vergi sisteminin tamamı gerileyen bir sistemdir ve petrol gelirlerine dayalıdır. Chavez'in politikaları bir çeşit ilerlemekte olan Bonapartizm'dir ve ülke dahilindeki farklı gruplar arasında dengede durmaktadır. Bir yandan ABD şirketlerinin çıkarlarını gözetirken, öte yandan OPEC, Küba ve Kolombiya konusunda bağımsız dış politika belirlemektedir. Buna rağmen yerel burjuvazinin ABD ile işbirliği yaparak gerçekleştirdiği iki darbe girişiminden sonra, Chavez çok önemli bazı yollara yönelmeye başladı.
Öncelikle emperyalizm yanlısı ordunun bazı bölümlerini temizledi. Ülke içinde herhangi bir gelişme sağlanabilmesi için bu önemliydi. İkinci olarak çevre ülkelerle bilinçli ve temkinli komşuluk ilişkileri organize etmeye koyuldu. Üçüncü olarak da emperyalizm taraftarı entrikacı sendikaların yerini alacak sınıf-merkezli alternatif işçi sendikası çekirdeğini oluşturacak bir politika geliştirmeye başlamıştır. En önemlisi de kamu teşebbüslerini ulusallaştırmış olmasıdır. Bu, kulağa biraz anormal gelmektedir, ama bu kamu teşebbüsleri, gelirinin %60'ı maaşlara harcanan kuruluşlardı. Kıdemli yöneticilerin maaşları yıllık 400-500.000 dolardı. Petrol gelirlerinin çoğu ABD'deki CITCO'ya yatırılıyordu. 1 milyon dolarlık gaz istasyonları zinciri Venezüella'ya dönmek yerine, toplumsal ve ekonomik alanda öncelikli yatırımlar tasarlamak üzere Venezüella kamu merkez bankasının finansal ağında kullanılmak yerine, dışarıya, ABD'ye, Wall Street'e ve finansal çevrelere gidiyordu. Bu nedenle, kamu teşebbüsü adı altında var olan şey, temel dinamik yatırım kaynaklarının kan kaybetmesinden başka bir şey değildi.
Bu gün, Chavez bu yöneticilerin çoğunu ve tüm süreci sabote edebilecek -teknik personel diye anılan- insanların bir kısmını temizlemiş durumdadır. Bir tür felaket yada hükümdarlık politikası vardı. Bunlar işten çıkarıldı. Şimdi, petrol en azından ulusalcı diyebileceğim Ali Rodriguez'in sorumluluğu altındadır. Kendisi 1960'larda bir gerillaydı, bu gün içinse ılımlı bir ulusalcıdır. Aklı başında, dürüst bir adamdır. Ve sanırım ülkeyi geliştirmek için bir kaynak olarak petrolün yeniden canlandırılmasına ve en azından o olağanüstü maaşların ve harcamaların önünün kesilmesine öncelik tanınmış bulunmaktadır. Anahtar budur. Eğer petrol gelirlerini kontrol edebilirsiniz; toprakta reformu, kamu teşebbüslerini, kamusal gelişim için yapılan araştırmaları, toplumsal gelişimi vb. finanse edebiliriz. Bu bir sosyal refah devletinin, bir sosyal ekonominin, bir ulusal sosyal demokrat devletin oluşturulmasında bir ilk adım olarak çok önemli bir girişimdir. Ve sanırım orada dinamikler alttan gelmektedir. Chavez sınıfları uzlaştırmaya çalışmaktadır. Ama mücadelenin yarattığı baskılar, emperyalizmin darbeleri ve tabandan gelen baskılar altında; O radikal bir istikamete ilerlemektedir ve bu çok önemli bir gelişmedir.
Arjantin'de 2001'deki ayaklanmadan bu yana orta sınıfta çok büyük bir radikalleşme yaşanmıştır. Ve sanırım bu ifadeyi tırnak içerisinde kullanmalıyız. Bizim 'orta sınıf' diye bildiğimiz kesim, Arjantin'de yılda 10-12.000 dolar kazanan bir sınıftır. Buenos Aires'te ise nüfusun %35'i yada daha da fazlası proleterleşmiş durumdadır. Pek çoğu işini kaybetmiş, gelirleri 2/3 oranında azalmış durumdadır ve artık nesnel olarak orta-sınıf değildirler. Aşağıya doğru değişen ve gittikçe proletaryanın yaşam standartlarına yaklaşmakta olan, sınıf politikasının bazı düşünüş biçimleriyle ortaklık kuran, yürüyüşler ve isyanlarla uğraşan, işsizlerin hareketine destek veren vb. bir orta-sınıf söz konusudur. Bu çok büyük bir değişimdir. Yaşam standartlarında inanılmaz bir çöküş yaşanmaktadır ve nüfusun %60'ına yakını akıl almaz bir yoksulluğa sürüklenmiş durumdadır. Aynı ülkede 1998'de kişi başına düşen gelir yıllık 9.000 dolardı, şimdi bu gelir 2.500-2.700 dolara düşmüş durumdadır. Yinede bu rakamlar korkunç eşitsizliği yansıtmaktadır.
İşsizlerin örgütlendiği, yöresel halk meclislerinin geliştiği, alt orta-sınıfın cisimleştiği kapitalizmin çöküşünün ve bankacılık dolandırıcılıklarının tasarrufların yok edildiği bir ortam söz konusudur.
Nesnel olarak bakıldığında, bunun devrim öncesi bir durum olduğu söylenebilir. Yine de ne olduğuna bir bakalım. Temel öznellik faktörü eksiktir. Bireylerin ya da grupların öznelliğinden bahsetmiyorum; kastettiğim şey varolan sol grupların öznellik problemidir. Birileri benim çok sekter diye adlandırabileceğim bir devrim kavramı ileri süren Piqueteros'ları da ekleyebilir. Herkes kendi küçük grubu içerisinde kimin diğerini yeneceğini görmek ve bayrağını yükseltmek için diğer gruplarla kavga etmekle meşgul.
Bu yüzden, bu olağanüstü tarihsel fırsat karşısında dehşet verici bir parçalanmışlık vardır. Birini diğerinden ayırmıyorum. Sanırım, tüm bu grupların çevresinden dolaşmak için yeterince kabahat mevcuttur. Bazı küçük entelektüel grupların etkilendikleri ve halkçı çevrelerde yaydıkları -birkaç liderleri de gerçekten etkilemiş olan- bir ideolojik etki görülmektedir. Bu, yeni devrimin devlet gücünü ele geçirmeksizin gerçekleşeceği düşüncesidir. Örneğin Meksika'da yaşamakta olan bir İngiliz akademisyen olan John Holloway: "Devlet gücünü ele geçirmek için savaşmak zorunda değilsiniz, yerel düzeyde paralel organizasyonlar yaratın. Bu organizasyonlar bir şekilde kendilerini çoğaltacak ve neticede sisteme nüfuz ederek onu dönüştürecektir" demektedir.
Bu, belli bir takım popülist cilalanmalarla gereğinden fazla uzatılmış bir Fabianizm'dir. Bu ideoloji, bazı yerel hareketlerin gerçek bir sınıf bilinci ve sınıf kavramı geliştirmelerine yardım etmek yerine onların sınırlılıklarını belli bir sisteme bağlamaktadır. Yerel düzeyde bir takım ilişkileri basitçe yer değiştirerek hiçbir sorunu- hatta en temel problemler olan besin ve iş problemini bile çözmek mümkün değildir. Başka bir deyişle, Holloway, insanların hayata kalabilmek için zaten yerine getirmek zorunda oldukları stratejileri politik bir ilke düzeyine yükseltmektedir.
Tüm bunlar bir araya gelince, sonuçta başa çıkılması oldukça güç bir durumun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Sorun, yaklaşan seçimlerdir. Seçim politikalarına karşı benim tavrım hem genel hem de özel olarak hep olumsuz olmuştur. Bunun nedeni, seçime giren sol partilerin burjuva devletine ve politikalarına evrilmeleri ve adaptasyonları ile ilgili geçmişte ve günümüzde edindiğimiz tüm deneyimlerdir. Buna rağmen, gündeme getirdiğim soru şudur: -ki cevabını ben de bilmiyorum- Ne kadar çekimser oy alabilirsiniz? %50 alabilir misiniz? Eğer yalnızca %25 alırsanız ne olacak? Başkaldırının masada olmadığı özel koşullarda halkın %75'i oy kullanırsa ne yapacaksınız? Öyleyse, henüz hikayeyi bildiğimi söylemiyorum ama sokaktaki insanların büyük çoğunluğunun oy verebileceği ihtimalini göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Bir isyan politikasıyla ilgili alternatif bakış açısı gündemde yoktur. Burjuva partileri en az altıya bölünmüştür. Buda solun birleşmesi durumunda alabileceği %25'lik çoğunluk oy dilimin gözlerden saklamaktadır. Bu durumda ne yapacaksınız? Yine de seçim diyebilir misiniz? Ama seçim derseniz ve tüm küçük gruplar kendi adaylarını göstererek oyların %2-3'ünü alırlarsa; bu da bir güçsüzlük yanılsaması yaratacaktır. Eğer çekimser kalınması çağrısı yaparak oyların %25-30'unu almanız durumunda Menem gibi bir faşist iktidara gelirse; bundan nasıl kurtulacaksınız? O Menem ki Latin Amerika'nın gelmiş geçmiş tüm faşist grup liderlerinden herhangi biri kadar uğursuz ve tehditkardır.
Bu yüzden, zor bir durumla karşı karşıyayız. Şunu söylemek cesaretini kendimde buluyorum; eğer sol inandırıcı bir ortak aday çıkarırsa, oy toplamını güvence altına alabilir ve tüm politik düzeni daha radikal bir dönüşüm yaratmak üzere sorgulatabilir. Eğer ne yapıp yapıp oyların %40-50'sini çekimserleştirebilirlerse, sistemi gayri meşrulaştırmış olacaklardır. Tüm bunlardan dolayı, dışardan kesin yargılara varmak zordur.
Burjuva partileri çok derin bir kriz içindedirler. Bu çok net görülmektedir. En kaba Marksist bakış açısıyla, Arjantin'deki kapitalist sistemin toptan çökmekte olduğu da çok net bir biçimde söylenebilir. Hiçbir şey işlememektedir. Nüfusun %30'luk kesimini oluşturan ve zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanları, yoksulluk sınırı altında yaşayan %60'lık kesimi, aşağıya doğru düşmekte olan bir orta-sınıfı, bölünmüş bir egemen sınıfı düşünecek olursanız; açıktır ki bu, Marx'ın bir sosyalist devrimin gerçekleşmesini mümkün kılacak koşullar hakkında bahsettiği durumdur.

 
 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92