Bush yönetiminin
Baas Patisi’nin orta düzey eski yetkililerini
Irak kentlerinin yerel yönetimlerine atama denemesi
başarısızlıkla sonuçlandı.
İki hafta önce İngilizler
Basra’yı kontrol altına alır
almaz yerel bir şeyhi işbaşına
geçirmişti. İlk başta adını
açıklamak istememesine karşın,
İngiliz basının baskısından
sonra, Basra halkının da adını
merak ettiği şeyhin kimliğini açıkladı:
Şeyh Müzahim Mustafa Kenan Tameemi. Sonradan anlaşıldığı
üzere Tameemi yerel bir şehyden de fazlası:
Saddam’ın ordusunda tuğgeneral ve Baas
Partisi üyesi. Nasıl olur da İngiltere
eski bir Baas partiliyi işlerin başına
geçirirdi? Basralılar bu kararı protesto
ettiler; kendi belediye başkanlarını
kendilerinin seçmesi gerektiğini savundular.
Kalabalık bir grup Tameemi’nin evinin etrafında
toplanıp camlarını indirirken,
bir başka kalabalık ise Basra sokaklarında
İslami yönetim talebi için yürüyorlardı.
İngilizler çark edip, Tameemi’yi varlıklı
bir işadamı olan Galip Kubba ile değiştirdi.
Fakat protestolar dinmedi, nasıl olur da
bir işadamı Saddam rejiminde bu kadar
zengin olabilirdi, Saddam ve Baas Partisine bağlı
olmadan?
Sonra Necef fiyaskosu başgösterdi. Sürgündeki
Iraklı Şii lider Abdül Mecit El-Huey ABD
birlikleriyle beraber güney Irak’a geldi. El Huey’in
önemli Şii lideri olan babası, 1992’de Saddam
tarafından öldürülmüştü. 12 yıldır
İngiltere’de yaşıyordu ve Tony Blair’le
Jack Straw’a yakın bir isimdi. El Huey’in
Şiiler arasındaki nüfuzunu kullanacağı
düşünülüyordu. El Huey kendi askeri eskortunu
da yanına alarak, Necef’e, başını
Haydar El Kadar’ın çektiği eski Baas
partililerle El Sadr ailesinin silahlı güçleri
arasındaki çatışmayı önlemek
için yol aldı. El Huey önce El Kadar ile
el sıkıştı ve sonra da El
Sadr ailesine uzlaşmak üzere mesaj gönderdi.
Fakat sonra ne olduğu anlaşılamadan,
El Huey ve El Kadar kendilerini birden bire silahlı
bir çatışmanın içinde buldular
ve kılıç darbeleriyle öldürüldüler.
Söylenenlere göre kalabalıklar El Kadar’dan
o kadar nefret ediyorlardı ki, o bir daha
iktidara gelmesin diye parça parça ettiler. El
Huey ise, ya bir “Amerikan kuklası” olarak
görüldüğü için ya da eski bir Baas partiliyle
işbirliğine gittiği için öldürüldü.
Geçmişte birçok ruhani liderini Saddam’a kurban
veren Şiiler, hiç kimsenin Baas partisiyle yakınlığına
tahammül edemiyorlar. Iraklı Şiiler hiç
bir zaman açıkta dua edemezler, dini bayramlarını
kutlayamazlardı. Son iki hafta hem Sünni
hem de Şiiler için dinsel özgürlük açısından
inanılmaz değişimler, açılımlar
gerçekleşti. Camilerde toplanan halka dinadamları
hep aynı şeyleri söylediler: kendi liderlerimizi
seçmeliyiz, Amerika gitmeli ve Irak İslami
bir devlet olmalı.
ABD’yi asıl tasalandıran, bu son olasılık.
Iraklı Şiilerin, İslami bir devlet olan
İran’a sıkı bir bağlılığı
var. Bunlardan biri İran’la yakın ilşkisi
olan ve Irak’ta İslami bir devlet yapısını
savunan Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi (IİDYK).
Geçen hafta IİDYK Kut kentinde bir operasyonla
hükümet konağını elegeçirdi ve
sonra yavaş yavaş, ama kararlı bir
şekilde, oradaki ABD güçlerinin elinden kentin
yönetimini söktü aldı. ABD’li kumandan önce
IİDYK’nın oraya oturttuğu adamı
suikastle öldürmeyi düşünse de, bunun kontrol
edilemeyecek bir isyana yolaçabileceği korkusuyla
vazgeçti.
15 Nisan Salı günü ABD güçleri Ur kenti
ileri gelenlerini karagahlarında toplayarak
kendi temsilcilerini atamalarını istediler.
Burada kilit sözcük “atamak”, çünkü en nihayetinde
atamayı kim yapacak: ABD’li kumandanlar.
Güney Irak’taki Şii ruhani liderlerin çoğu
toplantıyı boykot etti. Sadece bir
Şii lider toplantıya katıldı,
o da Şeyh Ayat Cemal El Din. ABD onu tutuyor,
çünkü Şiiler arasında laik devlete tek göz
kırpan o.
Bu sıralarda Nasıriye’de 5000 kişilik
bir kalabalık ellerinde şu pankartı
açtılar: “Konferansta bizim sözcümüz yok”.
Kalabalığın sözünü ettiği konferans
ABD destekli sürgündeki liderlerin topladığı
konferanstı. Çarşamba günü bu kalabalığın
sayısı 20 bine çıktı ve
huzursuzluk Bağdat’a sıçradı; kalabalıklar
Filistin Oteli’nin önünde “Down down USA, don’t
stay, go away!” (ABD dışarı!) diye
bağırıyorlardı.
Mutlaka her Iraklı İslami bir devlet
istiyor diye bir kural yok, ama ABD de Irak’ın
eğitimli kesimleriyle herhangi bir diyaloğa
girmedi. Tersine, ABD sadece ve sadece Saddam’ın
silahlarıyla ilişkisi olabilecek bilimadamlarıyla
ilgileniyor. Petrol teknisyenleri ve jeologlar
da ABD’nin konuşmaya “layık” bulduklarından.
Ve ABD, bu bilimadamlarından da hiçbirine,
kurmayı düşündüğü yeni Irak’ın
yerel ve mahalli meclislerinde, partilerinde yer
vermeyi düşünmüyor.
Onun yerine Pentagon tüm desteğini bir kişiye
yöneltti. Bağdat’ta Amerika-karşıtı
protestolar olurken, ABD güçleri Çelebi’yi başkente
götürdüler. Çelebi, karargahını Saddam’ın
oğullarının avcılık
kulübünde kurdu. Her ne kadar Dışişleri
ve CIA istemese de, Çelebi belli ki Pentagon’un
Irak başkanlığı için düşündüğü
yegane isim. Çelebi bir suçlu. Ürdün’de gıyabında
açılan yolsuzluk davasında 22 yıllık
bir hapis cezasına çarptırılmıştı.
Çelebi’nin kardeşleri de benzer suçlardan İsviçre
mahkemelerinde yargılanmışlardı.
Çelebi gerek sürgündeki gerekse de Irak içindeki
muhalif liderlerden herhangi bir destek görmediği
gibi, Irak halkından aldığı
herhangi bir destek yok.
CIA ve Dışişleri’nin korktuğu da
şu: Çelebi’nin de, ABD’nin diğer üçüncü
dünya ülkelerinde olduğu gibi, başa geçirttiği
başkanın hayatının sonuna
kadar başkan olarak kalma gibi bir hedefi olması.
Çelebi birçoklarının gözünde Saddam
gibi despotik bir kişilik: Şaibeli seçimler,
çeşitli insan hakları ihlalleri ve soyulmuş
devlet hazineleri.
Çelebi daha şimdiden ABD’nin Irak çapında
düzenlediği danışıklı
dövüşlü “konferans”lara kısa devre yaptırdı.
Kendi toplantısına diğer muhalifleri
de çağıracağını açıkladı.
Sonra bu grupların kimler olduğu ortaya
çıkınca planı da deşifre
oldu: IİDYK, Irak Ulusal Uyumu, Barzani, Talabani.
Yerel liderlere yer yoktu. Çelebi kendi ordusunu
da kurdu, ki bu ordu onun şaibeli servetinden
ve Pentagon’dan gelen paralarla kuruldu.
ABD’nin kuyruğuna yapışan başkaları
da var. Musul’daki şiddet ve terör ortamının
tek sorumlusu ABD’nin kente oturttuğu Mişan
El Cuburi’dir. El Cuburi kent halkından
ABD askerlerini desteklemelerini istedi; kalabalık
onu yuhaladı, taşladı ve sonrasında
ABD askerleri halka ateş açtı; 15 kişi
öldürdü, yüzlercesi yaralandı. El Cuburi
tarikatının üyeleri El Cezire televizyonuna,
Mişan’ın bir gangster olduğunu ve
yerel halk arasında sevilmediğini açıkladılar.
Savaş sonrası Irak’ta çıkan kaos
ve boşluk ortamında silahlı çeteler,
aşiret liderleri ve kentli mafya, devrik Saddam’ı
aratmayabilirler. Bu birçok eski Sovyet Cumhuriyetilerinde,
Bosna’da, Kosova’da ve Afganistan’da da böyle
olmuştu. Ancak düşündürücü olan, ABD bu
sefer bu suç gruplarına destek veriyor.
Ve başlarına da Çelebi’yi uygun görüyor.
İngilizceden çeviren: Erdem
Peköz
|