Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Noam Chomsky ile Söyleşi

David Barsamian

Monthly Review/Çev: Mehmet Beyazıt/Özgür Üniversite

Çok uzun zamandır politik bir eylemci, bir yazar ve MIT'de dilbilim profesörü olan Noam Chomsky, pek çok kitabın ve A.B.D dış politikası, uluslararası ilişkiler ve insan hakları üzerine pek çok makalenin de yazarıdır. En son kitapları: Power and Terror (Seven Stroies Press, 2003) and Middle East Illusions (Rowman & Littlefield Pubhishers, 2003)
David Barsamian, Alternative Radio www.alternativeradio. org'un kurucusu ve yöneticisidir. O ve profesör Chomsky röportajlardan oluşan bir dizi kitap hazırlamışlardır. Bunların en sonuncusu Propaganda and the Public Mind'dır. (South end Press, 2001). Aşağıdaki görüşme 22 Mart 2003'de gerçekleşmiştir.

David Barsamian: A.B.D. saldırısının ve Irak'ın işgal edilmesinin anlamı nedir.

Noam Chomsky: Sanırım yalnızca bölge değil, genel olarak tüm dünya, geçen yıl Eylül ayında genel hatlarıyla ifade edilmiş olan bu durumu, askeri güç kullanımını bir norm (ölçü) olarak kabul ettirmek amacına yönelik örnek teşkil edebilecek bir olay olarak algılamaktadırlar. Geçen Eylül, A.B.D.'nin ulusal Güvenlik Stratejisi ortaya çıkmıştır. Bu strateji, tüm dünyada güç kullanımıyla ilgili yeni ve hiçbir biçimde gerekçelendirilemez olan anormal bir doktrin sunmaktaydı. Ve Irak'taki savaş için çalmaya başlayan davul sesleriyle bu sürecin çakışmasının rastlantı olması pek mümkün değildir. Bu aynı zamanda kongre tarafından başlatılan kampanya doğrultusundaki saldırıyla da çakışmıştır. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılıdır.

Bu yeni doktrin (öğreti) preemptive* savaşla ilgili olan doktrinlerden biri olmayıp-ki bu A.B.D tüzüğünün zorlanarak kuralların biraz dışına çıkılması anlamına gelir ve ihtimâl dahilinde bir şeydir - tersine uluslararası hukukta hiç yeri olmayan önleyici (koruyucu) savaş'la ilgilidir. Hatırlayacak olursanız, bu doktrin A.B.D.'nin dünyaya güç kullanarak hükmedebileceği ve onun egemenliğine karşı herhangi bir itiraz hissedildiği takdirde, bu itiraz bir tehdide dönüşmeden önce A.B.D onu yok etme hakkına sahip olacaktır. Bu itiraz çok çok uzaklarda, uydurma ya da yalnızca kuruntudan ibaret vb. olsa bile.... Bu önleyici savaştır, preemptive savaş değildir.

Eğer bir doktrin ilân etmek istiyorsanız, güçlü bir devlet aracılığıyla, yeni bir norm olarak adlandıracağınız bir şeyi yaratabilirsiniz. Şöyle ki, eğer Hindistan korkunç eylemlere bir son vermek için Pakistan'ı istilâ ederse, bu bir norm olmaz. Ama, eğer A.B.D ne idüğü pek de belli olmayan nedenlerle Serbia*yı bombalarsa, bu bir norm olur. Gücün anlamı budur.

Öyleyse, yeni bir norm yaratmak istiyorsanız, yapmanız gereken bazı şeyler vardır. Bunu yapmanın en kolay yolu ise tarihteki en büyük askeri güç tarafından tamamıyla yok edilebilecek tümüyle savunmasız bir hedef seçmektir. Ama bunu inanılır bir biçimde yapmak için, en azından kendi halkınızı inandırabilmek için, onları korkutmak zorundasınızdır. Ve bunun için, seçmiş olduğunuz bu tamimiyle savunmasız hedefi 11 Eylülden sorumlu, her an tekrar saldırabilecek ve daha bilmem neler neler yapabilecek, yaşamımıza yönelik korkunç bir tehdide dönüştürmek zorundasınızdır. Ve bu gerçekten de yapıldı. Geçen Eylülden başlayarak sadece Amerikalıları Saddam Hüseyin'in yalnızca bir canavar olmayıp onların yaşamlarına karşı bir tehdit olduğuna ikna etme konusunda önemli ölçüde başarıya ulaşan muazzam bir çaba sarf edildi. Ekim kongresindeki kararların ve o tarihten beri yapılan pek çok şeyin gerçek anlamı ve içeriği buydu. Ve bu durum seçimlerde de görülmektedir. Şu ana kadar nüfusun yarısına yakını onun 11 Eylülden sorumlu olduğuna bile inanır hale gelmiştir.

Yani, tüm bunlar birbirleriyle doğrudan ilişkilidir. Resmen açıklanmış bir doktrine ve çok kolay bir yoldan yerleştirdiğiniz bir norma sahipsiniz. Halkınız uydurma gerekçelerle bir paniğe sürüklenmiş durumda ve dünyanın geri kalanından farklı olarak bu türden kuruntulara inanmakta, ve bu yüzden meşru müdafaa bağlamında askeri gücü desteklemek istiyor. Ve eğer insanlar buna inanırlarsa, gerçekten de meşru müdafaa oluyor. Böylece bu, bir el kitabındaki âdeta daha sonraki saldırı alanlarını genişletmek niyetiyle hazırlanmış bir saldırı örneği oluşturuyor. Bir kez bu kadar kolay bir biçimde elde ettiğiniz bir örneğe ulaştığınızda daha güç olaylar üzerine kafa yormaya başlayabilirsiniz demektir.

Tüm dünyada o kadar çok insanın bu kadar güçlü ve kesin bir biçimde bu savaşa karşı çıkmasının asıl nedenleri bunlardır. Yani, sadece Irak'a saldırı değildir. Pek çok insan bu durumu gerçekten de olayın akışına uygun olarak ve doğru bir biçimde kavramaktadır. Bu insanların aldığı mesaj şu kesin ifadeye denk düşmektedir: "Biz yola çıkmış bulunuyoruz, dikkatli olmanızı tavsiye ederiz." A.B.D.'nin tüm dünyada çok büyük bir çoğunluk tarafından barışa karşı yönelmiş en büyük tehdit olarak kabul edilmesinin nedeni budur. George Bush, bir yıl içinde, A.B.D' yi alabildiğine korkulan, sevilmeyen ve hatta nefret edilen bir ülkeye dönüştürmeyi başarmıştır.

DB: Ocak ayı sonlarında Porto Alegre'de yapılan Dünya Sosyal Forumunda Bush ve çevresindekileri "emperyal şiddet"e bulanmış "aşırı milliyetçiler" olarak tanımladınız. Washington'daki bu rejim önceki rejimlerden farklı ve onlardan kopuk bir rejim midir?

NC: Konuya tarihi bir perspektifle yaklaşmakta yarar var. Öyleyse politik yelpazenin gidebildiğimiz kadarıyla öteki ucuna, Kennedy liberallerine dönelim. 1963'de Bush'un ulusal güvenlik stratejisi raporundan pek de farklı olmayan bir doktrin açıklamışlardı. Dean Acheson, saygı duyulan yaşlı bir devlet adamı ve Kennedy hükümetinin kıdemli danışmanı olan Dean Acheson, Amerikan Toplumuna Uluslararası Hukuk adına bir ders verdi. Bu derste, A.B.D.'nin kendi konumuna, prestijine veya otoritesine karşı herhangi bir itiraza A.B.D tarafından karşılık verilmesi durumunda herhangi hukuki bir sorunun baş göstermeyeceği vurgulanmaktaydı. Üslup aşağı yukarı böyle bir şeydi. Peki bunu söylerken kastettiği şey neydi? İma edilen şey A.B.D.'nin Küba'ya karşı yürüttüğü terörizm ve ekonomik savaş durumuydu. Zamanlama ise oldukça anlamlıydı. Dünyayı nükleer savaşın eşiğine sürükleyen füze krizinden kısa bir süre sonraydı. Ve büyük oranda, günümüzde rejim değişikliği diye adlandırılan şeyi gerçekleştirmeyi amaçlayan ve füzelerin gönderilmesine neden olan en önemli faktörlerden biri olan çok büyük bir uluslararası terörizm kampanyasınının ürünüydü. Hemen akabinde, Kennedy uluslararası terorist kampanyaya hız verdi, Acheson Uluslararası Hukuk konusunda Toplumu bilgilendirdi. Bu bilgilendirmede belirtilen şey; yalnızca konumumuza ve prestijimize yönelik bir meydan okumaya karşı, varlığımızı tehdit etmese bile, önleyici savaş açma hakkımızın olduğuydu. Aslında üslubu, geçen yıl Eylül ayındaki Bush doktrininden bile daha şiddetliydi.
Diğer taraftan, tarihselliği içine yerleştirmek bakımından bunun Dean Acheson'ın kendisi tarafından yapılmış bir açıklama olduğunu belirtmeliyim. Resmi politik bir ifade değildi.

Belli ki bu türden beyanatların ne ilki ne de sonuncusudur. Geçen Eylül ayındaki ise üst düzey bir devlet memuru tarafından yapılan bir açıklama olmayıp, gerçekte resmi politika tarafından yapılan bir beyanattır ve arsızlığı bakımından olağandışıdır.

DB: Barış mitinglerinde hepimizin duyduğu sloganlardan biri "Petrol için kana hayır!" sloganıdır. A.B.D.'nin Irak'a saldırısı ve işgalinin arka planındaki asıl itici gücün tamamıyla bu petrol sorunu olduğundan sık sık söz edilmektedir. A.B.D stratejisinde petrol ne kadar merkezi bir öneme sahiptir?

NC: Şüphesiz merkezidir. Aklı başında birinin bundan şüphe edeceğini sanmıyorum. Körfez bölgesi dünyanın en önemli enerji-üreten bölgesidir. İkinci Dünya Savaşı'ndan beri bu böyledir. Ve en azından bir kuşak için daha böyle olması umulabilir. Stratejik güç ve maddi zenginlik bakımından dev bir kaynaktır. Ve bu konuda Irak hiç şüphesiz çok merkezi bir öneme sahiptir. Ucuzdur ve çok kolay elde edilebilmektedir. Irak'ı kontrol etmek, üretim seviyelerini ve fiyatı belirlemede çok güçlü bir konumda olmak (ne çok yüksek ne de çok alçak, muhtemelen OPEC'i çökertecek kadar) ve dünyanın her tarafında haksız yere güç kullanabilmek anlamına gelmektedir. İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana böyledir. Bunun, özellikle petrole erişmekle bir ilgisi yoktur; A.B.D.'nin asıl arzusu petrole erişmek değildir. Fakat bunun kontrol etmekle ilgili bir şeydir. Bu yüzden, arka planındaki etken de budur. Eğer Irak Orta Afrika'da bir yerlerde olsaydı, bu tarz bir örnek oluşturmak üzere hedef olarak seçilmezdi. Öyleyse arka planda kesinlikle bu vardır. Bununla birlikte bu etken, operasyonun özel zamanlaması konusunda herhangi bir açıklama getirmez, çünkü bu zaten sürekli bir iştir.

DB: A.B.D Dışişleri Bakanlığı'nın Orta Doğu Petrolü hakkındaki 1945 yılına ait bir belgesi, bu petrolü "...muazzam bir stratejik güç kaynağı ve dünya tarihindeki en büyük maddi ganimetlerden biri" olarak tanımlamaktadır. A.B.D petrolünün %15'ini Venezuela'dan ithal etmektedir. Aynı zamanda Kolombiya ve Nijerya'dan da petrol ithal etmektedir. Washington'un bakış açısına göre şimdilik bu ülkelerin üçü de problemlidir ve belirsizliklerle doludur. Venezuela'da Hugo Chavez, Kolombiya'da ciddi iç karışıklıklar ve iç savaş koşulları, ve Nijerya'daki ayaklanmalar bu ülkelerdeki petrol kaynaklarını tehlikeye sokmaktadır. Tüm bu etkenler hakkında ne düşürüyorsunuz?

NC: Tartıştığımız konuyla çok yakından ilişkisi vardır, ve bu bölgeler A.B.D.'nin gerçekten girmek istediği yerlerdir. Orta Doğu'yu kontrol etmek istiyor. Fakat, en azından istihbarat tahminlerine göre, A.B.D daha kalıcı olarak nitelediği Atlantik Havuzundaki kaynaklara bel bağlamaktadır. Atlantik Havuzu, Batı Afrika ve Batı Yarı küre anlamına gelmektedir. Ve bu Havuz, zor bir bölge olan Orta Doğu'dan çok daha bütünsel bir biçimde A.B.D kontrolü altındadır. Öyleyse tahminler şunlardır: Orta Doğu kontrol altında tutulurken, demin sizin de bahsettiğiniz ülkeler de dahil olmak üzere Atlantik Havuzu'na erişim sürdürülecek. Şu ya da bu şekilde bir parçalanma veya bir uyum eksikliğinin bu bölgeler için önemli bir tehdit oluşturacağı ve Irak'a benzer başka bir olay yaşanmasının çok muhtemel olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür. Tabii, bunun olması için, şu an yaşanmakta olan sürecin Pentagon'daki sivil planlayıcıların arzuladığı gibi işlemesi gerekmektedir. Eğer buradaki galibiyeti savaş olmadan kolayca kazanıp, aşırı bir felakete yol açmadan demokratik diye adlandıracakları yeni bir rejim kurarlarsa, yani gelişmeler bu yönde gerçekleşirse, bir sonraki adımı atma konusunda cesaret kazanacaklardır.

Bir sonraki adım için birkaç olasılığı değerlendirmek mümkündür. Bunlardan biri, gerçekte, Andean* bölgesidir. Bu bölgenin her yerinde A.B.D. üsleri mevcuttur. Bu üslerde askeri güçler bulunmaktadır. Kolombiya ve Venezüella, özellikle Venezüella, önemli birer petrol üreticisidirler, Ekvator ve hatta Brezilya gibi daha başkaları da mevcuttur. Evet bu mümkündür, yani bir kez sözüm ona norm denen şey yerleştirilip kabul ettirildikten sonra, önleyici savaş kampanyasının bir sonraki adımı buradan devam edebilir. Bir başka olasılık da İran'dır.

DB: Kuşkusuz öyle. A.B.D.'ye Irak'la işi biter bitmez İran'ın peşine düşmesini tavsiye eden kişi, Bush'un "bir barış adamı" diye övdüğü Sharon'dan başkası değildi. İran hakkında ne düşünüyorsunuz ? Çok miktarda petrole sahip olan ve şer-ekseninde adı geçen bir ülke olarak...

NC: İsrail'e kalırsa Irak'ın hiçte öyle sorun teşkil edecek bir yanı yoktur. Irak'ı çocuk oyuncağı gibi görmektedirler. Ama İran farklı bir öyküdür ve o kadar basit değildir. Askeri ve ekonomik olarak çok daha ciddi bir güçtür. Yıllardır İsrail, İran'la kapışması için A.B.D.'ye baskı yapmaktadır. İran, İsrail'in saldıramayacağı kadar büyük bir ülkedir ve bu yüzden büyük oğlanların bunu yapmasını istemektedir.

Zaten savaşın halihazırda devam ediyor olması kuvvetle muhtemeldir. Bir yıl önce, İsrail hava kuvvetlerinin %10'undan fazlasının Türkiye'nin doğusunda konumlanmış olduğu biliniyordu, yani Türkiye'nin doğusundaki o kocaman askeri üslerde. Ve bunların İran sınırında keşif uçuşları yaptıkları da bilinmektedir. Üstelik, A.B.D., Türkiye ve İsrail'in İran'ın kuzeyindeki Azeri milliyetçi güçlerini İran'ın bazı bölümleri ile Azerbaycan arasında bir çeşit bağlantı kurmaları doğrultusunda teşvik etme çabaları olduğu yolunda inandırıcı raporlar da mevcuttur. Bölgede İran'a karşı A.B.D., Türkiye ve İsrail'in oluşturduğu bir tür güç ekseni vardır. Ve belki de bu güç ekseni eninde sonunda İran'ın ayrılmasına ve askeri saldırıya uğramasına yol açacaktır. Ancak İran'ın tümüyle savunmasız olduğu tartışmasız olarak kabul edildiği taktirde bir askeri saldırı olacaktır. Karşılık verebilecek hiç bir yeri istila edemezler.

DB : Afganistan ve Irak'taki, dahası Türkiye ve Orta Asya'daki A.B.D. askeri güçleri tarafından, İran, kelimenin tam anlamıyla kuşatılmış durumdadır. (Bu nesnel gerçekliğe dayanarak) nükleer silahları keşfetmek üzere, güçlerini İran'a sevk etmeleri mümkün müdür? Tabii İran, meşru müdafaa amacıyla, henüz bu tür silahlara sahip değilse...

NC : Çok muhtemeldir. Elimizde bulunan çok az ama ciddi deliller, 1981'de İsrail'in Osirak reaktörünü bombalamasının, muhtemelen Irak'ı uyardığını ve nükleer silah geliştirme programını başlatmasına yol açtığını göstermektedir. Bir nükleer tesis inşa etmekle meşguldüler, ama bu konuda hiç kimsenin bilgisi yoktu. Bombalamadan sonra bu konu, Harvard Üniversitesi'nden çok tanınmış bir nükleer fizikçi tarafından, sanırım kendisi o zamanlar Harvard Üniversitesi Fizik Bölümü'nün başkanıydı, dikkatle incelendi. Analizlerini, seçkin bir bilimsel yayın organı olan Nature dergisinde yayınladı. Ona göre bu bir elektrik santralı idi. Kendisi bu konuda uzmandı. Sürgünde bulunan başka Iraklı kaynaklar, kanıtlamak durumunda değiliz ama, pek bir şeyin olmadığını bildirdiler. Onlar Nükleer silah düşüncesini hayallerinde evirip çevirip oyalanıyorlardı, ama onun bombalanması nükleer silah programını teşvik etti. Bunu kanıtlayamazsınız ama eldeki kanıtların gösterdiği budur. Akla çok yakın görünmektedir. Doğru olmak zorunda değildir. Sizin tanımladığınız şey de akla çok yakın ve çok muhtemeldir. Ortaya çıkıp "Bakın, biz size saldıracağız" derseniz ve bu ülkeler de normal (konvansiyonel) araçlarla kendilerini savunmalarının mümkün olmadığını biliyorlarsa, adeta bu ülkelere kitle imha silahları ve terör şebekeleri geliştirmelerini emrediyorsunuz demektir. Bu çok açıktır. CIA'nın ve başka herkesin bunu önceden tahmin edebilmesinin tek nedeni bunu anlamanın hiç de zor olmamasındandır.

DB : Irak savaşı ve işgalinin Filistinliler için anlamı nedir ?
NC : Felaket.

DB : Barışa götüren herhangi bir yol haritası yok mu ?

NC : Böyle okunması ilginç. Gazeteciliğin kurallarından biri -tam olarak nasıl oluştuğunu bilmiyorum ama kararlı bir biçimde uygulanmaktadır- bir makalede George Bush'un adını andığınızda, başlık (manşet) onun ileri görüşlülüğünden, makale ise yine onun hayallerinden bahsetmek zorundadır. Bu makalenin yanına da Onun sanki bir şey arıyormuş gibi uzaklara bakan bir fotoğrafını da muhtemelen koyacaklardır. George Bush'un hayallerinden ve ileri görüşlerinden biri; herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda, henüz bilinmeyen bir bölgede -belki de çölde- bir Filistin devleti doğurmaktır. Ve bizim de bunu, muhteşem bir ileri görüş olmasından dolayı, taparcasına sevip beğenmemiz icap etmektedir. Gazeteciler bunu adet haline getirdiler. 21 Martta Wall Street Journal'da "ileri görüşlülük" ve "hayal" sözcüklerinin takriben on kez tekrar edildiği bir baş makale vardı.

Belki de asıl özlem ve öngörü A.B.D.'nin dünyanın geri kalanının, bir şekilde uygulanabilir politik bir anlaşma yaratmak için verdiği uzun-vadeli çabaları baltalamaktan koşulsuz vazgeçmesi konusunda olmalıdır. Bugüne kadar, son 20-25 yıldır, A.B.D. bunu engellemektedir. Bush yönetimi bu engelleme konusunda çok daha ilerilere gitmiştir, bazen çok aşırı şiddet içeren yollardan o kadar uçta şeyler yapmıştır ki bunlar rapor bile edilememiştir.

Örneğin; geçen Aralık ayında Birleşmiş Milletlerde, Bush yönetimi Kudüs'le ilgili politikasını tersine çevirmiştir. O ana kadar, A.B.D. , en azından ilkesel olarak, İsrail'in Doğu Kudüs'teki ilhak, işgal ve yerleşim politikalarından vazgeçmesini isteyen 1968 Güvenlik Konseyi kararına uygun davranıyordu. Ve ilk kez, geçen Aralık ayında, Bush yönetimi bunu iptal etti. Bu, anlamlı herhangi bir politik anlaşma olasılığının yok edilmesini hedefleyen pek çok olaydan sadece biridir. Bunu örtbas etmek ileri görüşlülük oluyor ve bu tarz politikaları sürdürme çabaları da A.B.D.'nin inisiyatifi(öncülük etmesi) olarak adlandırılıyor. Tarihle birazcık ilgili olan hiç kimseyi buna inandırmak mümkün değildir. Gerçekte tüm bunlar A.B.D.'nin Avrupa ve Arapların uzun vadeli çabalarına yetişmek ve bu çabaları baltalayarak işe yaramaz hale getirmek istemesi anlamına geliyor. A.B.D.'de Sharon'a karşı büyük bir övgü vardır, şimdilerde kendisi büyük bir devlet adamı olarak kabul edilmekte ve saygı görmektedir. Oysa nihayetinde, Sharon, son elli yılın dünya çapında en önde gelen terörist komutanlarından biridir. Bu çok ilginç bir olaydır ve propagandanın bir başka önemli başarısını göstermektedir, ayrıca tehlikeli bir hikayenin içyüzünü de açığa vurmaktadır.

Mart ayının ortalarında, Bush, Orta Doğu (Arap/İsrail problemi ) üzerine ilk önemli resmi açıklamasını yaptı. Büyük manşetlerle yaptı konuşmasını. Yıllardan beridir ilk kez böyle anlamlı bir beyanat yapılıyordu. Okudunuz mu bilmiyorum ama bir cümlesi hariç kaynar kazan gibi karman çorman bir şeydi. Eğer yakından bakarsanız, o bir tek cümle Onun yol haritasını gösteriyordu : "Barış süreci ilerledikçe, İsrail yeni yerleşim programlarını sonlandırmalıdır". Peki bu ne anlama geliyor ? Bunun anlamı, barış süreci Bush'un destekleyip onayladığı bir noktaya ulaşıncaya dek -ki bu da gelecekte belirsiz bir hedef demektir- yani o zamana kadar- İsrail yeni yerleşim yerleri inşa etmeye devam etmelidir, demektir. Bu ifade, politikadaki değişikliğin göstergesidir. Şu ana kadar, A.B.D., en azından resmi olarak, politik anlaşmayı ve uzlaşmayı imkansız hale getiren yasadışı yerleşim programlarının yaygınlaştırılmasına karşı olmuştur. Fakat şimdi Bush tersini söylemektedir : Gidin ve yerleşin. Biz, bir şekilde barış sürecinin gereken yere ulaştığına karar verinceye kadar, size bunun için para vereceğiz. Öyleyse, bu, daha fazla saldırı, uluslararası hukukun çökertilmesi ve barış olanaklarının baltalanması amacına yönelik anlamlı ve önemli bir değişikliktir. Tabii ki bu gerçekte bu şekilde ifade edilmiştir değildir. Fakat üsluba dikkat edin.

DB : Irak savaşına karşı gerçekleşen toplumsal protestoyu ve direnişi emsalsiz olarak tarif ettiniz; bu güne kadar bir savaş başlamadan evvel bu denli büyük bir muhalefet olmamıştı. Bu muhalefet nereye gidiyor ?

NC : İnsanlarla ilgili olayları tahmin etmeye yarayacak herhangi bir yol bilmiyorum. İnsanların belirlediği (istediği) biçimde ve o yoldan gidecektir. Pek çok olasılık vardır. Yoğunluğunun ve şiddetinin artması gerekmektedir. Sorumluluklarımız daha önce olduğundan daha büyük ve daha ciddidir. Başka bir deyişle, daha zordur. Ruhbilimsel anlamda, askeri bir saldırıya karşı koymak üzere örgütlenmek, uzun-erimli bir emperyal programa karşı koymaktan daha kolaydır. Çünkü askeri saldırı bu programın evrelerinden biridir, ardından başkaları gelecektir. Daha fazla düşünmeye, adanmışlığa ve uzun vadede daha çok çabaya gereksinim vardır. Bunun bir tercih olduğunu ve farklı karar alma süreçleri bulunduğunu kabul ediyorum. Ben bu uzun ve yorucu işin içindeyim ve tamam diyorum. Yarın bir gösteri için dışarı gidiyorum, sonra geri döneceğim. Bunlar tercih meselesidir, her şey böyledir. Yurttaşlık hakları hareketi, kadın hareketi, hepsinde de aynı şey geçerlidir.

DB : A.B.D.'de muhaliflerin tehdit edilmesi, korkutulup sindirilmesi, (göçmenlerin ve vatandaşların aynı gerekçelerle polisçe gözaltına alınmasını da katarsak), hakkında ne söyleyeceksiniz ?

NC: Göçmenler gibi savunmasız insanlar desteklenmek zorundadır. Bugünkü hükümet geçmiş örneklerin dışında yasal düzenlemeler talep etti. Bu tür şeyler savaş döneminde vardı ama hepsi de, 1942'de Japonların toplanması ya da I. Dünya Savaşı sırasında Wilson'ın yaptıkları gibi, oldukça tehlikeli ve çirkin uygulamalardı. Ama şimdi talep ettikleri düzenlemeler (haklar) tamamıyla daha önce hiç bir örneğine rastlanmayan yani emsali olmayan şeylerdir. Öyle ki vatandaşları bile tutuklayabilme, ailesine ve avukatına haber vermeden alıkoyabilme hakkı istiyorlar. Üstelik, hiçbir sorumluluk almadan ve belirsizlik içinde yapmak istiyorlar tüm bunları. Göçmenler ve diğer savunmasız insanlar kesinlikle tedbirli davranmak zorundadırlar. Başka türlü söylemek gerekirse, bir takım tehditler olmasına rağmen bizim gibi vatandaş olarak bazı ayrıcalıklara sahip olanlarla dünyanın bizim dışımızdaki kesiminde yaşayan insanların yaşamı karşılaştırıldığında; büyük çoğunluk o kadar horlanmış ve bizimle karşılaştırılması bile mümkün olmayan bir yaşam sürüyor ki onlar için endişelenip tedirgin olmak bile zordur. Türkiye ve Kolombiya'da bir kaç kez bulundum. Oralardaki insanların yüz yüze bulundukları tehdit ve tehlikelerle karşılaştırıldığında, bizim cennette yaşadığımız söylenebilir. Ama onlar bunu pek takmıyorlar. Yani, takıyorlar şüphesiz, ama bu durumun kendilerini durdurmasına izin vermiyorlar.

DB : Avrupa ve Doğu Asya'nın bazı hususlarda A.B.D. nüfuzuna(iktidarına) karşı bir güç olarak doğmakta olduğunu düşünüyor musunuz ?

NC : Evet, öyle denebilir. Avrupa ve Asya'nın aşağı yukarı Kuzey Amerika ile aynı düzeyde Ekonomik güçler olduğuna şüphe yoktur. Kendi çıkarları vardır. Çıkarları, yalnızca A.B.D. buyruklarına uymaktan ibaret olamaz. Öyle ki, örneğin; Avrupa, A.B.D. ve Asya'nın büyük kısmındaki ortaklık sektörü (birleşik sektör ) her yönden birbirine bağlıdır ve ortak çıkarlara sahiptirler. Öte yandan, farklı çıkarlar da söz konusudur ve bunlar geçmişe dayanan problemlerdir, özellikle Avrupa ile olanlar.

A.B.D., Avrupa'ya karşı her zaman ikircikli (çelişkili) bir tutum içerisinde olmuştur. A.B.D. şirketlerinin daha verimli tek bir pazara kavuşması ve geniş çaplı (çıkarlar) sağlaması için Avrupa'nın birleşmesini istemiştir. Diğer taraftan da Avrupa'nın başka yönde ilerlemesi tehlikesini göze alamamış ve bu yüzden her zaman endişeye kapılmıştır. Doğu Avrupa ülkelerinin Avrupa Birliğine girişiyle ilgili pek çok sorunun bu konuyla çok yakından ilişkisi vardır. A.B.D. bunu çok istemektedir, çünkü bu ülkelerin A.B.D. etkisine (nüfuzuna) çok daha müsait olduğunu ve böylelikle Avrupa'nın çekirdeğini temsil eden iki büyük sanayi ülkesi olan ve daha bağımsız bir yönde hareket etme ihtimalleri bulunan Almanya ve Fransa'yı zayıflatacağını ummaktadır.

Aynı zamanda, A.B.D., oldukça iyi ücretler, çalışma koşulları ve faydalar sunan Avrupa'nın toplumcu özellikleri ağır basan Pazar sisteminden her zaman nefret etmiştir. Bu da meselenin arka planını oluşturmaktadır. Avrupa'da, A.B.D.'ninkinden çok farklı bir sistem vardır. Ve onlar bu sistemin var olmasını istemiyorlar, çünkü onlar için tehlikelidir. İnsanlar buna bakıp tuhaf fikirlere kapılabilirler. Ve şu çok açık ifade edilebilir ki , emeğin baskı altında tutulduğu ve ücretlerin düşük olduğu ülkeler olan Doğu Avrupa ülkelerinin AB'ye girişi Batı Avrupa'daki işçilerin refah seviyesinin ve genel olarak toplumsal standartların çökmesine yardım edecektir, ve bu da A.B.D.'nin çok işine gelir.

DB : A.B.D. ekonomisi kötüye gidiyorken ve daha fazla işten çıkarılmalar yaşanıyorken, Bush yönetimi, bazılarının garnizon devleti diye niteledikleri bu devleti sürekli savaş halinde tutma ve pek çok ülkeyi işgal etme sürecini nasıl devam ettirebilir? Bunu nasıl becerecekler ?

NC : Bunu önümüzdeki aşağı yukarı altı yıl içinde başarmak zorundadırlar. O zamana kadar A.B.D. sınırları içerisinde son derece gerici programları kurumsallaştırıp hayata geçirmeyi ümit ediyorlar. Ekonomiyi dev hesap açıklarına maruz bırakıp tehlikeli bir duruma sokacaklar ve açıkları yamamak başkalarının problemi olacak. Bu arada, kararları ve karar alma mekanizmalarını kamusal alandan dışlayıp özel teşebbüse (ellere) transfer ederek, nefret ettikleri demokrasiyi zayıflatmayı ve sosyal programları çökertmeyi umuyorlar, bunu öyle bir şekilde yapsınlar ki bir daha geriye dönmek mümkün olmasın istiyorlar. Geriye acı ve ıstırap veren içsel kalıntılar bırakacaklar. Ama yalnızca nüfusun büyük çoğunluğu için böyle olacak. Haklarında endişe duydukları insanlar ise sanki eşkıyaymış gibi davranacaklar, aynen Reagan yıllarında olduğu gibi. Ne de olsa aynı insanlardır.

Uluslararası alanda emperyal egemenliğin doktrinlerini (öğretilerini ), bir seçenek olarak önleyici savaşı ve gücü kullanarak yerleştirmeyi arzulamaktadırlar. Günümüzde A.B.D.'nin askeri harcamaları, belki de dünyanın geri kalanının yaptığı harcamaların toplamından bile daha fazladır ve uzay gibi son derece tehlikeli boyutlara doğru ilerlemektedir. A.B.D. ekonomisine ne olduğunun pek bir önemi olmadığını düşündüklerine inanıyorum. İnsanlar sadece onların söylediği şeyleri yapmak zorunda kalacaklar ve bu da onların bu türden bir yok edici güce sahip olmalarını sağlayacaktır.

DB : Irak'ın işgal edilmesine engel olmak için onca çaba gösterdikten sonra, şimdi üzüntü ve kızgınlık duyguları yaşamakta olan barış eylemcilerine neler söylemek istersiniz?

NC : Gerçekçi olmalıdırlar. Abolitionism.* Kendileri herhangi bir ilerleme kaydedene kadar bu mücadele ne kadar sürmüştür? Eğer her seferinde bırakırsanız, asıl hedeflediğiniz şeye(amaca) ulaşamazsınız ve bu en kötüsünün olmasını garanti etmekten başka bir işe yaramaz. Bunlar,uzun ve zorlu mücadelelerdir. Aslında son bir kaç ayda olan şeyler olumlu bir bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Çünkü, barış ve adalet hareketinin gelişmesi ve genişlemesi için gerekli olan zemin yaratılmıştır ve daha da zor görevlere doğru yoluna devam edecektir. Bu tür şeylerin gelişme seyri budur, kolay değildir.

----------------------------------------------------------------------------------------------------
* Preemptive:Bir yeri ya da bir şeyi başkalarından önce ele geçirme hakkına sahip olma iddiası ile ilgili.
* Serbia: Yugoslavya'nın doğusunda bulunan ve eskiden bağımsız olan en geniş politik kesimi.
* Andes: Dünyadaki en uzun sıra dağ sistemi. Güney Amerika'nın batı sahili boyunca uzayıp gider. (And Dağları)
Abolitionism : A.B.D.'de Zenci Köleliğin kaldırılmasını savunanların ölçü ve ilkelerini benimseyen yaklaşım.



 
 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92