Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

ABD Suçlu Yaratıp Kâr Ediyor

Melissa Barthelemy
10/08/2003/ Cumhuriyet Dergi
The Humanist'ten çeviren: Abbas Karakaya

Amerika'da cezaevlerindeki insan sayısı giderek artıyor, sürekli yeni cezaevleri açılıyor. Çünkü dünyanın devi, cezaevlerini büyük kazanç kapısı olarak görüyor. Bu yüzden ucuz işgücü için suç teşvik ediliyor, cezalar ağırlaştırılıyor.
Hem dış hem de iç politika bakımından Amerikan siyaseti çelişkilerlerle dolu. Özgürlük ve demokrasi konusundaki ününe karşın, bu ülkenin en çelişkili taraflarından biri hapishaneleri. Atlantic Monthly dergisinin Aralık 1999 tarihli sayısına göre, "Birleşik Devletler, hapishanelerindeki insan sayısı bakımından dünyanın birinci ülkesi ve muhtemelen beş yüz bin farkla komünist Çin'i de geçmiş." Bu çok tuhaf bir durum. İşin doğrusu Birleşik Devletler hükümeti oldukça otoriterdir. Çoğu Amerikalı bunu anlamayacak kadar edilgen veya kayıtsız. Ünlü Alman devlet adamı ve yazarı Johann Wolfgang von Goethe'nin söylediği gibi "Öyle olmadığı halde özgür olduğuna inandırılmış bir insandan daha umutsuzca köleleştirilmiş biri olamaz".

Birleşik Devletler Adalet Bakanlığı'nın NCJ175687 numaralı bültenine göre, 1998 yılı sonu itibarıyla hapishanelerde tutulanların sayısı 1.825.400 idi. Şimdi bu sayı iki milyonu aşmış ve yükselmeye devam ediyor. William Blum, Rogue State: A Guide to the World's Only Superpower ( Serseri Devlet: Dünyanın Tek Süpergücü'nün Rehberi) adlı kitabında, "1991-1999 yılları arasında Birleşik Devletler hapishanelerindeki insan sayısının yüzde ellinin üzerinde artış gösterdiğini" yazıyor. Yani hapishanelerdeki mevcut hücreler şimdiden dolmuş durumda. Durmadan yeni hapishaneler açılıyor.

İçerdekilerin sayısındaki artışın ana nedenlerinden biri, bazı eyaletlerde kabul edilmiş gaddar ceza yasaları. Kaliforniya'da halkı uslanmaz suçlulardan korumak için "üç hata" yasası çıkarıldı. Küçük hırsızlık suçlarından dolayı insanlar 25 yıl hapisle cezalandırılır oldu. New York'ta iki ons [bir ons 28.3 gram] uyuşturucu satmaktan mahkûm olmuş biri 15 yıl hapis cezası alıyor; bu, bir katile verilen cezanın aynısıdır.

Bugün uyuşturucu yüzünden sadece New York eyaletinde hapsedilenlerin sayısı, 1978 yılında tüm suçlardan dolayı hapishanelerde bulunanların iki katından daha fazla. 1990'dan bu yana kadın hükümlü sayısındaki artış yüzde 92 . Çoğu anne olan bu kadınlar çocuklarını ya akrabalarına ya da devletin tayin ettiği üvey ailelere bırakmak zorundalar. İstatistiklere göre, annesi babası hapishaneye girmiş çocukların kendilerinin de buralara düşme olasılıkları çok fazla.

Beyaz ırktan olmayan insanlar ceza sisteminde orantısızca temsil ediliyor. Ulusal Adalet Komisyonu'na göre Afrika kökenli Amerikalılar ülke nüfusunun yüzde 12'sini, uyuşturucu kullanan nüfusun ise yüzde 13'ünü oluşturuyor. Ama şaşırtıcı olan, uyuşturucu bulundurmak suçundan hapiste olanların yüzde 74'ünün kendilerini savunacak iyi avukatlar tutma olasılığının, ekonomik durumlarının kötülüğünden dolayı çok daha zayıf olan Afrika kökenli Amerikalılar olması. 35 yaşın altındaki genç siyah erkek nüfusun yaklaşık olarak yüzde 80'i sabıkalı. Çok sayıda insan mahkûmiyetleri yüzünden oy kullanamıyor. Üniversite eğitimi için parasal yardım almaları da önlenen bu insanların çoğu etnik azınlık gruplarından.

Ceza sistemindeki en son gelişmelerden biri hapishanelerin özelleştirilmesi oldu. Uluslararası Af Örgütü'ne göre: "Devletler, maliyetleri düşürmek için artan bir biçimde çeşitli tesislerin ve sağlık gibi hizmetlerin yönetimini özel firmalara devrediyor. Bunun sonucu hapishaneler, yarattıkları büyük kârlarla Birleşik Devletler'de en hızlı büyüyen iş alanlarından biri oluyor." Bu endüstride kâr etmek, hücrelerin insanlarla dolu olmasına bağlı. Bu yüzden cezaevlerine düzenli bir mahkûm akışı gerekiyor. Özel cezaevi işletmeleri kâr edebilmek için yüzde 90-95 doluluk oranını tutturmak zorundadır. Hapishanelerdeki mahkûmlara doğrudan veya aracıları yoluyla iş veren şirketler arasında AT&T, Bank of America, Boeing, Chevron, Costco, Dell Computers, Eddie Bauer, IBM, Microsoft, and Starbucks gibi tanınmış büyük şirketler var.

Cezaevlerinin özelleştirilmesi hakkında Texas'ta Aralık 1996 yılında yapılan bir konferansın broşüründe şunlar yazıyordu: "Tutuklamalar ve mahkûmiyetler sürekli artarken kazanılabilecek kârlar var - suçlardan kazanılacak kârlar bunlar. Siz de patlama yapan bu endüstride şimdiden yerinizi alın". Deniz aşırı ülkelerde az ücretlerle sağlıksız koşullarda işyerleri açmaktansa, yurt içindeki mahkûm insanların emeğini kullanmak hem daha kolay hem daha ucuz. Cezaevlerindeki tutuklu insanların saati 45 sentten günde 9 saat çalıştırılmaları yaygın bir uygulama. Bu yolla üretim yapan şirketler şimdi ürünlerine övünerek "Amerikan Malı" etiketini de takabilmektedirler. Özel şirketlerin maliyetleri düşürmede daha güçlü çıkarları olduğundan, içerdeki insanlara kötü davranmaları ve onları kötü yaşam koşullarına mahkûm etmeleri daha yüksek bir olasılık. Personel, mesleki eğitim, sağlık, eğitim ve rehabilitasyon programları ve hatta yiyecek ile ilgili harcamaları azaltmaya girişebilirler. Hem Uluslararası Af Örgütü hem de İnsan Hakları İzleme Örgütü özel cezaevlerinde mahkûmlara fiziksel eziyet uygulandığını belgelemiş durumdalar.

Birleşik Devletler hükümeti sadece ceza yasalarını sertleştirerek cezaevlerinin dolmasına yardım etmiyor, aynı zamanda kullanıcılarını hapishaneye düşüren uyuşturucuların sağlanmasında da hükümetin parmağı var. Bunu görmek için İran-kontra skandalına bakmak yeterli. David McGrow, Derailing Democracy: The America the Media Don't Want You to See (Rayından Çıkan Demokrasi: Medyanın Görmenizi İstemediği Amerika) adlı kitabında Merkezi Haber Alma Örgütü'nün (CIA) kongrenin yasağını delerek Nikaragua'daki karşı devrimcilere yasal olmadığı halde para desteği sağlamak için Birleşik Devletler'e tonlarca kokainin sokulmasına nasıl göz yumduğunu, hatta bu işi nasıl desteklediğini de anlatıyor. Bu durum, tam da uyuşturucu kullanıcıları ve pazarlayıcılarının pahalı beyaz tozu küçük "krak" külçelerine çevirerek ucuzlatmaya çalıştığı bir zamanda Los Angeles şehir merkezinde büyük miktarlarda kokain dağıtımına yol açtı. 1980'ler ve 1990'ların ilk yıllarında da CIA, Afganistan'da Sovyet destekli hükümete karşı savaşan Mücahidin adlı isyancı grupları haşhaş ekiminde desteklemişti. CIA bu ülkede sadece eski müttefikimiz Usame bin Ladin gibi militanlar yetiştirmekle kalmamış, aynı zamanda ülkenin haşhaş üretimini büyük oranda arttırmaya zemin hazırlayan siyasi koruma ve lojistik yardımı da sağlamıştı. Rogue State adlı çalışmasında Blum'un yazdığına göre, CIA'nin Afganistan'daki bu operasyonu tahmini olarak Birleşik Devletler'de bir yılda tüketilen eroinin yarısını, Avrupa'daki yıllık tüketiminse yüzde 75'ini karşılamıştı.

Anlaşılan o ki 1980'lerdeki "Uyuşturucuya Karşı Savaş" aslında Birleşik Devletler hükümetinin şehirlerdeki fakir insanlarına karşı açmış olduğu bir savaştı ve hükümet bu savaşta krak, kokain ve eroini silah olarak seçmişti. Uyuşturucu bağımlılığı belli bir yaygınlığa ulaştığında da bu sefer devlet tarafından ağır ceza yasaları çıkarıldı. Çemberin son halkası ise inşa edilip kâr etmek için işletilen cezaevleri ile tamamlanıyor.

Birçok Amerikalı, hükümetlerinin geçmişte ve şimdi neler yaptığının ve hükümetleri tarafından nasıl işletildiklerinin farkında değil. Milliyeçi bir alıklık içinde bayrak sallayarak, "Özgürler Ülkesi" yazan tişörtler sırtlarında , George W. Bush'tan alıntılar yaparak ortalıkta dolaşıyorlar. Bunlar olanların farkında olmayan, kolay inanan, iyi niyetli vatandaşlar. Adolf Hitler bir keresinde şöyle demiş: "Yönettiği ülkede düşünmeyen insanların olması bir hükümet için ne büyük şans!" Anne Frank, Holocaust trajedisine tanık olmuş biriydi ve bir toplama kampında ölmeden önce o korkunç dehşeti bizzat yaşamıştı. İnanılmaz kötülükteki bu insanlık dışılığın iğrenç bir biçimde sergilenmesine rağmen, günlüğüne şu satırı yazacak cesareti göstermişti: "Hâlâ inanıyorum ki insanların kalbi gerçekten iyidir." Ben de onunla aynı düşüncedeyim. İnsanların çoğu iyi niyetlidir, her şeyi berbat eden aslında küçük bir gruptur. Hatta bu gruptakilerin niyeti bile büyük olasılıkla iyidir; en iyi niyetleri bile yozlaştıran açgözlülüktür.

Martin Luther King Jr. "Ezen, özgürlüğü hiçbir zaman gönüllü olarak vermez, onu ezilen talep etmelidir" diyor. Dalai Lama, The Art of Happiness (Mutluluk Sanatı) adlı kitabında şunları yazıyor: "İnanıyorum ki hayatımızın asli amacı mutluluğu aramaktır. Dini inancımız olsun olmasın hepimiz hayatta daha iyi bir şeyler arıyoruz. Yani zannedersem hayatımızın en temel hareketi mutluluğa doğrudur." Tek başına hücresinde oturan Afrika kökenli Amerikalı da mutlu olmak istiyor. Cezaevindeki gardiyanlar da, cezaevi müdürü de mutlu olmak istiyor. Cezaevini işleten şirketin yöneticisi de. Siz de. Ben de.

Toplumumuzun ve dünyamızın en savunmasız insanlarıyla sanal demokrasiye biçim ve içerik kazandırmak isteyen insanlarına ulaşmalı ve onlarla birleşmeliyiz. Hayatın anlamının, anlamlı bir hayat olduğunu duymuştum. Bu dünyadaki zamanımızı başkalarına ve dolayısıyla da kendimize yardım ederek geçirmekten daha anlamlı ne olabilir?

Yazımı Rabindranath Tagore'nin bir şiiri ile bitiriyorum: "Uyudum ve rüyamda gördüm ki bir sevinçmiş hayat/ Uyandım ve gördüm ki hayat hizmet etmekmiş /Hizmet ettim ben de ve bakın hizmet etmenin sevincini yaşadım!"

Not: Yazıyı yazan Barthelemy Santa Cruz'daki Kaliforniya Üniversitesi Tarih Bölümü mezunu ve 25 yaşında. Bu yazı The Humanist dergisinin 2000 yılında gençler adına düzenlediği bir yarışmada kendi yaş kategorisinde üçüncülük ödülü kazanmış..


 

 
 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92