Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Harun E. Toprak

Sosyalizm, insanlığın yüzlerce yıldır gerçekleşeğini “umut” ettiği bir “düş” olarak varlığını sürdürüyordu. Ütopyacı nitelikte varlığını sürdüren bu sosyalizm, 1800’lerin ikinci yarısından itibaren Marx tarafından ‘bilimsel’ niteliğe kavuşturuldu.
Marx öncesi sosyalizm, köleci toplumdan beri gerek ezilenlerin egemenlere karşı mücadelesiyle, gerekse düşünürlerin-tarih öncesi- Altınçağ dönemlerine duydukları özlemle varlığını sürdürüyordu. Kapitalist toplumsal ilişkilerin boy verdiği dönemlerden itibaren ütopik formülasyonlara bürünen sosyalizm, kaynağının sosyal ahlaktan, insanlık düşüncesinden, ve hatta dinden alıyordu. Üretici güçlerin gelişmesiyle giderek yetkinleşen sosyalizm düşüncesinin Marx’la birlikte ulaştığı evre ise, kapitalizmin artık sosyalizm için gerekli “maddi temeli” oluşturduğunun bulunmasıyla tanımlanabilir. Çağdaşlarının tanımlayamadığı bu “maddi temeli” Marx, tüm geçmiş birikimin analizi üzerinden tanımladı ve “basit bir acıma konusu” olan proletaryaya, sömürüyü ortadan kaldırabilecek tek sınıf olarak “devrimci” payesini verdi. Ve bunu kanıtladı. Marx, sosyalizme maddi bir temel kazandırıp, onu bir “inanç” olmaktan çıkararak, sosyalizmi, toplumsal mülkiyete ulaşmanın ilerletici gücü haline getirdi. Dönemin sosyalistlerince yalnız eleştirilebilen kapitalizmi, ortaya çıkış ve işleyiş mekanizmaları ile açıklayabilen ve dolayısıyla ona karşı nasıl mücadele edileceğini de ortaya koyan Marx olmuştur.
Marksizmi bütünlüklü bir sistem olarak öğrenebilmek, Marx’ın görüşlerini gelişim süreçleri içinde inceleyebilmekten geçer. Bu inceleme için verilerin oldukça kapsamlı olduğu bir gerçektir. Ancak gerçek anlamda Marksizmi öğrenmenin (Marksist olabilmenin) yolu bu verileri ezberlemekten değil, onun gelişimini tarihselliği içerisinde kavrayabilmekten geçer. Bilimsel sosyalizm ile eş anlamlı olarak Marksizm, üç temel üzerinde yükselen devrimci bir dünya görüşüdür. Bu üç temel; klasik Alman felsefesi, klasik İngiliz ekonomi politiği, ve Fransız sosyalizmidir. Daha sonra Leninizm ile gerçeklenen bilimsel sosyalizmin bu üç temelini kavramak, günümüze kadar kesintisiz biçimde geliştirilen Marksimi geleceğe taşıyabilmenin vazgeçilmez koşuludur.

Diyalektik ve tarihsel materyalizm
Marx, daha genç yaşlarda felsefeyle ilgilenmeye başlamış ve dönemin egemen akımı Hegelciliğin etkisi altına girmiştir. O dönemde Hegel’in bilgi ve bilme yöntemi olarak diyalektiği geliştirerek kullanması, vardığı idealist sonuçlara rağmen felsefede önemli bir aşamayı temsil ediyordu. Hegel’in diyalektik yöntemi: “her kavramın bir karşıtının olduğunu; çelişmenin her hareket ve her hayatın kökü olduğunu” ortaya koyuyordu. Metafiziğin şeyleri, olguları durağan, birbirinden ayırarak tanımlamasına (tek tek ağaçlarla uğraşıp ormanı görmemesine) karşın diyalektik “... şeyleri ve onların tasarımlarını, ideaları, köklü bağlantıları, sıralanmaları, hareketleri, başlangıçları ve bitimleri içinde” kavrıyordu. (Engels, Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, s.73) Doğa bilimlerindeki gelişmeler, metafiziğe öldürücü darbeler indirirken, diyalektiğin en canlı kanıtlarını da ortaya döküyordu. Doğal nesne ve süreçler üzerinde gelişen bilgi, bütün maddi dünya ile bağlantılandırılıyor, hareket halinde ve değişken bir canlılık içinde tanımlanabiliyordu. Diyalektik açısından doğa,“...hiç durmaksızın yeniden dönülen bir çemberin o sonsuz değişmezliğinde hareket etmemekte, tersine gerçek bir tarihsel evrimden geçmektedir.” (Engels, a.g.e, s. 75)
Hegel işte böyle devrimci bir yöntem olan diyalektik yöntemi, kendi idealizmini açıklamakta kullanmaya çalışmış ama başarılı olamamıştır. Hegel’in elindeki bu yönteme rağmen idealizmi aşamamasını, Engels şöyle açıklamaktadır: “Hegel, ... önce kendi bilgisinin o zorunlu sınırlılığı ile ve, sonra da, çağındaki bilginin ve kavramların sınırlı genişliği ve derinliği ile kuşatılmıştı. Bu sınırlara bir üçüncü eklenmelidir. Hegel bir idealistti.”(Engels, a.g.e, s.75).
Hegel’in başaşağı duran sistemini ayakları üzerinde doğrultabilecek, o tarihsel dönem içerisinde bu yükü kaldırabilecek birisi çıkmıştı ve bu Marx’ın ta kendisiydi. Hegel’in idealizmi -kullandığı diyalektik yönteme rağmen- dönemin özellikle bilimsel gelişmeleri karşısında gün geçtikçe eriyor ve bu idealizmin yerini Feuerbach’ta cisimleşen materyalizm alıyordu. Marx ve Engels de sahneye çıkan bu materyalizmin etkisi altındaydılar. Ve Marx, eski ve kaba materyalizmin yerine, diyalektik temel üzerinde yükselen bilimsel materyalizmi inşa etmekte gecikmeyecekti. Artık klasik Alman felsefesinin yerini diyalektik materyalist felsefe almaya başlamış ve Marx bunu Hegel’in diyalektiğinden yola çıkarak başarmıştır. Marksizmin felsefede açtığı bu çığır, Engels’in “Ludwıg Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu” adlı yapıtında özlü anlatımına kavuşur:
“Diyalektik felsefede, hiçbir şey, kesin, mutlak ve kutsal değildir. Diyalektik felsefe, her şeydeki ve her şeyin içindeki geçici niteliği açıklar; kesintisiz varoluş ve yokoluş süreci ve daha aşağıdan daha yukarıya doğru sonsuz akış süreci dışında hiç birşey onun karşısında duramaz. Ve diyalektik felsefenin kendisi de düşünen beyindeki bu sürecin salt yansımasından başka birşey değildir.”
Diyalektik, hareketi tarihselliği içerisinde ve tüm bağlantılarıyla ortaya koymayı gerektirdiği için, insanlık tarihinin, tarihsel gelişimi içinde ortaya konması yani tarihsel akışın yasalarının ortaya konması da Marx’ın materyalizminin amacı olmuştur. Marx, doğanın kavranmasını, insan toplumunun kavranması şeklinde genişletmek için çalışmıştır. O güne dek tarih; tesadüflerin, kahramanların, dinin, savaşların vb. tarihi olarak karmaşa içinde, gerçek anlamda anlaşılamayacak bir yığın bilgiden oluşuyordu. Marx ile birlikte tarih; neden-sonuç ilişkileri içinde açıklanabilir, gelişim yasalarının ortaya konmasıyla anlaşılabilir ve her şeyden önemlisi de maddi temeller üzerinde “değiştirilebilir” bir olgu haline geldi. Tarihinin insanoğlunun kendisinin evrim süreci olduğunu belirten Engels, tarihsel materyalizmin görevini şöyle tanımlıyordu: “Artık, bu sürecin aşamalı ilerlemesini bütün çarpışık yolları boyunca izlemek ve onun dışardan raslantı gibi görünen bütün görüngülerinin iç düzenini ortaya çıkarmak, zihnin ödeviydi.”(Engels, a.g.e, say.75). Üretici güçlerin gelişimi sonucunda bir toplumsal sistemin yerini daha ileri bir toplumsal sistemin alması diye özetleyebileceğimiz tarihsel materyalizmin ortaya koyduğu yasa, “insanın toplumsal bilgisinin, toplumun ekonomik sistemini yansıtması” esasına dayanır.
Bu ekonomik sistemleri gelişim süreçleri içerisinde inceleyen Marx ve Engels, özel mülkiyetin olmadığı komünal topluluk aşamasından sonra tüm tarihin “sınıf savaşımları tarihi” olduğunu ortaya çıkarttılar. Sınıflar tarihi boyunca “... ya bir devrimle toplumun geniş ölçüde yeniden kurulmasıyla ya da katılan sınıfların ortak yokoluşu ile sonuçlanan bitmez tükenmez bir kavga sürdürüyorlardı” (Komünist Manifesto)

Marx ve ekonomi politik
Marx, kapitalizmi bir bütün olarak tanımlayabilmenin, onu oluşturan ekonomik sistemi çözümlemekten geçtiğinin farkına vararak, kapitalist ekonominin işleyiş yasaları üzerinde çalışmaya başladı. Sosyalizmin artık bir ütopya olmaktan çıkıp yaşam bulabilmesi, onun üzerinde yükseleceği toplum olan kapitalizmin (özellikle ekonomik işleyişinin) tam ve ayrıntılı bir açıklamasını yapmayı zorunlu kılıyordu. Ve Marx kapitalizmle birlikte “burjuvazinin mezar kazıcısı” olarak tarih sahnesine çıkan proletaryanın, bu savaşımını sağlam temeller üzerinde sürdürmesi gerektiğini biliyordu. Bunun için kapitalizmin ayrıntılı bir çözümlemesiyle birlikte, kapitalizmin yerini sosyalizme bırakma zorunluluğunun da en açık kanıtlarını ortaya koydu. Ekonomi politik eleştirilerini, başka bir çok eserinde ortaya koyduğu gibi, bunun üzerine yoğun bir çalışmanın ürünü olarak “Kapital”i yazdı.
Emek-değer teorisinin temellerini ortaya koyan Adam Smith ve David Ricardo’nun ekonomi politik çalışmalarını geliştirmeye koyulan Marx, bir “meta ekonomisi” olan kapitalizmde, bu metaların değerlerini belirleyenin, onların üretiminde “toplumsal bakımdan gerekli-emek zamanı miktarı” olduğunu buldu. Meta üretiminin ortaya çıktığı kapitalizmin ilkel birikim döneminde meta dolaşımı, M-P-M (meta-para-meta) biçiminde gerçekleşiyordu. Bu birikim döneminin sonunda ise, dolaşım, P-M-P biçiminde gerçekleşerek, paranın sermayeye dönüşmesini sağlayan bir “büyüme”ye (P-P) yol açar. Büyümeyi sağlayan, tüketimiyle değer yaratan, özel niteliğe sahip bir meta olan insanın emek-gücüdür. Emek-gücünü satan bir işçi, aldığı ücretin karşılığında yarattığı değere ek olarak, kapitalistin cebine kâr olarak giren, karşılığı (ücret) ödenmemiş “artı-değer”in de yaratıcısıdır. İşte Marx, burjuva ekonomipolitikçilerinin bulamadığı, “sermaye birikimini sağlayanın, işçinin emek-gücünün sömürülmesine dayanan artı-değer olduğu” gerçeğini kanıtlarıyla birlikte ortaya koyarak ekonomi politikte yeni bir çığır açtı.
Marx, sermaye birikimi ve sermayenin merkezileşmesi ile küçük üretimi parçalayan, makineleşmeyi geliştirerek zenginleşmeyi ve paralelinde oluşturduğu işsizler ordusu ile sefaleti yaratan kapitalizmin aslında kendi sonunu hazırladığını ortaya koydu. Rekabet ile daha az sayıda kapitalistin elinde biriken sermaye, üretimin genişlemesine ve sömürünün yoğunlaşmasına neden olur. Kapitalizmin aşırı üretiminin yarattığı bunalımlarla sarsılması, onun üretici güçlerin gelişiminin önünde artık bir engel teşkil etmesinin sonucudur. Diğer bir deyişle üretimin toplumsallaşmasının kazandığı boyuta rağmen üretim araçlarının mülkiyetinin burjuvazinin elinde olmasının yarattığı çelişkinin çözümlenmesi, kapitalizmin sosyalizme evrilmek zorunda olduğunun, sosyalizmin maddi temellerinin bir kanıtıdır.
Çok kabaca ortaya koymaya çalıştığımız Marx’ın ekonomi politik üzerine görüşlerini, vardığı sonucu görmek açısından yine Marx’ın Kapital’inden bir alıntıyla noktalayalım: “...Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler.”

Marx ve sosyalizm
Marx, bir yandan toplumsal gelişmenin kapitalizm aşamasının zorunlu olarak sosyalizme giden yolu açtığının maddi kanıtlarını ortaya koyarken, diğer yandan sosyalizmi bilimsel temeller üzerinde “kurgulama” çabasındaydı. Kapitalist sömürünün yarattığı sefaleti ortadan kaldırma çabaları olarak sosyalist teoriler zaten geliştirilmişti. Ancak bunların hepsinin niteliği “ütopik” olmakla sınırlı kalıyordu. Çünkü bu ütopyaları yaşama geçirecek toplumsal güç anlaşılamıyor, maddi temeli ortaya konulamıyordu. Bu dönömde proletarya, yaşadığı sefaletten dolayı acıma uyandıran bir sınıf olmaktan öte bir anlam taşımıyordu. Marx ise proletaryada, yeni toplumu yaratacak gücü görmüştü. Kapitalizmin yarattığı bir sınıf olarak proletaryanın, devrimci sınıf olarak toplumu sosyalizme taşıyabilecek yegane güç olduğu, Marx’la birlikte ortaya çıkmıştı.
Marx, proletaryanın mücadelesini doğru kanala akıtabilmesinin yolunun sınıf savaşımı bilincine erişmesiyle olabileceğini söylüyordu. O dönem feodalite ile burjuvazi arasında en üst aşamasına olan savaşımlar, sınıf savaşımının en canlı örnekleriydi ve Marx bunları çözümleyip, sonuçlar çıkarmasını bilmişti. Artık devrimci sınıf olan proletaryanın, gericileşmiş burjuvaziye karşı mücadelesinin teorisi oluşmaya başlamıştı: Proletarya, kapitalist üretimin doğası gereği oluşan örgütlülüğünü, sömürücü sınıf burjuvaziye karşı “savaşım örgütlülüğü”ne dönüştürmek zorundadır. Egemen sınıf olan burjuvazinin çıkarlarının en üst düzeyde cisimleştiği “devlet”e karşılık proletarya, savaşımına öncülük eden “parti”si ile burjuvaziye karşı politik bir savaş geliştirilmelidir. Bu düşünceler yaşam da karşılığını bulmuş, işçi sınıfının mücadelesine yol gösterecek olan savaşım örgütleri uluslararası düzeyde başlamıştır. Paris Komünü’nün başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, bu deneyimden önemli dersler çıkaran Marx proletaryanın sınıf savaşımının taktiklerini daha da geliştirdi. Komün hakkında Kugelman’a yazdığı bir mektupta Marx; “Eğer savaşıma yalnızca yanılmaz uygunluktaki fırsatlar koşuluyla girilmiş olsaydı dünya tarihini yapmak gerçekten çok kolay olurdu.” diyerek sınıf savaşımını kavrayış düzeyini sergiliyordu. (akt. Lenin; Marx, Engels, Marksizm, s. 205) Gerçektende Marx ve Engels proletaryanın savaşımını uluslararası boyutta, hiç durmamacasına çözümlemiş, taktikler üretmiş ve bizzat bu mücadelelerin örgütleyicileri olmuşlardır. Lenin (kendisinin de çok iyi kavradığı), Marx’ın bu proletaryanın savaşımına katkılarını dile getirirken, kullandığı çözümleme yöntemiyle ilgili şunları söylüyordu: “... bütün sınıflar ve bütün ülkeler, statik olarak değil de, dinamik olarak, yani bir hareketsizlik durumu içinde değilde, (yasaları her sınıfın varlığının ekonomik koşullarıyla belirlenen) hareket hali içinde ele alınmaktadır. Hareket de, yalnızca geçmiş açısından değil, aynı zamanda gelecek açısından, ve gene yalnız yavaş değişimleri gören “evrimcilerin” anladığı kaba anlamında değil, ama diyalektik olarak ele alınmaktadır:...” (Lenin; a.g.e, say. 45)

Sonuç yerine
Ciltler dolusu esere sahip olan Marksizmi elbette bu yazı tam olarak ifade edemeyecektir. Marksizmin temellerine ilişkin burada yapılan sınıflandırma, onu anlaşılır kılmak amacını taşıyor. Hiç kuşkusuz açmaya çalıştığımız bu üç temel içiçe gelişmiştir. Marx’ın düşünsel gelişimi bir öncelik-sonralık ilişkisi içinde anlaşılamaz. Örneğin Marx, kapitalist ekonomiyi incelediği bir dönemde, sosyalizmin sorunları üzerine çözümlemeler de üretebilmiştir. Bu üç temel Marx’ta nasıl bir diyalektik bütünlük oluşturmuşsa, Marksizmi kavrayabilmenin yolu da, onun üzerinde yükseldiği temellerden birini diğerinden ayırmamaktan, birini önemli diğerini daha az önemli görmemekten geçiyor. Marksizm (ya da daha sonra onu geliştiren Lenin ile Marksizm-Leninizm) bir bütün olarak kavranılmadığında, onu “bilmek” Marksizm’i “entellektüel” gevezeliğe meze yapmaktan başka anlam taşımaz. (Masa başında Marx’ın ekonomi politik üzerine düşüncelerini tartışmakla yetinip, onun doğal sonucu olarak devrimi, sosyalizmi görmezden gelenler gibi). Oysa Marksizm kendisinden önce gelen tüm birikimi, tarihselliği içinde özümseyerek geleceğin bilimsel teorisini oluşturmuştur. Onun doğruluğunu kabul etmek, kuşkusuz zaman-mekan değişkenlerini hesaba katarak, onu geliştirmek zorunluluğunu doğurur.
Marx ve Engels’in ortaya koydukları sistemi yıllarca sonra Rusya’da özümseyen Lenin, Marksizmin bir dogma olarak ele alınmasına son vererek bilimsel sosyalizme yeni katkılar sundu. Lenin’in Rusya’da devrimi gerçekleştirebilmeye götüren neden, Marksizm’in özünü doğru tahlil edebilmesiydi. Bilimsel sosyalizmin ilk halkası olan Marksizm, Lenin ile yeni bir boyut kazanmış ve Marksizm-Leninizm adlandırmasıyla yeni halkaların yaratılmasına öncülük etmiştir. Lenin’i kendi döneminin “Marksist”lerinden ayıran neydi? Lenin Marksizmi “her derde deva” çözümlerin ortaya konduğu bir dogma olarak görmüyordu. Zaman ve mekan içinde onun geliştirilmesi gerekliliğinden hareket ediyordu. Lenin daha 1899’da köşe başlarını tutmuş sahte Marksistler’e şöyle diyordu: “... Biz, Marx’ın teorisini tamamlanmış ve dokunulmaz bir şey olarak görmüyoruz; tersine biz onun, eğer yaşama ayak uydurmak istiyorlarsa, sosyalistlerin her doğrultuda geliştirmek zorunda oldukları bilimin yalnızca bir temel taşını koyduğuna inanıyoruz.” (Lenin; a.g.e, s. 129)
Sosyalistler için öncelikle Marx’ın felsefi görüşlerinin temelini oluşturan diyalektik yöntemin bilince çıkarılması gerekmektedir ki, karşılaşılan sorunlarla nasıl başedileceği açığa çıkarılabilsin. Lenin’den 3. Bunalım Dönemi devrim önderlerine kadar Marksizmi ileriye taşıyabilenlerin ortak noktası, Marksist yöntemi özümsemeleridir. Örneğin Mahir yoldaşın, dönemin eski tüfek “Marksist”leri ile yaptığı polemiklere bakılırsa ML’i kavrayışındaki farklılık görülür. Mahir, Devrim ustalarının belirli bir koşul ve zamanda ortaya koyduğu önermeleri/politikaları kavramış, ancak kendisini onlarla sınırlamama bilimselliğini gösterebilmiştir. Çünkü Mahir, Lenin’in de dediği gibi “belirli bir tarihsel dönemin sloganlarını tekrar ederek o dönemin esas koşulları”nın yaratılamayacağı bilincine sahiptir.
İnsanlığın “ideolojilerin bittiği” masalıyla uyutulmaya çalışıldığı bu tarihsel dönemde, bilimsel sosyalizme yeni halkalar ekleme, onurlu görevini taşıyoruz. Geleceğe bu bilinçle bakıyor ve yazımızı büyük usta Lenin’in sözleriyle noktalıyoruz: “.... ilkin, Marksizm, öteki tüm ilkel sosyalizm biçimlerinden tek bir özel savaşım biçimine bağlı kalmamakla ayrılır. En değişik savaşım biçimlerini kabul eder, ve onları “uydurmaz”, ama devrimci sınıfların, hareketin gelişimi içinde kendisini gösteren savaşım biçimlerini yalnızca genelleştirir, örgütler ve bunlara bilinçli bir ifade verir. Bütün soyut formüllere ve bütün doktrinci reçetelere kesinkes düşman olan Marksizm, Hareket geliştikçe, yığınların sınıf bilinci arttıkça, iktisadi ve siyasal bunalımlar kesinleştikçe, savunma ve saldırının yeni ve daha değişik yöntemlerinin sürekli bir biçimde doğmasını sağlayan ilerleme içindeki kitle savaşımına karşı dikkatli bir tutum takınılmasını gerektirir. Bu nedenle Marksizm, kesin olarak herhangi bir savaşım biçimini reddetmez. marksizm, mevcut toplumsal durum değiştikçe, kaçınılmaz olarak, bu döneme katılanlarca bilinmeyen yeni savaşım biçimlerinin doğacağını kabul ederek, yalnızca o anda olanaklı ve varolan savaşım biçimleriyle kendini hiçbir koşul altında sınırlamaz.” (Lenin; a.g.e, s. 185-186)

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92