Amerika: Rüya mı? Kâbus mu?
Mehtap Dikburun
|
400 milyonluk nüfusla, Kuzey Amerika'nın en büyük ülkesi,
dünyanın efendisi ABD... I. ve II. Paylaşım Savaşları'ndan
en az zararla çıkan ülke... Özgürlükler ve fırsatlar
diyarı... Paylaşım savaşlannın en şiddetli günlerinde
bile tek bir bombanın düşmediği topraklar... II. Paylaşım
Savaşı'ndan büyük zararlarla çıkan Avrupalı emperyalistlerin
toparlanmaya çalıştığı günlerde, en büyük emperyalist
güç olarak ortada kalan ABD uzun süre bu hegemonyasını
devam ettirebilmişti. Ama artık her şey de o kadar kolay
değildi. Karşısında dünyanın üçte birini kaplayan sosyalist
blok ve bu bloğun en önemli gücü SSCB vardı. Sıcak savaş
döneminin yerini "soğuk savaş"a bıraktığı
bu yıllar, aynı zamanda emperyalistlerin her iki büyük
savaştan doğan devrimlerin derslerini değerlendirdiği
yıllardı.
Öte yandan bu, emperyalizmin yeni bir bunalım döneminin
de başlaması anlamına geliyordu. Dünyanın henüz sosyalizme
kaptırılmamış bölgelerinde derinlemesine bir sömürgecilik
tarzı geliştiren kapitalist sistem, böylece bir yandan
pazarı büyütüyor, bir yandan da kapitalist sistemin
kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan sorunlarına çözüm
arıyordu. Keynezyen ekonomi politikaları -fordist üretim
ve ithal ikamecilik- bir süre daha emperyalizmin işine
yaradı. 70'lerin büyük bunalımına gelindiğinde ise artık
başka arayışlar gündemdeydi. Monetarist politika -esnek
üretim ve ihraç ikamecilik- imdada yetişti.
Ama bu arada ABD, Vietnam'da yediği o müthiş darbeyi
hiç unutamadı. Bir avuç köylü tarafından yenilgiye uğratılmış
olmanın utancını uzun yıllar sonra bile üzerinden atamadı,
hatta o kadar ki, Hollywood neredeyse koca bir dönemi
Rambo ve türevi filmlere ayırmaktan kendini alamadı.
Gerçekten de Vietnam, ABD açısından tam bir rezaletti.
Modern silahlarla donatılmış 100 binlik bir ordu, küçük
bir halkın savaşı karşısında tam bir acizlik sergilemişti.
Sosyalist bloğu çevreleyip yalıtma stratejisi olan "Liberal
Çevreleme" politikası da böylece tarih olmuştu.
90'lara gelindiğinde önümüze çıkan ise şüphesiz tarihsel
bir dönemeçtir. Yalnızca iktisadi ya da coğrafi anlamda
değil, belli bir ruh halinin biçimlenmesi anlamında
da... Neredeyse 50 yıl boyunca canlı tutulan "komünizm
fobisi"nin eski işlevini göremez hale gelmesi,
(ki bu fobinin öne sürülmesi "komünizmin çöktüğü"
iddiasıyla çelişmektedir) ortaya yeni gerici motivasyonlar
çıkarılmasını gerektiriyordu. "Yeni dünya düzeni",
bu bakımdan yeni bir manipülasyon düzeni anlamına da
gelmekteydi.
Bu düzeni anlayabilmek için sistemin kendi içine yönelik
araştırmalarına bakmak gerekiyor. "Fırsatlar ülkesi"
nin insanlarının 90'ların sonlarında dünyayı ve ülkelerinin
politikalarını nasıl algıladıkları, kendilerini nasıl
hissettikleri ancak böylesi araştırmalarda görülebiliyor.
Bir ülke, bir halk
Kim bu Amerikalılar? Dünyaya nasıl bakıyorlar? Somalili
bir çocuğun açlıktan şişmiş karını ile petrole bulanmış
bir martının uçamayışını aynı gözlerle mi algılıyorlar?
Çocukları Öldürülmüş Kosovalı bir anne ile ABD Hava
Kuvvetleri tarafından bombalanan Iraklı anneler onlar
için bir mi? Eğitimi, sağlığı özelleştirilmiş, 30 milyon
insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı, ortalama
bir kişinin günde 8 saat televizyon seyrettiği bir ülkenin
insanları neler düşünüyor?
Şikago Dış İlişkiler Konseyi tarafından Gallup Organization'a
yaptırılan kamuoyu anketleri bu bakımdan oldukça ilginç
veriler içeriyor. (Kaynak, Foreign Policy Dergisi)
Öyle görülüyor ki, sokaktaki ABD vatandaşı da dünya
halklarına ağabeylik taslamayı pek seviyor. ABD'nin
dünyadaki belirleyici konumu, onlara tartışılmaz bir
hakmış gibi görünüyor. Örneğin, ankete göre ABD'nin
uluslararası ilişkilerde/aktif bir rol alması % 61 düzeyinde
kabul görüyor. Sosyalist blokun dağılmasından sonra
kendilerini daha emniyette hisseden büyük çoğunluk,
ABD'nin 10 yıl sonra dünyada daha önemli bir rolde olacağından
kuşku duymuyor. Ancak bütün bunlar öyle kapsamlı analizlere
filan değil, ortalama bir "kitle ruhu"na dayanıyor.
Örneğin, halkın %21'i ABD'nin en önemli iki veya üç
önemli dış politika problemi sorulduğunda "bilmiyorum"
yanıtını verebiliyor. Toplama kamplarından hiç haberdar
olmadığını iddia eden orta sınıf Almanların tavrını
hatırlatan bu tablo, son derece öğreticidir. ABD vatandaşına
genel bir imaj yetmektedir. Örneğin bu "bilmiyorum"cuların
da içinde bulunduğu büyük bir çoğunluk, başkanlarını
dış politikada oldukça başarılı görmektedir.
"Amerika'ya yönelik en ciddi problemin ne olduğu"
konusunda ise hiçbir tereddüt bulunmuyor: Uluslararası
terörizm! (%84). Bu oranı %76 ile "kimyasal/biyolojik
silahlar" ve %75 ile "düşman ülkelerin nükleer
güç haline gelme endişesi" izliyor. Bu silahlar
ve nükleer güçlerin tekelinin kimde olduğu, kim tarafından
üretilip satıldığı, kimin bu pazarlardan milyarlarca
dolar kazandığı soruları şüphesiz ABD vatandaşını ilgilendirmemektedir;
onun bakımından önemli olan tek şey, bütün bu tehlikeli
araçların "düşman" güçlerin elinde olmamasıdır!
"Düşman güçler"in kim olduğu ise çoğu zaman
konjonktürel bir sorundur. Örneğin bir dönem Saddam
bu boşluğu doldururken, daha sonra İslami örgütler hedef
tahtasına çıkmakta ama bu arada o eski hayalet, yani
komünizm tehdit olmaktan hiç çıkmamaktadır.
Ancak Amerikan şovenizmi biraz "canı tatlı"
türden bir şovenizm olarak karşımıza çıkıyor. Yani,
bombaların ve elektronik aygıtların savaşmasını isteyen
Amerikalı, herhangi bir ülkede fiilen savaşmak konusunda
o kadar da istekli davranmıyor. Ankete katılanlar, sadece
Irak Suudi Arabistan'a saldırırsa (ki, Suudi Arabistan
%88'lik kesim tarafından ABD'nin dostu ve müttefiki
olarak görülüyor) Amerikan askerlerinin gitmesini istiyor.
(Liderler üzerinden yapılan ankette ise büyük bir çoğunlukla
İsrail, Kosova, Polonya, Suudi Arabistan, Güney Kore
ve Tayvan'a askeri müdahaleleri desteklemektedir.)
"Küba'da bir devrim olması halinde" askeri
müdahale yapılmalı mı? ABD halkının %80'i böyle bir
müdahaleye karşı çıkıyor. Öyle anlaşılıyor ki, Küba'nın
sağlamış olduğu meşruiyet ve Küba halkının kararlı tutumu
en azgın şovenizmi bile geri adımlara zorlayabiliyor.
Artık tek tek ülkelerde devrimlerin yaşayamayacağını
iddia edenler bakımından bu manzara oldukça önemli olmalıdır.
Dış ülkelere asker gönderilmesi konusundaki kaygı, "Vietnam
Sendromu"na bağlanıyor. Gerçekten de ankete katılanların
%63'ü Vietnam savaşının "büyük bir hata",
bunun da ötesinde temelde "yanlış ve gayrı ahlaki"
olduğunu düşünüyor. Ancak iş bugüne ve "terörizm
tehlikesi"ne geldiğinde durum değişiyor. Sisteme
yönelen herhangi bir başkaldırıyı, havadan saldırıyla
%74, karadan saldırıyla ise %57'lik bir kesim onaylıyor.
Ayrıca ankete katılanların %54'ü "terörist liderlere
suikast düzenlenmesini", yani açıkça yasadışı bir
operasyonu, kabul ediyor.
Ankete göre Amerikalılar, kendilerini az çok güvende
hissediyorlar ama paranoyaları da hiç bitmiyor. Örneğin
halkın %30'u, savunma harcamalarında artış istiyor.
Diğer ülkelerle istihbarat toplamak için federal harcamaların
artırılmasını isteyenlerin oranı ise %27. ABD'yi tehdit
eden bir askeri güç olmamasına karşın bu oranlar şaşırtıcı
gelmemeli. Paranoyayla içice yaşayan bir halktan sözediyoruz,
kendilerini dünyanın geleceği konusunda söz sahibi gören
insanlardan... Bu yüzden halkın %59'u NATO'yu desteklemeye
devam ediyor.
Anketin bir diğer sorusu da bir ülkenin genel gücünü
ve dünya devletleri üzerindeki etkisini ekonomik gücün
mü yoksa askeri gücün mü oluşturduğu sorusu. Buna verilen
yanıt %63 ile "ekonomik güç" olarak biçimleniyor.
Küreselleşme ise halktan %54, liderlerden ise %87 ile
kabul görüyor. Şüphesiz bu anketlerin içinde IMF ve
Dünya Bankası patentli küresel ekonomi politikalarının
dünya halklarına dayattığı sömürü gözükmüyor. ABD'nin
genellikle ekonomik zor kullanarak dayattığı ekonomik
reform paketlerinin yeni-sömürge ülkelerde nasıl tahribatlara
yol açtığı görmemezlikten geliniyor. Dünyadaki açlıkla
savaşmayı en önemli meselelerden biri olarak gören ABD
halkı, bu açlığın kaynağının IMF ve Dünya Bankasının
dayattığı ekonomik kararlar olduğu konusunu ya unutuyor
ya da görmezlikten geliyor. Somali'nin açlık ve savaşla
anılan görüntüsünün kaynağını bu ekonomik paketlerin
oluşturduğu kimse tarafından hatırlanmak istenmiyor.
Somali'nin ekonomik yaptırımlar dayatılmadan, önce de
pek parlak durumda olmadığı ama esnek üretim ve ihracata
dayalı ekonomi modelinin ardından önce tarımın çöktüğü
ardından da açlığın yayıldığı gibi gerçekler yok sayılıyor.
Ankete katılanların önemli bir bölümünün desteklediği
"diğer ülkelere demokrasi götürme", "insan
haklarını koruma" hedefleri ise hem gülünç geliyor
hem de bizim gibi darbeler ve ABD kaynaklı kontrgerilla
faaliyetlerinin yoğun olduğu ülkelerde ayıp kaçıyor.
Küreselleşen sermayenin getirdiği global ekonomik kriz
ise ABD halkının en büyük korkulan arasında yer alıyor.
Örneğin, Asya Krizi'nden duyulan korku, giderek şişen
üretmeyen mali sermayenin korkulu rüyası olmaya devam
ediyor. Bu nedenle ankete katılanların %82'lik bir oranı
IMF'ye yardım yapılmasını destekliyor. Amerikan halkı
Avrupa ve Asya arasında giderek pek fazla ayırım gözetmiyor.
(Aralarında yalnızca %7'lik bir oran var.) Buna karşılık
müttefik olarak Avrupa ve Japonya'yı görüyorlar. Ekonomik
olarak Avrupa'yla bir rekabeti mümkün görmüyorlar. Japonya'daki
ekonomik durgunluktan dolayı da artık onları da rakip
olarak düşünmüyorlar. Ancak Çin'in ekonomik alanda kaydettiği
ilerlemeler ve Çin ile Rusya'nın yakınlaşma tehlikesine
önem veriyorlar. Rusya onlar için halen güvenilmez ülke
konumunu koruyor. Eski SSCB'nin ekonomik ve askeri alandaki
gücünün Rusya'da toplanmış olması ankete katılanlar
için endişe kaynağı olmaya devam ediyor.
Uyum ve paranoya
"Ülkenin yüzyüze bulunduğu en büyük iki ya da üç
sorun sizce nedir" sorusunun en genel 4 yanıtı
ise şöyle:
Kamuoyu;
I. Suç %26,
II. Başkan/Bili Clinton %22,
III. Uyuşturucu Kullanımı % 21,
IV. Eğitim %15.
Liderler;
I. Eğitim % 26,
II. Yönetimden Memnuniyetsizlik % 14,
III. Ahlaksızlık % 14,
IV. Asya Ekonomisi % 13
Dış politika konusunda "bir numara" olmaktan
hiç vazgeçmeyen ve başkan seçerken en çok bu "dünyaya
hakimiyet" ölçütünü kullanan ABD vatandaşının,
kendi durumuna bakışının ise pek iyimser olmadığı anlaşılıyor.
Suç, eğitimsizlik ve uyuşturucu kullanımı en belirgin
üç sorun olarak ortaya çıkıyor. Tamamen özelleştirilmiş
bir eğitim sisteminde birçok üniversitesinden alınan
diplomalar geçersiz kabul ediliyor. Ülke içinde işlenen
suç oranı ise artık dillere destan boyutlardadır. Bireyciliğin
ve yabancılaşmanın kıskacında, kendinden başka kimseye
güvenmeyen, gelecekleri ellerinden alınmış insanlar
uyuşturucuya devlet eliyle itiliyor. Köşe dönmeci mantığı
temsil eden fısatlar ülkesi, bu arada göçmenler için
de azap ülkesi haline gelmeye başlıyor. Ülke içindeki
işsizlik oranı giderek artıyor. Gençlerin büyük çoğunluğu
gelecekten ve işsizlikten korkuyor.
Yönetici kesim ise büyük bir yüzsüzlükle eğitimin en
önemli sorun olduğundan dem vuruyorlar. Sanki eğitim
bu hale kapitalist düzenin işleyişi yüzünden gelmemiş
gibi. Aynı pişkinlikle ahlaksızlıktan söz ediyorlar.
Ahlaksızlığın en büyüğü artı-değerin savunucuları hem
de.
Ülkenin yüzyüze bulunduğu en büyük iki ya da üç dış
politika sorunu sizce nedir sorusunun en genel 5 yanıtı
ise şöyle;
Kamuoyu; Bilmiyorum %21, Terörizm % 12, Dünya Ekonomisi
%11, Ödemeler Dengesi % 10, Ortadoğu Meselesi %8.
Yöneticiler; Dünya Ekonomisi %21, Irak %18, Silah Kontrolü
%15, Japon/Asya Ekonomisi/Kriz %13, Rusya ile ilişkiler
%13.
Ortada %21 ile duran yanıt aslında halkın kendi kendinin
yönetmediğinin kanıtı. 8 saat izlenen ekranlardan halkın
bu sistemle uyumlu hale gelmek zorunda olduğu vaazları
veriliyor. Bu sistemin dışında başka bir sistemin olabilirliğinin
mümkün olmadığı anlatılıyor. Aynen Chomsky'nin özetlediği
gibi: "Gerçekte ABD'de iki gruba sınıf bilincine
sahip olma hakkı verilmiştir. Bunlardan biri iş çevreleridir.
Bu çevreleri temsil edenlerin yazıp çizdiklerine bir
göz atın; kitlelerin örgütlenip ayaklanma tehlikesinden,
kitleleri nasıl yönetebileceğimizden bahseden yazılara
çok sık rastlarsınız. Bir tür ters yüz edilmiş marksizm
gibi. Kendisine sınıf bilincine sahip olma hakkı verilmiş
diğer grup ise hükümetin üst düzey planlama sektörleridir.
... Fakat nüfusun geri kalan kısmını, diğer insanları
'sınıf' diye bir şey olmadığına inandırmak çok önemlidir.
Yani 'hepimiz Amerikalıyız, uyum içersinde güzel güzel
çalışıyoruz, birlikte çalışıyoruz, her şey harika' söylemine
herkesin inanması çok önemli."
Kısacası, ABD halkı bakımından durum, Mao'nun "kağıt
kaplan" esprisine hâlâ uygun gibi görünüyor. Dışa
karşı esas olarak korkudan kaynaklanan bir saldırganlık
ve şovenizm, içerde ise ağır bir bunalım ve gelecek
endişesi...
Öyle görünüyor ki, ABD koşullarında ciddi bir toplumsal
hareket ya da en azından ahlaki bir tepki dün olduğu
gibi bugün de dünya devrimci hareketinin yaratacağı
basınca bağlıdır. ABD halkının yeniden 1960'lı yılların
hareketliliğine kavuşması, dünya devrimi hareketinin
de kendisini aynı noktaya taşımasıyla yakından ilgili.
|