Sosyalist Barikat Bütün
YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda |
|
|
|
|
Türk
Milliyetçiliği
Derya GÜNEYLİ
|
A) Milliyetçi ideolojilerin ortaya
çıkışının tarihsel ve sosyal koşulları
Türk milliyetçiliğinin doğuşu ve tarih sahnesine
çıkışı, Avrupa uluslarına kıyasla oldukça geç bir
süreçte gerçekleşmiştir.
Genel olarak milliyetçilik, Avrupa ulusları içinde
19.yy. başlarında doğmuş, Fransız Devrimi ile dünyaya
yayılmıştır.
Milliyetçilik, ekonomisi ve üretim biçimi değişmeye
başlayan Avrupa ülkelerinde burjuvazinin, siyasal,
ekonomik ve toplumsal ideolojisi olmuş, 19.yy. boyunca
liberalizm ile birlikte burjuvazinin ve burjuva
devrimlerinin feodalizme karşı mücadelesinde itici
güç rolü oynamıştır.
Oysa aynı yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomik-politik
ve toplumsal yapılanmasına bakıldığında; burjuvazinin,
dolayısıyla Türk milliyetçiliğinin doğumunu sağlayacak
olan en basit koşulların dahi oluşmamış olduğu görülür.
Bu koşulların oluşmamasının nedenlerini sıralayacak
olursak; herşeyden önce Osmanlı İmparatorluğu'nun
ekonomik geri kalmışlığı ve Avrupa uluslarının İmparatorluk
üzerindeki ekonomik hegemonyası, Türk burjuvazisinin
bir sınıf olarak doğmasını, dolayısıyla onun ideolojisi
olan milliyetçiliğin de oluşmasını engelliyordu.
Ekonomik yapının bu olumsuzluğu yanındaki diğer
bir etmen de. Osmanlı İmparatorluğu'nun çok uluslu
niteliğinden kaynaklanıyordu. İmparatorluk içinde
yaşayan farklı uluslar, "Türkler, Bulgarlar,
Sırplar, Romenler, Arnavutlar, Yunanlılar, Ermeniler,
Yahudiler. Araplar, Hırvatlar, Karadağlılar, Suriyeliler.
Gürcüler, Kürtler" arasındaki ilişkiler, toplumsal
ya da etnik olarak değil, dinsel temeller üzerine
kurulmuştu.
Dolayısıyla, İmparatorlukta, "ırk" ya
da "ulus" ayrımları olmayıp, ayrım, müslüman
olan ya da olmayanlar (Ortodokslar, Katolikler,
Protestanlar...) şeklinde idi.
Bu arada belirtmeliyiz ki, Müslüman olmayan topluluklar
için kullanılan "millet" sözcüğü, çağdaş
'ulus' anlamına değil, arapça kökeninde olduğu gibi,
dini cemaat anlamına geliyordu. Aynı şekilde Ali
Engin Obalı’nın belirttiği gibi, İmparatorluk'ta,
"Türk olmanın ya da olmamanın hiç bir anlamı
yoktu." Çünkü Osmanlılar, milliyet ayrımını
ortadan kaldırarak din ayrımına dayanan bir toplumlar
modeli oluşturmuşlardı.
Türk milliyetçiliğinin doğuşunu geciktiren bu etmenlerin
yanısıra diğer bir etmen de, Osmanlı'nın kültürel
yapısından kaynaklanmıştır. M. Ali Ağaoğulları,
bu etmeni şöyle açıklıyor: "Türkler, hemen
hemen tümüyle İslam kültürünü özümsemişlerdi.
Osmanlı tarih anlayışı bunun çok açık göstergesidir;
tarih yazıcılığı iki temel olgu üzerine kurulmuştu:
Muhammed'in kutsal görevi ve Osmanlı Hanedanı'nın
doğuşu... Bunun sonucu olarak, Türklerin İslam öncesi
geçmişleri, Orta Asya'daki kökenleri ve batıya göçleri,
ortak bilinçten silinmişti.
Öyle ki, Avrupalılar ve hatta Araplar, bütün tarihleri
boyunca, Türk'e "Türk" dedikleri halde,
Osmanlı devletindeki Türk, kendini yalnızca Müslüman
ve Osmanlı olarak algılıyordu. Bu anlayış içinde
"Türk" sözcüğü, daha çok köylüler ve Türkmen
aşiretleri için kullanılan ve çoğu kez yanına "kaba",
"cahil" gibi aşağılayıcı sözcükler eklenen
bir sıfattı.
Ayrıca; Osmanlı Devleti'nin temel eğitim alanları
medreselerdi ve bu medreselerde islam eğitimi ve
"terbiyesi" hakimdi, eğitim dili de, Türkçe
değil Arapçaydı. Bu durum, Türklerin kendi dillerini,
tarihlerini, coğrafyalarını, kısacası, kendi geçmişlerini
öğrenememelerine yol açıyordu. İşte kısaca ifade
etmeye çalıştığımız bu temel koşullar, Osmanlı İmparatorluğu'nda
Türk milliyetçiliğinin tarihsel ve olağan koşullar
ekseninde doğmasını engelliyordu.
Dolayısıyla, İmparatorluk sürecinde dünya ve özellikle
Avrupa uluslarının süreçlerinden farklı bir seyir
izleyen Osmanlı tarihi, son dönemlerinde, çeşitli
etmenlerin belirlediği yapay, yukarıdan aşağıya
ve çarpık biçimde empoze edilmeye çalışılan bir
milliyetçilik dalgası ile karşı karşıya kalmıştır.
Bu ideolojinin "düşünsel" temelleri, birbirinden
görece bağımsız üç ayrı koldan yapılan araştırma
ve çalışmalarla oluşturulmuştur. Buna göre; a- Batı
Türkologları, b-Çarlık Rusyası’ndaki Türk milliyetçileri,
c-Osmanlı Edebiyatçıları, yaptıkları araştırma ve
çalışmalarla, bu ideolojiye düşünsel temeller oluşturmuşlardır.
Ayrıca, ilk iki sırada tanımlanan araştırma ve çalışmaların
İmparatorluk toprakları dışında yapılmış olması,
olumsuz etmenlerin Türk milliyetçiliğinin doğuşunun
gecikmesinde ne denli güçlü olduğunu göstermesi
açısından önemlidir.
B) Milliyetçi ideolojinin oluşumunda dış dinamikler
Türk milliyetçiliğinin doğuşundan ve Türkçülüğün
devletin siyasal politikası haline gelişinden önce,
Avrupa'da "Türkler”le ilgili yoğun araştırma,
inceleme ve tartışmalar yapılmıştır. Yapılan bu
çalışmalarda, Türklerin herhangi bir katkısı ve
katılımları olmamıştır.
Sözkonusu çalışmalar. Fransa, Avusturya-Macaristan,
Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde akademik düzeylerde
yürütülmüştür. Bu alandaki çalışmaların ilki, 17.
yüzyılda Cizvit Papazlar tarafından, Sinoloji disiplinine
bağlı olarak yapılmıştır. Aynı şekilde, bir Fransız
sinoloğu olan Joseph de Guignes'in 5 ciltlik çalışması
"Histoire generale deş Huns, deş Turcs, deş
mongols et autres Tartares Occidentaux" (1756-1758),
Türklerin İslamiyetten önce, Asya tarihindeki rollerini
açıklamayı amaçlamıştır.
Diğer yandan. Alman Heinrich Julius Klaproth ve
Fransız Jean-Pierre Abel Remusat, yaptıkları çalışmalarda,
Türklerin diğer Asya toplumlarından etnik olarak
farklı ve kendilerine ait bir dilleri olduğunu açıklamışlardır.
"A Grammer of the Turkısh Language" (1816)
çalışmasıyla Türkçe üzerine üretim yapan ve ilk
sistemli Türkçe gramerini gerçekleştiren kişi ise,
Arthur Lumley Davids'dir.
Ayrıca Türk ırkı konusunda çalışmalar yapan ve Türkçülük
düşüncesinin en önemli "teorisyenlerinden"
sayılan Macar Arminius (Hermann) Vambery, 1850'de
İstanbul'da çeşitli faaliyetlerde bulunmuş ve çalışmalarında,
Türk ırkının "üstünlüklerini" vurgulayarak,
ilk kez "Turancı"(1) görüşler savunmuştur.
Bunlardan başka, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde
Türk milliyetçiliğinin doğuşuna dışarıdan yapılan
katkılarda en önemli paya sahip olan, hiç şüphesiz
ki Fransız yazar ve tarihçisi Leon Cahun'dur. Cahun'un
1896'da yayınlanan ve teorik olmaktan uzak "İntroduction
a L'histoire de L'Asie: Turcs et Mongols des Origines
a 1405" başlıklı çalışmasında, Avrupa'ya uygarlığı
getiren ırkın Türk ırkı olduğu şatafatlı bir dille
ileri sürülerek, Turancılık yeniden ele alınmış
ve bu düşünce, V'ambery gibi insanlar tarafından,
o zamanın elit Türkleri arasında yayılmaya çalışılmıştır.
Ayrıca Cahun'un çalışması, Türkçülüğü popülarize
elmek ve siyasal sahneye çıkararak resmi ideoloji
haline getirmek açısından, son derece önemli olmuştur.
Avrupalılar'ın Türklere gösterdikleri bu 'akademik
ilginin’ ardında siyasal çıkar hesapları yatmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı öncesi iki kampa ayrılmış bulunan
Avrupa Devletleri'nin, Osmanlı İmparatorluğu'nu
kendi cephelerine katmak amacıyla bu tür yayınlara
ağırlık verdikleri ve Avrupa'da, 1911 yılında Budapeşte'de
kurulan 'Turan Cemiyeti' gibi Türkçü örgütlerin
oluşturulmasına başladıkları, bilinmektedir.
Sonuçta, Türk milliyetçiliğinin, başka uluslar tarafından
geliştirilen bir çizgi olması gibi ilginç bir durum
ortaya çıkmaktadır.
Avrupa Devletleri için Çarlık Rusyası'na karşı Osmanlı
İmparatorluğu, her zaman önemli ve zorunlu bir müttefik
olmuştur. Ağaoğulları'nın yaptığı tesbitin doğruluğu,
1. Dünya Savaşı boyunca ve 2. Dünya Savaşı öncesinde,
Almanya-Türkiye ilişkilerinde açıkça görülebilir.
Türk miliyetçiliğinin bir siyasal ideoloji olarak
sistemleştirilip geliştirilmesinde, yukarıdaki çalışmalara
ek olarak, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında
Çarlık Rusyası'nda yaşayan Orta Asya, Kırım, Azarbeycan
ve Kafkas Türklerinin yaptıkları çalışmalar da,
önemli roller oynamıştır.
Çarlık Rusyası'nda Türk Milliyetçiliğinin doğup
gelişmesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde
oluşmaya başlayan Türk milliyetçiliği üzerinde belirleyici
denilebilecek bir etkiye sahip olmuştur. Bunun nedenlerinden
biri, Çarlık Rusyası'nda, Türklerin yoğun olarak
yaşadıkları Kırım ve Kafkasya'da ekonomik değişime
bağlı olarak, Türk-Tatar burjuvazisinin doğup gelişmesidir.
Diğer yandan, Çarlık Rusyası'nın izlediği panislavizm
ideolojisiyle (Ruslaştırma politikası) azınlıklar
üzerindeki baskıların artması, Türk toplulukları
içinde milliyetçilik ideolojisinin zemin bulmasını
sağlamıştır.
Özellikle. "1905 Rus Devrimi"yle Anayasa'nın
ilan edilmesi ve görece özgürlükçü liberal bir siyasal
atmosferin oluşması sonucu, o zamana kadar illegal
faaliyet gösteren Rusya'daki Türk milliyetçileri,
basın yayın ve dernekleri aracılığıyla, milliyetçi
ideolojilerini daha yüksek sesli olarak ifade etmeye
başladılar. Bu durum ise, Türkçü-Turancı eğilimlerin
netleşip sistemleşmesini sağladı.
Konumuz açısından önemli olduğu için. Türkçü-Turancı
şahsiyetlerden bazılarına değinmek gerekiyor. Bu
zorunluluk, sözkonusu "teorisyenlerin"
gerek Cumhuriyet'in kurulmasından önce Türk milliyetçileri
üzerindeki etkilerini, gerekse Cumhuriyet kurulduktan
sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerindeki etkilerini
kavramak açısından, son derece önemlidir.
Bu "teorisyenler" arasında ilk sırayı,
Osmanlı İmparatorluğu ve Osmanlıcılığın önderliğinde
"Bütün Türklerin Birliği" görüşlerini
ileri süren ve daha sonra Turan soyadını alacak
olan Azerbaycanlı Ali Hüseyinzade alır. 1907'de,
Füyuzat Gazetesi'nde Türk milliyetçiliğinin hedeflerini;
"Türkçülük, İslamcılık ve Avrupalılık"
olarak ifade eder.
Bu "teorisyen"den sonra, Tatar kökenli
olan ve Türkçülüğün ideologu olarak bilinen Yusuf
Akçurin (Akçuraoğlu Yusuf daha sonra, Yusuf Akçura)
gelir. Akçura, Paris'te "E'cole des Seciences
Politiques"deki eğilim sürecinde, Abdülhamit
2 yönetimine karşı muhalefet örgütleyen "Jön
Türkler" ile ilişki kurmuş, fakat daha sonra
onlardan, Osmanlıcılık ideolojisini savunmalarından
dolayı ayrılmıştır. İzleyen süreçle ise, Türk milliyetçiliğinin
temel ilkelerini, "Üç Tarz-ı Siyaset"
adlı yazısında ifade etmiştir. Ona göre, dağılmakta
olan Osmanlı İmparatorluğu için tek yol; "ırk
temelinde bütün Türk topluluklarının ulusal birliğini
gerçekleştirmeyi amaçlayan Türkçülüğü" uygulamaktır.
Bu tesbitten hareketle Akçurin, geleneksel ilişki
olan Osmanlıcılık ve İslamcılık ilişkisini tersine
çevirip, onları Türkçülüğün hizmetine sunar.
Buraya kadar olan bölümde, Türk milliyetçiliğinin
doğuşuna katkıda bulunan "dış" etmenleri
kısaca ifade ettikten sonra; bu milliyetçiliğin,
Osmanlı toprakları içinde ve Osmanlı İmparalorluğu'nun
son dönemlerindeki iç dinamiklerini ve bunu gerçekleştirmenin
ilk çabalarını göreceğiz.
C) Osmanlı İmparatorluğu'nun sonlarında ilk milliyetçi
çabaların iç dinamikleri
Şüphesiz ki, Türk milliyetçiliğinin doğuşunun iç
dinamikleri, Osmanlı toplumunun ekonomik, politik,
sosyal ve kültürel yaşamından bağımsız olarak değerlendirilemez.
Çünkü bu dinamiğin gerçek varlık koşulları, ancak
temel toplumsal süreçlerin evrimleriyle açıklanabilir.
Fakat çalışmamız bu evrimlerin analizini doğrudan
içermediği için, bu toplumsal süreçlere, konumuz
çerçevesinde değineceğiz. Dolayısıyla, Türk milliyetçiliğinin
doğuşunun iç dinamiklerini, birbirlerinin devamı
olan iki ana süreçte ifade etmeye çalışacağız. Buna
göre;
a) 1908'e kadar akademik düzeyde seyreden Türkçülük
çalışmaları.
b) 1908'den itibaren bu ideolojinin sistemleşip
devletin temel politikası haline gelmesi.
a) Osmanlı İmparatorluğu tarihinde önemli bir yere
sahip olan 3 Kasım 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayun'u
(Tanzimat Devri) esas amaçları itibarıyla, Osmanlı
Devleti'nin siyasal, ekonomik, toplumsal tıkanıklıklarına
çözüm bulmayı amaçlayan bir "Avrupalılaşma-Batılılaşma"
fermanıydı. (Bir diğer ifade ile Osmanlı İmparatorluğu'nun
sömürgeleşme sürecinin başlangıcıydı.)
Birçok alanda "yenileşmeyi" hedefliyordu.
Bu yenileşme, ilk olarak kendisini, direkt bir biçimde
yarattığı edebiyat kuşağında hissettirdi. Bu dönemin
edebiyatçıları, "Avrupacılık kanalıyla"
Türklük bilincine ulaşarak, özellikle "Türk
edebiyatı", "Türk Tarihi", "Türk
Dili" konularında çalışmalar yapmışlardır.
Sözkonusu kuşağın çalışmaları siyasal bir söylem-hareket
haline dönüşmemiş olsa da, "Türklük-Türkçülük"
alanında yapılan ilk çalışmalar olduğu için daha
sonraki Türkçülük çalışmalarına "kaynak"
oluşturmuşlardır. Örneğin, Türkçe'yi Osmanlıca'dan
ayrı bir dil olarak ele alan ve Türk Tarihinin Osmanlılar'dan
başlamadığını, ondan önceki Türk kavimlerini de
içermesi gerektiğini ifade eden Ahmet Vefik Paşa
ve "Büyük Türkçü" Süleyman Paşa, 1908
ve sonrası Türkçüler tarafından, amaçlarının öncüleri
olarak, "iki Türkçülük Klavuzu" olarak
kabul edilmişlerdir.
Kısaca, 1908'e kadar olan süre içindeki Türkçülük
çalışmaları, Türk milliyetçiliğinin doğuşunun ilk
nüveleri olmuş, ama akademik alanın dışına çıkarak
siyasal düzeye ulaşamamıştır. Bu çalışmaların siyasal
düzeye çıkarak, devletin iç ve dış politikalarının
ideolojisi haline gelmesi ise, 1908'den sonradır.
b) 23 Temmuz 1908'de 2. Abdülhamit'in despot rejimine
son veren Meşrutiyet'in ilanı, Türk milliyetçiliğinin
gelişimi ve siyasal platforma sıçraması için uygun
bir zemin yarattı. Meşrutiyeti gerçekleştiren İttihat
ve Terakki Cemiyeti'nin kurucu, yönetici ve ideologları,
burjuva düşünce sistematiğinin kesin etkisi altındaydılar.
Bu ise onları milliyetçilik ideolojisine karşı daha
duyarlı hale getiriyordu. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun
günden güne başaşağı gitmesi, Milliyetçiliği-Turancılığı,
onlar için tek çare haline getiriyordu.
Bu sübjektif durumun yanısıra, Osmanlı İmparatorluğu'nun
içinde bulunduğu objektif durum; İmparatorluğun
yıkıma doğru gidişi, daha önce işgal etmiş olduğu
Balkan ülkelerinde panislavizmin sürekli güçlenmesi
ve ulusal bağımsızlık hareketlerinin yükselmesi
ise, Milliyetçiliğe-Türkçülüğe, önce elit kesim
arasında, daha sonra da devlet düzeyinde siyasal
bir rol verdi.
19.yy. boyunca Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Türkçülük
eğilimleri yalnızca kültürel ve tarihsel alanda
var olmuşlardı. Bu dönemin geleneksel görüşü olan
Osmanlıcılığa ve İslamcılığa kesin bir bağlılık,
hatta, bu iki düşüncenin politik ve sosyal sorunların
çözümünde belirleyici bir ağırlığı vardı.
Ancak 19.yy. sonuna varıldığında, Osmanlıcılık ve
İslamcılık, Osmanlı İmparatorluğu'nda bağımsızlık
isteyen ve bunun için mücadele eden ulusal hareketleri
önlemekte, -bunlar müslüman halklar olsa dahi (örneğin
Arnavutluk)- başarılı olamıyordu.
M.A. Ağaoğulları'nın belirttiği gibi, "...İmparatorluğun
çöküşünden kaynaklanan "kimlik sorunu"nu,
batı kültürünün kendilerine sunduğu düşünce dağarcığı
içinde çözmeye çalışan ve Türk dilini, ırkını, tarihini
keşfetmeye başlayan "aydınlar" (!) resmi
ideolojilerin yetersizliğini kavradıkları anda,
temel ilkeleri Cahun'da bulunan Türkçülüğü bir siyasal
programa dönüştürdüler".
Bu arada, Çarlık Rusyası'nın baskılarından kaçan
Kırımlı, Azeri, Tatar Türkçülük ideologları, Yusuf
Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade ve diğerleri,
Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte İmparatorluğun
başkenti olan İstanbul'da, her türlü faaliyetleri
ile Türk Milliyetçiliğine potansiyel güç verdiler.
Öte yandan, Osmanlı İmparatorluğu'nun işgalinde
bulunan Selanik'te, Ömer Seyfettin, Ali Canip gibi
edebiyatçılar tarafından kurulan ve başlangıçta
yalnızca dilde Türkçülüğü savunan "Genç Kalemler
Dergisi", Ziya Gökalp'in katılımı ile birlikte
kısa sürede Türkçülüğün ve Turancılığın yayın organı
haline geldi. 1912 Balkan Savaşı'nda Selanik'in
Yunanlılar'da kalmasıyla birlikte bu elit İstanbul'a
yerleşerek, faaliyetleri ile buradaki Türk Milliyetçiliği
akımının önemli sözcüleri durumuna geldiler.
Ayrıca Meşrutiyet'in (1908) ilanından sonra Türkçüler,
Türk siyasal yaşamında (cumhuriyet öncesinde ve
sonrasında) çok önemli roller oynayan çeşitli dernek,
klüp ve yayınlar aracılığıyla geniş çaplı örgütlenmeye
gittiler. Bunlar arasında en önemli ve en uzun ömürlüsü
olan, 1911'de yarı-gizli bir kuruluş olarak oluşturulan
ve 12 Mart 1912'de resmen kurulan, Türk Ocağıdır.
Bu örgütlenme siyasal ve ideolojik olarak Cumhuriyet
döneminde çok önemli roller oynamıştır.
Ziya Gökalp'in katılımı ile etkinliğini ve örgütlenmesini
artıran bu dernek, Türk halkında milliyetçi bir
zihniyet yaratmayı amaç edinmişti. 1914'te üye sayısı
3000 olan bu derneğin, 1920'de üye sayısı 30.000'e
ulaşmıştı. Bu derneğin yayın organı ise, Türk Yurdu
Dergisi idi.
Türk Ocağı ve buna benzer diğer dernekler içerisinde
faaliyetlerde bulunan Türkçü-Milliyetçiler, milliyetçiliklerini
ırkçı-turancı temeller üzerinde inşa ettiler. Bunun
sonucu olarak ve özellikle 1912 Balkan ve Libya
savaşları yenilgilerinden sonra Türkçü-Milliyetçiler
önlerine "Tüm Türklerin Birliği" düşüncesini
koyarak, milliyetçiliklerini Turancılıkla birleştirdiler.
O dönemin önemli Türkçü-Milliyetçilerine -Ziya Gökalp,
Mehmet Emin Yurdakul, Halide Edip Adıvar, Ömer Seyfettin
vd- baktığımızda, Türklerin birliği düşüncesine
ne denli rağbet ettiklerini görebiliriz.
Yukarıda kısaca değindiğimiz Türkçü-Milliyetçilerin
Turancı programlarının elit bir kesim arasından
çıkarak devletin direkt ve en temel iç ve dış politikası
haline geldiğini ise, aşağıda göreceğiz.
D) İttihat ve Terakki'nin oluşumu
2. Abdülhamit yönetimine karşı olan Jön Türkler'in
siyasal örgütü olan İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ,
1908 Meşrutîyeti'ni gerçekleştirdiği zaman net bir
programa ve deolojiye sahip değildi. Örgüt içinde
Osmanlıcılık, İslamcılık ve Avrupacılık akımlarına
bağlı çeşitli gruplar bulunmaktaydı.
Ancak, Osmanlı İmparatorluğu'nün kısa zamanda arka
arkaya aldığı askeri yenilgiler ve toprak kayıplarının
sonucu olarak, Türkçülük ideolojisi bu örgütün siyasal
karakterini belirlemeye başladı.
23 Ocak 1913 Babıali Baskını ile iktidarı tamamen
ve tek başına ele geçiren İTTİHAT ve TERAKKİCİLER,
ilk iş olarak, benimsedikleri Türkçü-Milliyetçi
ideoloji doğrultusunda kültür ve ekonominin Türkleştirilmesi
politikasını uygulamaya başladılar. Dilin Türkçeleştirilmesi
ve eğitim sistemi aracılığıyla gençliğe Orta Asya
Kültür kalıtını aşılama hedefi, İttihat ve Terakki'nin
kültür programını oluşturdu.
Diğer yandan ekonomik alanda, azınlık ya da yabancı
tüccar, sermayedar, bankacı ve sanayiciyi devre
dışı bırakıp, yerlerine ulusal Türk Burjuvazisini
yaratmayı amaçlayan "Milli İktisat Programı"nı
uygulamaya başladılar.
Bu arada, 1908'den itibaren fiilen başlayan Osmanlı
İmparatorluğu'nun Avrupa ve Asya'daki toprak kayıplarının,
Çarlık Rusyası'nda yaşayan "Türk" halklarıyla
birleşilerek karşılanması düşüncesi, elit Türkçü-Milliyetçiler
ve İttihat Terakki Partisi'nin önderleri arasında
önem kazanmaya başladı. Böylece, başlangıçta sadece
söylem düzeyindeki TURAN düşüncesi, 1. Dünya Savaşı
öncesinde tamamen siyasal bir niteliğe büründü.
Bu siyasal nitelik, Osmanlı Devleti'nin iç ve dış
politikasını oluşturdu.
Osmanlı İmparatorluğu'nun dış politikasını oluşturan
'Turan' yayılmacılığının bir diğer önemli dayanağını
ise; İmparatorluğun Alman Emperyalizmi ile olan
ilişkileri oluşturmuştur. Buna göre; Çarlık Rusyası'nı
hedef alan Turan düşüncesi, yayılmacı Alman Emperyalizmi'nin
işine geliyor ve doğrudan doğruya Almanlar tarafından
destekleniyordu. Öyle ki; Osmanlı İmparatorluğu'nun
dış politikasını oluşturan Turan düşüncesi, M. A.
Ağaoğulları'nın söylemiyle; "Alman Pancermen
Hareketi'nin bir aracı durumuna indirgenmiş oldu."
Yine aynı araştırmacının belirttiğine göre, Parvus
adıyla tanınan Alexandre Helphand gibi Alman ajanlarının,
Yusuf Akçura gibi Alman sempatizanlarının faaliyetleri,
İttihat ve Terakki Partisi ile onun en popüler önderi
Enver Paşa üzerinde olumlu etkiler bıraktı. Bunun
üzerine Enver Paşa, Çarlık Rusyası'nda yaşayan Türkler
arasında propaganda ve örgütlenme faaliyetlerini
yürütmek için, Teşkilat'ı Mahsusa adında gizli bir
örgüt kurdu.
Stefanos Yerasimos ise, "Azgelişmişlik Sürecinde
Türkiye" adlı yapıtında, (Sf 472-473), süreci
şöyle ifade ediyor: "1913 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun
Avrupa toprakları elden çıkmıştı. Ve Arap bölgelerinde
de özerkçi hareketler doğmaktaydı. Bu şartlar içinde
panislamizm bile, sorun yaratır bir hal alıyordu.
Zaten bu akım, İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından,
1913 yılından sonra sağlam bir şekilde iktidarda
temsil edilen ve İmparatorluğun öteki azınlıkları
karşısında büyük bir ekonomik güç kazanmayı dileyen
küçük ve orta milli burjuvazinin dileklerine pek
uygun düşmüyordu.
Böylece, panislamizme karşı, pancermenizmin Orta
Asya'ya doğru bir uzantısı olarak, pantürkizm ya
da turancılık, Jön Türk yönetiminin ideolojisi haline
gelme yolundaydı...
Öze dönme, Orta Asya'daki atalarının bozkırlarına
yönelme amacını taşıyan bu hareketin, Alman Emperyalizmi
için gerçek bir değeri, önemi vardı: Kafkasya'dan
Çin sınırına kadar Rus Çarlığı'nın egemenliğinde
bulunan ülkelere sızmaya başlayan böyle bir ideoloji,
bütün Rusya'yı ağına aldıktan sonra bir İngiltere
sömürgesi olan Hindistan'ı da etkileyebilirdi. Böyle
olunca, ırkçı ideolojinin Osmanlı Burjuvazisi arasında
yayılmasında Almanlar'ın ne derece etkin olduğunu
düşünmek zor olmasa gerek...
Alman Emperyalizmi'ne bağlı Turancılık, Balkanlar'daki
bozgunlarla moral olarak güçsüz düşmüş askeri kadrolara
itici bir güç verecektir." Sonuç olarak. 1.
Dünya Savaşı çıktığında, Osmanlı İmparatorluğu,
izlediği dış politikasının sonucu olarak tamamen
Alman Emperyalizmi'nin yanında yer aldı ve onun
yenilgisi, kendi yenilgisi oldu...
Dolayısıyla, 1. Dünya Savaşı bitiminde Osmanlı İmparatorluğu'ndan
geriye kalan topraklar, İngiliz, Fransız ve İtalyan
Emperyalizminin işgaline uğradı. Bu arada, Osmanlı
İmparatorluğu'ndan kaçan Genelkurmay Başkanı Enver
Paşa, 1921'de, Türkistan'da, "Turan'ın ve İslamın
Kurtarıcısı" olarak karşılandı. Burada kurduğu
orduyla Buhara yöresini ele geçiren Enver Paşa,
Ağustos 1922'de, Kızılordu Birlikleri'nce yenilgiye
uğratıldı. Ve yaşamını yitirdi...
1913'de İttihat ve Terakki'nin başlatmış olduğu
ve esası Osmanlı Devleti'nin kurtarılmasına dayanan
iç politikanın, ekonominin, sosyal yaşamın ve kültürün
Türkleştirilmesi programı, işgalci orduların varlığından
dolayı belirli bir süre askıda kaldı.
Turancı düşünceye dayanan yayılmacı dış politika
ise, pratik olarak işlerliğini yitirdi. Böylece,
bir yandan mevcut topraklar üzerinde işgalci emperyalist
orduların varlığı, diğer yandan Turan hülyasının
hüsranla sonuçlanması, Türkçü-Milliyetçiler ve Turancıları,
emperyalist ordulara karşı "kurtuluş"
savaşı ile, bir Türk devletinin kurulmasına yöneltti.
Bu anlamda, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Cumhuriyet
Türkiyesi'ne geçişte herhangi bir önemli kopuş olmamıştır,
tam tersine Türkçü-milliyetçilerin ve İttihatçıların
belirledikleri politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel
programlar, Cumhuriyet Türkiyesi'nde Kemalizm aracılığıyla
ama farklı bir dinamizmle uygulanmaya konulmuştur.
Şüphesiz ki Kemalizm, 1. Dünya Savaşı’nın ertesindeki
dünya konjonktürünün yeniden yapılanmasından geniş
ölçüde etkilenmiştir. Bu etkilenmenin en açık örneklerinden
birisi, halifeliğin kaldırılması ve buna parelel
diğer faaliyetlerin yürütülmesidir.
Sonuç olarak; Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde
yaşananları ve yukarıdaki bölümlerde ifade ettiğimiz
olguları görmeksizin Türkiye gerçekliği anlaşılmayacaktır.
Çünkü sorun, Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti'nin
kuruluşunun, tarihsel ve siyasal olarak içice geçmişliğidir.
Yararlanılan Kaynaklar:
F. Fındıklıoğlu, "Tanzimatta İçtimai Hayat"
Sina Akşin, ''Bugünkü Türk Ulusçuluğu" Toplum
ve Bilim, Sayı 5, Sf.60
Ali Engin Obalı, "Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu"
Stefanos Yerasimos, "Azgelişmişlik Sürecinde
Türkiye"
Ziya Gökalp, "Türkçülüğün Esasları"
M.A. Ağaoğulları, "Geçiş Sürecinde Türkiye"
S. 193
François Georgeon, "Aux Originen du Nationalisme
Türe" Yusuf Akçura 1876-1915
Fethi Tevetoğlu, "Büyük Türkçü Süleyman Paşa"
Türk Kültürü S. 70, Sf 705-732
Dipnot:
"Turan" sözcüğü ilk kez 1839'da, 'Büyük
Türk Vatanı' anlamında, Macarlarca kullanılmıştır.
Macaristan'da panislavizme ve pancermenizme bir
tepki olarak ortaya çıkmıştır. 1848 devriminden
sonra Osmanlı İmparatorluğu'na sığınan Macar Mültecileri,
bu ideolojiyi Türkler arasında yaymaya çalışmışlardır.
Çünkü onlara göre, Macarlar ve Türkler, aynı soydan
gelmişlerdir. |
|
|
|
|
|
|
|