Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Doğan AKHANLI

Öyle bir an geldi ki, zamanlar birbirine girdi, mekanlar karıştı. Annesi ölmemişti sözgelimi, Ren Nehri kıyısına oturmuş kilim dokuyordu. Sanki kendisi on yıldan beri savaşa tutuştuğu ölümle son muhabereyi yapmıyor da, parmaklarıyla erişleri aralayıp, motifleri dizen ve iki kiloluk kirkiti kilime hırsla indiren annesinin dizi dibinde yavru bir serçe gibi ağzını açıp yem bekliyordu.
Anne durduk yerde ağlamaya başladı birden. "Gide de gelmeyesin!" sözleriyle, "Seferberliğe" ve "Sürgüne" beddualar yağdırıyordu. Serçenin de yüzü asılıyordu. Anne ve yavru kuş beraber ağlıyorlardı. Ağlaya ağlaya ferahladıktan sonra, anne kuş bir türkü tutturuyordu.
"Çıkayım gedeyim de oğul uzun yollara
Karışayım da ah yavrum boz bulanık sellere" türküsüyle, hasretle, hicretle, ayrılık nağmeleriyle, gözyaşlarıyla dokunan kilim uzadıkça uzuyor, kanla çamurlaşmış bir şoseye dönüşüp, gide gide Zara'ya, gide gide Seferberlik yıllarına ve gide gide Der-Es Zor çöllerine kadar uzanıyordu.
Ve o yıllarda Harbiye Bakanı Enver Paşa 10. Alayı Zara'ya yerleştirmeye karar verdiği için, babası Simon Efendi de başka bir yere gönderilmeyip, Zara da muvazzaf olarak askere alınıyordu. Ermeni taş ustaları, dülgerleri, demircileri, tenekeci, çilingir ve nalbantlarından oluşan Amele Taburları'nın muvazzaf askeri Simon Efendi, namı diğer Sığı Usta, Zara'nın batı ucunda askeri kışla ve lojmanların yapımına canla başla katıla dursun, Sarıkamış'ta askeri kırdıran Enver Paşa, İstanbul'a dönüyor, bir süre sonra da bütün Ermenilerin yerlerinden alınıp, usul-u hal ile Cenuba, El-Cezire ve Suriye çöllerine yerleştirilecekleri açıklanıyordu.
Tekmil inşaattan mesul, faziletli mi faziletli, Suriye Esmeri Binbaşı Yahya Bey, aralarında Sığı Usta'nın da olduğu Zaralı Amele Taburu erlerini içtima ediyor, titrek, üzgün sesle; "Arkadaşlar" diye söze başlıyordu. Memnuniyetinden söz ediyor, sadakatlerini ve maharetlerini övüyordu. Ve sonra o gün aldığı "bütün Ermeni tebaasının tehcir edilecekleri" haberinin gerekçelerini açıklamaya çalışıyordu.
Devlet-i Osmaniye'nin içine düştüğü felaketi, Trablus'ta, Balkanlar'da. Sarıkamış'ta, Suriye'de alınan yenilgileri, yedi düvele karşı girişilen harbin gidişatını aktardıktan sonra Yahya Binbaşı sözü sadede getiriyor ve hayatta kalabilmeleri için önlerinde tek bir yol olduğunu bildiriyordu: Hemen müslüman olmak!
On yıl sonra annesi Horik Hatun'un rahmine düşecek olan Kirkor Ceyhan, o gece babasının, annesinin ve nenesinin geceyi uykusuz geçirdiklerini, sabaha karşı son defa canı gönülden haç çıkardıklarını ve güneşten yana yönelip Hisus Kristos'a özür duasına başladıklarını yıllar sonra öğrenecekti. Müslüman olmanın hiç de kolay olmadığını, yaşı otuzu aşmış erkeklerin sünnet edildiklerini, süphanekeyi öğrenmek için Küpçü Hoca'nın bastonuna katlanmak zorunda kaldıklarını, buna rağmen günün birinde kapının çalındığını ve anne, babasının da Der-Es Zor çölüne sürüldüklerini öğrenecekti.
Belki bu yüzden Kirkor Ceyhan çocukluğunda hep aynı türküyü, Urfalı Mukim Tahir'in "Kapıyı Çalan Kimdi?" türküsünü söyleyecek; her kapı çalınışı, Kirkor Ceyhan'ı çocukluk günlerine, anne ve babasının sürüldüğü çöllere götürecekti.
Seferberlik Türküleriyle Büyüyüp, atını nallayıp peşine düşen feleğin elinden zar zor kurtulup, Bonn şehrindeki küçücük sevimli evinde ölümle son harbe tutuşan Kirkor Ceyhan, üçüncü kitabına "KAPIYI ÇALAN KİMDİ?" adını, belki de bu yüzden verecekti.
Dosya, yayınevine verileli çok olmuştu. Gel gör ki, onun hastaneye kaldırıldığı günlerde bilgisayarın gazabına uğrayan kitabın basımı gecikmişti. En son gelen habere göre dosya yeniden dizilmiş, son kez gözden geçirmesi için postayla gönderilmişti.
Posta gelmiyordu bir türlü. Artık konuşamıyordu da.
"Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm" adlı ilk kitabını ithaf ettiği eşi İlse Hanım, Marsilya'dan gelen müzisyen oğlu ile mimar kızı, başucunda bekliyorlardı.
Posta gelmiyordu bir türlü.
Ve ölümle boğuşan Kirkor Ceyhan, kapının çalınmasını bekliyordu. Bu kez kapının başka türlü çalınacağından emindi. Yaşadığı Ren Nehri kıyısındaki evde kapıyı çalanların onu ve yakınlarını çöle sürmeleri, ihtimal dışıydı.
Kapı çalınacak ve "Guten Tag!" diyen sevimli postacı, ona kitabını uzatacaktı. Hatta postacı, "lütfen" diye soracaktı, "Almanca'ya çevrildiğinde, bana da kitabınızı imzalar mısınız?"
Kapı çalınmıyordu bir türlü.
Yaşamının en büyük korkusu, son anlarının en büyük dileğine dönüşmüştü birden. Ölümle girdiği bu son hesaplaşmada, kaybedeceğini biliyordu. Ölüme karşı kimse zafer kazanmamış"tı ama, kapı çalınmadan da, pes etmek istemiyordu.
Harp, sabaha dek sürdü. Kuşlukta kapı çalındı. Heyecanla yerinden fırlayan Kirkor Ceylan, kapıyı açtı.
Sonra mavi, huzurlu bir ışığa dönüştü.
Tehcir ağıtlarıyla büyüdü, sürgün yaşadı, Ren kıyısında öldü.

Kirkor Ceyhan'ı kaybettik
Kirkor Ceyhan'ı kitabıyla tanıdım önce. O günlerde hayatımın en önemli kabusundan kurtulmak için, Ermeni kırımı üzerine malzeme topluyordum. Herhangi bir etki altında kalma korkusundan çok, yüzlerine utanmadan bakamayacağımı bildiğim için, Ermenilerle tanışmamaya çalışıyordum.
"Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm" elime geçtiği zaman Kirkor Ceyhan'ın Bonn'da oturduğunu öğrendim ama tanışmak istemedim. "Kıyamet Günü Yargıçları"nı bitirdikten sonra tanışmak, kitabımı ona uzatıp, kendimce ondan ve halkından özür dilemek istedim.
Ağustos'un başlarında, tam da "Kıyamet Günü Yargıçları"nı yayınevine teslim ettiğim gün, Kirkor Ceyhan ile hastanede tanıştım. 1929 yılında Zara'da doğduğunu, Zara'da ilk, Sivas'ta Orta Mektebi okuduğunu, Ermeni bir değirmenciden etkilenip materyalist dünya görüşüne meyledişini, derken terk-i tahsille Sivas'a veda edip, Zara'da terzi çıraklığına başladığını, ilk kitabından biliyordum.
Asıl mesleği terzlikti ama, Surp Hovannes Ermeni Kilisesi'nde zangoçluk yapmış, bu arada Sabahhattin Ali ile tanışmış ve Kemal Tahir ile mektupla başlayan tanışıklık kesintisiz bir dostluğa dönüşmüştü.
1965 yılında ailece Ermenistan'a göç etmişlerse de, on ay sonra geri dönmüşlerdi. 1974 yılında eşini kaybeden Kirkor Ceyhan, 1980 yılında Fransa'ya çocuklarının yanına göç etmiş ve gençken İstanbul'da tanıdığı İlse Hanım'la 1988'de evlenmiş, Bonn'da, Ren Nehri kıyısında yaşamaya başlamıştı.
"Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize" adlı üçüncü kitabı, 1999 yılının Nisan Ayı'nda yine Aras Yayınevi tarafından yayınlanan Kirkor Ceyhan'ı, ikinci kez arkadaşım Mehmet Celal ile ziyaret ettik. Köln'de bir söyleşi yapmak istiyorduk.
O gün hiç kırımdan, sürgünden söz etmedik. Üçüncü kitabı olan "Kapıyı Çalan Kimdi?"nin yayınlanmak üzere olduğunu öğrendik.
İki hafta kadar sonra, bir gece yarısı vefat ettiği haberini aldım. 27 Eylül Pazartesi günü saat dokuza doğru son nefesini vermişti.
Son kitabını görmeden aramızdan ayrılan Kirkor Amca, 29 Eylül'de Bonn'da küçük bir mezarlıkta toprağa verildi.
Cenazesinde ailesi, eşi İlse Hanım'ın Alman yakınları dışında bir Perulu, bir Rus, iki de Türk vardı...
 
 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92