Çağın Körlerine,
Çağın Sağırlarına, Çağın Dilsizlerine Yeni Bin
Yıl Armağanımızdır.
Özgür Barikat
Bir
Çağ Masalı
|
Kimsin sen diye, genç delikanlıyı durdurdu şeytan.
"Ben doğuştan bir toprak kölesiyim, ve tüm yoksullar
benim kardeşimdir. Ne kadar çirkin yeryüzü ve ne kadar
mutsuz insanlar."
Bunu söyleyen genç delikanlı, mağrur sıkılmış yumruklarıyla,
henüz merdivenin ilk basamaklarında duruyordu. Pembe
damarlı beyaz mermer merdiven, tüm görkemiyle bulutları
delerek gökyüzüne değin yükseliyordu.
Bakışlarını uzaklara doğrultmuştu delikanlı. Orada,
uzaklarda, taşkın nehrin bulanık suları gibi çığlıklar
koparıyordu yoksulluğun gri sürüleri... Heyecanlanıyorlardı.
Bir an için kara kuru elleri orman oluyordu, isyan dolu
vahşi çığlıkları her yerde yankılanıyordu ve uzaktan
gelen top atışları gibi, gürleyerek, ağır ağır dönüyordu.
Kalabalıklar büyüyordu.
Sarı toz bulutları içerisinden geliyorlardı. Genel gri
fon üzerinde, git gide siluetler daha fazla belirginleşmeye
başlıyordu.
Yere kadar eğilmiş, sanki gençliğini arayan bir ihtiyar
geliyordu. Lime lime olmuş elbisesine yalın ayak bir
kız çocuğu yapışmış ve kır çiçeği mavisi gözleriyle,
uslu uslu, yükselen merdivene bakıyordu.
Bakıyordu ve gülümsüyordu.
Onların ardından, üstleri başları perişan daha da kuru
figürler geliyordu. Ve koro halinde ağıtlar yakılıyordu.
Birisi kurumuş ve çatlamış dudaklarını büzüştürerek,
acı acı ıslık çalıyordu, bir başkası ellerini cebine
sokmuş, vahşi çığlıkları sonucu kısılmış zavallı ve
kısık sesiyle kahkaha atıyordu. Gözlerinde ise, bir
derinlik vardı.
"Ben doğuştan bir toprak kölesiyim ve tüm yoksullar
benim kardeşimdir. Ne kadar çirkin yeryüzü ve ne kadar
mutsuz insanlar. Hey! Siz orada, yukarda olanlar, siz!"
Bunu söylüyordu genç delikanlı, mağrur başı ve sıkılmış
yumruklarıyla...
"Siz yukarıdakilerden nefret mi ediyorsunuz?"
Yumuşak ve sinsi bir ses tonuyla sordu şeytan, delikanlıya
kurnazca yaklaştı.
"Prenslerden ve beylerden intikam alacağım. Acımadan
intikamını alacağım kardeşlerimin. Kardeşlerim ki, yüzleri
kum gibi sarı ve inlemeleri aralık fırtınalarından daha
acı ve daha korkunç. Bak gör onların kanamış çıplak
ellerini. Duy onların inlemelerini, onların intikamını
alacağım, bırak beni."
Şeytan gülümsedi, "Ben yukardakilerin koruyucusuyum
ve rüşvetsiz onları ele veremem."
"Benim altınım yok, hiçbirşeyim yok ki. Ben yoksul
bir delikanlıyım fakat bu yolda başımı vermeye hazırım."
Şeytan yine gülümsedi. "Hayır, ben o kadar çok
şey istemiyorum, bana sadece kulaklarını ver."
"Kulaklarımı mı, seve seve veririm, ama asla hiçbir
şey duyamayacağım."
"Sen yine duyacaksın." Şeytani sesiyle sakinleştirdi
şeytan ve yol verdi, " hadi geç."
Delikanlı koştu birden ve üç basamak tırmandı, fakat
şeytanın eli, onu durdurdu. "Yeter, dur! Ve dinle,
kardeşlerin nasıl inliyor aşağıda."
Delikanlı durdu ve dinledi. Nedense, aşağıdakiler mutlu
şarkılar söyleyip tasasızca gülüyorlardı, hayret!
Delikanlı yine koştu, şeytan tekrar durdurdu. "Üç
basamak daha ilerlemen için gözlerini istiyorum."
Delikanlı, çaresiz elini savurdu. "Ama ben o zaman
ne kardeşlerimi görürüm ne de düşmanlarımı."
Şeytan, "sen yine göreceksin, ben sana daha güzel
gözler vereceğim." Delikanlı üç basamak daha geçti
ve aşağı baktı. Şeytan hatırlattı, "onların kanayan
çıplak etlerine bak."
Aman tanrım, bu çok ilginç, nasıl başardılar böyle güzel
elbiseler giymeyi! Kanlı yaralar yerine rengarenk güller
açmıştı. Her üç basamakta, şeytan küçük rüşvetler alıyordu.
Buna rağmen delikanlı yürüyordu. Herşeyini vermeye hazırdı.
Yeter ki oraya, yukarıya varabilsin ve o besili beylerden
ve prenslerden intikamını alabilsindi...
İşte bir basamak, sadece bir basamak daha ve o yukarıda
olacak. Artık kardeşlerinin intikamını alacak.
"Ben doğuştan bir toprak kölesiyim. Ve tüm yoksullar
benim..."
" Delikanlı, bir basamak daha, sadece bir basamak
daha ve intikamını alacaksın. Ama bu bir basamak için
her zaman çifte rüşvet alırım. Bana kalbini ve belleğini
ver."
Delikanlı ellerini hırsla savurdu. "Kalbimi mi?
Ama bu çok acımasızca." Şeytan, otoriter çatlak
sesiyle bir kahkaha attı, "Ben o kadar acımasız
değilim. Ben sana onların yerine altın gibi bir kalp
ve yepyeni bir bellek vereceğim. Eğer kabul etmezsen,
sen bu basamağı asla geçemezsin. Ve kardeşlerinin intikamını
alamazsın. Kardeşlerin ki, yüzleri kum gibi sarı ve
inlemeleri aralık fırtınalarından daha acı ve korkunç."
Delikanlı, şeytanın alaycı yeşil gözlerine baktı. "Fakat
ben dünyanın en mutsuz insanı olacağım, sen insancıl
olan herşeyimi alıyorsun."
"Tam tersine en mutlu! Fakat kabul ediyor musun
sadece kalbini ve belleğini vermeyi."
Delikanlı düşünceye daldı, kara bir gölge düştü yüzüne.
Kırışmış alnından birkaç damla bulanık ter aktı. Yumruklarını
hırsla sıktı ve dişlerinin arasından; "Olsun, al
onları."
Bir yaz fırtınası gibi kızgın ve küskündü. Son basamağa
geçerken, siyah saçları esen rüzgara karşı dalgalanıyordu.
Zirvedeydi!
Birden yüzünden bir gülümseme belirdi. Gözleri suskun
bir sevinçle parladı ve yumrukları çözüldü. Keyif çatan
beylere baktı, aşağıya baktı ama yüzünde bir kas bile
titremedi.
Aydınlıktı, şenlikti, mutluluktu. Aşağıda bayramlık
elbiseler giymiş kalabalıklar görüyordu. İnlemeler şarkı
olmuştu onun için.
Kimsin sen?
Merdivenin başındaki soruyu tekrarladı şeytan, çatlak
sesiyle.
"Ben doğuştan bir prensim ve tüm tanrılar benim
kardeşimdir. Ne kadar güzel yeryüzü ve ne kadar mutlu
insanlar." (Hristo Smirneski)
Peki, siz kimsiniz?
|