Seattle
Raporu
Gaye-Selim Yılmaz
|
Türkiye MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu'nu
temsilen 20 Kasım - 4 Aralık 1999 tarihleri arasında
katıldığımız WTO 3. Bakanlar Konferansını izleme ve
protesto eylemlerine ait gözlem, bilgi, değerlendirme,
yorum ve sonuçların bir rapor haline getirilerek kamuoyuna
duyurulması ve Bakanlar konferansına katılan diplomatlar
ile konferans ve protesto gösterilerini gazeteci gözü
ile
izleyenler dışında süreci son iki yıldır Türkiye 'de
en
yakından izleyen grubumuzun da izlenimlerinin topluma
aktarılmasını önemli ve yararlı buluyoruz. Bu çalışmanın
önümüzdeki dönemde daha da kızışacak olan mücadele sürecine
ışık tutacağına ve ileriye dönük stratejilerimiz ve
söylemlerimizin belirlenmesine tartışmalarımızın doğru
zeminlerde derinleşmesine yardımcı olacağına inanıyoruz.
Türkiye MAI v e Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu
SEATTLE DELEGASYONU
Gaye YILMAZ -SelimYILMAZ
ABD'li WTO yandaşlarının toplantı
öncesi hazırlıkları
Gerek sermaye ve gerekse dünya halklarınca yaklaşık
10 aydır sürdürülen WTO 3. Bakanlar Konferansı hazırlıkları,
son haftaya girildiğinde daha da hızlanmıştı. Sermaye
cephesinde ABD'deki bütün TV kanalları toplantıya yer
verip; işverenler ve hükümet temsilcileri ile röportajlar
yaparken, küreselleşme taraftarı akademisyenler özellikle
öğrenciler için brifingler düzenleyerek Millenium Round
gündeminin Amerikan toplumu için ne kadar hayırlı olacağını,
bunun dışındaki hiçbir şeye inanmamaları gerektiğini
empoze ettiler.
Bu toplantılarda en çok altı çizilen konular; GATT anlaşmasının
gümrük tarifelerinin kademeli olarak azaltılması konusunda
çok başarılı olduğu ancak, bu süreçte (1947-1995) devletlerin
bu kez de tarife dışı önlemler alarak dünya küresel
ticareti önüne engeller çıkardığı ve kendi ekonomilerini
korumaya devam ettikleri için DTÖ (WTO) gibi yaptırım
gücüne sahip, bir örgüte ihtiyaç duyulduğu, çeşitli
art niyetli STK'ların DTÖ'yü anti-demokratik bir yapı
olmakla suçladığı ancak, DTÖ'nün bizzat kendisine herhangi
bir suçlama yöneltilmesinin mümkün olmadığı, bu suçlamaların
asıl adreslerinin ulus devletler olacağı, gençlere kısa
bir süre içinde Seattle'da yoğun sokak protestolarına
tanık olacakları ancak, artık konunun esasını öğrendikleri
için duyduklarına inanmamaları gerektiğiydi. Ancak bu
brifinglerde WTO içerisindeki sermaye hakimiyeti, IMF
ve Dünya Bankası üzerinden yapılan şantajlar ile G-7'ler
arasındaki gizli kapalı salon toplantılarından hiç bahsedilmedi.
Hükümet temsilcileri ise başta tarımda tam liberalizasyon
olmak üzere hizmetler ve elektronik ticaretine ilişkin
gündem maddelerinin Amerikan ekonomisi için yararını,
istatistiksel verilerle ortaya koymaya çalıştılar. Oysa
ABD'nin DTÖ Büyükelçisi Charlene Barshefsky ve diğer
yetkililer bir yandan sürekli olarak korumacı eğilimlerin
küresel ekonomiye zarar verdiğini anlatırken, diğer
yandan da dünyanın kalan bölümünü yok sayarak sadece
ABD tekellerine ne gibi yararlar sağlayacaklarını anlatmaktaydılar.
Kısaca ifade etmek gerekiyorsa küreselleşme yandaşlarının
tek amacı ulusötesi tekellerin çıkarlarını koruma altına
almaktı. İlginç bir veri de; ABD'deki hizmet ticaretinin
toplam ülke ekonomisinin %75'ine tekabül ediyor olmasıydı.
Elektronik Ticaretine önem verilmesinin ardında ise,
hali hazırda vergisiz yapılan internet satışlarının
son bir yılda olağanüstü artışına karşılık yakın bir
tarihte bu işlemlere diğer devletlerce vergi uygulamasının
başlatılabileceği endişeleriydi. Bu anlaşma WTO'dan
geçirilecek olursa internet ticareti ilelebed vergisiz
hale getirilecek ve az gelişmiş ülkeler geri adım atamayacaklardı.
Tarıma ilişkin madde ile ilgili olarak genetik değişikliğe
uğratılmış gıda ürünlerinin bir frankeştayn olmadığı
tekrarlanıyordu.
WTO karşıtlarının hazırlıkları
Başta ABD ve Kanadalı STK'lar olmak üzere dünya halklarının
toplantı hazırlıklarıysa, bir yandan 30 Ekim'de ABD'nin
Kuzey Doğu'sundan başlayan PGA Karavan Eyleminin uğradığı
her durakta desteklenmesini sağlarken, diğer yandan
Seattle içinde medya, sağlık ve hukuksal yardımlar alanında
gerekli altyapı oluşturuluyordu ve dünyanın dört bir
yanından gelen STK temsilcilerinin karşılanma ve konaklama
sorunları çözümleniyordu. Ayrıca son dakika gelişmeleri
ile toplumlardan ve azgelişmiş devletlerden gizli yürütülen
Green Room toplantıları ve gizli raporları ele geçirilip,
teşhir ediliyordu. Bu bağlamda, Avrupa-Friends of the
Earth Grubu 29 Kasım günü Avrupa Komisyonu'nun AB Hükümetlerinden
bile gizlediği bir raporu ele geçirdi. Raporda, Avrupa
Komisyonu, Japonya, Macaristan, G. Kore, İsviçre ve
TÜRKİYE'nin imzalarının bulunduğu ve AVRUPA BİRLİĞİ'nin,
bu ülkeye kabul ettirdiği hükümler yer alıyordu. Hatta
raporun GENEL HEDEFLER başlığı altında, WTO'nun kuruluşundan
bu yana ilk ve en ciddi sıkıntıyı 1997-1998 dünya Finans
Krizi sırasında yaşadığı, kriz sırasında gerek olaydan
doğrudan etkilenen ülkeler ve gerekse onların dünyadaki
ticari partnerlerinin örgütün kuruluş ilkeleri arasında
yer alan ayrımcılık karşıtı prensipler ile WTO üyelerinin
bundan sonra da her türlü korumacı önlemi reddetmeye
devam ederek çok taraflı kurallara dayalı bir ticaret
sistemini en etkin şekilde koruyacaklarına ilişkin taahhütleri
yer alıyordu. Bu bölümde ayrıca üyeler dünya ticaretinin
daha fazla liberalize edileceği ve bunun uyuşmazlık
çözüm mekanizması (Uluslararası Tahkim) ile destekleneceği
de belirtiliyordu.
Raporda yer alan diğer hayati konular
1. AB ve diğer WTO taraftarları, Bio-Teknolojik üretim
konusunda Seattle'dan Acil bir Çalışma Grubu kurulması
kararının çıkarılmasını planlıyorlardı. Oysa AB daha
önce bu konunun Biyolojik Güvenlik Protokolü çerçevesinde
ele alınması ve en azından yoksul güney ülkelerine genetik
değişikliğe uğramış gıdaların ithalatına sağlık ve çevre
kontrollerini yapma hakkının tanınması konusunda ısrar
ediyordu. Şimdi ise, ABD ve bu tür gıda üreten ulusötesi
tekellere, pazar-ülke hükümetlerine baskı yapma hakkı
tanınacaktı. Bu arada İngiltere, yukarıda belirtilen
ülkelerin sözkonusu çalışma grubunun kurulması konusunda
AB tarafından ikna edildiklerini yalanlayan bir açıklamada
bulundu. Ardından da Avrupa Komisyonu'nun, raporu AB
hükümetlerinden hazırladığı ve 15 üye ülkenin hiçbirinin
kararlarda mutabakatının olmadığı ortaya çıkarıldı.
2. Raporda, AB ve diğer imzacı taraflar müzakerelerin
en kapsamlı şekilde yapılması ve tüm tarım dışı (sanayi)
ürünlerini de kapsaması konusunda mutabakata varmışlardı.
AB, diğer imzacı ülkeleri yatırımların WTO kapsamına
alınması konusunda da ikna etmiş, böylece bir yıl önce
bittiği düşünülen MAI anlaşmasının yeniden hayata geçirilmesi
öngörülmüştü.
3. Tarıma verilen destekler ve korumacı önlemler uzun
dönemde büyük ölçüde azaltılacak ve buna ilişkin yeni
kurallar geliştirilecekti. Piyasaların tam ve kapsamlı
tarım ticaretine açılması sağlanacak, her ne çeşit olursa
olsun tarım ihracaat destekleri azaltılacak ve tarım
ticaretini kısıtlayan iç desteklemeler daha da kısıtlanacaktı.
4. Hizmetler sektörünün serbest ticarete açılması konusunda
devletler arası ikili, çoklu ya da çok taraflı yaklaşımlardan
biri seçilebilecek, taraf ülkeler bu alandaki özel taahütlerini
1 Temmuz 2000 tarihine kadar ve tekliflerini ise, 15
Aralık 2000 tarihine kadar bildirecekti.
5. Sanayi ürünleri alanında dünya piyasalarının daha
da serbestleştirilmesi konusundaki maddenin de en kapsamlı
şekilde olacağının belirtildiği raporda sanayii ürünlerinin
ticaretini kısıtlayan tarife dışı engellerin azaltılacağı
belirtiliyordu.
6. Doğrudan Yabancı Yatırımlara ilişkin maddede ise,
yabancı yatırımcılara ayrımcılık yapılmaması, mevcut
DTÖ kurallarında yer almayan ve yatırımlara zarar verebilecek
uygulamalardan vazgeçilmesi öngörülüyordu.
7. Hükümet Satın Almalarında şeffaflık adı altında ele
alınan maddenin yeni müzakerelere dahil edilmesini öngören
paragrafta hükümetlerin gerek mal ve gerekse hizmet
alımlarının WTO içerisinde çok taraflı kurallara bağlanması
kabul ediliyordu.
8. Emekçilerle ilgili olan bölüm ise tamamen temenniler
ve Singapur Bakanlar Konferansı'nda yer alan hiçbir
bağlayıcılığı olmayan paragraflardan ibaretti. Tek değişiklik
ise DTÖ ile ILO temsilcilerinden oluşacak bir "Ticaret,
Küreselleşme ve Esnek Çalışma Grubu"na destek verilecek
olmasıydı.
DTÖ- 3. Bakanlar konferansı ve raporlar
28 Kasım Pazar günü Labour Temple isimli AFL- CIO (Amerikan
İşçi Sendikaları Federasyonu) konferans salonunda AFL-
CIO ve Alliance For Democracy örgütlerince düzenlenen
"Neredeyiz, Nereye Gidiyoruz ve Demokrasi"
başlıklı tam günlük bir konferans yapıldı. Salonun görüntüsü
salı günkü mitinge katılım açısından umutları arttırdı.
Çünkü yaklaşık 300 kişilik salonda en azından 600 kişi
bulunuyordu ve içeri giremeyenler caddede enternasyonal
işçi ve özgürlük marşları söylüyorlardı. Toplantıya
konuşmacı olarak katılan bir Üniversite Öğrenci Konseyi
temilcisi "Eğitim ve Demokrasi" başlıklı konuşmasında
Amerika'da neredeyse tümüyle özelleştirilmiş olan eğitim
sisteminin bütün çarpıklıklarını aktardı. Verdiği örneklerden
en çarpıcısı ise Ormanlar dersine çokuluslu bir kereste
şirketinin yönetim kurulu üyesinin hoca sıfatı ile girmesiydi.
Üniversite gençliği adına konuşan panelist, temel taleplerini
"Halk için, halk tarafından, eşit, özgür, parasız
ve demokratik bir eğitim sitemi" olarak tek bir
cümlede özetledi. Toplantının bir diğer ilginç bölümü
ise AFD tarafında başlatılan ve halen devam eden bir
çalışmanın sunulmasıydı. Çalışma bir Dünya Halk Parlementosu'nun
oluşturulmasını amaçlıyordu. (Ülkelerdeki Belediyelerin
sivil halk kesimlerinden oluşması ve bu belediyelerden
seçim yöntemi ile Dünya Halk Parlamentosuna parlamenter
gönderilmesi, eşit temsil mekanizması ve Dünya Parlamentosunun
dünyada mevcut bütün kurum ve kuruluşların üstünde yetkilerle
donatılması, burada alınacak kararların dışında hiçbir
kararın hayata geçirilmemesi gibi temellere dayalı bu
çalışmanın dünyadaki sivil toplum örgütleri ile birlikte
zenginleştirilmesi ve tamamlanması amaçlanıyor)
29 Kasım Pazartesi günü Çelik İşçileri Sendikasının
toplantı salonunda düzenlenen "Küreselleşme ve
SENDİKALİZM" konulu panelde sendikanın başkanının
yanı sıra Şili İşçi Sendikaları Federasyonu Başkanı,
Brezilya'dan bir akademisyen ve Ghana Metal ve Maden
İşçileri Sendikası Genel Sekreteri konuk konuşmacı olarak
katıldılar. Şili'li Sendika Başkanı Amerikan Çelik İşçileri
Sendikası ile son iki yılda geliştirdikleri dayanışma
ve işbirliği sonucunda elde ettikleri kazanımları anlatırken
toplantı salonu alkış ve sloganlarla inliyordu. Aynı
gün, saat 12.00-14.00 arasında bir öğrenci yürüyüşü,
Çevre ve İnsan Sağlığı konulu bir atölye çalışması ve
gece de Seattle Exhibition Center'da WTO delegeleri
için Microsoft tarafından düzenlenen resepsiyonu protesto
etmeyi amaçlayan bir gösteri yapıldı. Bu gösterinin
düzenlenmesinin en temel sebebi ise resepsiyonun delege
başına maliyetinin akıl almaz boyutta astronomik bir
bedele tekabül etmesiydi. Özellikle protestocu grupların
ABD'nin ve dünyanın çeşitli yerlerinden büyük fedakarlıklar
karşılığı gelmiş yoksul halklardan oluşması bu abartılı
akşam yemeğine duyulan tepkinin yoğunlaşmasına sebep
olmuştu. Şiddetli yağmur ve rüzgara rağmen bina önünde
biriken kalabalık, yaklaşık 1 saat süren gösteri sırasında
hep bir ağızdan bir kızılderili ağıtı söylereyerek seslerini
Exhibition Center'a ulaştırmaya çalıştılar.
30 Kasım günü sabah saat 06.00 dan itibaren Convention
Center'a (WTO toplantısının yapıldığı gökdelen) çıkan
bütün cadde ve sokakların başlarında öğrenci grupları,
köylü ve çiftçiler ile People Global Action isimli grup
üyelerinin birikmiş olduğunu saat 08.30'da gördük. Eylemciler
barikat kurmamışlar, sadece yerlerde oturarak ya da
ayakta ama toplantı merkezine geçişi kesme amacıyla
toplanmışlardı. Saat 09.00'dan itibaren otellerinden
ayrılıp merkeze gitmeye çalışan bütün delegeler geri
dönmek zorunda bırakılıyordu. Eylem sırasında hiçbir
fiziksel tacizde bulunmamaya büyük özen gösteriliyor,
yaklaşan delegeyi hiç fark etmemişler gibi davranarak
delegenin yöneldiği tarafta kümeleşiyorlardı. Delegeler
de hiçbir şey yokmuş gibi aralarında geçip gitmeye çalışıyorlardı
fakat saat 15.00'e kadar bunu başarabilen olamadı. Bu
sessiz savaşın küçücük, park içlerindeki patikalarda
bile gerçekleştirildiğine tanık olduğumuzda ise özellikle
öğrencilerin kendi iç örgütlenmelerine hayran olduk.
Asıl büyük yürüyüş ise yine Down Town Seattle'daki Memorial
Stadium'un içinde ve dışında biriken on binlerce insanın
saat 12.30'dan itibaren bir çığ gibi büyüyerek toplantı
binasına doğru harekete geçmesi ile başladı. 50 bini
aşkın işçi grubu içerisinde Marshall, Teamester işçileri,
AFL-CIO ve Çelik İşçileri Sendikası üyeleri, Otomobil
İşçileri Sendikası, Kanada Sendikaları, Öğretmen Sendikaları,
Sağlık Emekçileri Sendikası, Ağaç İşçileri Sendikası
ve dünyanın çeşitli ülkelerinden gelmiş çeşitli sendika
delegasyonları (başta Fransız CGT olmak üzere) bulunuyordu.
Saat 15.00 den itibaren polis baskısı ile nöbet tuttukları
bölgelerden ayrılmak zorunda kalan, ama 30 Kasım günü
en önemli eylemi muazzam bir inat ve başarı ile noktalayan
öğrenciler, köylüler ve PGA üyelerinin de katılımı ile
100 bini aşan bir çığ haline geldi kitle. Zaten çıkarılan
arbede de bu kitleden gözü korkan kesimlerin toplantının
devam edeceği diğer günleri garantiye almak amacıyla
öncüleri kesmek ve ılımlılara gözdağı vermek için kasıtlı
olarak yarattığı bir terörden başka bir şey değlidi.
Bu yorum, arbedenin tam ortasına düşen ılımlı ABD vatandaşlarının
gözlemlerinden aktarılmaktadır. Tek suçu biraraya gelmek
olan ve aslında dağılmak üzere olan kitleler üzerine
ve hiçbir ön ikaz ya da uyarıda bulunmaksızın çok yakın
mesafeden gaz spreyi boşaltan polis, hiç ara vermeden
biber gazı bombalarını patlatmaya ve plastik kurşunlarla
kitleyi geri püskürtmeye çalıştı. Canı yanan geri çekiliyor,
henüz yaralanmamış olanlar ise polisin elindeki ağır
coplara hedef oluyordu. Bu arada tepkiyle mağaza camlarını
kırmaya yönelen gençler de oldu. Bu münferit olaylar
ise "Seattle'deki masum vatandaşların ve mülk sahiplerinin
haklarının protestocular tarafından ihlal edilmesi"
şeklinde yorumlanmasına ve "bu demokrasi mi?"
şeklinde tartışmaların gündeme getirilmesine ortam hazırladı.
Bu yaşanan durumu anarşi ve terör olarak göstermeye
çalışan ABD yetkililerine en güzel cevap bir sosyoloji
profesöründen geldi. Bir ulusal TV kanalında yaptığı
ropörtajda, dünya tarihinde hiçbir sosyal kazanımın
barışçı eylemlerle elde edilemediğini tarihten çeşitli
örnekler vererek açıklayan profesör, Seattle'da yaşananların
bir anarşi ya da terör olarak değerlendirilmesinin mümkün
olamayacağını, hele ki Convetion Center'da imzalanmaya
çalışılan ve dünyayı tüm halklar için bir cehenneme
çevirecek anlaşmalar sonrasında ortaya çıkacak terör
göz önüne alındığında birkaç tane mağaza camının kırılmasının
bahis konusu bile edilmemesi gerektiğini anlattı. Kentin
belli bölgelerinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı saat,
19.00'da başlayacağı halde daha erken polis terörü,
tutuklamalar, yoğun gaz bombası kullanımı arttırıldı.
Bu kaos yaşanırken kent sağlık ekiplerinden hiçbir destek
göremeyen yaralılara tek destek 'Sınır Tanımayan Doktorlar'dan
geldi. Down Town 3. Caddedeki (polisin saldırdığı noktaya
300 metre mesafede) Alternatif Medyanın Merkezi de kapılarını
bu insanlara açtı ve başta hukuki koruma olmak üzere
büyük bir destek sundu. Merkezden olmayan insanlara
o gece birlikte kalabilecekleri (70'i aşkın insan ve
yaklaşık 250 metrekare büyüklüğünde, tek tuvaleti olan
bir salon) önerisinde bulunuldu, ancak mutlaka gitmek
zorunda olanlar için bir tek müsait çıkışın bulunduğu
ve 4'er kişilik gruplar halinde binadan ayrılmalarının
daha doğru olacağı anlatıldı ve polis tarafından alınırlarsa
ne tip haklara sahip olduklarını anlatan bir broşür
ile arayabilecekleri avukatların (ücretiz) adresleri
verildi.
1 Aralık günü, ılımlı kesimler kapalı salon toplantılarına
yöneltilmiş sokaklar boşaltılmıştı. Delegeler polis
tarafından kurulan barikatlar arasından toplantılara
girerken bir gün öncesinin işçi grupları liderlerinden
şiddete karşı oldukları, barışçı eylemden yana oldukları
ve 30 Kasım teröründe orada olmadıklarını, hatta kınadıklarını
belirten basın açıklamaları geliyordu, gençler ise tutuklu
arkadaşlarının haklarını aramak ve temel-ortak hedef
olan WTO toplantısını bloke etmek amacından hiç vazgeçmediler.
30 Kasım günü ılımlı, "dürüst ticaret" sloganını
kendilerine şiar edinen gruplar ve sendikalar neyse
ki 2 Aralık günü tekrar, işçi gruplarının da geniş katılımı
ile ve bu kez öğrencilerinkine daha yakın sloganları
hep birlikte sahiplenerek sokaktaydılar. Tutukluların
götürüldüğü King Country hapishanesinin çevresi onbinlerce
insan tarafından sarıldı ve eylem günlerce geceli gündüzlü
devam ettirildi.
Sloganlar ve katılımcı gruplar arasındaki
hedef farklılıkları
Mitinglerde en çok dikkat çeken boyut katılımcı profilinin
çeşitliliği oldu. Bu çeşitlilik zaman zaman çıkar çevrelerince
ve medya tarafından kamuoyu yanıltma amacıyla kullanıldı.
Egemen medya, eylemleri tek boyutlu ve sadece WTO'ya
ve Haksız Ticarete karşı gibi göstermeye çalışırken
özellikle belli pankartlar ve sloganları yok sayıldı.
Bu sloganlar ortak talepleri de içeriyordu. İşçi grupları
arasında küçük bir topluluk vardı ki, bambaşka bir dilde
sloganlar attığı halde kitleleri sürükledi ve coşkuyu
doruğa taşıdı. 16 kişiden oluşan grup Fransız Sendikal
Hareketinin öncüsü olan CGT Sendikası temsilcileri ve
üyeleriydi. Belki yüzlerce kez tekrarladıkları ve "hep
birlikte" anlamına gelen tempolu slogan, kitleler
arasında yayıldı ve Amerikalılar tarafından da defalarca
tekrar edildi. Bu arada yine CGT'lilerin Fransızca olarak
başladıkları Enternasyonal Marşı, Amerikalıların ve
diğer ülke gruplarının da katılımı ile hep bir ağızdan
söylendi.
3 Aralık akşamı ve WTO 3. bakanlar
konferansının fiyasko ile dağılması
Önce 4 gün 4 gece aralıksız süren protesto eylemleri,
ardından STK'ların 2 yıldan bu yana yürüttükleri ulusötesi
şirketleri ve küresel kurumlarını teşhir amaçlayan çalışmaları
sonrasında halklarının gözünde vatan haini konuma düşmekten
korkan ve aynı zamanda kendi ulusal sermayesinin de
baskılarına hedef olan az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülke delegasyonlarının belkide tarihlerinde ilk kez
ulusal çıkarlarını korumaya dönük bir kararlılık göstermeleri
sonucunda WTO Millenium Round toplantısı tam bir fiyasko
ile sonuçlandı.
Tek bir ortak deklarasyonun bile çıkarılmadığı kapanış
bölümünde Ocak 2000'de bu kez Cenevre'de bir araya gelerek
farklılıkları ve çelişkileri en aza indirmeye karar
veren Bakanlar, ardından birbirlerini suçlama yarışına
girdiler.
ABD'nin WTO Büyükelçisi ve aynı zamanda Ticaret Sözcüsü
olan Charlene Barshefsky Tarım ve Hizmetlerle ilgili
müzakerelerin 2000 yılının Ocak ayında Cenevre'de tekrar
ele alınması konusunda mutabık kaldıklarını açıkladı.
WTO Genel Başkanı Mike Moore ise bu sonucun moralleri
bozmaması gerektiği ve dünya ticeretini bundan önce
de çeşitli kereler aynı sonuçla bittiği fakat birkaç
yıl sonrasında aynı anlaşmaların imzalandığını belirterek
yüreklere su serpmeye çalıştıysa da bütün delegelerin
yüzünden durumun hiçte iç açıcı ve umut verici olmadığı
görülebiliyordu. Moore, GATT sözleşmesine bağlı olarak
1982 yılında Cenevre'de başlatılmak istenen yeni bir
ticaret raundu girşiminin başarısızlıkla sonuçlandığını
ama dört yıl sonra 1986 yılında bu kez Uruguay'da düzenlenerek
hedefe ulaşıldığını, 1990 yılında Uruguay raundu müzakerelerinin
kesildiğini (Brüksel) fakat 1994 yılında bu raundu sonlandırarak
WTO gibi güçlü bir örgütün kurulabildiğini belirterek,
milenium turu için de umutlu olduğunun altını çizdi.
(Örneklere bakılacak olursa katılmamak elde değil, demek
ki toplumlara daha fazla iş düşecek bundan sonraki süreçte)
Toplantının başarısızlıkla sonuçlanmasında önemli bir
paya sahip olan azgelişmişler bloğunun en görünür itirazı
WTO'nun anti demokratik ve katılımcı olmayan işleyiş
yapısı oldu. Özellikle 29 Kasım günü ele geçirilen ve
AB ile Japonya'nın başını çektiği aralarında Türkiye'nin
de bulunduğu bloğun emrivaki ve gizli bir sonuç deklarasyonu
hazırladıklarının ortaya çıkması ve Kasım ayının son
10 gününde Cenevre Merkez binada gerçekleşitirlen "Green
Room" toplantılarının kendilerinden gizli yapılmış
olması ve tüm bunların kamuoyları tarafından da öğrenilmesi
3. Dünya Ülkelerini ciddi biçimde rahatsız etti ve daha
perşembe günü yeni bir anlaşmalar turuna hiçbir şekilde
imza atmayacaklarını belirten ortak bir deklarasyon
yayınladılar. Basında AB-ABD savaşı şeklinde yer alan
fiyasko sonuç, aslında daha perşembe günü netleşmişti
ve AB'nin tarım desteklerini kaldırmak istememesi yüzünden
toplantının dağıldığı iddialarının doğru olmadığı ise
29 Kasım günü ele geçirilen gizli nihai deklarasyon
metininden açıkça anlaşılıyordu.
Sonuç
Özellikle Sivil Toplum Örgütlerinin ve İnisiyatiflerin
hiçbir şekilde rehavete kapılmadan ve zafer sarhoşluğu
yanlışına düşmeden süreci tekrar yakın takibe alması
kaçınılmaz bir zorunluluktur. Mücadele henüz başlamış
gibi bir görüntü vermektedir. Zafer sarhoşluğunu en
fazla hak eden üniversite öğrencileri, köylüler, işçiler
ve PGA eylemcileri olsa bile önümüzdeki süreç çok daha
çetin geçeceğe benzemektedir.
Unutulmaması gereken bir diğer konu da önümüzdeki süreçte
3. Dünya bloğuna her türlü baskı yapılarak, tavır değişikliğine
zorlanacak olmalarıdır. Muhtemelen IMF, Dünya Bankası
ya da suni ekonomik krizler vb. araçlar kullanılabilecek,
gizlilik daha fazla arttırılacak ve toplumların bilgiye
ulaşması güçleştirilecektir. Aynı zamanda böyle bir
sonuç daha şimdiden küreselleşme yanlılarınca kullanılmaya
başlanmış ve "Eğer WTO şirketlerin yönetiminde
bir örgüt olsaydı bu toplantıda istenen gündem, sorunsuz
bir şekilde çıkarılabilirdi.
Demek ki WTO hakkında ortaya atılan iddiaların gerçekle
hiçbir ilişkisi yokmuş", "WTO'nun ne kadar
demokratik bir yapıya sahip olduğu bu sonuçla bir kez
daha ortaya çıkmıştır", "WTO Büyükelçileri
WTO'nun artık değişmek zorunda olduğunu anladılar. Küreselleşme
bundan sonra halkarın da söz sahibi olduğu bir süreç
olacaktır" gibi söylemler şimdiden yayılmaya başlamıştır.
Ancak bu söylemlerin toplumlar lehine değişikliklere
yol açacağına (MAİ Milenium Round süreçlerindeki gizlilik
düşünüldüğünde) inanmıyoruz.
|