Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Şerif Onursal

Nereden başlamalı
Yeni sosyalist insandan yola çıkan kadrolaşma ve kurumlaşma, içiçe geçmiş ikili örgütsel siyasal görevdir. Devrimin temel sorunu olan iktidara ise, ancak örgütlü kitlenin devrime aktif katılımı ile yürünebilir. Bu anlamıyla devrim, kitlelerin eseridir.
Ancak, kitleler kendiliğinden devrime katılıp, değiştirme gücünü devrimle somutlayamazlar. "İşçiler, hangi sınıfları etkilerse etkilesin; zorbalık, baskı, zor ve suistimalin her türlüsüne karşı tepki göstermede eğitilmemişlerse, sınıf bilinci gerçek bir siyasal bilince dönüşemez." (Lenin, Ne Yapmalı S:79)
Ekonomizmin yaydığı önemli yanılsamalardan biri de; "kitlelerin seviyesine inmek"dir. Popülizm eşliğinde ifade edilen bu mantık, dönemimizde de oldukça yaygındır. Ne varki sınıfa siyasal bilinç "dışarıdan" taşınır ama devrimcilerin işi "kitlelerin seviyesine inmek" değildir. Kitlelerin içinde bulunduğu nesnel-öznel koşulları tanıyarak, tanımlayarak, onları eğitmek, bilinçlendirmek, ilerletmek, mahkum edildikleri karanlıklardan kurtarmaktır. "Ortalama işçinin düzeyine inmek, bizim görevimiz değildir" diyor Lenin...
Nereden Başlamalı?
Bu soru, geçtiğimiz yüzyılın başında, ilk sosyalizm pratiğini yaratan Rus devrimcilerinin de önünde idi ve ekonomizmle -ki sonradan menşevizmi yarattı- Marksistler arasındaki temel ayrım noktası oldu. Ekonomizm, cıvık bir işçi dalkavukluğu yaparken, Leninizm kitleleri örgütlemek için, öncelikle "devrimciler örgütünü", yani proletaryanın en ileri örgüt biçimini hedefledi.
"Eğer güçlü bir devrimciler örgütünün sağlam temellerinden işe başlarsak, hareketin bir bütün olarak istikrarını sağlayabiliriz. Ve hem sosyal demokrasinin hem de sendikaların hedeflerini gerçekleştirmiş oluruz. Ama eğer yığınları, sözüm ona kolayca "erişebileceği" ama gerçekte Çar Jandarmasının da büyük kolaylıkla eriştiği ve devrimcileri polis için kolayca erişilir hale getiren geniş bir işçi örgütü ile işe başlarsak; ne birinci hedefe varabiliriz ne de ikinci hedefe... El yordamı yöntemlerinden kurtulamayız ve hep dağınık kalırız. Güçlerimiz polis tarafından durmadan dağıtılacağından, yığınlar için daha kolay erişilebilir hale getirebileceğimiz sendikalar, Zubatov ya da Ozerov tipi sendikalar olur" (Lenin)
Bu bakış açısı, bu mantık, bir yeni sömürge olan ülkemiz için çok daha anlamlıdır. Bizim siyasal örgütsel sürecimize ışık tutmaktadır.
Kadrolaşmanın ve kurumlaşmanın anlamını da gösteren bu bakış açısı, sürekli faşizmin egemen olduğu, demokratik hak ve özgürlüklerin olmadığı, toplumsal mücadele sonucu oluşan kısmi kazanımların da her vesile ile ortadan kaldırılmaya çalışıldığı, adı "kontrgerilla cumhuriyetine" çıkan bir ülkede, Oligarşi'den ve onun tüm mekanizmalarından uzak, düşmanın erişemeyeceği ilişkiler içinde devrimci yapıyı inşa etmeyi içerir.
Buradan, Oligarşi'nin bir biçimde kontrol ettiği alanlarda, örneğin sendika, dernek vb alanlarda çalışılmaz diyen "sol" anlayış çıkmaz... Tam tersine, bu alanlarda çalışmak, politikamızı ve temsil ettiğimiz sosyalist ilişkileri bu alanlara taşımak, kitlelerle bu alanlarda ilişkiler kurmak, onların sorunlarına sahip çıkarak, bunu devrim ve sosyalizm mücadelesine bağlamak, bu alanlarda kadrolaşmak, vazgeçilmez, üzerinden atlanamayacak ve başarılamazsa ilerlenemeyecek görevlerdir.
Ancak, tek başına bu alanlarda merkezi devrim örgütü- nün anlayış ve perspektiflerinden, ilke ve taktiklerinden bağımsız olarak ya da ona rağmen çalışmak, legalizmdir. Öte yandan bu alanlarda devrim örgütünün perspektiflerine bağlı olarak çalışmak, ilişkileri ve kadroları Oligarşi'nin denetimine sunmak anlamına gelmez.
Kitlelerle bağ kurmak, demokratik alan olarak adlandırdığımız bu mevziler ile sınırlı değildir. Her dönem olduğu gibi, bugünün koşullarında da, bu alanın dışında da kitlelerle bağ kurmanın bir dizi yöntemi, ilişki tarzı vardır ve son derece önemlidir. Legal-yasal kriterlerle sınırlı olmayan ama tamamen meşru olan bu alanlar, kitle çalışmasının yanısıra, bundan kopmayan bir mantıkla kadro çalışmasının da asıl kaynağıdır.
Çapı, işlevi, niteliği ancak dönemsel siyasal ihtiyaçlarla belirlenen bir kadrolaşmadan, bir kurumlaşmadan söz etmiyoruz. Farklı süreçlerin farklı ihtiyaçları vardır ve devrimci irade bunu yanıtlamak zorundadır. Koşulları, özellikleri değişen dönemler birbiri ile kıyaslanamaz, bir dönemin ihtiyaçlarını karşılayan güç, bir başka dönemde aynı işlevi göremez. Örneğin, 1975-80 döneminin kadrolaşma ve kurumlaşmasını bugünle kıyaslamak, benzer sonuçların yaratılacağını beklemek kesinlikle doğru değildir. Ama, yaratılan ve varlık koşullarımız olan değerleri korumak, yeni değerlerle zenginleştirmek asıl hedeflerimiz olmalıdır. Kurumlaşma ve kadrolaşmayı bütün bunlara ve benzer ölçütlere göre ele almak gerekiyor.
Siyasal mücadelenin ihtiyaçları bir veya birkaç alanda ortaya çıkmıyor, birçok alanda birçok ihtiyaç vardır.
Devrimci Kurtuluş, çok yönlülük esasına göre, mücadelede bütünselliği sağlayan bir mantık ve ilişki ile kadrolaşmak ve kurumlaşmak zorundadır. Devrimci Kurtuluş, kendi kendine yeten, Oligarşi'nin saldırılarına karşı tek başına da kalsa Devrimci Kurtuluş çizgisini yürüten, onun gereklerini yapan, stratejik bakış açısından kopmadan taktik programları yaşama aktaran, onun canlı bir organizmaya dönüşmesini sağlayan, her ilişkisinde, yaşamının her anında sosyalist ilişki ve yaşama biçimini örgütleyen, onu içselleştiren, politika üretiminden pratik faaliyetlerin örgütlenmesine kadar bir dizi işlevi, devrimci insiyatif ve esneklik içinde gerçekleştiren, parti çizgisine ve mücadele geleneğine sadık insanların yoludur.
Dolayısıyla, parti işlevinin doğru kavranması, doğru perspektifler oluşturulması, kadrolaşma ve kurumlaşmanın en önemli köşe taşlarındandır. Her kurum, alan-bölge-komite örgütlülüğü ve her birey, bu perspektifle parti yaşamını inşa edecektir. Atılan adımlar, ancak böyle bir işlevle somutlaştığı ölçüde sıçramayı gerçekleştirecek ve hak ettiği karşılığı bulacaktır.
Bütün bunların anlamı açıktır! Kitle ilişkisinden kadro ilişkisine kadar, somut koşulların analizini içeren politika üretiminden bunun uygulanmasına kadar, demokratik alan çalışmasından silahlı faaliyete kadar; tüm alan ve ilişkilerde kendini yeniden ve yeniden üreten yapının, sosyalizm perspektifleri ile örgütlenmesi, esastır. Aynı zamanda bir sürekliliği içeren böyle bir kurumlaşma, her adımda ardıllarını bu savaşa, mücadeleye hazırlamak zorundadır.
Her sorunun çözümünü "yukarıdan" beklemek, yeni sömürgeci toplumsal sistemin ürettiği çok önemli bir toplumsal hastalıktır. Ve bu hastalık, devrimci çalışmayı kemiren, faaliyetleri ağırlaştıran bir işlev görmektedir. Bünyemize, hiç de az olmayan biçimde nüfuz etmiştir. En küçük pratik faaliyetin örgütlenmesi için gerekli maddi-teknik-insan unsurlarının bile hep "yukarıdan" çözümünü beklemek, ekonomik kaynaklı sıkıntıların bir dizi faaliyette rol oynaması, hatta bahaneye dönüşmesi vb, sürekli olarak karşımıza çıkan sorunlardır.
Bölgesel-mahalli sorunlar temelinde siyasi gerçekleri örgütlemek, o mahalli-bölgesel örgütlenmeye aittir ve bu, bir dizi ajitasyon, propaganda araçlarının kullanılmasını gerektirir. Ancak "yukarıdan bekleme" hastalığı, o alanın faaliyetini sekteye uğratmakta, merkezi kadrolar, o alanın, örneğin 'bildiri sorununu çözmektedir', faaliyet masraflarını karşılamaktadır, ilişkilerin yürütülmesi ve geliştirilmesi için sürekli seferber olmaktadır. Bir insanla ilişkiye girmek, onunla siyasal ilişkilerde bulunup onu devrime kazanmak bile, "yol param yok" gerekçelerinin duvarlarına çarpabilmektedir. Örnekler çoğaltılabilir ve tüm bunların yeni dönem insan özelliği-çarpıklığı içinde "geç kalmada" özel bir rol oynadığı gerçektir.
Kurumlaşma; bu ve bu tip özel mülkiyet ilişkilerinden kaynaklanan ama devrimci gelişmeyi olumsuz etkileyen hastalıkların panzehiridir. İnisiyatif, devrimci yaratıcılık, planlı ve programlı çalışma özelliklerini geliştiren kurumlaşma, iktidar yürüyüşünü hızlandıracak, geleceğin toplumsal ilişkisini bugünden yaratacaktır. Arınma işlevi de gören bu mekanizma, en temel sorunumuz olan kadro sorunun da hizmetinde olacaktır. Kurumlaşma, devrimci yapının herhangi bir alanını değil, demokratik alandan illegal hücrelere, bölge örgütlülüğünden mahalli örgütlülüğe, merkezi alandan yerel kadrolara kadar tüm sektörleri kapsar.
Elbette, böyle bir gelişme, yeni sosyalist insan ekseninde ele aldığımız kadro sorunundan ayrı değil, onunla bütünleşen adımları kapsamaktadır. Kadro sorunun yakıcılığı biliniyor. Oligarşi'nin gizli saldırıları da, bu sorunun önemini büyütmektedir. Bunu kavrayarak, tüm gelişmelerin merkezi halkasını oluşturan kadro sorununa özel bir önem vermeliyiz.

Kadro olmalıyız kadro yaratmalıyız
Yeni insan üzerine çok şey söylenebilir. Ancak burada, şu kısa ve özlü tanım yeterlidir. Yeni insan; kapitalizme ve yüzyıla, sosyalizm gerçeğine eleştirel yaklaşan, Marksizme ve Leninizme sadık kalıp sosyalizm anlayışını yaşamının merkezine koyan, programlı, ölçülü, ilkeli, direnişçi, inisiyatifli, yaratıcı, çalışkan, fedakar, kararlı, uzak görüşlü, çağı ve sorunları kavrayan, ayakları ülke gerçeğinde olan, sosyalist ahlak ve kültürü içselleştiren, kurallı bir parti yaşamını örgütleyen, eleştirel bir yaklaşımla kendini, çevresini, parti içi ilişkileri değiştirip dönüştürme gücünü gösteren, direnişçi militanlığın mantığını kavrayan; özce, her alanda kendini yeniden üreten insandır.
Kadro sorunumuzun ana halkası yeni sosyalist insandır ve temel kurumlarımız, örgütlü tüm organlarımız bu insan üzerinden inşa edilecektir. Dolayısıyla, öncelikle bireyler olarak yola kendimizden çıkmalıyız. Layıkıyla bir kadro olmanın zorlu savaşımını öncelikle kendi bünyemizde vermeliyiz. İçinde yaşadığımız ilişkiler yumağı nedeniyle, mücadelenin bu en zor yanının hiç bitmeyeceğini bilmeliyiz. Bu ilk adımın aynı zamanda hiç bitmeyen bir yürüyüşe başlamak olduğunu iyi kavramalıyız. Kadro olma mücadelemizin ikinci boyutu olarak, gerçek anlamda ve bizzat bizim örnek olduğumuz kadrolar yaratmalıyız. Bugünün sosyalizm mücadelesinin temeli budur!
Sömürge tipi faşizmin siyasal zor yöntemlerinin tüm pervasızlığı ile hüküm sürdüğü dönemimizde, halka yabancı, onu korkunç yöntemlerle baskı altına alan, bu çerçevede oluşturulan hukuk sisteminin bile her vesile ile çiğneyen süreçlerden geçtik. Zulüm ve sömürünün günlük yaşamın her anında çıplak tarzda görüldüğü günler yaşadık. 'Doğu'da ve Batı'da!..'
Mezopotamya'da yürütülen sömürgeci kirli savaşın sonuçları henüz tanımlanmadı. Öte yandan Türkiye emekçi sınıfları, açlık ve zulüm çemberi içinde tutulmaya devam edilecek, her türlü demokratik hak ve talep istemi yine zor yöntemleriyle bastırılmaya çalışılacak, işkence, gözaltı ve kayıplar bitmeyecektir. Siyaset, her alana daha çok ve emperyalizm tarafından daha üst boyutlarda programlanmış olarak nüfuz edecektir.
İnsanın insana, insanın emeğine, insanın topluma yabancılaşmasında temel bir işlev gören zor ve zor aygıtları, yeni sömürgeci toplumsal sistem için vazgeçilmez temel bir yöntemdir. Tüm topluma korku ve kimliksizlik ve kirlenme pompalayan bu yöntem, yükselmeye devam edecektir.
Fakat öte yandan, zor aygıtları kurumlaşır, zor biçimleri yükselir ama; bu yükseliş bizzat, beslendiği zemini tüketir, yeni sömürgeci toplumsal sistem için ölüm çanları daha da fazla çalmaya başlar. Özünde, böyle bir dönem yaşıyoruz.

Zorun diyalektiği
Sömürge tipi faşizmin zor yöntemleri; tarihsel haklılığı olan meşru devrimci zoru daha da önemli kılar.
Zor'un da bir iç diyalektiği, üstelik de oldukça özgün bir diyalektiği vardır ve kaçınılmaz olarak kendi karşıtını yaratır.
Faşizmin zoru ve zor yöntemleri, asalak, sömürücü, insana yabancı yeni sömürgeci sistemi biraz daha, biraz daha ayakta tutmak amacını güder. Ama devrimci zor ve bunun en üst biçimi silahlı mücadele, doğru uygulandığı takdirde ve yine doğruluğu ölçüsünde, faşizmin yarattığı korkuyu dağıtır, güven verir, emekçi sınıfları aydınlatır, onları devrim saflarına katar, ayrıştırmaz birleştirir, yabancılaştırmaz yabancılaşmayı parçalar, insanın insanlaşmasının önünü açar, marjinalleştirmez her türden marjinalleşmenin yolunu tıkar ve toplumu zorlayan tüm olumsuzluklara barikat olur, gelişimin önünü açar.
Yanlış uygulandığı, yozlaştırıldığı, düşmanın manipülasyonlarından payını aldığı taktirde ise ne yazık ki bütün bunların tersinin gelişmesine hizmet etmekten başka bir anlam taşımaz. Farklı bir şekilde tanımlarsak; pimi çekilmiş bir bombayı, doğru zamanda, doğru yere fırlatamazsanız; sizin elinizde patlar ve bu, sizin de bombanızın da sonu olur; giderek sizin de, bombanızın da lanetlenmesine yol açar...
Engels: "Eski toplumun bağrından çıkan zor, yeni toplumun ebesidir" derken, ve "iki tip zor vardır, toplumsal gelişmenin önünü açan ve onu engelleyen..." derken, bu gerçeği ifade etmiştir.
Bütün sağ, reformist, pasifist söylem ve örgütlenmelere rağmen, politik mücadelenin en üst biçimi olan silahlı propaganda, yeni sömürge Türkiye'de anahtar role sahiptir. Siyasi gerçeklerin açıklanmasında temel bir işlev gören SP, rasgele bir mücadele, rastgele bir müdahale değildir. Bir tarihsel dönemin ilişki ve çelişkilerinden kaynaklanan, ülke gerçeğinden hareket eden bir stratejinin temel yöntemidir.
SP, Oligarşinin ve Emperyalizmin maddi ve siyasi üstünlüğü koşullarında, bu siyasi üstünlüğü kırmak, kitleleri büyük birimler biçiminde, (meclis-konsey-ordu vb biçiminde) örgütlemek için zorunludur, böyle bir işleve sahiptir. Öncü Savaşı sürecinde temel rol oynayan Silahlı Propaganda, işlevini gerçekleştirince, yerini Emperyalizmi ve Oligarşiyi maddi olarak yıpratan Silahlı Mücadeleye bırakır. Yani PASS'nin birinci evresinde, Öncü Savaşı evresinde temel rol oynayan SP, "bireysel değil kitlevi mücadeledir". "SP, belli bir devrim stratejisinden hareketle, kitlelere maddi hedef gösterir, onları etrafında örgütler. Somutun propagandasını yapar..."(M.Çayan)
Öncü savaşı aşamasında gerilla savaşı ekseninde yürütülen SP faaliyetleri, devrimci şiddetin aldığı somut biçimdir. O, yeni sömürgeci sistemin insana yabancı uygulama ve sonuçları üzerinde; açlık, sefalet, baskı, sömürü, eşitsizlik vb üzerinde yükselir; emekçi sınıfların, proletarya ve tüm emekçi sınıfların taleplerini dile getirir. Bu açıdan SP, politik mücadelenin tek başına kendisi değil, diğer politik mücadele biçimleri yanında, politik mücadelenin en üst biçimidir.
SP'yi politik mücadele ile özdeşleştirmek, bu açıdan diğer politik mücadele biçimlerinden koparmak, diğer politik mücadele biçimlerini reddetmek yanlıştır. SP, temel politik mücadele biçimidir ama onu diğer politik mücadele biçimlerinden koparmak başlı başına bir sapmadır. Proletaryanın ve tüm emekçi sınıfların, halkın düzene karşı tepkilerini ajite eden SP, ve ona kumanda eden siyasal parti, kendini bununla sınırlamaz, dönemin ihtiyaçları ve gücü oranında diğer mücadele biçimlerini örgütler, tüm bunları iktidar mücadelesine kanalize eder.
Türkiye ve Mezopotamya'da devrimci zorun cisimleştiği silahlı savaşım gerçeği, 1970'ten bu yana vardır. Ne var ki devrimci savaşım düz, hep ileriye doğru bir seyir izlemiyor, atılım, gelişme, durgunluk ve yenilgi dönemleri de yaşanıyor. Son dönemlerde politik mücadelenin bu önemli biçimi, ciddi olarak zaafa uğramıştır ama yine de (olumlu ve olumsuz yanlarıyla) yaratılmış olan geleneğin bu topraklarda yeniden can bulması, doğru ve gerektiği gibi uygulanması için tarihten süzülen parıltılar silinememiştir.
THKP-C ve hareketimiz , bu mücadelenin olumlu, örnek geleneklerinin yaratılmasında ciddi bir rol oynamıştır. Öte yandan THKO ve farklı bir stratejiden yürüse de TKP/ML geleneği, bu alanda mutlaka anılmalıdır. Ayrıca PKK mücadelesi, özgün ve kritik tarihiyle, çok önemli dersler içermektedir. Tüm bunlar incelenmeyi, siyasal savaşımı bu temelde zenginleştirmeyi gerektiriyor.
Siyasal mücadelede dogmatizmin, kalıpçılığın, mekanik kavrayışın yeri yoktur; bu, en hassas biçimde silahlı savaşımda, SP'de de böyledir. Genelde doğruları ifade etmek önemlidir ama bunun nesnel-öznel koşullarla birlikte ele alınması, devrimci diyalektik ve politik mücadele açısından zorunludur.
Türkiye devriminin yolu PASS'den geçer, ancak buradan, her şart ve koşulda, herşeye rağmen, özellikle öznel koşulları dikkate almadan, sürekli ve klasik bir SP faaliyetinin daima uygulanabileceği sonucu çıkmaz. "Somut koşulların somut analizi", yakıcı yakıcı bir tarzda, bu konuda da kendini hissettirir.
SP'yi, dönemin öznel koşullarından, özellikle PASS'ı temel alan politik iradenin somut koşullarından, buna uygun taktiksel politikadan ayrı ele alamayız. Her adım, tüm gelişmeler PASS ve gerilla mücadelesine göre düzenlenir, konumlandırılır, yönlendirilir, ama eğer o dönemdeki taktik politikamız "güç biriktirmeyi" veya benzer bir taktiği ana halka olarak saptamışsa, SP faaliyetini yaygın ve etkin olarak kullanamazsın...
Taktik politika nettir, uzun vadeli bir mücadele için her sahada güç biriktirmek... Bu amaca ulaşmadan gerekli kurumlaşma ve donanımı sağlayamamışsan, Oligarşi'nin saldırılarını tam olarak göğüslemen olanaksızsa, belki nesnel koşullar uygundur ama yaygın SP örgütlemek doğru olmaz... Bu tip devrimci faaliyet ile, belki kitlenin özlemine kısa vadeli yanıt verirsin, geçici başarı da sağlayabilirsin, ama silahlı savaşımı sürekli kılamazsın ve küçük başarıların büyük hayal kırıklıklarına dönüşebilir.
Dolayısıyla sosyalist politik irade, duygusal-tepkisel-dönemsel yaklaşımlar içinde olamaz, özlemlerinin, kısa vadeli başarı tutkularının esiri olamaz. O, uzun vadeli bir stratejiyi, adım adım, büyük sabırla uygular, her adımı onu tamamlayan diğer adıma bağlar.
Dönemin taktik politikasının gerektiği gibi kavrayamayanlar, genel doğrularla yetinenler, tarihimizin önemli başarılarını bugünle kıyaslayanlar oldu, olacaktır da... Hatta oportünist, pragmatist sol, "sol sapma" söylemini zaman zaman "sağ sapma" ile birlikte yürüttü, bu ülkenin devrimci marksist damarını yok saydı, görmezlikten geldi. Bu 'sol' akımları doğal karşılamak gerek, çünkü onlar kendilerine tapınmakla meşguller. Bizim ise, çok samimi devrim ve sosyalizm derdimiz var. Böylesine ciddi bir derdi olanlar, kendi saflarında da olsa, özlemlerini dile getirenleri, özellikle samimi unsurları anlarlar, ama onlara dönemin taktik politikalarını kavratmak için de yoğun bir çaba gösterirler.
Öte yandan elbette böyle dönemlerde atalet içinde yaşamını sürdürme olanağı bulan, görünürdeki durgunluğa yaslanan unsurlar da olacaktır. Her adımda, bu tip unsurlarla da gereken mücadele yürütülecektir.
Parti yaşamı bir bütündür, ideolojik politik çizgi önemlidir, ama bunun sosyalist kültürle- tarzla, yaşamın bütün alanlarında içselleşmesi gereklidir. Ancak böyle bir parti, proletaryayı temsil eder, ona önderlik eder, halkı devrim için kazanır.
Proletarya partisi için, devrimin ilerlemesi için, partide ideolojik birlik temel, hayati bir role sahiptir; ama bundan herkesin, her kadro ve alanın papağan gibi aynı cümleleri tekrar etmesi anlamı çıkmaz. Bunun anlamı, ideolojik-politik tezlerin, onun oluşturduğu programın/veya programatik görüşlerin sosyalist kültürle kaynaşarak, proletaryaya özgü bir tarzın yaratılmasıdır.
Elbette proletarya partisinde, programatik ana konularda olmasa da, dönemsel, taktik konularda farklı düşünce ve eğilimler de olacaktır. Tersini düşünmek idealizmdir. Proletaryanın partisi, ideolojik dinamizmi ve zenginliği açısından, bu sağlıklı ve gereklidir de... Tersi, donmuş, kalıplaşmış bir parti demektir, ki bu herşeyden önce devrim ve sosyalizm davasına zararlıdır.
Ancak böyle bir partide, "iki çizgi-iki sınıf ideolojisi", "çok kanatlılık", "hizip hakkı" gibi anti-Leninist tezlerin yeri yoktur. Bu anlayış ve akımlar, kendine özgü, hatta "iddialı" partiler de kurabilirler, ÖDP örneğinde olduğu gibi... Ancak bu tip partiler, olsa olsa "muhalefet kitle partisi" olur, bizim sözünü ettiğimiz, böyle bir parti değil, Leninist bir partidir. Bu tip parti veya oluşumlar, birer tartışma kulübü kimliğindedir; en "sıkı" olanda ise komplo, kumpas, ayak oyunları, darbe vb. de ifadesini bulan sınıf dışı yöntemlerin egemen olduğu bir işleyiş yaşam bulur.
Leninist bir parti sadece programda değil, politika ve taktik hedeflerde de tek bir iradeyi, o iradede cisimleşmiş olarak proletaryanın sınıf tavrını savunur. "Leninist parti, yekpare bir partidir." (Stalin)
Devrimci politik irade, nesnel ve daha çok da kendisinden kaynaklı öznel nedenlere bağlı olarak, "geçiş programı" olarak adlandırılan bir program izledi, bu süreç hala da devam ediyor. Popülizmden uzak ideolojik ve politik tarzda ısrar, nesnelliğe teslim olmayan, sabırlı, fedakarlığın her dakika zorunlu olduğu, yenilgi yıllarının açtığı tüm yaraların sarılmasını içeren, adeta iğne ile kuyunun kazıldığı bir süreçtir bu...
Bu süreç, bir süre dağınıklık yaşayan iradenin bir merkezde birleşip cisimleşmesi, Oligarşi'nin ulaşamayacağı alanlarda yeni ilişkilerin yaratılması, tüm bunları uzun vadeli bir savaşım içinde mevzilenip, geliştirilmesi gibi görevleri hedeflemiştir. Kolay bir süreç değildir, baştan planlandığından çok daha uzun bir evreyi kapsamıştır. Bir ilişki için, küçük bir imkan için ayların harcandığı dönemlerdir. Olanaksızlıklardan dolayı olağanüstü yoğun emekle yaratılan değerlerin yeniden ve yeniden ele alınması zorunluluğunun sık sık doğduğu dönemlerdir. Düşünülebilecek en kısıtlı yaşam olanaklarıyla en değerli sonuçların yaratılması yıllarıdır. Temel kadroların, merkezi militanların, yöneticilerin tüm gün sokakta dolaştığı, büyük bir sabırla insanlara "diyalektik materyalizmin, sosyalizmin, dünya ve ülke açısından sürecin özelliklerinin, yeni insanın niteliklerinin" anlatıldığı, kişisel imkanların sonuna kadar zorlanarak devrime seferber edildiği bir dönemdir. Büyük umutlarla atılan adımlar, çabalar, koşullardan dolayı yeniden ve yeniden başlamayı dayattığında, hayal kırıklıklarına karşı da savaşıldığı bir dönemdir. Ama, herşeye rağmen, ağır da olsa yürünmüştür, güç de olsa direnilmiştir ve hiç de küçümsenmeyecek mesafeler alınmıştır.
Bu zorunlu taktik program, yeni bir programa gebedir; "geçiş dönemi programı", "atılım" programlarına gebedir. Birbirine bağlı, birbirinden ayrılamayan bu programlar, birbirini tamamlar özelliktedir. Bu kritik yıllarda, duygularımızın yolverdiği refleksler den, dönemin zorlu özelliklerinin, siyasal sıkışmaların yönlendirdiği davranışlardan özellikle kaçınılmalıdır. Bir süreç yaşanıyor, adımlar atılıyor bu adımları hızlandırmak gereklidir. Bu devamlılık, süreklilik içinde, "geçiş programı" yeni bir programa "siyasal atılım programına" dönüşecektir...
Kitlelerle ve bizim moral değerlerimiz olan mücadele tarihimizle daha güçlü biçimde kucaklaşmak için, dönemin taktik programlarını kavrayalım, adımlarımızı hızlandıralım.
Sınıf savaşımında her dönem, proletarya partisi için bir dizi hazırlığı, kendine özgü refleksleri ve tarzı, düşünce biçiminden davranışlara kadar uzanan özgül biçimleri, döneme uygun görevleri içerir.
Bunun anlamı açıktır, daha ileri adımlar daha çok yoğunlaşmayı, daha çok emek seferberliğini yaratmayı, daha fazla sonuç almayı gerektirir. Siyasal toplumsal beklentilere yanıt olan bu adımlar, parti yaşamını her düzeyde daha güçlü örgütlemekle mümkündür. Tembelliğe, atalete, mevcutla yetinmeye, memur zihniyetine, başta illegalite kuralları olmak üzere tüm disiplin ihlallerine, boşboğazlığa, abartıya, atılan adımları küçümsemeye, pasifizme kapı açmaya yer yoktur. Politikamızı, tarzımızı, ahlakımızı ve kültürümüzü, başta işçi sınıfı olmak üzere sınıf mücadelesinin her alanına taşımak zorundayız. Laf değil iş üretmek, kendimize sürekli yeni ilişki ve iş yaratmak, onlara koşmak, onları P-C perspektifi ile örgütlemek zorundayız. Bazı saatlerde değil, tüm gün devrimciliği yaşamak, onu tüm ilişkilerimizde, davranışlarımızda egemen kılmak, tüm bunları politik iradeye katmak zorundayız.
Yeni dönemi ancak böyle kucaklayabiliriz. "Yığınla adam var ama adam yok" veya, "bana bir örgüt verin Rusya'yı altüst edeyim" (Lenin) denilebilecek günleri yaşıyoruz. Daha önce de ifade ettik, devrime açık ama bir dizi nedene bağlı olarak devrime mesafeli ciddi bir kitle potansiyeli vardır. Bu toplumsal potansiyeli onun çıkarlarına bağlı olarak politikaya taşımak, devrimi zafere taşımak anlamına geliyor. Ancak, doğru ideolojik-politik çizgiye sahip olduğumuz için veya doğru kültür ve ahlakı temsil ettiğimiz için kimse kendiliğinden saflarımıza gelmez. Devrimin ihtiyacı oranında hareketli bir kitlenin yaratılması için, bugün çok daha olağanüstü biçimde ve yoğun bir emekle çalışmak zorunludur. Bunu bilerek görevlere sarılmalıyız, ileri atılmalı, yürüyüşü büyütmeliyiz.

Örgütlenin!..
1905 Devrimi koşullarında Lenin, bu şiarı benimser, ileri sürer. Bu dönemde Bolşevikler kitle hareketinin oldukça gerisine düşmüşlerdir. Kendiliğindenci kitle mücadelesi ise, ayaklanmayı yaratacak düzeyde güçlüdür. Yükselen ve Bolşevik partiyi aşan kitle mücadelesinin önüne geçmek için, 'yeni örgüt biçimi yaratın, örgütlenin' diyor Lenin...
Bugün elbette, 1905 BDD koşulları veya bazı sol çevrelerin abarttığı gibi "ayaklanma" yaşanmıyor ülkemizde; ancak kitle hareketi ile devrimci hareket arasındaki uyumsuzluk, ortak paydamızdır.
Kitle hareketinde genelde durgunluk ve ani yükselmeler yaşanıyor ve bizler bu dalgalanmaların oldukça gerisindeyiz. Bu dalgalanmalar tüm kesimleri, liberal zevzekleri, "halkın partisiyiz" iddiasındaki popülist akımları etkiliyor. Böyle bir dönemde, ilk olarak "öz faaliyetin önemini" (Lenin) kavramak, temel halkadır. Bu "öz faaliyeti" yaygınlaştırmak, daha geniş çevrelere ulaşmak, legal örgüt biçimlerinden yarı legal ve illegal örgüt biçimlerine kadar, bir dizi örgüt biçimini ihtiyaçlar doğrultusunda yaratmak gereklidir.
"Legaldir" diyerek küçümsemek, "illegaldir" diyerek uzak durmak, siyasal pratiğimizde hiç de az olmayan davranış biçimidir ve bunların tümü, faaliyetten, halktan, dönemin gerçeklerinden, özünde yaşamdan uzaklaşmaktır.
Daima reçetelerden uzak olduk ve reçeteye ihtiyacımız yok; sınıf mücadelesinin zengin, karmaşık seyri, reçetelere sığmıyor. Hatta bazı yerel mahalli özellikler, gelişmeler vardır ki, kafamızdaki bakış açısına hiç uymayabilir. Koşulları, gelişmeleri, kafamızdaki formüllere uydurmaya zorlamanın anlamı yoktur, koşullara uymayan formül, geçersiz demektir.
"Teori gridir, ama hayat ağacı yeşildir" diyor Lenin. Bundan dolayı, önemli olan her gelişmeyi Marksist açıdan ele alabilmek, bu temelde adım atmaktır. Bu anlayışla yapılanlar, yaşamda açılımdır, düşüncede açılımdır. Görev ise, bu adım ve açılımın Marksist tarzla içinin doldurulmasıdır. "Devrimci sosyal demokratlar sadece bu biçimlerin içinde, ayrık otlarının yanında, buğdayında bulunduğuna işaret ediyorlar." (Lenin)
Eskimiş, devrimci enerjisi tükenmiş, kendini yeniden üretemeyen, eğreti bir ilişki biçimi ile hep tüketiciyi dayatan ilişki, kişi ve kurumlar, politik iradeye, onarımı zor zararlar vermiştir. Örgütlülük adına örgütsüzlüğü yaşamak, bunu devrimci iradeye dayatmak, çeşitli bahanelerle katkı sunmamak, devrimci kurtuluş mücadelesinin imkan ve olanaklarını kişisel çıkarı için kullanmak, illegalitenin imkanını bireysel yaşam ve pasifizm için kullanmak, başta güvenlik sorunu olmak üzere bir dizi kuralsızlıkla politik iradeyi Oligarşi'nin saldırıları için hazırlamak, mevcut ilişkileri bir dizi bahane ile geliştirmemek... Asla hoş görülemez!
Bunlar, siyasal-örgütsel suçtur. Politik iradenin sosyalist esnekliğinden kaynaklanan ve bir tarzı olan "proletarya hümanizmi" ni, bu tip unsurların daima kullanmaya çalıştığı biliniyor, ama bunlara müsade edilmeyeceği de bilinmelidir! Hiç kimseyi kaybetme, harcama niyetimiz ve politikamız yoktur ama hiç kimse de kendini dayatıp, politik irade ve devrimci çalışmayı zaafa uğratamaz.
Partinin, devrimin, sosyalizmin çıkarları her şeyin üzerindedir. Bu çıkarlar, herkesin varlık koşullarının sınırları içinde devrime kanalize edilmesini, olmasını gerektiriyor. Ama lümpen, tüketici, bireyci yaşam ve tavırlarla hiç kimse bu çıkarları zedeleyemez.
"Atılım programı" için, günün yüklediği devrimci görev ve sorumluluklar için, doğal olarak, "eskimiş" ilişki, kişi ve kurumlarda ısrar, boşunadır. Yeni ilişkilere yönelip, yeni bir kuşağı saflarımıza kazanacağız. Döneme ve dönemin ihtiyaçlarına yanıt vermeyenler, veremeyenler, "emekliliğe ayrılmalı, çoğu kez deneyimsizliğini enerjisiyle telafi edebilen yeni güçlere yer açılmalı..." (Lenin)
Bu çalışmada, yukarda ifade ettiğimiz üzere devrimci politik irade, başta sosyalizm anlayışı olmak üzere tüm politik konularda, ülke ve sınıf gerçeğine uygun, proletarya sosyalizmini temsil eden bir kimliğe sahiptir.
Emperyalizmin 3. Bunalım Dönemi'nde, bu dönemin en önemli olgusu olan yeni sömürgecilik gerçeğinden hareketle, ülkenin toplumsal yapısı ve sınıf gerçeğini analiz eden politik irade, hedeflediği devrimi, 'anti emperyalist, anti oligarşik DHD' olarak formüle eder. Bu devrim programı için savaşır. Sosyalist ve demokratik görevleri içiçe ele alan bu program, başta proletarya olmak üzere, tüm halkın örgütlenmesini amaçlar.
Leninist parti anlayışını savunan politik irade, "halkın" değil sınıfın, proletaryanın partisidir. Parti yaşamını da, bu temelde düzenler. Bundan dolayı, halkçı-popülist akımlarla olduğu kadar, ulvenist-işçici akımlarla da hiçbir ortak yanı yoktur...
Devrimci politik irade, ilişkileriyle, kitlelerle, kadrolarla, tüm parti örgütleriyle, parti çevresiyle; siyasal çalışmada, günlük yaşamda, her alanda, proletaryanın sosyalizm anlayışını somutlamaya çalışır, bunu yaşar. Parti yaşamını, proletarya sosyalizmi temelinde iradi olarak düzenler, tüm ilişkilerini bu temelde dönüştürür.
Parti yaşamı; 1970 yılından bu yana Marksizm-Leninizm temelinde bize rehber olan THKP ideolojisini, hareketimizin çizgisini kavramak, bunu bilince çıkarmak, bu temelde sürekli gelişip zenginleşmek demektir.
Parti yaşamı, toplumsal yaşamımızı çevreleyen kapitalizm başta olmak üzere, tüm özel mülkiyet kaynaklı ideolojik-politik-ahlaki değer, düşünce ve alışkanlıkları, sömürücü karaktere sahip tüm yaşam biçimini reddetmek, buna karşı savaş açmak, kollektivizmi benimseyerek proletarya sosyalizmi için savaşmak demektir.
Parti yaşamı, toplumsal ilişkilerde bizi çevreleyen özel mülkiyet kaynaklı tüm ideolojik-politik-ahlaki-kültürel-psikolojik alışkanlık ve anlayışlardan siyasal mücadele içinde arınmak, kişiliğimizden bunları tasfiye etmektir. Siyasallaşmış, kararlı, kollektif, yaratıcı, inisiyatifli, esnek, uzak görüşlü, taktik ve strateji ilişkisini kavramış, mütevazi, yardımsever, paylaşım gücü yüksek, başta parti ilişkileri olmak üzere tüm toplumsal ilişkilerde sorumluluk sahibi, kendine ve çevreye karşı eleştirel yaklaşan, yoldaşlarına ve örgütüne karşı sevgi ve saygı dolu, kısaca yeni sosyalist insanın özelliklerini kişiliğimizde içselleştirmek demektir.
Parti yaşamı; Leninist örgütlenme anlayışını, yukarıdan aşağıya örgütlenme ilkesini benimsemek, alt organların üst organlara, tüm organların merkezi organa tabi olması, demokratik merkeziyetçilik ilkesinin verimli biçimde uygulanması, sınıf dışı akımlara karşı mücadele etmek, ideolojik sağlamlık, Leninist örgüt modelini baştan aşağı inşa etmek demektir.
Parti yaşamı, başta illegalite kurallarında özen, gizliliğin gerektiği gibi sağlanması, ilişkilerin korunması, herkesin herşeyi bilmemesi, tüm ev, işyeri, malzemenin korunması, deşifrasyonun önlenmesi demektir. Boşboğazlık, gevezelik, hava atma gibi kişilik zaaflarından uzak olunması, iletişim aletlerinin kullanımında dikkat edilmesi, takip, sızma, vb karşı azami duyarlılık demektir. Tüm parti kurallarını içselleştirmek, yaşamı ve parti örgütlenmesini böyle örmek demektir.
Devrimci politik irade, bunu tüm ilişkilerinde yaşıyor, yaşamayı hedefliyor, önüne böyle bir yaşamı koyarak, bunun için mücadele ediyor.
Bunu yaşayan ve yaşatan, ülkesinin ve dünyanın tüm insan ve üretim ilişkilerinde egemen olmasını amaçlayan politik irade, ilişki ve örgütlenmelerin, bilimsel ve tarihsel devrimci geleneklerimize uygun olarak yeniden tanımlanması görevini önüne koymaktadır... Böyle bir tanımlama, her alanda yeniden üretimdir, bugünkü zeminde bugünü aşmaktır, sıçramaktır!..Bugüne kadar atılan adımları hızlandırmak, önemli ölçüde politik iradenin dışında seyreden toplumsal-siyasal süreci yakalamak, tarihimize, devrimci geleneklerimize, şehitlerimize, iradesini temsil ettiğimiz sınıfa, onun ideolojisi olan Marksizme-Leninizme bağlı kalmak; bu perspektifle görevimize sahip çıkmaktan geçmektedir.
Tarihsel süreç, kendi nesnel ilişkileri üzerinde sayısız iradenin çatışması ve yeniden harmanlamayla devam eder; bu temelde yazılır.
Tarihi yazmak, tarih yapıcılarının işidir.
Tarihin yazılmasında hep var olduk.
Devrimci Kurtuluş için kavgaya tutuşanların bilinci ve iradesi, tarihin onurlu sayfalarında daima var olacaktır; bu iradeye sahibiz.
Yeni çağı kazanmak, tarihimizle bütünleşip geleceği kazanmaktır. Bu bilinçle, tüm partililer, cepheliler, görev başına.

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92