Devrim,
Kadroların Bilincinin ve İnisiyatifinin, Kitlelerin
Tavrının Eseridir.
98 Notları-5
Şerif Onursal
|
Nereden başlamalı
Yeni sosyalist insandan yola çıkan kadrolaşma ve kurumlaşma,
içiçe geçmiş ikili örgütsel siyasal görevdir. Devrimin
temel sorunu olan iktidara ise, ancak örgütlü kitlenin
devrime aktif katılımı ile yürünebilir. Bu anlamıyla
devrim, kitlelerin eseridir.
Ancak, kitleler kendiliğinden devrime katılıp, değiştirme
gücünü devrimle somutlayamazlar. "İşçiler, hangi
sınıfları etkilerse etkilesin; zorbalık, baskı, zor
ve suistimalin her türlüsüne karşı tepki göstermede
eğitilmemişlerse, sınıf bilinci gerçek bir siyasal bilince
dönüşemez." (Lenin, Ne Yapmalı S:79)
Ekonomizmin yaydığı önemli yanılsamalardan biri de;
"kitlelerin seviyesine inmek"dir. Popülizm
eşliğinde ifade edilen bu mantık, dönemimizde de oldukça
yaygındır. Ne varki sınıfa siyasal bilinç "dışarıdan"
taşınır ama devrimcilerin işi "kitlelerin seviyesine
inmek" değildir. Kitlelerin içinde bulunduğu nesnel-öznel
koşulları tanıyarak, tanımlayarak, onları eğitmek, bilinçlendirmek,
ilerletmek, mahkum edildikleri karanlıklardan kurtarmaktır.
"Ortalama işçinin düzeyine inmek, bizim görevimiz
değildir" diyor Lenin...
Nereden Başlamalı?
Bu soru, geçtiğimiz yüzyılın başında, ilk sosyalizm
pratiğini yaratan Rus devrimcilerinin de önünde idi
ve ekonomizmle -ki sonradan menşevizmi yarattı- Marksistler
arasındaki temel ayrım noktası oldu. Ekonomizm, cıvık
bir işçi dalkavukluğu yaparken, Leninizm kitleleri örgütlemek
için, öncelikle "devrimciler örgütünü", yani
proletaryanın en ileri örgüt biçimini hedefledi.
"Eğer güçlü bir devrimciler örgütünün sağlam temellerinden
işe başlarsak, hareketin bir bütün olarak istikrarını
sağlayabiliriz. Ve hem sosyal demokrasinin hem de sendikaların
hedeflerini gerçekleştirmiş oluruz. Ama eğer yığınları,
sözüm ona kolayca "erişebileceği" ama gerçekte
Çar Jandarmasının da büyük kolaylıkla eriştiği ve devrimcileri
polis için kolayca erişilir hale getiren geniş bir işçi
örgütü ile işe başlarsak; ne birinci hedefe varabiliriz
ne de ikinci hedefe... El yordamı yöntemlerinden kurtulamayız
ve hep dağınık kalırız. Güçlerimiz polis tarafından
durmadan dağıtılacağından, yığınlar için daha kolay
erişilebilir hale getirebileceğimiz sendikalar, Zubatov
ya da Ozerov tipi sendikalar olur" (Lenin)
Bu bakış açısı, bu mantık, bir yeni sömürge olan ülkemiz
için çok daha anlamlıdır. Bizim siyasal örgütsel sürecimize
ışık tutmaktadır.
Kadrolaşmanın ve kurumlaşmanın anlamını da gösteren
bu bakış açısı, sürekli faşizmin egemen olduğu, demokratik
hak ve özgürlüklerin olmadığı, toplumsal mücadele sonucu
oluşan kısmi kazanımların da her vesile ile ortadan
kaldırılmaya çalışıldığı, adı "kontrgerilla cumhuriyetine"
çıkan bir ülkede, Oligarşi'den ve onun tüm mekanizmalarından
uzak, düşmanın erişemeyeceği ilişkiler içinde devrimci
yapıyı inşa etmeyi içerir.
Buradan, Oligarşi'nin bir biçimde kontrol ettiği alanlarda,
örneğin sendika, dernek vb alanlarda çalışılmaz diyen
"sol" anlayış çıkmaz... Tam tersine, bu alanlarda
çalışmak, politikamızı ve temsil ettiğimiz sosyalist
ilişkileri bu alanlara taşımak, kitlelerle bu alanlarda
ilişkiler kurmak, onların sorunlarına sahip çıkarak,
bunu devrim ve sosyalizm mücadelesine bağlamak, bu alanlarda
kadrolaşmak, vazgeçilmez, üzerinden atlanamayacak ve
başarılamazsa ilerlenemeyecek görevlerdir.
Ancak, tek başına bu alanlarda merkezi devrim örgütü-
nün anlayış ve perspektiflerinden, ilke ve taktiklerinden
bağımsız olarak ya da ona rağmen çalışmak, legalizmdir.
Öte yandan bu alanlarda devrim örgütünün perspektiflerine
bağlı olarak çalışmak, ilişkileri ve kadroları Oligarşi'nin
denetimine sunmak anlamına gelmez.
Kitlelerle bağ kurmak, demokratik alan olarak adlandırdığımız
bu mevziler ile sınırlı değildir. Her dönem olduğu gibi,
bugünün koşullarında da, bu alanın dışında da kitlelerle
bağ kurmanın bir dizi yöntemi, ilişki tarzı vardır ve
son derece önemlidir. Legal-yasal kriterlerle sınırlı
olmayan ama tamamen meşru olan bu alanlar, kitle çalışmasının
yanısıra, bundan kopmayan bir mantıkla kadro çalışmasının
da asıl kaynağıdır.
Çapı, işlevi, niteliği ancak dönemsel siyasal ihtiyaçlarla
belirlenen bir kadrolaşmadan, bir kurumlaşmadan söz
etmiyoruz. Farklı süreçlerin farklı ihtiyaçları vardır
ve devrimci irade bunu yanıtlamak zorundadır. Koşulları,
özellikleri değişen dönemler birbiri ile kıyaslanamaz,
bir dönemin ihtiyaçlarını karşılayan güç, bir başka
dönemde aynı işlevi göremez. Örneğin, 1975-80 döneminin
kadrolaşma ve kurumlaşmasını bugünle kıyaslamak, benzer
sonuçların yaratılacağını beklemek kesinlikle doğru
değildir. Ama, yaratılan ve varlık koşullarımız olan
değerleri korumak, yeni değerlerle zenginleştirmek asıl
hedeflerimiz olmalıdır. Kurumlaşma ve kadrolaşmayı bütün
bunlara ve benzer ölçütlere göre ele almak gerekiyor.
Siyasal mücadelenin ihtiyaçları bir veya birkaç alanda
ortaya çıkmıyor, birçok alanda birçok ihtiyaç vardır.
Devrimci Kurtuluş, çok yönlülük esasına göre, mücadelede
bütünselliği sağlayan bir mantık ve ilişki ile kadrolaşmak
ve kurumlaşmak zorundadır. Devrimci Kurtuluş, kendi
kendine yeten, Oligarşi'nin saldırılarına karşı tek
başına da kalsa Devrimci Kurtuluş çizgisini yürüten,
onun gereklerini yapan, stratejik bakış açısından kopmadan
taktik programları yaşama aktaran, onun canlı bir organizmaya
dönüşmesini sağlayan, her ilişkisinde, yaşamının her
anında sosyalist ilişki ve yaşama biçimini örgütleyen,
onu içselleştiren, politika üretiminden pratik faaliyetlerin
örgütlenmesine kadar bir dizi işlevi, devrimci insiyatif
ve esneklik içinde gerçekleştiren, parti çizgisine ve
mücadele geleneğine sadık insanların yoludur.
Dolayısıyla, parti işlevinin doğru kavranması, doğru
perspektifler oluşturulması, kadrolaşma ve kurumlaşmanın
en önemli köşe taşlarındandır. Her kurum, alan-bölge-komite
örgütlülüğü ve her birey, bu perspektifle parti yaşamını
inşa edecektir. Atılan adımlar, ancak böyle bir işlevle
somutlaştığı ölçüde sıçramayı gerçekleştirecek ve hak
ettiği karşılığı bulacaktır.
Bütün bunların anlamı açıktır! Kitle ilişkisinden kadro
ilişkisine kadar, somut koşulların analizini içeren
politika üretiminden bunun uygulanmasına kadar, demokratik
alan çalışmasından silahlı faaliyete kadar; tüm alan
ve ilişkilerde kendini yeniden ve yeniden üreten yapının,
sosyalizm perspektifleri ile örgütlenmesi, esastır.
Aynı zamanda bir sürekliliği içeren böyle bir kurumlaşma,
her adımda ardıllarını bu savaşa, mücadeleye hazırlamak
zorundadır.
Her sorunun çözümünü "yukarıdan" beklemek,
yeni sömürgeci toplumsal sistemin ürettiği çok önemli
bir toplumsal hastalıktır. Ve bu hastalık, devrimci
çalışmayı kemiren, faaliyetleri ağırlaştıran bir işlev
görmektedir. Bünyemize, hiç de az olmayan biçimde nüfuz
etmiştir. En küçük pratik faaliyetin örgütlenmesi için
gerekli maddi-teknik-insan unsurlarının bile hep "yukarıdan"
çözümünü beklemek, ekonomik kaynaklı sıkıntıların bir
dizi faaliyette rol oynaması, hatta bahaneye dönüşmesi
vb, sürekli olarak karşımıza çıkan sorunlardır.
Bölgesel-mahalli sorunlar temelinde siyasi gerçekleri
örgütlemek, o mahalli-bölgesel örgütlenmeye aittir ve
bu, bir dizi ajitasyon, propaganda araçlarının kullanılmasını
gerektirir. Ancak "yukarıdan bekleme" hastalığı,
o alanın faaliyetini sekteye uğratmakta, merkezi kadrolar,
o alanın, örneğin 'bildiri sorununu çözmektedir', faaliyet
masraflarını karşılamaktadır, ilişkilerin yürütülmesi
ve geliştirilmesi için sürekli seferber olmaktadır.
Bir insanla ilişkiye girmek, onunla siyasal ilişkilerde
bulunup onu devrime kazanmak bile, "yol param yok"
gerekçelerinin duvarlarına çarpabilmektedir. Örnekler
çoğaltılabilir ve tüm bunların yeni dönem insan özelliği-çarpıklığı
içinde "geç kalmada" özel bir rol oynadığı
gerçektir.
Kurumlaşma; bu ve bu tip özel mülkiyet ilişkilerinden
kaynaklanan ama devrimci gelişmeyi olumsuz etkileyen
hastalıkların panzehiridir. İnisiyatif, devrimci yaratıcılık,
planlı ve programlı çalışma özelliklerini geliştiren
kurumlaşma, iktidar yürüyüşünü hızlandıracak, geleceğin
toplumsal ilişkisini bugünden yaratacaktır. Arınma işlevi
de gören bu mekanizma, en temel sorunumuz olan kadro
sorunun da hizmetinde olacaktır. Kurumlaşma, devrimci
yapının herhangi bir alanını değil, demokratik alandan
illegal hücrelere, bölge örgütlülüğünden mahalli örgütlülüğe,
merkezi alandan yerel kadrolara kadar tüm sektörleri
kapsar.
Elbette, böyle bir gelişme, yeni sosyalist insan ekseninde
ele aldığımız kadro sorunundan ayrı değil, onunla bütünleşen
adımları kapsamaktadır. Kadro sorunun yakıcılığı biliniyor.
Oligarşi'nin gizli saldırıları da, bu sorunun önemini
büyütmektedir. Bunu kavrayarak, tüm gelişmelerin merkezi
halkasını oluşturan kadro sorununa özel bir önem vermeliyiz.
Kadro olmalıyız kadro yaratmalıyız
Yeni insan üzerine çok şey söylenebilir. Ancak burada,
şu kısa ve özlü tanım yeterlidir. Yeni insan; kapitalizme
ve yüzyıla, sosyalizm gerçeğine eleştirel yaklaşan,
Marksizme ve Leninizme sadık kalıp sosyalizm anlayışını
yaşamının merkezine koyan, programlı, ölçülü, ilkeli,
direnişçi, inisiyatifli, yaratıcı, çalışkan, fedakar,
kararlı, uzak görüşlü, çağı ve sorunları kavrayan, ayakları
ülke gerçeğinde olan, sosyalist ahlak ve kültürü içselleştiren,
kurallı bir parti yaşamını örgütleyen, eleştirel bir
yaklaşımla kendini, çevresini, parti içi ilişkileri
değiştirip dönüştürme gücünü gösteren, direnişçi militanlığın
mantığını kavrayan; özce, her alanda kendini yeniden
üreten insandır.
Kadro sorunumuzun ana halkası yeni sosyalist insandır
ve temel kurumlarımız, örgütlü tüm organlarımız bu insan
üzerinden inşa edilecektir. Dolayısıyla, öncelikle bireyler
olarak yola kendimizden çıkmalıyız. Layıkıyla bir kadro
olmanın zorlu savaşımını öncelikle kendi bünyemizde
vermeliyiz. İçinde yaşadığımız ilişkiler yumağı nedeniyle,
mücadelenin bu en zor yanının hiç bitmeyeceğini bilmeliyiz.
Bu ilk adımın aynı zamanda hiç bitmeyen bir yürüyüşe
başlamak olduğunu iyi kavramalıyız. Kadro olma mücadelemizin
ikinci boyutu olarak, gerçek anlamda ve bizzat bizim
örnek olduğumuz kadrolar yaratmalıyız. Bugünün sosyalizm
mücadelesinin temeli budur!
Sömürge tipi faşizmin siyasal zor yöntemlerinin tüm
pervasızlığı ile hüküm sürdüğü dönemimizde, halka yabancı,
onu korkunç yöntemlerle baskı altına alan, bu çerçevede
oluşturulan hukuk sisteminin bile her vesile ile çiğneyen
süreçlerden geçtik. Zulüm ve sömürünün günlük yaşamın
her anında çıplak tarzda görüldüğü günler yaşadık. 'Doğu'da
ve Batı'da!..'
Mezopotamya'da yürütülen sömürgeci kirli savaşın sonuçları
henüz tanımlanmadı. Öte yandan Türkiye emekçi sınıfları,
açlık ve zulüm çemberi içinde tutulmaya devam edilecek,
her türlü demokratik hak ve talep istemi yine zor yöntemleriyle
bastırılmaya çalışılacak, işkence, gözaltı ve kayıplar
bitmeyecektir. Siyaset, her alana daha çok ve emperyalizm
tarafından daha üst boyutlarda programlanmış olarak
nüfuz edecektir.
İnsanın insana, insanın emeğine, insanın topluma yabancılaşmasında
temel bir işlev gören zor ve zor aygıtları, yeni sömürgeci
toplumsal sistem için vazgeçilmez temel bir yöntemdir.
Tüm topluma korku ve kimliksizlik ve kirlenme pompalayan
bu yöntem, yükselmeye devam edecektir.
Fakat öte yandan, zor aygıtları kurumlaşır, zor biçimleri
yükselir ama; bu yükseliş bizzat, beslendiği zemini
tüketir, yeni sömürgeci toplumsal sistem için ölüm çanları
daha da fazla çalmaya başlar. Özünde, böyle bir dönem
yaşıyoruz.
Zorun diyalektiği
Sömürge tipi faşizmin zor yöntemleri; tarihsel haklılığı
olan meşru devrimci zoru daha da önemli kılar.
Zor'un da bir iç diyalektiği, üstelik de oldukça özgün
bir diyalektiği vardır ve kaçınılmaz olarak kendi karşıtını
yaratır.
Faşizmin zoru ve zor yöntemleri, asalak, sömürücü, insana
yabancı yeni sömürgeci sistemi biraz daha, biraz daha
ayakta tutmak amacını güder. Ama devrimci zor ve bunun
en üst biçimi silahlı mücadele, doğru uygulandığı takdirde
ve yine doğruluğu ölçüsünde, faşizmin yarattığı korkuyu
dağıtır, güven verir, emekçi sınıfları aydınlatır, onları
devrim saflarına katar, ayrıştırmaz birleştirir, yabancılaştırmaz
yabancılaşmayı parçalar, insanın insanlaşmasının önünü
açar, marjinalleştirmez her türden marjinalleşmenin
yolunu tıkar ve toplumu zorlayan tüm olumsuzluklara
barikat olur, gelişimin önünü açar.
Yanlış uygulandığı, yozlaştırıldığı, düşmanın manipülasyonlarından
payını aldığı taktirde ise ne yazık ki bütün bunların
tersinin gelişmesine hizmet etmekten başka bir anlam
taşımaz. Farklı bir şekilde tanımlarsak; pimi çekilmiş
bir bombayı, doğru zamanda, doğru yere fırlatamazsanız;
sizin elinizde patlar ve bu, sizin de bombanızın da
sonu olur; giderek sizin de, bombanızın da lanetlenmesine
yol açar...
Engels: "Eski toplumun bağrından çıkan zor, yeni
toplumun ebesidir" derken, ve "iki tip zor
vardır, toplumsal gelişmenin önünü açan ve onu engelleyen..."
derken, bu gerçeği ifade etmiştir.
Bütün sağ, reformist, pasifist söylem ve örgütlenmelere
rağmen, politik mücadelenin en üst biçimi olan silahlı
propaganda, yeni sömürge Türkiye'de anahtar role sahiptir.
Siyasi gerçeklerin açıklanmasında temel bir işlev gören
SP, rasgele bir mücadele, rastgele bir müdahale değildir.
Bir tarihsel dönemin ilişki ve çelişkilerinden kaynaklanan,
ülke gerçeğinden hareket eden bir stratejinin temel
yöntemidir.
SP, Oligarşinin ve Emperyalizmin maddi ve siyasi üstünlüğü
koşullarında, bu siyasi üstünlüğü kırmak, kitleleri
büyük birimler biçiminde, (meclis-konsey-ordu vb biçiminde)
örgütlemek için zorunludur, böyle bir işleve sahiptir.
Öncü Savaşı sürecinde temel rol oynayan Silahlı Propaganda,
işlevini gerçekleştirince, yerini Emperyalizmi ve Oligarşiyi
maddi olarak yıpratan Silahlı Mücadeleye bırakır. Yani
PASS'nin birinci evresinde, Öncü Savaşı evresinde temel
rol oynayan SP, "bireysel değil kitlevi mücadeledir".
"SP, belli bir devrim stratejisinden hareketle,
kitlelere maddi hedef gösterir, onları etrafında örgütler.
Somutun propagandasını yapar..."(M.Çayan)
Öncü savaşı aşamasında gerilla savaşı ekseninde yürütülen
SP faaliyetleri, devrimci şiddetin aldığı somut biçimdir.
O, yeni sömürgeci sistemin insana yabancı uygulama ve
sonuçları üzerinde; açlık, sefalet, baskı, sömürü, eşitsizlik
vb üzerinde yükselir; emekçi sınıfların, proletarya
ve tüm emekçi sınıfların taleplerini dile getirir. Bu
açıdan SP, politik mücadelenin tek başına kendisi değil,
diğer politik mücadele biçimleri yanında, politik mücadelenin
en üst biçimidir.
SP'yi politik mücadele ile özdeşleştirmek, bu açıdan
diğer politik mücadele biçimlerinden koparmak, diğer
politik mücadele biçimlerini reddetmek yanlıştır. SP,
temel politik mücadele biçimidir ama onu diğer politik
mücadele biçimlerinden koparmak başlı başına bir sapmadır.
Proletaryanın ve tüm emekçi sınıfların, halkın düzene
karşı tepkilerini ajite eden SP, ve ona kumanda eden
siyasal parti, kendini bununla sınırlamaz, dönemin ihtiyaçları
ve gücü oranında diğer mücadele biçimlerini örgütler,
tüm bunları iktidar mücadelesine kanalize eder.
Türkiye ve Mezopotamya'da devrimci zorun cisimleştiği
silahlı savaşım gerçeği, 1970'ten bu yana vardır. Ne
var ki devrimci savaşım düz, hep ileriye doğru bir seyir
izlemiyor, atılım, gelişme, durgunluk ve yenilgi dönemleri
de yaşanıyor. Son dönemlerde politik mücadelenin bu
önemli biçimi, ciddi olarak zaafa uğramıştır ama yine
de (olumlu ve olumsuz yanlarıyla) yaratılmış olan geleneğin
bu topraklarda yeniden can bulması, doğru ve gerektiği
gibi uygulanması için tarihten süzülen parıltılar silinememiştir.
THKP-C ve hareketimiz , bu mücadelenin olumlu, örnek
geleneklerinin yaratılmasında ciddi bir rol oynamıştır.
Öte yandan THKO ve farklı bir stratejiden yürüse de
TKP/ML geleneği, bu alanda mutlaka anılmalıdır. Ayrıca
PKK mücadelesi, özgün ve kritik tarihiyle, çok önemli
dersler içermektedir. Tüm bunlar incelenmeyi, siyasal
savaşımı bu temelde zenginleştirmeyi gerektiriyor.
Siyasal mücadelede dogmatizmin, kalıpçılığın, mekanik
kavrayışın yeri yoktur; bu, en hassas biçimde silahlı
savaşımda, SP'de de böyledir. Genelde doğruları ifade
etmek önemlidir ama bunun nesnel-öznel koşullarla birlikte
ele alınması, devrimci diyalektik ve politik mücadele
açısından zorunludur.
Türkiye devriminin yolu PASS'den geçer, ancak buradan,
her şart ve koşulda, herşeye rağmen, özellikle öznel
koşulları dikkate almadan, sürekli ve klasik bir SP
faaliyetinin daima uygulanabileceği sonucu çıkmaz. "Somut
koşulların somut analizi", yakıcı yakıcı bir tarzda,
bu konuda da kendini hissettirir.
SP'yi, dönemin öznel koşullarından, özellikle PASS'ı
temel alan politik iradenin somut koşullarından, buna
uygun taktiksel politikadan ayrı ele alamayız. Her adım,
tüm gelişmeler PASS ve gerilla mücadelesine göre düzenlenir,
konumlandırılır, yönlendirilir, ama eğer o dönemdeki
taktik politikamız "güç biriktirmeyi" veya
benzer bir taktiği ana halka olarak saptamışsa, SP faaliyetini
yaygın ve etkin olarak kullanamazsın...
Taktik politika nettir, uzun vadeli bir mücadele için
her sahada güç biriktirmek... Bu amaca ulaşmadan gerekli
kurumlaşma ve donanımı sağlayamamışsan, Oligarşi'nin
saldırılarını tam olarak göğüslemen olanaksızsa, belki
nesnel koşullar uygundur ama yaygın SP örgütlemek doğru
olmaz... Bu tip devrimci faaliyet ile, belki kitlenin
özlemine kısa vadeli yanıt verirsin, geçici başarı da
sağlayabilirsin, ama silahlı savaşımı sürekli kılamazsın
ve küçük başarıların büyük hayal kırıklıklarına dönüşebilir.
Dolayısıyla sosyalist politik irade, duygusal-tepkisel-dönemsel
yaklaşımlar içinde olamaz, özlemlerinin, kısa vadeli
başarı tutkularının esiri olamaz. O, uzun vadeli bir
stratejiyi, adım adım, büyük sabırla uygular, her adımı
onu tamamlayan diğer adıma bağlar.
Dönemin taktik politikasının gerektiği gibi kavrayamayanlar,
genel doğrularla yetinenler, tarihimizin önemli başarılarını
bugünle kıyaslayanlar oldu, olacaktır da... Hatta oportünist,
pragmatist sol, "sol sapma" söylemini zaman
zaman "sağ sapma" ile birlikte yürüttü, bu
ülkenin devrimci marksist damarını yok saydı, görmezlikten
geldi. Bu 'sol' akımları doğal karşılamak gerek, çünkü
onlar kendilerine tapınmakla meşguller. Bizim ise, çok
samimi devrim ve sosyalizm derdimiz var. Böylesine ciddi
bir derdi olanlar, kendi saflarında da olsa, özlemlerini
dile getirenleri, özellikle samimi unsurları anlarlar,
ama onlara dönemin taktik politikalarını kavratmak için
de yoğun bir çaba gösterirler.
Öte yandan elbette böyle dönemlerde atalet içinde yaşamını
sürdürme olanağı bulan, görünürdeki durgunluğa yaslanan
unsurlar da olacaktır. Her adımda, bu tip unsurlarla
da gereken mücadele yürütülecektir.
Parti yaşamı bir bütündür, ideolojik politik çizgi önemlidir,
ama bunun sosyalist kültürle- tarzla, yaşamın bütün
alanlarında içselleşmesi gereklidir. Ancak böyle bir
parti, proletaryayı temsil eder, ona önderlik eder,
halkı devrim için kazanır.
Proletarya partisi için, devrimin ilerlemesi için, partide
ideolojik birlik temel, hayati bir role sahiptir; ama
bundan herkesin, her kadro ve alanın papağan gibi aynı
cümleleri tekrar etmesi anlamı çıkmaz. Bunun anlamı,
ideolojik-politik tezlerin, onun oluşturduğu programın/veya
programatik görüşlerin sosyalist kültürle kaynaşarak,
proletaryaya özgü bir tarzın yaratılmasıdır.
Elbette proletarya partisinde, programatik ana konularda
olmasa da, dönemsel, taktik konularda farklı düşünce
ve eğilimler de olacaktır. Tersini düşünmek idealizmdir.
Proletaryanın partisi, ideolojik dinamizmi ve zenginliği
açısından, bu sağlıklı ve gereklidir de... Tersi, donmuş,
kalıplaşmış bir parti demektir, ki bu herşeyden önce
devrim ve sosyalizm davasına zararlıdır.
Ancak böyle bir partide, "iki çizgi-iki sınıf ideolojisi",
"çok kanatlılık", "hizip hakkı"
gibi anti-Leninist tezlerin yeri yoktur. Bu anlayış
ve akımlar, kendine özgü, hatta "iddialı"
partiler de kurabilirler, ÖDP örneğinde olduğu gibi...
Ancak bu tip partiler, olsa olsa "muhalefet kitle
partisi" olur, bizim sözünü ettiğimiz, böyle bir
parti değil, Leninist bir partidir. Bu tip parti veya
oluşumlar, birer tartışma kulübü kimliğindedir; en "sıkı"
olanda ise komplo, kumpas, ayak oyunları, darbe vb.
de ifadesini bulan sınıf dışı yöntemlerin egemen olduğu
bir işleyiş yaşam bulur.
Leninist bir parti sadece programda değil, politika
ve taktik hedeflerde de tek bir iradeyi, o iradede cisimleşmiş
olarak proletaryanın sınıf tavrını savunur. "Leninist
parti, yekpare bir partidir." (Stalin)
Devrimci politik irade, nesnel ve daha çok da kendisinden
kaynaklı öznel nedenlere bağlı olarak, "geçiş programı"
olarak adlandırılan bir program izledi, bu süreç hala
da devam ediyor. Popülizmden uzak ideolojik ve politik
tarzda ısrar, nesnelliğe teslim olmayan, sabırlı, fedakarlığın
her dakika zorunlu olduğu, yenilgi yıllarının açtığı
tüm yaraların sarılmasını içeren, adeta iğne ile kuyunun
kazıldığı bir süreçtir bu...
Bu süreç, bir süre dağınıklık yaşayan iradenin bir merkezde
birleşip cisimleşmesi, Oligarşi'nin ulaşamayacağı alanlarda
yeni ilişkilerin yaratılması, tüm bunları uzun vadeli
bir savaşım içinde mevzilenip, geliştirilmesi gibi görevleri
hedeflemiştir. Kolay bir süreç değildir, baştan planlandığından
çok daha uzun bir evreyi kapsamıştır. Bir ilişki için,
küçük bir imkan için ayların harcandığı dönemlerdir.
Olanaksızlıklardan dolayı olağanüstü yoğun emekle yaratılan
değerlerin yeniden ve yeniden ele alınması zorunluluğunun
sık sık doğduğu dönemlerdir. Düşünülebilecek en kısıtlı
yaşam olanaklarıyla en değerli sonuçların yaratılması
yıllarıdır. Temel kadroların, merkezi militanların,
yöneticilerin tüm gün sokakta dolaştığı, büyük bir sabırla
insanlara "diyalektik materyalizmin, sosyalizmin,
dünya ve ülke açısından sürecin özelliklerinin, yeni
insanın niteliklerinin" anlatıldığı, kişisel imkanların
sonuna kadar zorlanarak devrime seferber edildiği bir
dönemdir. Büyük umutlarla atılan adımlar, çabalar, koşullardan
dolayı yeniden ve yeniden başlamayı dayattığında, hayal
kırıklıklarına karşı da savaşıldığı bir dönemdir. Ama,
herşeye rağmen, ağır da olsa yürünmüştür, güç de olsa
direnilmiştir ve hiç de küçümsenmeyecek mesafeler alınmıştır.
Bu zorunlu taktik program, yeni bir programa gebedir;
"geçiş dönemi programı", "atılım"
programlarına gebedir. Birbirine bağlı, birbirinden
ayrılamayan bu programlar, birbirini tamamlar özelliktedir.
Bu kritik yıllarda, duygularımızın yolverdiği refleksler
den, dönemin zorlu özelliklerinin, siyasal sıkışmaların
yönlendirdiği davranışlardan özellikle kaçınılmalıdır.
Bir süreç yaşanıyor, adımlar atılıyor bu adımları hızlandırmak
gereklidir. Bu devamlılık, süreklilik içinde, "geçiş
programı" yeni bir programa "siyasal atılım
programına" dönüşecektir...
Kitlelerle ve bizim moral değerlerimiz olan mücadele
tarihimizle daha güçlü biçimde kucaklaşmak için, dönemin
taktik programlarını kavrayalım, adımlarımızı hızlandıralım.
Sınıf savaşımında her dönem, proletarya partisi için
bir dizi hazırlığı, kendine özgü refleksleri ve tarzı,
düşünce biçiminden davranışlara kadar uzanan özgül biçimleri,
döneme uygun görevleri içerir.
Bunun anlamı açıktır, daha ileri adımlar daha çok yoğunlaşmayı,
daha çok emek seferberliğini yaratmayı, daha fazla sonuç
almayı gerektirir. Siyasal toplumsal beklentilere yanıt
olan bu adımlar, parti yaşamını her düzeyde daha güçlü
örgütlemekle mümkündür. Tembelliğe, atalete, mevcutla
yetinmeye, memur zihniyetine, başta illegalite kuralları
olmak üzere tüm disiplin ihlallerine, boşboğazlığa,
abartıya, atılan adımları küçümsemeye, pasifizme kapı
açmaya yer yoktur. Politikamızı, tarzımızı, ahlakımızı
ve kültürümüzü, başta işçi sınıfı olmak üzere sınıf
mücadelesinin her alanına taşımak zorundayız. Laf değil
iş üretmek, kendimize sürekli yeni ilişki ve iş yaratmak,
onlara koşmak, onları P-C perspektifi ile örgütlemek
zorundayız. Bazı saatlerde değil, tüm gün devrimciliği
yaşamak, onu tüm ilişkilerimizde, davranışlarımızda
egemen kılmak, tüm bunları politik iradeye katmak zorundayız.
Yeni dönemi ancak böyle kucaklayabiliriz. "Yığınla
adam var ama adam yok" veya, "bana bir örgüt
verin Rusya'yı altüst edeyim" (Lenin) denilebilecek
günleri yaşıyoruz. Daha önce de ifade ettik, devrime
açık ama bir dizi nedene bağlı olarak devrime mesafeli
ciddi bir kitle potansiyeli vardır. Bu toplumsal potansiyeli
onun çıkarlarına bağlı olarak politikaya taşımak, devrimi
zafere taşımak anlamına geliyor. Ancak, doğru ideolojik-politik
çizgiye sahip olduğumuz için veya doğru kültür ve ahlakı
temsil ettiğimiz için kimse kendiliğinden saflarımıza
gelmez. Devrimin ihtiyacı oranında hareketli bir kitlenin
yaratılması için, bugün çok daha olağanüstü biçimde
ve yoğun bir emekle çalışmak zorunludur. Bunu bilerek
görevlere sarılmalıyız, ileri atılmalı, yürüyüşü büyütmeliyiz.
Örgütlenin!..
1905 Devrimi koşullarında Lenin, bu şiarı benimser,
ileri sürer. Bu dönemde Bolşevikler kitle hareketinin
oldukça gerisine düşmüşlerdir. Kendiliğindenci kitle
mücadelesi ise, ayaklanmayı yaratacak düzeyde güçlüdür.
Yükselen ve Bolşevik partiyi aşan kitle mücadelesinin
önüne geçmek için, 'yeni örgüt biçimi yaratın, örgütlenin'
diyor Lenin...
Bugün elbette, 1905 BDD koşulları veya bazı sol çevrelerin
abarttığı gibi "ayaklanma" yaşanmıyor ülkemizde;
ancak kitle hareketi ile devrimci hareket arasındaki
uyumsuzluk, ortak paydamızdır.
Kitle hareketinde genelde durgunluk ve ani yükselmeler
yaşanıyor ve bizler bu dalgalanmaların oldukça gerisindeyiz.
Bu dalgalanmalar tüm kesimleri, liberal zevzekleri,
"halkın partisiyiz" iddiasındaki popülist
akımları etkiliyor. Böyle bir dönemde, ilk olarak "öz
faaliyetin önemini" (Lenin) kavramak, temel halkadır.
Bu "öz faaliyeti" yaygınlaştırmak, daha geniş
çevrelere ulaşmak, legal örgüt biçimlerinden yarı legal
ve illegal örgüt biçimlerine kadar, bir dizi örgüt biçimini
ihtiyaçlar doğrultusunda yaratmak gereklidir.
"Legaldir" diyerek küçümsemek, "illegaldir"
diyerek uzak durmak, siyasal pratiğimizde hiç de az
olmayan davranış biçimidir ve bunların tümü, faaliyetten,
halktan, dönemin gerçeklerinden, özünde yaşamdan uzaklaşmaktır.
Daima reçetelerden uzak olduk ve reçeteye ihtiyacımız
yok; sınıf mücadelesinin zengin, karmaşık seyri, reçetelere
sığmıyor. Hatta bazı yerel mahalli özellikler, gelişmeler
vardır ki, kafamızdaki bakış açısına hiç uymayabilir.
Koşulları, gelişmeleri, kafamızdaki formüllere uydurmaya
zorlamanın anlamı yoktur, koşullara uymayan formül,
geçersiz demektir.
"Teori gridir, ama hayat ağacı yeşildir" diyor
Lenin. Bundan dolayı, önemli olan her gelişmeyi Marksist
açıdan ele alabilmek, bu temelde adım atmaktır. Bu anlayışla
yapılanlar, yaşamda açılımdır, düşüncede açılımdır.
Görev ise, bu adım ve açılımın Marksist tarzla içinin
doldurulmasıdır. "Devrimci sosyal demokratlar sadece
bu biçimlerin içinde, ayrık otlarının yanında, buğdayında
bulunduğuna işaret ediyorlar." (Lenin)
Eskimiş, devrimci enerjisi tükenmiş, kendini yeniden
üretemeyen, eğreti bir ilişki biçimi ile hep tüketiciyi
dayatan ilişki, kişi ve kurumlar, politik iradeye, onarımı
zor zararlar vermiştir. Örgütlülük adına örgütsüzlüğü
yaşamak, bunu devrimci iradeye dayatmak, çeşitli bahanelerle
katkı sunmamak, devrimci kurtuluş mücadelesinin imkan
ve olanaklarını kişisel çıkarı için kullanmak, illegalitenin
imkanını bireysel yaşam ve pasifizm için kullanmak,
başta güvenlik sorunu olmak üzere bir dizi kuralsızlıkla
politik iradeyi Oligarşi'nin saldırıları için hazırlamak,
mevcut ilişkileri bir dizi bahane ile geliştirmemek...
Asla hoş görülemez!
Bunlar, siyasal-örgütsel suçtur. Politik iradenin sosyalist
esnekliğinden kaynaklanan ve bir tarzı olan "proletarya
hümanizmi" ni, bu tip unsurların daima kullanmaya
çalıştığı biliniyor, ama bunlara müsade edilmeyeceği
de bilinmelidir! Hiç kimseyi kaybetme, harcama niyetimiz
ve politikamız yoktur ama hiç kimse de kendini dayatıp,
politik irade ve devrimci çalışmayı zaafa uğratamaz.
Partinin, devrimin, sosyalizmin çıkarları her şeyin
üzerindedir. Bu çıkarlar, herkesin varlık koşullarının
sınırları içinde devrime kanalize edilmesini, olmasını
gerektiriyor. Ama lümpen, tüketici, bireyci yaşam ve
tavırlarla hiç kimse bu çıkarları zedeleyemez.
"Atılım programı" için, günün yüklediği devrimci
görev ve sorumluluklar için, doğal olarak, "eskimiş"
ilişki, kişi ve kurumlarda ısrar, boşunadır. Yeni ilişkilere
yönelip, yeni bir kuşağı saflarımıza kazanacağız. Döneme
ve dönemin ihtiyaçlarına yanıt vermeyenler, veremeyenler,
"emekliliğe ayrılmalı, çoğu kez deneyimsizliğini
enerjisiyle telafi edebilen yeni güçlere yer açılmalı..."
(Lenin)
Bu çalışmada, yukarda ifade ettiğimiz üzere devrimci
politik irade, başta sosyalizm anlayışı olmak üzere
tüm politik konularda, ülke ve sınıf gerçeğine uygun,
proletarya sosyalizmini temsil eden bir kimliğe sahiptir.
Emperyalizmin 3. Bunalım Dönemi'nde, bu dönemin en önemli
olgusu olan yeni sömürgecilik gerçeğinden hareketle,
ülkenin toplumsal yapısı ve sınıf gerçeğini analiz eden
politik irade, hedeflediği devrimi, 'anti emperyalist,
anti oligarşik DHD' olarak formüle eder. Bu devrim programı
için savaşır. Sosyalist ve demokratik görevleri içiçe
ele alan bu program, başta proletarya olmak üzere, tüm
halkın örgütlenmesini amaçlar.
Leninist parti anlayışını savunan politik irade, "halkın"
değil sınıfın, proletaryanın partisidir. Parti yaşamını
da, bu temelde düzenler. Bundan dolayı, halkçı-popülist
akımlarla olduğu kadar, ulvenist-işçici akımlarla da
hiçbir ortak yanı yoktur...
Devrimci politik irade, ilişkileriyle, kitlelerle, kadrolarla,
tüm parti örgütleriyle, parti çevresiyle; siyasal çalışmada,
günlük yaşamda, her alanda, proletaryanın sosyalizm
anlayışını somutlamaya çalışır, bunu yaşar. Parti yaşamını,
proletarya sosyalizmi temelinde iradi olarak düzenler,
tüm ilişkilerini bu temelde dönüştürür.
Parti yaşamı; 1970 yılından bu yana Marksizm-Leninizm
temelinde bize rehber olan THKP ideolojisini, hareketimizin
çizgisini kavramak, bunu bilince çıkarmak, bu temelde
sürekli gelişip zenginleşmek demektir.
Parti yaşamı, toplumsal yaşamımızı çevreleyen kapitalizm
başta olmak üzere, tüm özel mülkiyet kaynaklı ideolojik-politik-ahlaki
değer, düşünce ve alışkanlıkları, sömürücü karaktere
sahip tüm yaşam biçimini reddetmek, buna karşı savaş
açmak, kollektivizmi benimseyerek proletarya sosyalizmi
için savaşmak demektir.
Parti yaşamı, toplumsal ilişkilerde bizi çevreleyen
özel mülkiyet kaynaklı tüm ideolojik-politik-ahlaki-kültürel-psikolojik
alışkanlık ve anlayışlardan siyasal mücadele içinde
arınmak, kişiliğimizden bunları tasfiye etmektir. Siyasallaşmış,
kararlı, kollektif, yaratıcı, inisiyatifli, esnek, uzak
görüşlü, taktik ve strateji ilişkisini kavramış, mütevazi,
yardımsever, paylaşım gücü yüksek, başta parti ilişkileri
olmak üzere tüm toplumsal ilişkilerde sorumluluk sahibi,
kendine ve çevreye karşı eleştirel yaklaşan, yoldaşlarına
ve örgütüne karşı sevgi ve saygı dolu, kısaca yeni sosyalist
insanın özelliklerini kişiliğimizde içselleştirmek demektir.
Parti yaşamı; Leninist örgütlenme anlayışını, yukarıdan
aşağıya örgütlenme ilkesini benimsemek, alt organların
üst organlara, tüm organların merkezi organa tabi olması,
demokratik merkeziyetçilik ilkesinin verimli biçimde
uygulanması, sınıf dışı akımlara karşı mücadele etmek,
ideolojik sağlamlık, Leninist örgüt modelini baştan
aşağı inşa etmek demektir.
Parti yaşamı, başta illegalite kurallarında özen, gizliliğin
gerektiği gibi sağlanması, ilişkilerin korunması, herkesin
herşeyi bilmemesi, tüm ev, işyeri, malzemenin korunması,
deşifrasyonun önlenmesi demektir. Boşboğazlık, gevezelik,
hava atma gibi kişilik zaaflarından uzak olunması, iletişim
aletlerinin kullanımında dikkat edilmesi, takip, sızma,
vb karşı azami duyarlılık demektir. Tüm parti kurallarını
içselleştirmek, yaşamı ve parti örgütlenmesini böyle
örmek demektir.
Devrimci politik irade, bunu tüm ilişkilerinde yaşıyor,
yaşamayı hedefliyor, önüne böyle bir yaşamı koyarak,
bunun için mücadele ediyor.
Bunu yaşayan ve yaşatan, ülkesinin ve dünyanın tüm insan
ve üretim ilişkilerinde egemen olmasını amaçlayan politik
irade, ilişki ve örgütlenmelerin, bilimsel ve tarihsel
devrimci geleneklerimize uygun olarak yeniden tanımlanması
görevini önüne koymaktadır... Böyle bir tanımlama, her
alanda yeniden üretimdir, bugünkü zeminde bugünü aşmaktır,
sıçramaktır!..Bugüne kadar atılan adımları hızlandırmak,
önemli ölçüde politik iradenin dışında seyreden toplumsal-siyasal
süreci yakalamak, tarihimize, devrimci geleneklerimize,
şehitlerimize, iradesini temsil ettiğimiz sınıfa, onun
ideolojisi olan Marksizme-Leninizme bağlı kalmak; bu
perspektifle görevimize sahip çıkmaktan geçmektedir.
Tarihsel süreç, kendi nesnel ilişkileri üzerinde sayısız
iradenin çatışması ve yeniden harmanlamayla devam eder;
bu temelde yazılır.
Tarihi yazmak, tarih yapıcılarının işidir.
Tarihin yazılmasında hep var olduk.
Devrimci Kurtuluş için kavgaya tutuşanların bilinci
ve iradesi, tarihin onurlu sayfalarında daima var olacaktır;
bu iradeye sahibiz.
Yeni çağı kazanmak, tarihimizle bütünleşip geleceği
kazanmaktır. Bu bilinçle, tüm partililer, cepheliler,
görev başına.
|