Kendimize
Yönelerek Zafere Yürüyeceğiz
98 Notlar-4
Şerif Onursal
|
Devrimci Kurtuluş kavgası, bugün çok önemli bir sürecin
içinden geçiyor ve bu sürecin önemine paralel boyutlarda
görevlerle karşı karşıya...
Bir yanıyla tarihsel, bir yanıyla güncel. Güncelle tarihselin
her zamankinden çok daha farklı biçimlerde buluştuğu
bir dizi olağanüstü görev, omuzlarımızdadır. Bu bilinçle,
siyasal sürecimize ve görevlerimize ilişkin bazı noktaları,
98 yılına yönelik değerlendirmede de ele almak zorunludur.
Sorumluluklarımıza ve görevlerimize daha sıkı sarılmak
bilinci; bugün yaşama bilinciyle, evrenin bu noktasında
bir insan olarak durma bilinciyle özdeşleşmiştir...
Devrimci Kurtuluş; herşeyden önce, tüm özel mülkiyet
tarihinden yola çıkarak, son sömürücü sistem olan kapitalizmi,
baskıyı, yozlaşmayı, çürümeyi, kişiliksizleşmeyi, ahlaki
düşkünlüğü... yani yabancılaşmayı üreten yeni sömürgeciliği
kökten yıkmayı önüne koyar.
Bu sistem, sadece kendini kirletmiyor, çeşitli biçimlerde
insanı, devrimci hareketi de kirletiyor. Bu kirlilik
dünyasında Devrimci Kurtuluş, herşeye rağmen temiz kalma,
proletaryanın ahlak normlarını temsil eden güç olma
direnişini sürdürüyor.
Dünya devriminin yaklaşık 150 yıllık birikimine yaslanan,
bu temelde yeni bir toplum kurmayı önüne koyan bu akımın,
dünya devrim perspektifi ile, emperyalist kapitalist
sistemin zayıf halkalarından birinde, Dünyanın Türkiye'
sinde, devrim yangınını büyütecektir. Elbette, bu bir
iktidar mücadelesidir. Atılan her adım, devrim için
gerçekleştirilen her çaba, yapının yükselmesi için konulan
her tuğla, bu politik perspektiflerle ele alınır. Böyle
bir perspektif, her adımın bu politik eksende gelişmesi,
tarihin her evresinde iktidarın hemen alınacağı ya da
yakın tarihsel süreçlerde olası olduğu anlamına gelmez.
Bu, uzun vadeli bir mücadeledir, dünya ve bölge koşullarına
göre zaferin çoğu zaman umulandan çok daha uzak olduğunu
son derece iyi bilmek gerekir ve mücadele içinde, birbirine
eklemlenen halkalarla iktidar yürüyüşü devam eder. Dolayısıyla,
dönemimizin nihai zafere yakın günleri muştulamadığı
nesnel bir gerçektir, ama attığımız her adımın bizi
sonuca doğru taşıdığı da gerçeğin öbür yanıdır.
En zor adımlar olan ilk adımlar örülmeden, temel iyi
ve doğru atılmadan, düşman tarafından defalarca yerinden
sökülen temeller her seferinde biraz daha güçleşen koşulları
alt ederek atılmadan; son derece uzun bir maraton olan
ve dünyanın bugünkü koşullarında, şimdiye kadar olduğundan
çok daha fazla zorlaşan bu yürüyüşte hedefe ulaşılamaz.
Bu tarihsel-toplumsal-siyasal ilişkiler bütününde politik
hedef, proletaryanın önderliğinde tüm emekçi sınıfların,
halkın iktidarını yaratmaktır. Böylesi bir amaca, ancak
ve ancak uzun süreli bir halk savaşıyla, bir dizi ara
aşamayı yaşayarak, zorlu enternasyonalist görevleri
başararak ulaşacağız. Kesintisiz bir devrim anlayışıyla,
önü sosyalizme açık DHD bu toplumsal siyasal çelişkilerin
çözüm platformudur. Böyle bir devrim, tarihsel sürecin
önünü açacaktır. Ve ancak, bu uzun süreli bir halk savaşı
sürecinde, PASS ile gerçekleşecektir.
Marksizm okulunda cesareti, sabrı, fedakarlığı, kararlılığı
öğrenerek bu kavga büyür. Bu kavgada, sonsuz bir cesaretle
atılarak hazırlanılan bedellerden çok daha büyük ve
ağır bedeller ödenecektir, aynı oranda bedeller ödetilecektir.
Tarih hükmünü vermiştir, Emperyalizm ve Oligarşi, tüm
ekonomik, siyasal, sosyal, psikolojik, etik kurum ve
kuruluşlarıyla, tüm varlığı ile tasfiye edilecektir.
Devrimci Kurtuluş, bu irade ve kararlılığa sahiptir.
Ancak, bu tarihsel dönemde, devrimin nesnel ve öznel
koşulları arasında, bir uyumsuzluk, bir çelişki, bir
mesafe, bir 'suni denge' vardır; öznel koşullar, nesnel
koşulların gerisindedir. Bu dengesizliğin en temel nedeni,
nesnel koşullardan kaynaklanan bir dizi olgunun yanı
sıra, Anadolu ve Ortadoğu devrimci hareketleridir. "Geç
kalmışlık" saptaması yapan Devrimci Kurtuluş, bundan
kendisini de sorumlu tutar.
Biliniyor, 12 Eylül ve bunu izleyen dönemde, örgütsel
karakterli bir dizi iç zaafiyet ayaklarımıza pranga
olmuş, düşmanın potansiyel tehlike olunmasının bilincindeki
yaklaşımları aşılamamış ve bütün bunlar bizi siyasal
süreçte hak edilmeyen bir biçimde zayıf kılmıştır.
Kendi gerçeğimize yaklaşımımız samimidir, samimiyetimiz
zaaflarımızı aşmada en önemli gücümüzdür. Kendimize
yönelerek tarihsel, siyasal görevlere sarılacağımız,
sarıldığımız da açıktır.
Eylül sonrası yaşanan kargaşa, özellikle 91'den sonra
ciddi biçimde aşılmıştır; aysbergin altında, ciddi bir
gelişme ve birikim yaratılmıştır. Çok iyi bilinmelidir
ki; bu dönemde yaratılan birikim, coğrafyamızdaki dönemsel
alışkanlıklar temelinde harekete geçirilseydi; bütün
gruplardan çok daha can alıcı bir ritme ulaşılırdı.
Fakat çeşitli nedenlerle bu doğru görülmedi, tercih
edilmedi...
Öte yandan objektif nedenlerle adımları hızlandırmak,
tempoyu yükseltmek, sadece bu güne kadar atılan adımların
bir gereği değildir, geleceğe yönelik umutların da büyütülmesidir.
Fakat ne yazık ki mücadele koşullarında her siyasal-örgütsel
adım planlandığı, programlandığı gibi gerçekleşemiyor.
Nesnel koşullardan kaynaklanan gelişmelerin, sürecin
bulanık atmosferinin yanı sıra, devrimci iradenin mücadele
içinde yaşadığı bazı önemli kayıplar da, ne yazık ki
mücadelenin gelişme süreçlerini etkiliyor.
Yine de, herşeye rağmen, çok önemli ve tarihsel bir
direniş gerçekleştirilmiş, bir dizi önemli adım atılmış,
bir çok alanda birikimler sağlanmış, bir dönem siyasal
süreç dışı kalan devrimci irade, geleceğe dönük ciddi
direniş adımları atmıştır.
Bu, elbette önemlidir, ama asla yeterli değildir. Hedef,
siyasal süreci yakalamak, orada bir biçimde var olmak
değildir; bu sürecin aktif bir öznesi olmak, siyasal
gelişmeleri belirlemektir.
Var olanla yetinmiyoruz. Buradan yola çıkarak, burada
sahip olduğumuz değerlere ve onlar üzerindeki çok değerli
direnişimize yaslanarak, koskoca bir dünya istiyoruz.
Biz, bu koca dünyayı mutlaka ve kaçınılmaz biçimde kapsayacağız,
sosyalizmi bu büyük açıda kavrayacağız. Sosyalizmin
hedeflerini yeniden ve yeniden yakalayacağız.
Ancak aynı zamanda, üzerine bastığımız zemini ve onun
ağırlaşan sorunlarını biliyoruz. Ne var ki, nesnel gerçeklerden
kopmamak, onlara teslim olmak anlamına da gelmemektedir.
Biz, komünar ruhu ile gökyüzünü fethedecek iradeyi taşıyoruz.
Dolayısıyla, "gerçekçi olmak ve imkansızı istemek"
(CHE) bizim tarzımızdır.
Yöntemimizdir, ahlakımızdır, kavgamızdır...
Bizim ileriye fırlamamızı engelleyen, nesnel ve öznel
koşullardan kaynaklanan bir dizi neden var. Ağırlıklarımız
hiç de az değil ve bunun bilincindeyiz. Ama bütün bunların
hemen yanında, olağanüstü koşullarda biçimlenen, gelenekselleşen
ütopyamız, prensiplerimiz, etiğimiz, evrensel çizgiler
taşıyan ideolojik yolumuz ve bütün bunları büyütmek
için çok fazla tarihsel nedenimiz var.
Temelsiz, samimiyetten, sosyalist prensiplerden uzak
özeleştirileri anlamak istemiyoruz. Halkların kurtuluş
mücadelelerine aykırı, realite dışı gerekçeler yaratarak,
bu gerekçelerle yakınmayı ve kurtuluşa yürümek yerine
suni ya da düşmanın amaçlı icazetiyle açılmış kurtuluş
mücadelesi aralıkları yaratmayı benimsemiyoruz. Böyle
bir siyasal varoluşu reddediyoruz.
Öte yandan, kendi eksikliklerimizi ve zaaflarımızı da
biliyoruz. Ve bunu, her platformda ifade etmekten de
hiçbir biçimde kaçınmıyoruz. "Aman kimse bilmesin"le
başlayan, "koz vermeyelim"le devam eden sosyalizm
anlayışı dışındaki yaklaşımları hep şiddetle reddettik,
reddetmeye de devam edeceğiz.
Başta politika üretme konusu olmak üzere, parti örgütlülüğüne
yönelik kurumlaşma, koşulların gerektirdiği ve her alanda
kendini ifade eden mücadele, yeni tip insanı ifade eden
kadro sorunu, yakıcı enternasyonal görevler... vb birçok
alanda, bir dizi eksikliklerimiz var.
Tüm bunları, samimi bir tarzda ele alıyoruz. Ve bunları
aşma kararlılığına da sahibiz. Mutlaka ve mutlaka; sosyalist
birikimle içselleşen bir partiyi Türkiye halklarına
sunup, devrim ve sosyalizm kavgasını yükselteceğiz.
Bundan dolayı, geriye bakarak yürümeyeceğiz; yönümüzü
ileriye dönüp, adımlarımızı hızlandıracağız.
Yürüdüğümüz, üzerinde yükseldiğimiz zemini çok iyi tanımamız
gerekiyor. Bugün, devrimci sosyalist hareket, dünya
kapitalizminin yakıcı çelişkilerinin, dünya halklarının
bu realite karşısındaki kaçınılmaz tepkilerinin rüzgarını
arkasına alamıyor.
Bütün bunlardan ve geçmiş dönemlerde olduğu gibi dev
boyutlara ulaşarak dünya halklarını eş zamanlı etkileyen
kurtuluş hareketlerinden yoksundur.
Buradan iki önemli sonuç çıkaracağız. Birincisi, sadece
kapitalizmin eleştirisi üzerinde değil, "reel sosyalizm"
pratiğinin de eleştirisi üzerinde, Ekim Devrimi'nin
ruhuyla yeni bir toplumsal projeyi, sosyalizm projesini
geliştirmek zorunludur. Enternasyonal boyutu olan bu
göreve, kendi alanımızda, bu ülkede yanıt vereceğiz.
İkincisi ise, bir dezavantaj gibi görünen bu nesnel
olguyu lehimize çevireceğiz, kendi öz gücümüze güveneceğiz.
İki sonuç, biribirine dolaysız bağlıdır.
Uluslararası komünist hareket, son derece elzem olan
devrimci bir entarnasyonalden yoksundur. Parçalanma
ve kopukluk boyutludur, emperyalist kapitalist sistem
içi merkezileşmeyle kıyaslarsak çok geri plana düştüğümüz
açıktır. Tam bu noktada, yeni bir enternasyonal, uluslararası
bir görevdir.
Bu enternasyonal, dünya devrimi partisi kimliğine sahip
olacaktır. Lenin'in kaygılarına rağmen SSCB'nin dış
politikasının parçasına dönüşen 3. Enternasyonal gerçeğini
devrimci açıdan aşacaktır.
Böylesi evrimsel boyutu olan görev ve bu yöndeki adımlar,
ancak ve ancak, bu coğrafyada devrim ve sosyalizm kavgasını,
Leninist bir ruhla, öz gücümüze güvenerek yükseltmekle
mümkündür.
Hiçbir şey en baştan başlamıyor. Daha önce ifade ettiğimiz
gibi Marks'tan bu yana, bir dizi olumsuz, sınıf dışı
akıma karşı mücadele içinde gelişen sosyalist bir birikim
vardır. Paris Komünü 72 gün iktidar oldu ama Ekim Devrimi
tüm yüzyıla damgasını vurdu.
Marks'tan Lenin'e, Lenin'den Mao'ya, Mao'dan Che'ye
uzanan bu birikim, gelecek sosyalizm projemizin temel
taşlarını yaratmaktadır. Herşeyi tartışırız ama bu birikimi,
sosyalizmin temel tezlerini ve geleceğin sosyalizm olacağı
gerçeğini asla...
Eleştirel yaklaşım yöntemimizdir ama inkarcılık düşmanımızdır.
Eleştiri adına inkarcılık, Marksizmin evrensel ilkelerinin
reddedilmesi modadır; bu "eleştiri özgürlüğüne"
karşı savaş, varlık koşulumuzdur.
Dogmatik, şabloncu tezleri, tek bir ülkeyi veya partiyi
"merkez" kabul etmeyi, ulusal sosyalizmi,
büyük güç sovenizmini, indirgemeci anlayışları hep reddettik
ve Marksizmi-Leninizmi savunduk. Sosyalizm anlayışımızı
bu temelde oluşturduk. İpin ucunu çekeceğiz ve dünya
devrimi ile kucaklaşacağız.
Mahir'den bugüne uzanan Devrimci Kurtuluş çizgisi, tam
bu noktada, geleneksel soldan kopuşu temsil eder. Kopuş,
"red" etmektir, yeniyi yaratmaktır. Bu gelenek,
reddederek yeni yaratılmştır; ama süreç bitmemiştir,
yeni birikimler üzerinde gelişecektir.
Bugün elimizde herşeyden önemlisi, son otuz yıllık toplumsal-siyasal
mücadele içinde tekrar tekrar sınanan ve toplumsal gerçeklerle
örtüşen güçlü bir ideolojik-politik çizgimiz vardır.
Partimiz THKP/C, 65-70 döneminin toplumsal mücadelesi
içinde bulunan PC öncülleri, bu dönemin en temel ideolojik
ayrışması içinde, SD-MDD ayrışmasında, MDD'den yana
tavır koydular.
Daha sonra, Türkiye Devriminin yoluna ilişkin bir dizi
tartışma, ayrışma içinde de hep devrimci mevzide oldular.
THKP/C, işçi-köylü, gençlik toplumsal sınıf ve kesimlerinden
yükselen anti-emperyalist, anti-oligarşik mücadele ile
bağlar kurarak ete kemiğe büründü. Bu siyasal sürecin
ifadesi olarak doğdu ve bu süreci belirleyen bir olgu
haline dönüştü. Böylece, o döneme kadar egemen olan
geleneksel soldan, pasifizmden, reformizmden devrimci
kopuş, ilk kez Türkiye gerçeği ile örtüştü.
70 sonlarında THKP/C adını alan bu oluşum, sınıf mücadelesinde
komünist öncülüğü yarattı. Proletaryanın en ileri örgüt
biçimi olan THKP, bu coğrafyada Türkiye devrim tarihinin
artık farklı yazılacağının bir ifadesi olmuştur.
1970 sonrası sınıf mücadelesinde, THKP/C, hep önemli
bir olgu olarak yerini aldı. Bir dizi gelişmenin esin
kaynağı oldu. Mahir Çayan'ın kaleme aldığı "Kesintisiz
Devrim 1-2-3" de çerçevesi oluşan ideolojik-politik
hat, TDH'nde hep hak ettiği yeri korudu.
"Kesintisiz Devrim 1-2-3", ideolojik zeminimizdir,
bunu kendimize referans aldık ve onu geliştirdik.
Her yeni gibi, THKP/C de, sadece örgütsel zaaflar değil,
ideolojik zaaflar da taşımıştır. Doğaldır; çünkü yenidir
ve geleneksel soldan kopuşu, o günün biçimi ile yaratmıştır.
İçinden çıktığı toplumsal, siyasal atmosferin izlerini
taşımıştır. Ancak M. Çayan'ın da ifade ettiği gibi,
"tüm bunlar savaşın içinde savaşıla savaşıla aşılacaktır."
Mahir, dogmatik ve statükocu değil, devrimcidir. Leninist
bir tarza sahiptir, "başlamak bitirmenin yarısıdır"
diyen Lenin'i çok iyi anlamıştır. Asgari bir birikimle
devrimci savaşıma başlamak ve bu savaşım içinde, sadece
örgütsel düzeyde değil, siyasal, ideolojik düzeyde de
hatalardan arınmak, hem yürümek, hem tartışmak, Mahir'in
tarzıdır.
THKP/C'nin ideolojik politik çerçevesini oluşturan "Kesintisiz
Devrim'ler"de, örneğin Kemalizm sorunu yanlış ele
alınmış, Kürdistan ulusal sorununa somut bir yaklaşım
gösterilememiştir.
Bu doğaldır, çünkü MDD, TİP, YÖN sürecinden, 1965-70
döneminden, bu döneme ait egemen yaklaşımlardan etkilenerek,
bu dönemin bir ürünü olarak doğmuştur. Ve doğal olarak
bu sürecin izlerini taşıyacaktır. Kemalizm, böyle bir
izdir, teorik düzlemde lekedir. Ancak savaş, mücadele
içinde eğitir, öğretir.
"Devrim öğretir, devrim bütün sınıfları eğitir"
(Lenin)
Önemli olan bu mantığı siyasal mücadelede içselleştirmektir.
Kemalizmin tanımı, buna paralel olarak, Türkiye toplumsal
yapısına damgasını vuran bazı tarihsel dönemlerin değerlendirilmesi,
ittifaklar politikası vb teorik açıdan yanlıştır.
Ancak Kemalizmin en önemli politik etkisi, politik mücadeleyi
uzlaşıcı bir zemine çekmek, Oligarşi'ye karşı mücadeleyi
savsaklamaktır. Bu yanlış tanıma rağmen THKP/C, pratik
ve siyasal açıdan kemalizmden uzaktır. Ayrıca, politik
düzlemdeki kopuş, bunun düşünceye yansıması ve arınarak
bilince çıkması, Kızıldere yenilgisi ile sekteye uğramıştır.
Başta Kemalizm konusu olmak üzere, yakıcı, önemli bir
sorun olan KUKM'ne yaklaşım, Mahir'den devranılan Devrimci
Kurtuluş bayrağını taşıyıcılarının omuzunda doğru bir
formülasyona, yaklaşıma kavuşturmuştur.
Kızıldere, parti tarihimize bir yenilgi olarak, siyasal
değil askeri bir yenilgi olarak geçmiştir. Toplumsal
mücadele devam etmiş, Kızıldere'de Mahir'in bıraktığı
miras korunmuş ve geliştirilmiştir.
MLSPB, PC ruhuyla, onun ideolojik-politik çizgisinin
yürütücüsü olarak; yenilgi yıllarının hastalıklarına,
tasfiyeci anlayışlara karşı mücadele içinde doğmuştur.
Şekillenmesi 1972'lere uzanan bu oluşum, 1975'te politik
bir irade olarak siyasal mücadelede yerini almıştır.
"Çekirdek bir örgütlenme" olarak doğan, geniş
PC çevrelerini birleştirmeyi dönemin taktik politikası
olarak benimseyen ve siyasal mücadelesinde de bunun
en olumlu örneklerini sergileyen bu irade, "önce
örgütlenelim sonra savaşırız" oportünist mantığı
ile hep savaşmış, örgütlenme ile mücadele diyalektiğini
kavramış, birlikte ele almış ve gerilla mücadelesi ekseninde
ciddi bir mücadele birikimi, örneği yaratmıştır.
MLSPB tarihinde 85-90 dönemi, yitirilen güç kayıplarına
örgütsel zaafların eklendiği sağlıksız ayrışma ve kargaşanın
yaşandığı, bu temelde, politik mücadele alanında büyük
bir zayıflığın yaşandığı bir dönem olarak yerini aldı.
Tarih bütünseldir ve bir dizi yanlış ve eksikliğe rağmen
yaşanan süreç, olumsuz da olsa tarihimizin bir parçasıdır.
Bu dönemde, politik ve örgütsel açıdan güç kaybetmekle
birlikte, ideolojik politik açıdan, teorik zemin açısından
önemli adımlar atılmıştır.
Tasfiyeci rüzgarlara prim vermeyen, evrensel boyutu
olan çalkantılarda hep ML zeminde duran, direniş ruhunu
yükseklerde tutan devrimci irade, başta çağ tespiti
olmak üzere, devrimin programatik bir dizi sorununda
önemli açılımlar gerçekleştirmiştir. Temel referansımız
olan "Kesintisiz devrim 1-2-3" geliştirilmiş,
zenginleştirilmiş, Kemalizm konusunda demokratik bir
gelenekle yaşanan iç tartışmalar doğru anlayışlarla
somutlaştırılmış, KUKM'ne yaklaşım netleşmiş, dağ gibi
problemler içeren sosyalizm sorunlarının tartışılmasında
önemli adımlar atılmıştır.
Şafak Yargılanamaz 1-2, Kürt Dosyası, Sosyalizmin Sorunları
Dosyası, parti-insan-ahlak-kültür üzerine bir dizi çözümleme,
önemli dönem değerlendirmeleri, bu dönemin ürünleridir.
Teorik zeminimizi, ideolojik politik çizgimizi bunlar
güçlendirmiştir.
Elbette teorik açılım önemlidir, ama önümüze çıkan her
sorunu çözeceği anlamını taşımaz.
Bugün için yeterli olan yarın için bir eksiklik ifade
edebilir; hareketin sürekliliği, çelişkinin evrenselliği
yeni sorunlar yaratacak, bunlar da yeni teorik açılımları
gerektirecektir.
Sonuç olarak, bu ideolojik politik çizgi, bizler için
önemli bir politik silahtır ve sorunları aşma gücümüz,
yaratıcılığımız, kendimizi yeniden üretme koşullarımız
bu ideolojik politik çizgide mevcuttur.
Buradan aldığımız güçle tüm sorunları aşacağız. PC çizgisi,
bu çizgideki politik tarz, Türkiye halklarını devrime
taşıyacaktır.
Devrim için, devrimi zafere taşıyacak bir ideolojik
politik hat, zorunluluktur.
"Devrimci teori olmadan devrimci pratik olamaz."
(Lenin)
Bu sözlerdeki anlam, savaşıma ışık tutan teorik, ideolojik,
politik bakış açısının önemini ifade eder. Ancak bu,
tek başına devrim için nitelik belirleyici değildir.
Bundan alınan güçle, bu siyasal çizginin layık olduğu
maddi bir güce dönüşmesi, bütün çalışmayla, emekçi sınıflar
karşısında egemen güç olarak örgütlenen devlete karşı
mücadele ile siyasal mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda
örgütlenerek, strateji ve taktik ilişkisini doğru kavramakla,
birbirine eklenen taktik politikaların başarıya ulaşmasıyla
mümkündür. "Kitlelerle bütünleşmeyen programlar
birer kağıt parçası olarak kalır" (Stalin)
Öte yandan, "Partileşme Süreci" gibi, net
olmayan, nerede başladığı ve nerede tamamlandığı belli
olmayan ucube kaçaklık teorilerinden hep uzak duruldu.
Bir yandan "partisiz silahlı propaganda olmaz"
diyerek onu reddedenler, diğer yandan "partileşme
sürecini" geleceğin bir sorunu olarak gördüler.
Aynı zamanda "iktidar organı" olarak ifade
edilen "direniş komiteleri"nin ülke çapında
yayılmasına bağlıyorlardı. (Daha sonra 'direniş komiteleri'
geleneği, çok daha yumuşatılmış bir tarz ve yeni bir
adla, "meclisler" le tanımlandı.)
"Hareket" söylemi ile "kendisine DY'liyim
diyen herkes DY'lidir" kendiliğindenci anlayışı
ile alabildiğine amorf bir yapı oluşturuldu ve bu tarz,
bugün halen birçok devrimci yapılanmada sürdürülen tehlikeli
bir gelenek oluşturdu. Menşevik bir örgüt modeli savunuluyor,
Menşevik bir anlayış ifade ediliyordu. Tüm bunlara karşın;
Leninizm, onun ruhuyla donanan PC'liler olarak savunuldu.
Lenin'i, Lenin'in 'Ne Yapmalı' mantığı örnek alındı.
Özünde bu, iki akımın, iki farklı dünyanın mücadelesiydi.
Siyasal yaşam, bu tasfiyeci Menşevik anlayışı, Leninizm
zemininde tamamen reformist mevziye itti.
"İktidar savaşımında proletaryanın örgütten
başka bir silahı yoktur" (Lenin)
Proletarya partisi, üç temel alanda; politik, ideolojik,
ekonomik-demokratik alanda mücadeleyi bütünsel ele alan,
siyasi gerçekleri bunların bütünsel gücü ile açıklayan
en üst örgüt biçimidir.
Kitlelerin kendiliğinden mücadelesiyle yetinmez, kitle
mücadelesine siyasal bir karakter kazandırır, tüm mücadeleyi
devrim ve sosyalizm perspektifine bağlar, onun hizmetine
sunar. İşçi ve tüm emekçi sınıfları, rastgele herhangi
bir şey etrafında değil, ancak Marksizm esasına göre,
bu içselleştirilen ideolojik politik hat etrafında örgütler.
Doğal olarak, bu gerçeklikler sadece bir ideolojik politik
çizgiyle yetinmemeyi gerektiriyor. Bu politik çizgi,
ancak iç hukuku olan bir irade ile kadro birikimi ile
anlam kazanır.
Proletarya partisi, ülke somutuna uygun politik çizgiyi,
tüzükte ifadesini bulan bir iç hukukla toplumsal mücadele
alanına yansıtan bir siyasal organizasyondur; program
ve taktik politikaları, örgütsel bir işleyişle somutlaştıran
politik güçtür.
Böyle bir partinin, örgütsel bir ilkeleri, örneğin "Demokratik
Merkeziyetçilik", bir dizi sınıf dışı partinin/örgütün
tüzüğünde de, yazılı bir ifade olarak olabilir. Bizim
sözünü ettiğimiz böyle bir parti değildir; biz, sosyalizm
anlayışını her ilişkisinde ifade edebilen, bunu yaşayan
bir partiden söz ediyoruz.
Böyle bir parti, sınıfı temsil eder, geleceği temsil
eder. Halklara vaadedilen ufku temsil eder, halkları
örgütler ve devrimi gerçekleştirir.
Partiler de tıpkı doğa ve toplum olaylarında görüldüğü
gibi, canlı, hareketli siyasal organizasyonlardır. Düz
bir hatta ilerleyemez; atılım yılları olduğu gibi, durgunluk
ve yenilgi yılları da yaşanır.Hatta, parti çoğu kez
sınıf ve halk muhalefetinin gerisine de düşer. Lenin
böyle durumları doğal karşılar ve "Bir Adım İleri,
İki Adım Geri" sözleriyle açıklar. Bolşevik Partisi
bunun somut örneğidir.
Gerileme, durağanlık veya yenilgi eğer politik iradeyi
ortadan kaldırmamışsa, bu politik irade kelimenin dar
anlamıyla, partidir.
Sınıf savaşımının ihtiyaçlarına yanıt verdiği ölçüde
gelişir, güçlenir, kitleselleşir, sınıf savaşımının
aktif bir öğesi haline dönüşür.
Politik bir irade olarak 1975'ten bu yana siyasal mücadelenin
bir parçasıyız. Atılım dönemlerini de yenilgi dönemlerini
de yaşadık. Ancak, politik çizgimizden aldığımız güçle,
direniş ve mücadele geleneğimizle, TDH'nin önemli bir
parçasıyız, ilkelerimiz ve anlayışlarımızla, geleceğin
gücüyüz. Bugün de bir dizi eksikliklerimiz var ama sırtımızda,
omuzlarımızda, önemli bir birikimi taşıyoruz.
Tam bir emek seferberliği ile, dönemin ihtiyaçları doğrultusunda
kurumlaşmak, daha ileri adımlar atmak, örgütlemek, örgütlenmek,
nitelik kazanmak, yeni alanlara ulaşmak, günün görevidir.
Peteği örmektir şimdi bir avuç yoldaşın gerçekleştirdiği...Yarın
binlerce, yüzbinlerce arının bal yapacağı peteği...
Yönümüz ileriye dönük, görevlerin bilincindeyiz. (sürecek)
|