Mahir ve Devrim-5
Şahin Şimşek
|
C- Devrimde sınıfların mevzilenmesi
THKP-C öncülleri, bir dizi ayrışmayı yaşayarak, bir
dizi ideolojik siyasal ayrışmada taraf olarak, 1970
sonlarında partileşmişlerdir.
Bir toplumsal sürecin hem ürünü, hem de onun aktif örgütlü
gücü olan THKP-C, bu toplumsal siyasal sürecin içinden
süzülerek yükselmiştir. Ve artık gündeminde tek bir
madde yazılıdır: Parti!..
Bu, adeta bir depremdir. Her açıdan, herşeyle hesaplaşmak,
yeniyi oluşturmak için reddetmek, yeniyi sadece siyasal
düşüncede değil, davranışta, eylemde, ahlakta, tarzda
temsil etmek zorunludur. Herşey yeniden harmanlanmakta,
düşünce, davranış, eylem, ahlak, tarz, bir üst boyutta
yeniden üretilmektedir.
Bu, geleneksel soldan, Marksizm adına oluşturulan "resmi
ideolojiden", Leninizm esaslarına dayanan bir kopuştur.
Leninizm'in bu topraklarda, bu coğrafyada yaşam bulmasıdır.
Elbette, bu kopuşma, "birden","aniden",
"hemen" gündeme gelmemiştir. İncelediğimiz
gibi, tohumları önceden atılan, ama o süreçte filizlenen
bir olgudur. Filiz büyüyecek, kök salacak, dalları,
budakları etrafa yayılacak ve sınıf savaşımı içinde
yeniden ve yeniden budanacak, sulanacak, gübrelenecek,
tek kelime ile; büyütülecektir.
Biliniyor, örneğin, "YENİ OPORTÜNİZMİN NİTELİĞİ",
1970 ortalarında yazıldı ve sözünü ettiğimiz tohumları
burada görmek mümkündür. Bu yazı, THKP-C öncüllerinin
Karadeniz çalışmalarında önemli bir yer tutmuştur. Yani,
ciddi olarak savaşıma yöneliş ve dönemin özelliklerine
göre hazırlık, baştan itibaren sözkonusudur.
Bir tarihsel evrim yaşanmaktadır ve bu evrimin, 1971
başlarında yeni bir çerçeveye, THKP-C çerçevesine oturması
sözkonusudur. Herşeyin yeniden üretimi mücadelesi, ana
bir eksene bağlanır. Yeni sömürge bir ülkede, Türkiye'de,
devrimin stratejik planı olan Politikleşmiş Askeri Savaş
Stratejisi'ne... Herşey buna göre ele alınır, biçimlendirilir.
Çalışmalar bu temelde planlanır.
İşte, sözkonusu "YAYIN POLİTİKAMIZ" yazısı
da, bu doğrultuda kaleme alınır. KURTULUŞ / DEVRİM İÇİN
SAVAŞMAYANA SOSYALİST DENMEZ", THKP-C'nin politik
yayın organı olarak, bu anlayışla örgütlenir. Öte yandan,
"Kesintisiz Devrim" broşürlerinin oluşturulması
için tartışılır, çerçeve çizilir, yazıma başlanır. Ve
1971 Mart-Nisan aylarında bu broşürün en önemli bölümü
yayınlanır. Kesintisiz DEVRİM 2-3, sıcak mücadele koşullarının
getirdiği güçlükler nedeniyle tamamlanamaz. Çerçevesi
oluşturulmuş olan bu çalışma, daha sonra Mahir Çayan
tarafından kaleme alınır. Ama bu çerçeve, THKP-C'nin
temel siyasal görüşlerinin çerçevesi, 1971 başlarında
somutlaşmıştır.
Ama oportünizm itiraz edecektir: Hayır, bunu Mahir kendi
kafasından yazmıştır!.. Bu iddia yeni değildir. Oportünizm,
çeşitli vesilelerle ve değişik gerekçelerle, bu tezini
defalarca ileri sürmekten bıkmamıştır. Kaldı ki öyle
olması, sözkonusu broşürün önemini ve değerini ne azaltır,
ne de çoğaltır. Onun değerini belirleyen, içeriğidir,
kimin yazmış ya da yazmamış olduğu değil...
Bu iddiaların kaynağı, Mahir'in 1971 Haziranı'nda esir
düşmesi, Hüseyin Cevahir yoldaşın şehit düşmesi sonucu;
partiyi Münir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli ikilisinin
ele geçirmiş olmasıdır. Daha o günlerde yılgınlığın
batağına sürüklenen bu şahısları, firarından hemen sonra
tasfiye eden Mahir, Oligarşi ile soluk soluğa bir mücadelenin
yürütüldüğü günlerde, ne yazık ki bu sorunla ve sonuçlarıyla
da uğraşmak zorunda kalmıştır.
Aktolga ve Küpeli: "Mahir'in ifade ettiği görüşler
bizim görüşlerimiz değildir" diyerek, tutumlarını
ortaya koymuşlardı. Daha sonraki süreçlerde ise; "o
söylerdi, biz uyardık" söylemi içine girerek, düşmanın
va oportünizmin oklarının tamamen Mahir'e yönelmesine
hizmet etmişlerdir. Oportünizm, bu sahısların iddialarına
dayanarak, THKP-C'yi siyasal parti olma kimliğinden
uzaklaştırma çabası içine girmiş, onu Mahir'in kişiliğine
indirgemeye çalışmıştır. Partiyi, "eklektik ve
iç bütünlükten yoksun" bir zemine oturtma gayreti
içine girilmiştir.
Başta THKP/C'nin devrimci savaş hedef ve anlayışlarından
uzaklaştırılmasına en fazla ihtiyaç duyan Devrimci Yol
oportünizmi olmak üzere, (daha sonra DY'den ayrılan
Devrimci Sol da bu söylemi sürdürmüştür) çeşitli kesimler,
özellikle Aktolga-Küpeli olayını göstererek, THKP-C
için "ideolojik birlik yoktu" tezini işlemişlerdir.
Anlaşılacağı üzere, tüm THKP-C düşmanları, tam da THKP-C'nin
siyasal oluşumunun "yorumlanmasında", aynı
platformda buluşmuşlardır.
Bütün bunları, Mahir'in sözleriyle yanıtlamak gerekiyor:
"Biz, ülkemizdeki devrimci harekete ilişkin bütün
görüşlerimizi uzun bir broşürle ortaya koymaya karar
verdk. Bu broşürün ilk kısmı, (Kesintisiz Devrim1 kastediliyor)
birkaç güne kadar çıkacaktır." (B.Y. / Sf, 212)
Ancak, oportünizmin çarpıtmalarına karşı acil bir yanıt
verilmesi gündemdedir. Ve "DEVRİMDE SINIFLARIN
MEVZİLENMESİ" yazısı bu ihtiyaçtan dolayı kaleme
alınır. Devamla Mahir, bunu dile getirir:
"Bu broşürde kendi görüşlerimizi ortaya koyarken
doğal olarak, ülkemizdeki oportünist fraksiyonların
görüşlerinin eleştirisini de yaptık. Bu broşürün bütününün
çıkması biraz zaman alacağından ve de bazı arkadaşların
acele cevap verilmesindeki ısrarından dolayı, biz bu
cephenin "teorik" eleştirilerine, kısa bir
şekilde KURTULUŞ'ta cevap vermeye karar verdik."(B.Y./
Sf.212)
Aynı yazıdaki bir dipnot, ayrıca bu çalışmaları, tartışmaları
ve sonuçlarını ifade eder: "Bir kaç aya kadar,
2. ve 3. kısımları çıkacak olan KESİNTİSİZ DEVRİM broşürlerinde,
bu mesele etraflı bir şekilde konulmuş olacaktır."
Aynı dipnotta, devrimci savaşın hazırlıklarının da ipuçları
vardır: "Birkaç ay sonra anlaşılacaktır; devrimci
savaş, kavanozda yetişmiş kampüs "maocu" kalpazanlarının
sandığı gibi, saksıda mı geliştirilecektir, yoksa devrimci
pratikte yakılan kıvılcımla, emekçi halkın bilincinde,
ruhunda, kalbinde mi gelişecektir." (B.Y./ Sf,
218)
Bu sözler, KURTULUŞ'un birinci sayısında, 15 Mart 1971'de
yayınlandı. THKP-C, kendini 1971 Mayıs ayında, Elrom
Olayı ile kamuoyuna ilan etti.
Mahir, aynı konuda, sözkonusu planlamayı, KESİNTİSİZ
DEVRİM 1'in önsözünde, 1971 Nisan ayında bir kez daha
ifade eder.
Bizzat Mahir'in kaleminden ortaya konulan ve o güne
kadar "bizim böyle bir planımız, görüşlerimiz yok"
denilmeyen, inkar edilmeyen-edilemeyen bu düşünceler,
oportünizmin ve döneklerin daha sonraki tüm iddialarını
çürütecek niteliktedir.
Bütün bunlar aynı zamanda, bir Marksist Parti için zorunlu
olan ideolojik birliğin oluştuğunu da gösterir. Ardı
ardına bir dizi siyasal süreç yaşanmış, revizyonizm
ve oportünizmle hesaplaşma soncu, bu ideolojik netliğe
ulaşılmıştır. Elbette ideolojik birlikten, aynı parti
içinde herkesin aynı cümleri tekrar etmesi zorunluluğu
anlaşılamayacağı gibi, ilelebet herkesin aynı tezleri
savunmak zorunda olduğusonucu da çıkarılamaz.
İdeolojik birlik, o tarihsel koşullarda, başta devrim-örgüt-çalışma
tarzı olmak üzere, bir dizi konuda sağlanmış, bu durum
kendisini özellikle KESİNTİSİZ DEVRİM broşürlerinde
somutlaştırmıştır. THKP-C de, bu temelde kurulmuştur.
THKP'ye giden yolda, THKP'nin oluşturulmasında ve daha
sonraki mücadele sürecinde Mahir'in rolü çok nettir.
Önderdir, siyasal programın oluşmasından partinin örgütlenmesine,
politik faaliyetlerden askeri faaliyetlere kadar, hemen
her alanda Mahir'in rolü belirleyici, sürükleyicidir.
Bunun adı, askeri-politik önderliktir!..
Peki, parti her açıdan kurumlaşmış mıdır? Kuşkusuz hayır.
Parti -Cephe, Parti-Cepheliler, kendilerini değerlendirirken,;
daima çuvaldızı kendilerine batırmışlardır. Daima tüm
açık yüreklilikleri ile kendilerine ilişkin gerçekleri
ifade etmeyi bilmişlerdir. Ve bu gerçekleri tanımlarken,
ölçüleri "başkalarının durumu" olmamıştır.
Kıyas, olmamıştır. Onların ölçüleri daima, olması gereken,
olmuştur.
KESİNTİSİZ DEVRİM 1-2-3 çerçevesinde ideolojik birlik
sağlanmıştır ama yeni ve genç bir parti olarak THKP,
başta illegalite olmak üzere, bir çok açıdan zaaflı
bir süreci yaşamaktadır. THKP-C eylemleri, bu durumun
ipuçlarını vermektedir. Ancak tüm bunlar, kaçınılmazdır.
Tüm bunlar, yaşamın, mücadelenin, savaşın içinde olgunlaşacak,
değişecektir. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir marksist
parti mükemmel olarak doğmamıştır. Bunun en güzel ve
somut örneklerinden biri, RSDİP değil midir!..
Öte yandan mücadele, doğal bir ayrışmayı ve dökülmeyi
de beraberinde getirecektir. Başta parti ideolojisini
özümseyemeyen, parti saflarına sızan küçük burjuvalar
olmak üzere, bazı geçici yol arkadaşları, daha ilk fırtınada,
ilk dönemeçlerde, safları terkedecektir. Ve bunlar,
yalan, iftira üretip, parti çizgisinin yanlış olduğunu
ifade etmeye başlayacaklardır, önderliğe yüklenmeye,
onun kişiliğinde çizgiyi, örgütü yıpratmaya çalışacaklardır.
THKP pratiğinde yaşanan da budur. İlk fırsatta, geçici
yol arkadaşları, parti çizgisine ihanet etmiş, Mahir'in
tutsaklığından da yararlanarak, partiyi geriye çekmeye,
bölmeye çalışmışlardır. Aktolga ve Küpeli olayının özü
budur. Oportünizm bu olaydan yola çıkarak, "ideolojik
birlik yoktur" savına dört elle yapışmıştır. Bu,
sadece gerçeğin çarpıtılması değil, idealize edilmiş
Rosa'cı-Menşevik parti anlayışının da itirafıdır.
Öte yandan, oportünizm uzun yıllar boyu bir başka yalanı,
tutamak edindi. Onlara göre; 12 Mart Açık Faşizmi karşısında
THKP-C "şaşkındır" ve cuntayı desteklemiştir.
THKP-C'nin gençlik tabanının oluşturduğu DEV-GENÇ, bu
sav için kullanılır.
12 Mart'tan sonra DEV-GENÇ'in ilk açıklaması temkinlidir,
ama asla "destek" yoktur. Ve kısa bir süre
sonra, tavrını tümüyle net bir biçinde koyar:12 Mart,
açık faşizmin icra dönemlerinden biridir.
Ayrıca, THKP, sürecin açık faşizme doğru evrildiğini,
daha önceden de tesbit ediyor, gelişmelerin bu yönde
evrildiğini ifade ediyordu. Doğru bir sınıflar mücadelesi
tahlili temelindeki bu öngörü ile, süreç bir kez daha
doğru yakalanıyordu. Daha önceki bölümlerde incelediğimiz
AYDINLIK SOSYALİST DERGİ'YE AÇIK MEKTUP yazısında, bu
konu herkesin anlayabileceği bir açıklıkla dile getirilmiştir.
(B.Y./ Sf,185)
Aynı konu, bir kez daha, tam da 12 Mart günlerinde,
DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ broşüründe ifade edilir.
Broşürün ilk sözü şudur:
"Ekonomik ve politik buhran hızla derinleşiyor.
Hakim sınıflar kendi aralarında çeşitli fraksiyonlara
bölünmüş, düzeni kendi resmi kanunlarıyla koruyamaz
duruma gelmişlerdir. Bu yüzden, devrimciler üzerinde,
karşı devrim cephesinin baskı, şiddet ve cebri, görülmedik
bir derecede artmıştır. Temsili demokrasi hızla rafa
kaldırılmaktadır. Artık sosyalist politikanın devrimci
cesaretle sürdürüleceği bir ülke haline gelmiştir Türkiye."
(B.Y. / Sf, 211)
Herşey bu kadar net iken, oportünizm klasik saldırılarını
sürdürdü. Onun işi, görevi idi bu... Gıdasını, varlık
koşullarını buradan alıyordu. Bu tarih hırsızlarına
en iyi yanıtı, yine olgular, tarihsel gelişmeler verdi.
12 Mart Açık Faşizmi ile savaşım, en net ve yüksek biçimiyle,
partimiz tarafından yürütüldü. Askeri ve politik planda...
Tarihe ve tarih hırsızlarına yanıt, devrimin tarzıyla
verilmiştir. THKP, sosyalist devrimci bir siyasal olgu
olarak, doğuşundan bu yana, Türkiye devrim sürecinin
belirleyici faktörü olmuştur. Dost da, düşman da bunu
kabul etmek zorunda kalmıştır!..
Oportünizm oklarını, M.Belli ile yollar ayrıldıktan
sonra, THKP-C öncüllerine çevirmiştir. Mahir'in ifadesi
ile, "...saldırmada tek cephe teşkil ettiler. Namlularını,
görevleri gereği bize çevirdiler. Son iki üç aydır (1970'in
sonu, 1971'in başları) hareketimiz, bu oportünist cephenin
utanmazca tahriflerine, şarlatanca yalanlarına, rezilce
iftiralarına ve haince provakasyonlarına maruz kaldı."
(B.Y. / Sf, 211)
Ama tüm bunlar, yeniden biçimlenen politik tarzda ısrar
etmeyi zorunlu kılmaktadır: "Bizi bu rezillikler
ne üzüyor ne de kızdırıyor. Hiç birşeyden sikayetçi
değiliz. Oportünizmin herhangi bir kliği bize mültefit
davransaydı, biz o zaman üzgün olurduk. Çünkü bu, bizim
hareketimizde mutlaka geri bir yanın, oportünist bir
yanın var olması demektir... Artık devrimciliğin ölçüsü
geçmişteki kahramanlık menkıbeleri değil, devrimci pratiktir.
Savaş açıktır, savaşmayanlar da açıktır ve ortadadır."
( B.Y. / Sf 211-212)
Daha önce de ele aldığımız bu politik tarz, çok nettir
ve toplumsal-siyasal sürece parti kimliği ile müdahale
edilme hazırlıkları olduğu dönemde, bunda ısrar vardır.
Bu politik tarzın yönü, iktidara, iktidar savaşına dönüktür,
ana halka budur!..
Biliniyor, M. Belli, sonraki yıllarda, çeşitli defalar,
özellikle de Kızıldere Manifestosu nedeniyle yapılan
röportajda: "Mahir'le aramızda çok büyük farklılıklar
doğdu. Mahir ayrılıktan pişmandı." Hatta Mahir'in
Kızıldere'ye giderken; 'Mihri Belli'den ayrılmamız yanlıştı"
dediği üzerine spekülasyonlar yapılmıştır. Tüm bunlar,
olgular tarafından çürütülen, üzerinde bu nedenle söz
söylemenin gerekmediği, THKP'nin siyasal karakterine
gölge düşürmeye yönelik çarpıtmalardır.
Kızıldere, PASS doğrultusunda, 12 Mart Açık Faşizmi
koşullarında bir politik savaş manifestosudur. Ama aynı
zamanda, bu savaşın yarattığı devrimci dayanışmanın
da en üst biçimidir. Böyle dönemlerde, sıcak savaş koşullarında,
yüreği devrimden yana atan herkesin katkısı önemlidir.
Politik tarzımız, THKP tarzı, buna yüksek değer biçer.
Ancak bu tarz, bu tarzın gereği, uzatılan devrimci kardeşlik
elleri, oportünizmin siyasal kimliğimizi zedelemesine
izin vermemizi gerektirmez. Bu politik tarzda ısrar,
asıl hedef iktidar savaşı olduğundan, parti çizgimize,
yeni bir vurguyu armağan eder: "Kendi örgütlü gücümüzle
bu krizi derinleştirme..." (B.Y. / Sf, 211)
Leninizm iradeciliktir. Leninist devrim teorisi bu anlamda
ihtilalin teorisidir. Leninizm, koşullara teslim olmayı,
nesnel koşullarla yetinmeyi, onu devrimci irade ile
değiştirip, onun üzerine çıkmayı ifade eder. Bu yanıyla
Leninizm, Marksizmi kendine referans alan, evrimci,
ekonomist, sağcı sosyalizm anlayışlarıyla taban tabana
zıttır. Leninizm, kendiliğindenciliğin düşmanıdır. İradeyi,
elbette nesnellikten koparmadan, kendisine şiar edinir.
Ve devrimci iradenin en yoğunlaşmış ifadesi, Leninist
partidir. Nesnel koşulların bir ürünü olan Leninist
parti, bu koşulları değiştirme eyleminde, proletaryanın
en üst örgüt biçimidir. Bundan dolayı Leninist parti,
yukarıdan aşağıya örgütlenme ilkesini benimser. Demokratik
merkeziyetçilik, parti yaşamının en temel ögesidir.
İşte Mahir, ve THKP, bütün bunların alabildiğine bilincindedir.
DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ broşürünün ilk cümlesi,
bir stratejik tesbittir. Yeni sömürgeciliğin en temel
özelliğini tanımlar: "Ekonomik ve politik buhran,
derinleşiyor."
Ve bunu izleyen yukarıda aktardığımız pragrafta, bu
krizin, politik irade ile, onun en üst biçimi olan Leninizmin
esasları üzerinde kurulmuş Leninist bir parti ile "derinleştirilmesi"
saptaması yapılır.
İşte bu, Leninizm ile her türden revizyonizm arasında,
Leninizmin bu ülkedeki temsilcisi THKP ile, revizyonizmin
tüm tonları arasındaki temel ayrım noktasıdır. Oportünizm
de bunun farkındadır. Bundan dolayı partimize, parti
çizgimize en çok bu noktadan, iradecilik noktasından
saldırır.
Oportünizm, büyük bir çarpıtma ile, partimizin kitlelere
önem vermediği, nesnel koşulları hesap etmediği, her
şeyi silahın ucunde gördüğü, öncü savaşı vb tesbitlerimizin
bunun ifadesi olduğu yolundaki anti Leninist iftira
kampanyasını örgütler. Tüm bunlara yanıt verildi. Ama,
burada, bir kez daha, bir cümle ile yanıt verelim. Lenin,
NE YAPMALI yapıtında ne kadar iradeci ise, biz de o
kadar iradeciyiz. Bolşevik parti ne kadar Menşeviklerden
farklı ise, partimiz THKP, oportünist parti ve gruplardan
o kadar farklıdır.
DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ BROŞÜRÜ; özellikle
Aydınlık Sosyalist Dergi (ASD) oportünizminin, M.Belli
ve D. Perinçek oportünizminin kimi çarpıtmalarına karşı,
programlanan KESİNTİSİZ DEVRİM koşullarında, acil bir
yanıtın zorunlu olmasından dolayı kaleme alınmıştır.
Doğal olarak bu broşürde, özellikle bu iki oportünist
akım hedef alınmış, Demokratik Halk Devrimi'nde sınıfların
mevzilenmesi, bu temelde formüle edilmiştir.
Bu broşürde Mahir, sınıf tahlillerinden yola çıkan,
somutun soyutlanması olan formülasyonlar için, marksistlerin
formülasyonları nasıl ele alması gerektiği üzerine,
son derece doğru, nefis bir özet yöntemin altını çizer.
Şu sözleri hep aklımızda tutmalıyız:
"Bu formülasyonlar bilimsel soyutlamalar olduğu
için, kelime yorumuna tabii tutulamazlar. Çünkü bu formülasyonlar,
nitelik belirleyicidir. Bir başka deyişle, Marksist
formüller, belli bir formülün birkaç kelime ile soyutlanmalarıdır.
Ve bir kaç kelimelik soyutlama, bütün bir stratejik
görüşü ifade eder." (B.Y./ Sf, 213)
Bu broşürde, üç alt başlık vardır ve bu alt başlıklar,
DHD'de sınıfların mevzilenmesinde önemli bir yer tutar.
İlk alt başlık şudur: "İDEOLOJİK ÖNDERLİK ESASTIR"
Bu alt başlık, şu formülasyonla başlar:
"Bizim gibi halk savaşının zorunlu bir durak olduğu
ülkelerin devrimci mücadelesinde köylülük temel güçtür,
proletarya önder güçtür ve proletaryanın öncülüğünün
niteliği, ideolojiktir." (B.Y. / Sf, 213)
Bu bir formülasyondur ve Mahir'in ifade ettiği gibi
nitelik belirleyicidir. Kelime yorumuna tabi tutulamaz.
Önemli olan, bu tip formülasyonların arka planıdır.
Bu formülasyon, bizim gibi, emperyalizmin açık ve gizli
işgali olan ülkelerde zorunlu bir durak olan halk savaşı
stratejisini ifade eder. Öncelikle bunu anlamak gerek...
Mahir, etraflıca ele almış: Çarlık Rusyası'nda 1. ve
2. Burjuva Demokratik Devrimi sürecindeki devrimde sınıfların
mevzilenmesi ile, öz olarak aynı içeriğe sahip olsa
da; örneğin Çin Devrimi'nde, MDD sürecinde sınıfların
mevzilenmesi farklıdır. Her iki devrimin ortak paydası,
Burjuva Demokratik Devrimin tamamlanmasıdır. Devrimin
karakterinin, çözüme kavuşturacağı sorunların, öz itibarıyla
Burjuva Demokratik Devrim olmasıdır.
Ama biliniyor ki, bütün bunlara rağmen 1905 ve 1917
Devrimleri'nde, şehirler temel alandır ve proletaryanın
mücadelesi, nitelik belirleyicidir. Çin Devrimi'nde
ise, kırlar temel alandır ve köylülüğün mücadelesi,
devrimde nitelik belirleyicidir. Bunda yanlış bir şey
yoktur; çünkü, Çarlık Rusyası ve Çin, farklı somut koşullara
sahiptir. Çarlık Rusyası, her ne kadar yarı feodal ilişkileri
temsil etse de, dünyanın altı sömürgeci ülkesinden birisidir.
Çin ise, kendisi bir sömürgedir, emperyalizmin işgali
altındadır. Her iki ülkede de burjuvazi iktidarda değildir
ama, Çarlık Rusyası'nda devrimin ilerlemesi, burjuvazinin
tercihine bağlıdır.
Çin Devrimi'nde, özellikle ulusal savaşımın ön planda
olduğu dönemde, milli burjuvazi ile ittifak, devrimin
zaferi için zorunludur. Çarlık Rusya'sında devrimin
kitlevi gücü, esasta şehirlerdedir ve proletarya anahtar
rol oynar. Çin Devrimi'nde ise, devrimin kitlevi gücü
esas olarak kırsal alanlardadır, köylülük devrimin kitlevi
gücüdür. Bunun dışında da, çeşitli farklılıklar vardır.
Ama somut koşulların farklılığı, iki ayrı devrim stratejisi
yaratmıştır. Çarlık Rusyası'nda devrimin stratejik hedefi
BDD'dir ve bu, şehirlerin anahtar rol oynadığı bir ayaklanma
ile gerçekleştirilecektir. Çin'de ise, MDD stratejik
bir hedeftir ve burada uzun süreli bir halk savaşıyla,
köylülüğe dayalı bir halk savaşıyla devrim zafere ulaşacaktır.
İşte bu temel farklılık, devrimde sınıfların mevzilenmesinde
iki farklı formülü bize vermektedir.
Mahir bu gerçeği çok net kavramıştır; dolayısıyla tekrar
tekrar bunun altını çizer, haklıdır!..
Yine bu mantığın devamı olarak, ikinci alt başlık önem
kazanır: "KÖYLÜLÜĞÜN DEVRİMDE TEMEL GÜCÜ TEŞKİL
ETMESİ, DEVRİMCİ SAVAŞTA KIRLARIN TEMEL ALAN OLMASINDAN
DOLAYIDIR. (B.Y. / Sf, 221)
Yukarıda aktardığımız; "Bizim gibi halk savaşının
zorunlu bir durak olduğu ülkelerin devrimci mücadelesinde
köylülük temel güçtür, proletarya önder güçtür ve proletaryanın
öncülüğünün niteliği ideolojiktir" formülasyonu,
bu çerçevede ele alınmıştır. Ancak bu çerçeve, sorunu
ele almakta önemli bir halka olmakla beraber, yeterli
değildir. Tamamlanması gereken yönleri vardır. Bu çerçeve,
toplumsal yapının karakterini; bu temelde ortaya çıkan
sınıf ilişkilerini, proletaryanın nitel ve nicel gücünü,
şehir-kır ilişkilerini ifade eder. Bunları dikkate alan
bir bakış açısı, sorunu bütünsel değerlendirebilme şansına
sahiptir.
Hemen belirtelim ki, Mahir; herhangi bir siyasal polemikte,
çubuğu tersine büker. Bu, anlaşılır bir tutumdur. Keza,
örneğin YENİ OPORTÜNİZMİN NİTELİĞİ yazısında, daha önce
ele aldığımız gibi, Mahir, sorunun bu yanına da işaret
etmiştir. Biz, burada sorunu bütünsel ele alma kaygısındayız.
Dolayısıyla, siyasal evrimimizi yerli yerine oturturken,
eğer eksik bir yan varsa görebilmek açısından, objektif
temelde, bilimsel ahlaka sıkı sıkı sarılmaya çalışıyoruz.
Tekrar edersek, DHD'de sınıfların mevzilenmesinde temel
ölçümüz; yeni sömürge bir ülkede Halk Savaşı ve Politikleşmiş
Askeri Savaş Stratejisi gerçeği ve bu stratejinin üzerinde
yükseldiği toplumsal ilişkilerin bütünsel ele alınmasıdır.
Çin Devrimi gibi Vietnam Devrimi, 2. Bunalım döneminde
zafer kazanan Küba Devrimi, daha yakın bir tarihsel
dönemde gerçekleşen Nikaragua Devrimi vb devrimler,
halk savaşı stratejisi ile zafere ulaşmıştır. Ancak
emperyalizmin bunalım dönemleri evrimi ve her ülkenin
toplumsal-sınıfsal ilişkileri, kendine özgü ara aşamalar
ve dönemler yaratmış, bu durum da sınıfların mevzilenmesini
dolaysız etkilemiştir.
Proletaryanın önderliği temel, vazgeçilmez bir kuraldır
ama devrimin içinde bulunduğu ara aşamalar, temel güçlerin
bileşkesini etkiler, zaman zaman belirler. Yine aynı
dönemden hareket edelim: 2. Bunalım dönemi'nde, örneğin
Çin'de proletarya önder güçtür, köylülük temel güçtür
ve burada, "proletaryanın önderliğinin niteliği
ideolojiktir" formülasyonu geçerlidir.
Ama Emperyalizmin 3. Bunalım döneminde, kapitalist ilişkilerin
egemen biçim olduğu bir süreçte, proletaryanın nicel
ve nitel olarak daha da güçlendiği bir ülkede, yukarıdaki
formülasyon, gerçeği gerektiği gibi ifade edemez. Bu
gibi ülkelerde, proletaryanın devrimdeki rolü daha çok
artmıştır, bu olgu temel güçler bileşkesini etkiler.
Burada, genel olarak şöyle bir çıkarım daha doğrudur:
Proletarya devrimde önder güçtür, işçi, köylü-küçük
üretici, temel güçtür.
Mahir bu halkayı yakalamıştır. Aynı broşürün ilerleyen
bölümlerinde şunları ifade eder:
"Demorkatik Halk Devrimi, adı üstünde bütün halkın
devrimidir. Bu aşamada halk ise, proletarya, köylülük
ve şehir küçük burjuvazisidir. Halk devriminin temel
güçlerini bu sınıflar teşkil ederler." (B.Y. /
Sf, 217)
Burada sorun çok daha net biçimde ele alınmıştır. "Bu
aşamada" sözleri, özellikle önemlidir. Toplumsal
evrimin ulaştığı aşama ve buna uygun olarak devrimde
rol oynayan sınıfların bileşkesine, yani "halk"
kavramının sınıfsal bileşkesine işaret eder, onun çerçevesi
çizilir.
Sorunu daha da netleştirmek için şu soru sorulmalıdır:
'Kır', nasıl bir kavramdır? Coğrafi bir kavram mı, yoksa
toplumsal bir kavram mı? Uruguay, Latin Amerika'da,
yeni sömürge bir ülkedir. Burada PASS geçerlidir ama
"Latin Amerika'nın İsviçresi" olarak bilinen
bu ülkede, 'kır' yoktur. Ayrıca, kapitalizmin gelişmesi,
köylülüğü sınıfsal ayrışmaya uğratır, onu parçalar.
Bu durumda "kırlar temel savaş alanı olduğundan,
kırlar temeldir" formülü, ne kadar doğru olabilir?
İşte tüm bu soruların yanıtını ancak, DHD'nde sınıfların
mevzilenmesi sorununun doğru bir analizine bağlarsak,
yani yukarıda çerçevesini çizdiğimiz bütünsel yaklaşımla
sorunu ele alırsak, gerçeği doğru formüle edebiliriz.
Bir yanılsamayı ele alarak devam edelim. Yanılsama şudur:
DHD , özünde bir köylü devrimidir. Türkiye yarı feodal
bir ülkedir, kırlar temeldir... 1970'lerde PDA oportünizmi
benzer tanımlamalar yaparken; bugün bu tez, TKP/ML geleneği
tarafından sürdürülmektedir. Bu yanılsamada, özellikle
Stalin'in, "ulusal sorun özünde köylü sorunudur"
ve Mao'nun "MDD özünde toprak / köylü sorunudur"
tezleri temel alınır.
Bu tezler, şabloncu bir yaklaşımın ürünüdür ve büyük
bir yanılsamayı ifade eder. Sık sık vurguladğımız gibi,
1. ve 2. Bunalım Dönemleri'nde, bağımlı ve sömürge ülkelerde
zorunlu bir durak olan MDD'de anti-feodal mücadele,
devrimin demokratik yanını oluşturur. Bu anlamda; Mao,
"özünde bir köylü devrimidir" derken veya
Stalin, bu tip ülkeler için, "ulusal sorun eninde
sonunda bir köylü sorunudur" derken, doğruları
ifade ederler.
Ancak bunları her dönem ve her ülke için geçerli bir
şablona dönüştürmek, Marksizmden fazlaca birşey anlamamaktır.
1970'li yıllarda ülkemizde bu tip yaklaşımlar oldukça
yaygın idi. Ve değişen dünyanın sunduğu bütün verilere
rağmen, hala aynı görüşleri savunabilenler vardır.
Herşeyden önce, ulusal sorun her koşulda bir köylü sorunu
değildir. Ulus ve ulusal hareket, kapitalizm dönemine
ait kavramlardır. Kapitalizmin şafağında doğmuş, ama
toplumsal süreçte farklı biçimler almıştır. Bundan dolayı,
ulusal mücadele, farklı ülkelerde farklı biçimler almıştır.
Çarlık Rusyası, bu durumun en somut örneğidir. Ulusal
sorun, sınıf mücadelesinin yanında ikincil bir sorundur
ve köylülerin toprak sorunu, ulusal taleplerden daha
ön plandadır. Bundan dolayı Stalin;, "Rusya siyasal
yaşamının eksenini ulusal sorun değil, toprak sorunu
oluşturur." diyor. (Marksizm ve Ulusal Sorun Sf.33)
Stalin ulusal sorunda, Gürcistan ve İrlanda örneklerini
inceler ve şu sonuca ulaşır: "Ulusal hareketin
içeriği, elbette her yerde aynı olamaz. Bu içerik, hareket
tarafından formüllendirilen çeşitli istemlere bağlıdır."
(A.g.e. Sf.23)
Ayrıca Lenin'in şu sözleri, sorunu çok net ifade eder:
"Tüm toplumsal düzenin kapitalist karakterde olduğu
koşullarda, ortaçağ kalıntılarına karşı yönelen her
köylü devrimi, bir burjuva devrimidir. Fakat her burjuva
devrimi, köylü devrimi değildir. Tarımın tamamen kapitalist
tarzda örgütlendiği bir ülkede, kapitalist çiftçiler,
ücretli işçilerin yardımıyla bir tarım devrimi gerçekleştirirse,
örneğin toprak ve arazi üzerinde özel mülkiyeti ortadan
kaldırırsa, bu pekala bir burjuva devrimi olur. Fakat
asla bir köylü devrimi olmaz. Tarım ilişkilerinin halihazırda
bir bütün olarak kapitalist ekonomi ile, bu ilişkilerin
yok edilmesi için aynı zamanda kapitalizmin d e yokedilmesini
gerektirecek kadar içiçe geçmiş olduğu bir ülkede, örneğin
otokratik bürokrasi yerine sanayi burjuvazisini dümene
getiren bir devrim olursa, bu bir burjuva devrimi olur.
Fakat asla bir köylü devrimi olmaz." (Seçme Eserler
3. Cilt / Sf, 245-246)
Herşey çok açık... Buradan, toprak devrime ile tarım
devrimi, iki farklı kavram olarak karşımıza çıkar. DHD'nin
zorunlu olması, Çin Devrimi'ni şablon olarak benimseyerek,
bunun köylü devrimi olduğunu ileri sürmek, en hafif
deyimiyle Lenin'in yukarıdaki sözlerinden hiçbirşey
anlamamak demektir.
Mahir, DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ broşüründe,
eski tezi, MDD tezini aşar. DHD tezini geliştirir ve
tarım devrimi kavramı ile köylü devrimi kavramını yerli
yerine koyar. (B.Y. Sf, 222)
Bu, Mahir'in siyasal düşünce evriminde, bir sıçramadır.
Bu noktada bir soru daha soralım: 1970 Türkiyesi ile
bugünün Türkiyesi; 1970 döneminin toplumsal-siyasal-sınıfsal
ilişkileri ile bugünün toplumsal-sınıfsal-siyasal ilişkileri
aynı mıdır? Hatta yeni sömürgecilik, varlığını aynı
özelliklerle mi sürdürmektedir? Dünya çapında yaşanan
değişimler ve ülkedeki değişimler, bütün bunlarda da
son derece ciddi farklılıklara yol açmamış mıdır?
Fakat bırakalım 1970 Türkiyesi'ni, bugünün Türkiyesi
ile 1930'ların Çin'ini ele alarak değerlendirmeler yapmaya
ve "çözümler" üretmeye çabalayanlar vardır.
Yukarıdaki sorunun yanıtı, P-C çizgisinin savunucuları
açısından çok nettir. Sözkonusu dönemler, farklı ilişki
ve çelşkiler yaratmıştır. Aynı sürecin kendi içinde
evrim yaşayan halkaları olmakla birlikte, ortak payda
üzerinde yükselinmiş olmakla birlikte, bu süreçlerin
farklılıkları gün geçtikçe büyümekte ve özellikler değişiminden
nitelik değişimine doğru yol alınmaktadır.
Ülkemiz, emperyalizme bağımlı yeni sömürge bir ülkedir.
Emperyalizmin işgal biçimi gizlidir. Tüm toplumsal ve
sınıfsal ilişkiler bu olgular temelinde, uluslararası
kapitalizmin ihtiyaçlarına göre şekillenir. Dolayısıyla
DHD'nin en önemli hedefi de budur. Yani, emperyalizme
karşı mücadeleyi yükseltmek, yeni sömürgecilik ilişkilerine
son vermektir. Ama, yeni sömürgeciliğin 1970'lerde almış
olduğu biçimle, bugün almış olduğu biçim aynı değildir.
1970'lerde yeni sömürgecilik ithal ikameci bir modelle
uygulanırken; bugün, ithal ikameceliğin yanı sıra ihracata
yönelik bir sanayileşme gerçekleştirilmektedir. Bu süreç,
1980 sonrası belirginleşmiştir. Bunun anlamı; daha çok
bağımlılık, emperyalist sermayenin ülkeye daha çok girmesi,
emperyalizmin mallarının açık pazarda "mecburen"
tüketilmesi, kapitalizmin yeni bir sermaye birikimi
modeli yaşaması, hatta emperyalizm adına özellikle bölgede
daha aktif rol oynamasıdır.
Ülkeye ve toplumsal ilişkilere ait bazı rakamlar verelim.
1970 Türkiyesi'nde, toplam nüfusun % 70'i kırsal alanda,
%30'u kentlerde yaşar. Bugün bu rakam, adeta tersine
dönmüştür. Yaklaşık olarak nüfusun %60'ı kentlerde yaşamaktadır.
Bu rakamlar, Kürdistan'daki savaş nedeniyle, Kuzey Kürdistan'da
bulunan dört bin köyden üç bininin zorunlu göçe tabi
tutulmasını da içermektedir. Bu nüfus, metropollere
yığılmış, kırsal ilişki ve çelişkileri de metropollere
taşımıştır.
Yeni sömürgeci kapitalizm, özellikle 1960 sonrası gelişmiştir.
1960 yılında tarımda çalışan nüfus oranı %75 iken, bu
oran 1970'de % 67'ye düşmüş; günümüzde ise, % 40'lara
inmiştir. Aynı yıllarda sanayide bu oran % 6.3'den %10.6'ya
çıkmış, bugün ise çok daha fazla yükselmiştir. Keza
tarımda kapitalist ilişkiler, aynı biçimde hızla gelişmiştir.
Bunun bir ifadesi olarak, 1948'de 1756 olan traktör
kullanımı; 1974'de 2000'e, 1980'de ise 436.369'a çıkmıştır.
1990'lı yılların bu konuya ilişkin rakamı, elimizde
yoktur.
Tüm bu gelişmeler, kapitalist ilişkilerin her alana
egemen olmasına yol açmış, kırsal alanda sınıfsal ayrışma
hızlanmış, çalışan nüfusun içinde ücretlilerin oranı
hızla yükselmiştir. Bu rakamlar, 1960'da %18.8 iken,
1965'de %22.4'e; 1970'de %27.6'ya 1975'de %31'e ve 1980'de
%33.4'e yükselmiştir. Günümüzün rakamları %50'lerle
ifade edilebilmektedir.
Bu rakamlar, kapitalist sınıf ilişkilerinin en önemli
sınıfı olan proletaryanın nicel gücündeki değişimleri
göstermektedir. 1970 yılında iki milyonu sigortalı olan
toplam dört milyon işçi varken, bu rakam 1980'de 7 milyona,
bugün ise yaklaşık 15 milyona çıkmıştır.
Sendikalı işçi oranı her dönem düşüktür. Bu, günümüzde
de geçerlidir. Ayrıca özellikle 1980 sonrasını, özellikle
kirli savaşın getirdiği sorunlarla birlikte düşünürsek,
coğrafyamızda korkunç oranda bir işsiz kitlesi olduğu,
bilinen bir gerçektir. Her işsiz, yoksul proleter değildir
ama kapitalizmin ekonomik-siyasal baskı mekanizmaları,
onu feodal ilişkilerinden koparmakta, çarpık kapitalizmin
payandası haline dönüştürmektedir.
Yukarıda verdiğimiz rakamların anlamı şudur: 1970 dönemine
kıyasla bugün şehir -kır ilişkilerinde şehirlerin rolü
artmış, köylülük yoğun bir çözülme sürecine girmiş,
DHD'de proletaryanın kitlevi gücü gelişmiş, buna parelel
olarak potansiyel rolü artmıştır. Artık örneğin 1. ve
2. Bunalım dönemlerinde olduğu gibi sömürge ve bağımlı
ülkelerde "cılız" bir proletarya değil, özellikle
nicelik açısından güçlü bir proletarya vardır. Nitelik
açısından ise, daha da zayıf bir proletaryadan söz etmek
zorundayız. Bunun nedenlerini ve çözümlenmesi ayrı bir
konudur.
3. Enternasyonalin 6. Kongresi'nde, 1928 yılında, sömürge
ve bağımlı ülkeler, farklı kategorilere ayrılmıştır.
Ayrıca Stalin, yine aynı dönemde bu farklılıkların altını
çizmiş ve "üç tip ülke" belirlemesi yapmıştır.
Yani, yaşam şablonlara sığmıyor.
Tam da bu noktada, proletaryanın önderliği kavramına
dönmek gerekiyor. Parti çizgimiz ve Mahir Çayan yoldaş,
hiçbir zaman "fiili önderlik ile "ideolojik
önderliği" karşı karşıya koymamıştır. Tam tersine,
örneğin YENİ OPORTÜNİZMİN NİTELİĞİ yazısında, proletaryanın
fiili rolünün, bilinç ve örgütlülük düzeyine parelel
olarak önem kazanacağının altını çizmiştir. Fiili önderlik
kavramı bir ayaklanma stratejisini ifade ettiğinden,
vurguyu sık sık ideolojik önderlik yönünde yapma gereksinimi
duymuştur.
Bizim gibi yeni sömürge ülkelerin devrim stratejileri,
elbette her ülkede özgünlükler gösteren Politikleşmiş
Askeri Savaş Stratejileridir. Yani, uzun süreli ve değişik
özellikler gösteren, aşamaları olan bir halk savaşıdır.
Bu strateji, farklı aşamalardan geçerek zafere ulaşacaktır.
Gerilla Savaşı'nın, politik gerçekleri açıklamada anahtar
rolü oynadığı bir evrede; doğal olarak, proletaryanın
ideolojik önderliği ön planda olacaktır. Ama devrimin
kitlevi karakteri geliştikçe, yürütülen öncü savaşı
kitleleri devrim saflarına kattıkça, proletaryanın fiili
rolü buna parelel olarak artacaktır. Ve yukarıda çizdiğimiz
tablonun sonucu, proletarya şehirde ve kırda devrimde
önder rolü üstlenecektir. Sorunu bu temelde kavramak
zorunludur.
O halde, DHD'de sınıfların mevzilenmesini, bu temelde
yeniden ele almak, bu tarihsel sürecin yarattığı olguları
da dikkate alarak formüle etmek, önemli bir siyasal
ihtiyaçtır. Sorunu, daha çok klasik halk savaşlarını
açıklayan "kırlardan şehirlerin fethedilmesi"
biçiminde değil de, parti çizgimizin önemli bir sıçrama
noktası olan, şehir-kır diyalektiğini ifade eden "BİRLEŞİK
DEVRİMCİ SAVAŞ" formülasyonu ile birlikte düşünmek,
ele almak, bu tarihsel süreci çok daha iyi açıklar.
PASS, klasik halk savaşından farklı olarak, şehir ve
kır ilişkisini bütünsel ele alan Birleşik Devrimci Savaş'ın
özellikleriyle tanımlanır. Politikleşmiş Askeri Savaş,
bir halk ordusunu yaratacaktır ve bu da kırlarda vücut
bulacaktır. Buradan, devrimin toplumsal hedefinden bağımsız
olarak, yani devrimin anti-feodal bir devrim olup olmamasından
bağımsız olarak (ki bizim devrimimiz köylü devrimi değil,
tarım devrimini de kapsayan bir birleşik devrimdir)
kırlar stratejik öneme sahiptir, ama şehirlerde mücadele
süreklidir.
DHD, halkı bu tarihsel dönemde; proletarya başta olmak
üzere, kır yoksullarının, küçük üreticinin, orta köylülüğün,
şehir küçük burjuvazisinin, tüm halkın devrimidir. Devrimin
temel gücünü bu sınıflar oluşturur. Bu, aynı zamanda,
kurulacak halk iktidarının sınıfsal bileşkesidir.
Leninist Kesintisiz Devrim'in birinci adımı olan DHD'nde
devrimde sınıfların mevzilenmesi, böyle formüle edilebilir.
Devrimin önder gücü, proletaryadır. Köylüler, şehir
ve kır küçük üreticileri, devrimin kitlevi gücüdür.
Aynı zamanda sosyalist devrimin de bazı görevlerini
yerine getiren, yönü sosyalizme dönük DHD'nin sınıflar
mevzilenmesi budur.
Bu arada, DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ broşüründe
karşımıza çıkan bir başka kavrama, "poleter siyasi
kitle partisi" kavramına değinmek gerekiyor.
Sözkonusu broşür özenle incelenirse ve bu arada Mahir'in
parti-örgüt anlayışı gözönünde bulundurulursa; Mahir'in,
"proleter siyasi kitle partisi" kavramını,
proletaryanın partisi anlamında kullandığı, devrimde
ideolojik önderliğin önemi ile birlikte ele aldığı anlaşılır.
Ancak kavramlar önemlidir ve parti konusunda "kitle
partisi" kavramı karşımıza çıkar. Ama bu kavram
Lenin'e değil, Rosa Lüksemburg'a aittir.
Mahir ise, parti konusunda Leninist halkayı son derece
iyi yakalamıştır. Tutarlıdır, ısrarcıdır...
Leninizm,"kitle partisini" değil, sınıf partisini
gündeme getirir. Mahir, "prolatarya" ya, sürekli
ve özellikle vurgu yapar. Ama devamla, "siyasi
kitle partisi" der. Böylece bir yanlışın kapısı
açılmış olur. Keza görülecektir, tıpkı Marksizmin içinden
revizyonizmin çıktığı gibi, THKP/C içinden de, Menşevik-Sivil
Toplumcu anlayışlar çıkar. Elbette bunların THKPC ile
ilişkisi yoktur ama bunların bu kapıdan nefes aldıkları,
revizyonizmi buradan temellendirdikleri açıktır.
Örneğin Devrimci Yol, gökten zembille inmedi. Bu noktalardan
beslendi ve bugün ÖDP içinde "Muhalif Kitle Partisi"
şiarını bayrak edinmişlerdir.
Eğer, sınıf bakış açısının bir sonucu olarak, 'proletaryanın
partisine' gerektiğinden daha güçlü vurgu yaparsak,
devrimde proletaryanın öncülüğü tartışmaları içinde
"ideolojik öncülüğe" abartılı yaklaşırsak,
yanılırız, yanıltırız. 2. Bunalım Dönemi'ne ait bir
gerçeği; "ideolojik öncülük, proletarya partisinde
fakir köylülerin sayıca ağır basması ve partinin, proletaryanın
öncü müfrezesi olarak halk savaşını yönlendirmesidir"
(B.Y./Sf,219) dersek, ve bunu "siyasi kitle partisi"
formülü ile devam ettirirsek, bu durumda halkçı popülizmin
de kapısını açmış oluruz.
Revizyonizm bu kapıdan girer, Mahir adına Mahir cezalandırılır.
Birileri, "kendine DY'ciyim diyen herkes DY'cidir"
biçiminde formüle ettikleri şekilsiz çevre anlayışına
ulaşır. Bir diğeri, proletaryanın artan rolüne rağmen,
"ideolojik önderlik esastır, bizde kitapların yazdığı
proletarya yoktur" diyerek, proletaryanın değil,
"halkın partisine" ulaşır.
Herşey yerli yerine oturmalıdır.
Şiarımız, sınıfın partisi, Leninist partidir.
Şiarımız, Mahir'in, THKP/C'nin şiarlarıdır.
Gücümüz, bu temelde THKP/C-MLSPB'nin yücelttiği ideolojik,
politik, pratik niteliktedir.
(Sürecek)
|