Katliam: Faili Devlet
Yavuz İpek
|
Resmi olmayan ve gerçeğe daha yakın rakamlara göre,
50 bin ölü (bu sayı daha da artacak). Onbinlerce yaralı...
Evsiz, kimsesiz, geçmişsiz ve geleceksiz kalan onbinlerce
insan!
Genel rakamlardan birey boyutuna inersek; hem yüreğin,
hem de normal bir kafanın çıldırasıya isyan edeceği
sonuçlar..
İnanılmaz bir biçimde büyük katliamın sorumlusu devlet,
cinayet sonrasında da ortada yok!
İnsanlar, elleriyle, tırnaklarıyla beton yığınlarının
altında yakınlarını arıyorlar. Bir canlı arıyorlar.
Bu şekilde ulaştıkları canlıları, yaralıları kurtarmak
için devleti arıyorlar. Günler sonra hiç ulaşılmamış,
öylece kaderine terkedilmiş ilçeler var.
Bütün bunlar Doğu'da, Güneydoğu'da yaşanmıyor. İstanbul'un
göbeğinde ve Türkiye'nin en büyük sanayi bölgesinde,
refah düzeyi 'yüksek' bölgelerinde yaşanıyor. İnsanlığın
yaşayabileceği bütün acılar var orada. Sadece devlet
yok...
Devlet, kendisi için, kendi güvenliği için en donanımlı
jetlerle sınır ötesine bile ulaşan, oradaki en küçük
bir hareketliliğe bile ordular sevkeden bir devlet.
Devlet, kendi "asayişi" için, sokaklara bir
anda binlerce polis indiren bir devlet. Devlet, olağanüstü
hal ve sıkıyönetim uzmanı bir devlet. Ama halk bir felaketle
karşı karşıya kalınca, sokaklarda görünmeyen bir devlet.
Üstelikde, kendi hazırladığı bir felaket olduğu halde.
Adapazarı'nda, Gölcük'te, Sakarya'da, Yalova'da, Düzce'de,
Çiftlikköy'de, Çınarcık'ta, Avcılar'da... devlet yoktu.
Silahlı Kuvvetler'in bütün olanaklarıyla sık sık sokağa
indiği bir ülkede, imdat çığlıklarına rağmen günlerce
devlet yoktu.
"Kriz merkezleri" bu büyük katliamın üzerine
sinir krizleri yaratan aciz ve anlamsız açıklamalar
yapmakla yetindiler. "Güçlü elini", kendi
varlığını ve geleceğini kurtarmak için vatandaşın üzerinden
çekmeyen devlet, bu acı günlerde, özel sektörün olanaklarını
insanların canını kurtarmak için seferber etmedi, edemedi.
Tam bir kargaşa ve kaos ortamı yaratmakla yetindi. Dayanılmaz
acılar içinde kıvranan, imdat isteyen insanların isyanları,
"gün, birlik ve beraberlik günüdür" sözleriyle
iyice büyütüldü.
"Doğal" afetlerin yalnız ve yalnızca yoksulları
vuracağını, devletin hiçbir kurum ve kuruluşunun zarar
görmeyeceğini bilen bir Amiral, askeri tesislerin de
zarar görmesi üzerine, büyük bir şaşkınlık içinde bazı
açıklamalar yapıyordu. Müteahhitler vatandaşın evini
yaparken her çeşit hırsızlığı ve yolsuzluğu yaparlardı,
bu normaldi. Sonuçta onlara izin, ruhsat, belge verenler
de devlet görevlileri olurlardı. Deprem günlerinde devlet,
ender olarak ceza gören bu katiller için tam da af çıkarmak
üzereydi. Bütün bunlar alışılmış çarkın dönüşüydü. Ama
nasıl olurdu, bir devlet kuruluşu, üstelik de ordu karargahı
yapılırken de, bu tür yolsuzluklar gündeme gelebilmişti!
Namussuzların daha fazla para kazanma hırsıyla, bu dizginsiz,
bu çirkin, bu insanlık dışı "vahşi kapitalizm"
koşullarında, Ordu'dan korkmamış, onun da zarar görmesini
doğuracak işler yapmışlardı! Allah'tan korkmamış, camilerin
bile malzemesinden çalmışlardı!.. Hayret!...
60 yıl önce Erzincan Deprem'inden sonra o yıllarda Ulus
Gazetesi'inde başyazar olan Falih Rıfkı Atay, 'insanları
binalar öldürdü' diyordu. Yarım asırdan bu yana, bu
topraklarda değişen, değiştirilebilen bir şey yok.
Türkiye'nin en büyük rafinerisini, en büyük şirketini,
en fazla gelir getiren kamu kuruluşunu ve LPG depolarını,
sanayi fabrikalarının %70'ini, donanma komutanlığını
aynı bölgeye yığan bir devlet, bütün bunlar dolayısıyla
yörede yoğunlaşan nüfusun yaşamı için hiçbir önlem almıyordu.
Önlemden vazgeçtik, bina yapımlarının normlara uygun
olması için gerekli belediye denetiminin namuslu bir
şekilde işlenmesini dahi sağlamıyordu.
Bu kaderi Allah yazmadı.
Devlet yazdı.
"Yerinde incelemeler" yapan Ecevit'e bir vatandaş
yol kenarında bağırıyor: "Dış ülkelerden yardım
geliyor. Cebe indirmeyin". Bir kaç hafta sonra
dramın rengi değişecek. Kimsesiz çocuklar, barınaksız
insanlar, en yakınlarını yitirmiş olmanın acısıyla kavrulanlar,
olayın şokunu tüm yaşamı boyunca atamayacak ve normal
koşullara ulaşamayacak olanlar, yoksulluğun, işsizliğin,
çaresizliğin, acıların başka boyutlarda sürmesi!
Ve yeni deprem zenginleri, fırsatçılar, yağmacılar...
Yeni namussuzluklar!
Bu kaderi yazanların kalemleri kırılmalı.
Halk, kendi kaderini kendisi yazmalı. Beyinlerin ve
ruhların depremleri yeryüzünü sarsmalı. Devrimciler,
bu günlerde de, bütün olanaklarıyla halkın ve acılarının
yanında olmalı!
|