Perestroika'nın
Ekonomik Çerçevesi
Daha önce de vurguladığımız gibi, sosyalizm hiç
bir zaman yekpare bir ekonomi olarak anlaşılmamalıdır.
Üretimin toplumsal planlamaya tabi niteliğine
rağmen, kural dışı uygulama ve eğilimlere her
zaman rastlanabilir. Bunu, teorinin toplumsal
gerçeklikle çelişen karakteriyle açıklayabiliriz.
Hiçbir teori, hiçbir planlama ve öngörü, hayatın
kendisiyle bire bir uyum göstermez. Beş yıllık
kalkınma planlarının, milyonlarca emekçinin, onbinlerce
işletmenin içereceği kural dışı eğilimleri engellemesi,
olanaksızdır. Bu eğilimler, çeşitli biçimlerde
kendisini gösterir ve bir kısmı dayanaklarının
gücü ölçüsünde meşrulaşır.
Kırlarda bireysel tüketime ayrılan bahçelerdeki
ürünlerin meta olarak kullanımı, hiçbir planda
öngörülmez ama yaşayan bir gerçek olarak kabullenilegelmiştir.
Karaborsa, bunun bir diğer örneğidir ve planın
aksaması ölçüsünde, karaborsanın etki alanı genişler.
Daha başka çeşitli koşullardan, dış ilişkilerden,
diğer sosyalist ülkelerdeki gelişmelerden, doğal
koşullara kadar yayılan geniş bir yelpaze oluşturan
çok sayıda etken; ekonominin yönlendirici olguları
olarak, planın uygulanış biçimini ve sonuçlarını
etkiler.
Ama bütün bu etkenler, genel bir nitelik olarak,
sosyalist ekonominin planlı karakterini ve planın
bütün bir ekonomik yapılanma üzerindeki genel
denetimini değiştirmeye yetmez. Çünkü toplumsallaşmış
bir üretim ve toplumsal mülkiyet söz konusudur.
Bu nitelik, sosyalist ekonomiyi, kapitalist ekonomik
işleyişe taban tabana zıt bir çizgiye oturtmuştur.
Bu ikisini birbiriyle uzlaştırmak mümkün olmaz
ve böyle bir çaba, bir norm olarak sosyalizmin
ekonomik anlamının çarpıtılması ile ancak gündeme
gelebilir. Sosyalist piyasa ekonomisi kavramının
kökeninde yatan gerçek budur.
Piyasa, kapitalizme özgü bir kategoridir. Sosyalist
ekonomik işleyişi incelerken değindiğimiz gibi,
SBKP'nin uzun bir süre savunduğunun tersine; sosyalist
yasalar, değer ve piyasa kategorilerinin yadsınmasını
gerektirir. Piyasayı sosyalizmle uzlaştırmak,
aynı zamanda kapitalizme özgü diğer çeşitli olayları
da içerecek ve bir işgücü piyasasının oluşmasını
getirecektir.
SBKP'ni böyle bir seçeneği gündeme getirmeye iten
nedenler nelerdir?
Nüfusun %4 artışına rağmen 1985'e göre son beş
yıllık dönemde, GSMH'da kişi başına artış olmamıştır.
Fakat ekonomide durgunluk yaşanmıştır. Sanayi
kesiminin %40'ında üretim gerçekte gerilemiştir,
tarım ve taşımacılık da buna dahildir. Halkın
üçte ikisinin yaşam standartı düşmeye başlamıştır.
Durgunluk bunalıma doğru gitmektedir. (A. Aganbegyan)
Üretimdeki etkinlik, ürünlerin kalitesi, bilimsel
gelişme, ileri teknoloji üretme ve kullanma bakımından
dünyanın ileri ülkeleriyle aradaki açık, sürekli
olarak büyümektedir. Yokluklar, gayri safi üretim
saplantısı, üretim yapılırken malzeme, işgücü,
sermaye kullanımında sorunlar vardır. Genel olarak
israflı ve beceriksiz bir girdi kullanımı, bilimsel
ve teknolojik yeniliklerin etkin uygulama eksikliği
yüzünden başarısızlığa uğramıştır.
Bu etkenlerin bir sonucu olarak emek üretkenliği
düşük bir düzeyde kalmaktadır. Aradaki fark, yalnızca
ekonomik ve teknolojik verilerle açıklanmayacak
kadar büyüktür. Nitekim Gorbaçov da sorunu yalnızca
bu biçimi ile açıklamamıştır. Ona göre ideolojik
boşluk, halkın moralindeki çürüme, dayanışma duygusunun
zayıflaması, disiplinsizlik, kayırma, sorumsuzluk,
parti rehberliğinin gevşemesi ve bazı hayati süreçlerde
girişimin kaybolması, kültür, sanat, eğitim ve
bilimde gerilemeler, önemli nedenlerdir.
Yoklukların ve kıtlıkların baskısı altında üretimi
artırmak için getirilen maddi teşvikler, hak edilmemiş
gelirler yaratmış, parazitlik artmış, bilinçli
ve kaliteli işçiliğin itibarı düşmüştür. Çalışma
ile tüketim ölçüleri arasında ortaya çıkan dengesizlik,
toplumsal adaleti, kağıt üzerinde geçerli bir
kategoriye dönüştürmüştür. Ekonomi mali bakımdan
sıkışmış ve döviz sıkıntısı baş göstermiştir.
Bu sorunları aşabilmek için gündeme getirilen
uygulamalar, perestroika sürecinin beyni olarak
nitelenen Aganbegyan tarafından üç bölümde özetlenmiştir:
"SSCB'de perestroikanın ekonomik yönü üç
biçimde gelişiyor. Birincisi, ekonominin toplumsal
gereksinmelere doğru biçimde uyum göstermesinin
güçlendirilmesidir. İkincisi, ekstantif büyümeden
intansif büyümeye dönüşümdür. Üçüncüsü, yönetimde
reformdur, idari yöntemlerden ekonomik önlemlere
geçiştir."
Aganbegyan'ın ekonominin toplumsal gereksinmelere
doğru biçimde uyum göstermesinin güçlendirilmesi
biçiminde özetlediği şey, sosyalist piyasa ekonomisi
olarak tanımlanan uygulamaların yürürlüğe sokulmasıdır.
Bu, çeşitli resmi kaynaklarda yeterince açık biçimde
konulmaktadır.
Örneğin, parti programında şunlar söyleniyor:
"Üretimde verimi artırmak, dönüşüm, mübadele
ve tüketimi daha iyiye götürmek için, mal - para
ilişkilerini daha yaygın biçimde kullanmak önemlidir.
Ancak bu, sosyalizmin yeni kazandığı içeriklere
uygun olacak. Parasal araçlar kullanarak işin
miktarı ve kalitesinde, kontrolün ve daha yüksek
ekonomik hareketliliğin sağlanması zorunludur.
Ekonomik kaldıraç ve özendirmelerden ne varsa
hepsini kullanmalı, devlet bütçesi sağlamlaştırılmalı
ve rublenin alım gücü artırılmalıdır." (Gorbaçov,
27. Kongre Siyasal Raporu)
Buradaki yaklaşımın anlamı, planlama ilkesinin,
o güne kadar taşıdığı anlamın farklılaştırılmasıdır.
Planlı ekonomide, toplumsal kaynaklar; değer yasası
kurallarına göre değil, önceden saptanmış önceliklere
göre bilinçli biçimde dağıtılır. Oysa Perestroika
süreci, arz ve talep arasında dinamik ilişkilere
dayanmaktadır. Örneğin Aganbegyan şöyle söylemektedir:
"1990'a kadar perakende fiyatların yapısında
reform yapmak. Perakende et ve süt fiyatlarının
yükselmesi, yaşam standartının ise düşmemesi için
çalışılacaktır."
Buradaki anlam; fiyatların belirlenmesi, sosyalist
planlamanın öncelikli ihtiyaçlar ilkesinin yerine,
piyasa ölçülerinin konulmasıdır. Örneğin, planlı
ekonomik uygulamanın bir gereği olarak sosyalist
ülkelerde, öncelikli tüketim maddelerinin fiyatları,
sübvansiyonlar yoluyla her zaman belli bir düzeyde
tutulur. Onlarca yıl zam yapılmayan tüketim maddeleri
vardır. Ama artık bu uygulama bırakılmakta ve
ölçü piyasada oluşacak arz- talep dengesi olmaktadır.
Aganbegyan durumu; "bu perestroikanın ilk
yönüdür: Kaynakların genel yaşam standartını yükseltmek
üzere kaydırılması. Ama bütün bunlar daha yüksek
verimlilik, daha fazla çıktıya dayanıyor"
biçiminde açıklamaktadır. Bu yaklaşımı, Gorbaçov'un
şu sözleri de doğrulamaktadır:
"Meta ve para ilişkileri konusundaki önyargılı
bu ilişkilerin planlı ekonomi rehberliğinde bütünüyle
bir yana alınmasına son vermek zamanı gelmiştir.
Bunların insanların daha iyi çalışmaya duyduğu
ilgi ve üretim üzerindeki güçlü etkisinin önemini
reddetmek, mülkiyet muhasebesi sisteminin zayıflamasına,
hatta daha başka istenmeyen sonuçlara yol açar.
Tersine sosyalist bir temelde meta ve para ilişkileri
sonuçları, tam olarak kollektifin çalışma kalitesine,
yöneticilerin becerilerine ve insiyatifine bağlı
olan bir durum ve ekonomik koşulları yaratabilir.
Eskimiş, zamanını doldurmuş herşeyi yeniden yapılandırmak
göreviyle karşı karşıyayız."
Anlaşılacağı üzere, perestroikanın anlamı, merkezi
planlama anlayışının bugüne kadar uygulana gelen
işleyişinin yadsınmasına dayanmaktadır. Perestroika
öncesi Sovyet planlaması, hiyerarşik düzeyde üç
ana bölümden oluşmaktaydı: Gosplan (merkezi planlama
örgütü), bu planın belirli üretim dallarına uygulanmasından
sorumlu bakanlıklar ve işletmeler.
Perestroika işletmelere özerklik tanıyarak onlara
bağımsız hareket etme olanağı verirken, bakanlıklar
da onların çevresindeki geniş bürokrasinin rolünü
asgariye indirmeyi amaçlamaktadır. Bunun aracı
olarak, bir kaç bakanlığı bünyesinde toplayan
süper bakanlıklar oluşturulmaktadır. Bu güçlendirilmiş
merkezi birimler dikkatlerini; "toplumsal
ve ekonomik gelişme hızını artırma stratejisini,
bilimsel ve teknolojik ilerlemeye, kapital yatırımlarına,
ulusal ekonomideki yapısal değişikliklere, toplumsal
üretimin hangi kesimde yapılacağına, planlı devlet
rezervlerinin güçlendirilmesine, üretici güçlerin
dağılımına, işçiliğin karşılığının ödenmesine,
sosyal güvenlik, fiyatlar, tarifeler ve kamu maliyesi
ve istatistiklere önem verme üzerinde" yoğunlaştıracaklardır.
(Gorbaçov)
Bu durum işletmelerin özerkliği uygulaması ile
yanyana getirildiğinde, ortaya geçmişin sıkı denetiminin
yerini alan dolaylı bir denetim çıkmaktadır. Gosplan'ın
yeni rolü şöyle ifade ediliyor: "Gosplan
ve ekonomi alanındaki öteki kuruluşlar; çabalarını,
kısa vadeli planlama sorunları, ekonomide oranlı
ve dengeli gelişmenin güvence altına alınması,
perestroika programının uygulamaya konulması,
ulusal ekonominin her biriminde en yüksek sonuçlara
ulaşma fırsatı veren ekonomik koşulların ve özendiricilerin
üzerinde merkezileşmek zorundadır." (Gorbaçov)
Planlama, ekonominin uzun erimli yönelimini belirlemek
ve perestroika programının önünü açmak, yani işletme
özerkliğinin hayata geçmesini engelleyen bürokratizmin
önünü almak gibi bir işleve oturmaktadır. Geçmişte
planlama hiyerarşisinin can damarı olan bakanlıklar
bürokrasisi, bu kez, merkezileşme yoluyla devreden
çıkarılmakta, insiyatif, işletmelere tanınmaktadır.
Bu durumda denetim, ancak dolaylı olacaktır.
Perestroika'nın tartışma gündemine soktuğu tam
hozraşet ilkesinin anlamı, böylece açığa çıkmaktadır.
Hozraşet, iktisadi muhasebe anlamına gelir. SSCB
ekonomisinde, öteden beri sözü edilegelen bir
ilkedir. Ancak gerçek uygulaması, perestroika
ile başlamıştır. Buna göre, "işletmeler öz
finansmanına dayalı olarak çalışacak, modernizasyon
ve genişleme yatırımlarını kendi kârlarından yapacaklardır.
Devlet bütçesinden sadece öncelik taşıyan devlet
görevlerine yönelik yatırım fonları ayrılacaktır."
(Gorbaçov)
Tam hozraşet; işletmeye, işgücü planlama yetkisi
vermekte, işletmelere fiyat belirleme hakkını
tanımakta, başarısız işletmelerin desteklenmesini
reddetmektedir. Bu durumda, işletme iflaslarını
engelleme politikası da terk edilmektedir. Nitekim
ilk olay 1987'de baş göstermiş ve iki bin işçi
çalıştıran Leningrad İnşaat Birliği iflas etmiştir.
Bu yaklaşım doğal olarak beraberinde, Aganbegyan'ın
"yönetimde reform, idari yöntemlerde ekonomik
önlemlere geçiş" olarak tanımladığı, işletmelerin
özerkliği uygulamasını getirmektedir. Buna göre
işletmeler, ekonomik yönetimlerini idari amirler
sisteminden ekonomik araçlarla, fiyat, kar ve
toptancılıkla, düzenleme sistemine doğru değiştirilmektedir.
Bunun anlamı; fiyat oluşumu kadar maliyet ve bankacılık
reformu, kaynakların merkezden dağıtılması yerine
satın alınması ve satılmasına geçilmesidir. (Aganbegyan)
Toparlayacak olursak; işletmelerin özerkliklerini
arttırma hedefinin içine şu öğeler girmektedir:
- İşletmelerin alım satımda serbest olması, işletmelerin
ve örgütlerin planlama fazlası ürettikleri ürünü
ve kullanmadıkları hammaddeleri ve gereçleri,
donanımları vs. bağımsız olarak piyasaya sürebilmeleri,
işlenecek maddeleri kendilerinin satın alması.
- Mali özerklik; merkezden sürekli olarak yardım
isteme eğilimini ve "asalaklığı" özendirmemek,
belirli bir gerileme gösteren işletmelerin, bakanlıkların,
bölgelerin kayıplarının verimli birimlerin zararına
merkezden karşılanmaması, zararlı işletmelerin
kapanması. Mali özerkliğe uygun olarak finans
ve kredi sisteminin kullanılması. İşletmelerin
talebe, fiyatlara, maliyetlere, teknolojiye olan
duyarlılığının artırılması.
- İşletmelere yatırım yetkisi; işletmelerde üretimin
geliştirilmesi ve teknolojinin çağdaşlaştırılması
için gerekli araçları bizzat kendilerinin sağlaması,
yani oto-finansman, üretim araçlarında toptan
ticaretin geliştirilmesi.
- Fiyat esnekliği; mali özerklik sistemini etkinleştirmek,
reel gelirleri artırmak için fiyatları saptayabilme
yetkisi, fiyatların düzeyinin sadece maliyetlere
göre değil malların tüketim özelliklerine, sosyal
ihtiyaçlara ve tüketici talebini karşılama derecesine
göre saptanması, fiyat hadlerinden ve sözleşmeli
fiyatlardan daha geniş ölçüde yararlanılması.
Ayrıca hammadde ve sanayi ürünlerinin fiyatlarının
da arz talep yasasına göre belirlenmesi. Fiyat
esnekliğinin etkileyeceği önemli bir alan olan
konut, sağlık gibi sosyal tüketime dahil bazı
mal ve hizmetlerin paralı olması ve fiyatlarının
maliyete ve kaliteye göre farklılaştırılması,
dağılımlarının miktar kısıtlamasına göre değil,
satın alma gücüne göre yapılması.
- Ücret fonunun işletme gelirlerine bağlanması,
işletmelerin ücret fonunun, malların piyasaya
sürümünde elde edilen gelirlere doğrudan doğruya
bağlı olması, yararsız, düşük kaliteli, satılamayan
malları üreten işletmelerin, personelin ücret,
prim ve öteki gelirlerinden yararlanamaması; verimlilikten,
çalışmanın sonuçlarından sorumlu olunması ve buna
göre maddi pay almanın ücret sistemini belirlemesi,
ücretin yapılan işin kalitesi, miktarı ve verimliliğine
uygun hale getirilmesi, aşırı ücret eşitliği eğiliminden
kaçınılması.
- İş hacmine göre vergilendirme.
- Merkezi dış ticaret sisteminin gevşetilmesi
ve bazı devlet kurumlarına ve sistemlere ithalat-ihracat
yetkisi verilmesi.
- Gelişmiş kapitalist ülkelerle ortaklık ve modern
teknolojinin ithaline izin verilmesi.
- Ekonomik normların rolünün artırılması, esas
olarak verimlilik, karlılık, kalite normlarının
kullanılması. (Gayri safi üretim miktarı normu
yerine).
- İşletmelerde ve fabrikalarda yöneticilerin çalışanlar
tarafından seçilmesi, işletmelerin yönetiminde
çalışanların etkinliğinin artırılması. (T. Arın)
Perestroikanın öne çıkan bir amacı da ekonomide
intansif (yoğun) gelişmeye uygun kanalların oluşturulmasıdır.
SSCB ekonomisine bugüne kadar hakim olan karakter
ise ekstantif (yaygın) gelişme olarak tanımlanmaktadır.
Ekstantif büyüme, hantal, gelişme dinamikleri
zayıf, büyüme esasının ileri teknolojiye değil,
daha çok emek miktarına dayanması anlamına gelir.
Bu tür bir karakter, hem daha çok emeği ve hem
de daha çok sermayeyi gerekli kılarken, emek üretkenliği
düşük bir düzeyde kalır. Ekstansif büyüme, sosyalist
inşaa sürecinin başlangıcında, üretici güçleri
görece geri bir pozisyonda olan sosyalizm için
hemen hemen tek seçenek olmuştur.
Üretici güçleri görece az gelişmiş bir ekonomide
hızlandırılmış büyüme ve sanayi için, var olan
fakat düşük kapasitede kullanılan kaynak rezervlerini
harekete geçirmek, hammadde, sermaye, işgücü alanlarında
yeni kaynaklar yaratabilmek için ekonomide gerek
duyulan yapısal dönüşümleri hızlı ve tutarlı olarak
başarabilmek gerekiyordu. Bunun da en etkili yolu
merkezileşmiş ve tepeden kararla yönetilen bir
planlama idi. Belli fiziksel hedeflere ulaşmak,
bu yapısal dönüşüm için son derece önemli ve belirleyici
idi.
Ancak, başlangıç için zorunlu ve geçerli olan
bu yol, süreç içinde yeterli olmamaya başladı.
Sosyalist ekonomik işleyişin sağlıklılığı, sürekli
bir gelişmeyi gerektiriyordu. Ekstansif karakterin
hakimiyeti nedeniyle bunun anlamı, sürekli gelişme
için, daha fazla emek miktarı olmaktaydı. Gelişme,
yüksek teknolojiye dayandırılmadıkça, emek miktarının
artırılmasının yerine emek üretkenliğinin artırılması
koyulmadıkça, ekonomi hep daha fazla işgücü talep
edecek, tersi durumda gelişmenin durması ve sistemin
tıkanması başgösterecekti.
Geçmiş 5 yıllık planlarda emek gücü 5 yıllık dönem
içinde on milyondan onbir milyona çıkmış, yakıt
tüketimi ortalama %25'ten %30'a çıkmış, sermaye
yatırım ortalaması %45'ten %50'ye yükselmiş ve
bu yolda çıktı artırılmıştı. Fakat, 1970'lerin
ortalarından itibaren bu tür artışlar olanaksız
oldu, emek gücü 5 yılda 3 milyon arttı. Son 15
yılda, önceki 15 yıldan, 20 milyon daha az arttı.
Çünkü son savaşın yol açtığı demografik biçimlenme
nedeniyle daha az genç insan, daha fazla emekli
vardı.
Bu dönüşü karşılamak için emek verimliliğinin
%100 artması gerekiyor. Yakıt üretiminde bozulan
jeolojik koşullar; çıktının son 5 yılda, ancak
%3-5 artmasına olanak veriyor. Hammadde üretiminde
de aynı sorunlar var. Ekolojik korunma ve savunma
talepleri artıyor, sermaye oluşumunda artış son
5 yılda önceki sayının iki katından fazla, %25
düştü. Bütün bunların anlamı, tam hızlanma gerektiği
zaman, ekonomik büyümenin yavaşladığıdır.
Olumsuzlukları aşabilmenin başlıca yolu; ekstansif
karakterin, yerini intansif büyümeye bırakmasından
geçmektedir. Büyüme, yoğun kaynaklarını, genel
üretkenlik artışından, sermayenin ve diğer üretim
araçlarının daha etkin kullanımından sağlar. Yoğun
büyüme, daha etkin üretim yöntemlerini, yani yeni
üretim süreçlerini, emek tasarrufu araçlarını,
daha iyi fabrika örgütlenmelerini, vb. gerektirir.
Bu da genellikle ek sermaye harcamaları ile birlikte,
teknolojik yenilik ve gelişmelerle mümkündür.
Yaygın büyüme de sermaye harcamalarını gerektirdiğine
göre, yoğun büyüme asıl olarak teknolojik ilerleme
ile mümkündür.
Nitekim Aganbegyan da aynı çerçeveyi çizmektedir:
"Önümüzdeki yol teknik ilerlemeden geçiyor.
SSCB'de devrimci teknolojik kazanımlar oldu, fakat
bunların uygulanması gerekiyordu. Bilime çok para
harcanıyor ve yüksek düzey elde ediliyor ama elde
edilen sonuçlar uygulamaya konulmuyor. Üretim
planında çok az yenilenme var. Yanlış yatırımlar
oldu, teknolojik yenilenme yerine ilave inşaatlar
hedeflendi; yetersiz kaynaklar, özellikle geri
kalmış mühendisliğe yatırıldı. 1985'te mühendislikle
ilgili bir araştırma %71'inin geri kalmış olduğunu,
fakat ancak % 3,1'inin her yıl hizmet dışı bırakılabildiğini
ortaya koydu.
Politika değişikliği şarttı ve 1988'de işletmelerin
% 9.3'ü yenilenecek. 1990'da bu oran % 13'e varacak.
Bu yaklaşım teknik temelin yeniden örgütlenmesini
gerektiriyor. 1981 ve 1985 arasında sermaye yatırımı
da % 24 arttırıldı. 1986-1990 arasında % 80 arttırılması
planlandı. Bunun büyük bölümü yeni yapımlara değil,
mevcut işletmelerin yeniden örgütlenmesine gidecek.
1986-1987'de bu uygulama önceki yedi yılın oranını
çoktan aştı. İmalatta böyle bir dönüşüm süreci
zordur, fakat emek üretkenliğini 1.5-2 kat arttırırken,
metal tüketimini de %15 azaltacaktır."
Ekstansif büyümeden intansif büyümeye geçiş sorunu,
ilk kez Perestroika dönemi ile gündeme gelmiş
değildir. 1960'lı yıllarla birlikte sorunun bu
yanı yeterince ifade edilmiş ve çözümü yolunda
girişimlerde bulunulmuştu. Brejnev döneminde bu
çözüm, 'bilimsel ve teknik devrim' kavramında
ifadesini bulmaktaydı.
Bu dönemde de reform girişimleri, en temelde merkezi
planlamaya yeni bir çehre kazandırdı. Aksayan
yönleri aşmak amacına dayanmaktaydı. Böylelikle
intansif büyümeye geçişin koşullarının olgunlaştırılacağına
inanılıyordu. Temel felsefe, işletmelerin hareket
alanlarını genişletmek, onları özerkleşmiş ekonomik
birimlere dönüştürmekti. Böylelikle merkezi planlama
sisteminin aksayan iki yanının, işletmelerin pratik
sorunlarının çözüm biçimi ile planın genel hedefleri
ve denetimi arasında başgösteren ve işletmelerin
zararına çözümleri getiren çelişki ile dinamizm
eksikliğinin aşılması amaçlanmıştı.
Ancak bu reform girişimleri, genellikle sonuç
verici olmadı ve pratikte karşılaştığı çeşitli
sorunlara karşılık veremeyerek tıkandı, başlangıçtaki
olumsuzluklara yenilerini ekledi. Çünkü, böyle
bir kapsamlı dönüşümün gerektirdiği bir koşul
olarak, arz-talep ilişkisi başlıca ölçülerden
biri olamıyordu. Ama asıl olarak proletarya demokrasisinin
işletilmemesi, bu girişimlerin başarı yolunda
ihtiyaç duyduğu dinamizmin oluşmasını engellemekteydi.
Perestroika sürecinin özetlemeye çalıştığımız
bu ekonomik çerçevesi, kısaca, sosyalist piyasa
ekonomisi biçiminde ifade edilmektedir. Bununla
birlikte, kavramın perestroika süreci ile birlikte
gündeme geldiğini söyleyemeyiz. Bu kavramın, NEP
dönemine kadar uzanan bir kökeni vardır. O dönemde,
Buharin'in emrindeki sağ muhalefetin tezleri,
bir çok açıdan, sosyalist piyasa ekonomisi düşüncesinin
öncülü kabul edilebilir.
Sorunu ilk kez formüle eden ise, O.Lange oldu.
Lange, 1986 yılında yaptığı saptamaları daha sonra
yanlış bulmuştu. Ama, özellikle 1960'lı yıllar
boyunca, kavram yaygın biçimde tartışıldı. W.Brus,
O.Şik, E.Liberman gibi revizyonist teorisyenlerce
çeşitli biçimlerde açıldı ve dahası uygulanma
olanağı buldu. Yine de Yugoslavya'nın etkileri,
son derece önemli olan erken dönüşümü bir yana,
uzun süre modelin başlıca örneği olarak Macaristan
vardı.
1980'li yıllarla birlikte model yaygınlaştı. Çin
ve SSCB'nin de gündemine girdi. Sosyalist piyasa
ekonomisi, hızla sistem ülkelerinin ağırlıklı
ekonomik politikasına dönüştü ve bu, yaşanan sancılı
sürecin ilk elde çıkardığı sonuçlardan biri oldu.
Sosyalist piyasa ekonomisi, bir dönem çağdaş sosyalist
ilerlemenin zorunlu durağı olarak gösterildiyse,
bunun belli bir mantığı vardı. Kavramın değerlendirilmesine
geçmeden önce, bu mantığın yapı taşlarını özetlemek
gerekiyor.
Sosyalist piyasa ekonomisi kavramı, kendisine
önsel olarak, ekonomik indirgemeci yaklaşımın
ürünü olan, sosyalizmin inşasının tamamlanabilirliğini
alır. Emperyalizme karşı mutlak biçimde baskın
olunamadan da böyle bir düzeye ulaşılabileceği
görüşü, beraberinde bu sistemin iç çelişkilerinin
antagonist olamayacağı düşüncesini de getirir.
Böylece çeşitli uygulamalar için, geniş bir hareket
alanı sağlanmaktadır. Yani varolan aksaklıkları
aşma yolunda atılacak adımların, hiçbir biçimde,
sistemi nitelik olarak sarsmayacağı, bir geriye
dönüş tehlikesinin olamayacağı yolunda, Stalin'in
oluşturduğu ve Gorbaçov'un da açıkça savunduğu,
teorik bir temel var.
Bu, kuşkusuz Stalin'in düşünmediği bir sonuçtur.
Çünkü o, varolan işleyişin aynı tempoda gelişmeyi
sürdüreceğine inanıyordu. Bu türden olasılıkları
içeren esnek bir yaklaşımı yoktu. Ama oluşan gelenek,
kendisini üretti ve belli bir noktadan sonra,
bu geleneğin kendisini de yadsıyan sonuçlar doğurdu.
Bu önsel üzerinde yükselen kavram, sosyalist inşa
sürecine özgü uygulamaların, zamanla yetersizleştiğini
söyler. Başlangıçta üretici güçler görece geridir
ve sosyalist bir altyapıyı oluşturmak için, sıkı
bir merkeziyetçilik gerekmektedir. Görece geri
nitelik, bu kalkınma sürecine ekstansif bir karakter
kazandırmakta, yani yaygın bir emek miktarının
kullanımını gerektirmektedir. Ancak, ekonomik
yapılar belli bir olgunluk ve karmaşıklık düzeyine
ulaşınca, ekstansif model, tıkanır.
Sosyalist işleyiş, sürekli ve istikrarlı bir büyümeyi
gerekli kılmakta, intansif bir karakter kazanılmadıkça,
bu durumun pratikte aldığı biçim, emek miktarının
sürekli olarak büyümesini bir ihtiyaç durumuna
getirmekte ve bu ihtiyacın karşılanması olanaksız
olduğundan, tıkanıklık başlamaktadır. Tek çözüm,
yüksek bir teknolojiyi hakim kılmaktır.
Ancak bu da zordur; geçmiş ilişkiler, bir bürokrasiyi
doğurmuş ve bu bürokrasi, giderek toplumsal gelişmenin,
bu yolda yeniden yapılanmanın engeli durumuna
gelmişlerdir. "Sanayileşme süreci içinde
şekillenmeye başlayan ve kollektifleştirme kampanyası
ile yeni kan kazanan idari buyruklar düzeni, ülkenin
tüm toplumsal, siyasal düzeni üzerinde etkili
oldu. Bütün bunlar bir kez ekonomiye ilişkin olarak
oluştuktan sonra, onun üst yapısına sıçrayıp,
sosyalizmin demokratik olanaklarının gelişmesini
sınırladı ve sosyalist demokrasinin gelişmesini
geciktirdi."(Gorbaçov, Ekim ve Perestroika)
"Kemikleşmiş üretim ilişkileri anlayışı uç
vermiş, bu ilişkilerin üretici güçlerle diyalektik
ilişkisi küçümsenmiştir."(Gorbaçov, Yenilenme
ve Kadro Politikası)
Dolayısıyla yapılması gereken, hem bu asalak engeli
kaldırmak ve hem de intansif büyüme kanallarını
açacak dinamizmi topluma yeniden kazandırmaktır.
Çünkü "dar demokratik temelli yönetim sistemi,
halkın kamu mülkiyeti ve kendisini yönetme bilincini
olumsuz etkileyerek, insan ilgisinin çeşitliliğinin
ihmaline, çalışma isteksizliğine, ahlakın bozulmasına,
iktidarın kötüye kullanılmasına, yolsuzluğa yol
açmıştır."(Gorbaçov, Perestroika)
Bu dinamikleri yaratmanın yolu da piyasa kurallarının
yürürlüğe sokulmasında bulunmuştur. Bu kuralların
sosyalist ilkelerle uyuşmayacağı da kabul edilmemektedir.
Daha önceden uygulanmaya çalışılan reformların;
örneğin 1965 reformlarının, piyasa, meta ve para
kategorilerine, değer yasasına ön yargılı yaklaşmaktan
kaynaklandığına ve bu asalak bürokrasinin ön yargılarının,
reformların uygulanmasını engellediğine inanılmaktadır.
"Bu koşullar altında meta-para ilişkilerinin
rolüne ve sosyalizmde değer yasasına karşı ön
yargılı tavır geliştirilmiş olması ve çok kere
bunların sosyalizm karşıtı ve yabancısı olduğunun
ileri sürülmesi, buna ek olarak kâr-zarar muhasebesinin
önemsenmemesi, etkin iktisadi önlemleri engellemiştir."
(Gorbaçov)
Ekonomi artık sıkı bir merkezi planlamaya değil,
dolaylı bir denetime dayanacak ve toplumsal ihtiyaçlara
doğru bir uyum esas alınacaktır. Fiyatlar, arz-talep
ilkesine göre belirlenecek, çeşitli maddeler üzerindeki
sübvansiyon kaldırılacaktır. Çeşitli maddelere
zam yapmak, bu politikaların bir gereği olmaktadır.
Bu arada ücretler de, Marks'ın değindiği gibi,
'herkese ürettiğine göre' ilkesinden hareketle
belirlenecektir. Perestroikacılara göre, bu ilkenin
sağlıklı uygulanması, "Stalinizm" tarafından
bugüne kadar engellenmiş ve bu durum asalaklığın
yayılmasına neden olmuştur.
Sosyalist piyasa kavramının önemli bir unsuru
da, ekonomik işletmelerin özerkliğidir. İşletmeler
planın dolaylı yönlendirmesiyle, ancak kendi insiyatifleriyle
çalışacaklardır ve yöneticileri işçiler seçecektir.
Piyasada rekabete ayak uyduramayan işletmelerin
iflas etmeleri doğal karşılanmalıdır. Bu uygulama,
sosyalist ilkelerle çelişmez, çünkü büyük ölçüde
toplumsallaşmış bir ekonomi, üretim araçlarının
toplumsal mülkiyeti üzerinde yükselmektedir. Özel
işletmelerde ücretli işçi çalıştırmak şimdilik
yasaktır. Bu aşamada yalnızca aile üyeleri çalışabilirler.
Kırlarda ise, üretimi teşvik amacıyla, toprak
kiralama ya da sözleşmeli yönetim gündeme gelecektir.
Bu yeniden yapılanma, doğal olarak dış ticarete
de yansımaktadır. Amaç; "dış ticaretin adım
adım yeniden yapılandırılmasıdır."(Gorbaçov,
27, Kongre Siyasal Raporu) 1985 yılında çıkan
bir kararname, işletme düzeyinde ihracat teşviki
ve ihracat yoluyla kazanılan dövizin kısmen işletme
tarafından kendi ihtiyaçlarına göre kullanılması
yolunda serbestlik getirir. Ağustos 1986'da ise,
21 bakanlık ve 68 işletmeye, dışarıyla doğrudan
ticaret yetkisi verilmiştir. Yani, dış ticaret
tekelinden yavaş yavaş vazgeçilmektedir.
Sosyalist piyasa ekonomisinin genel çizgileri
ve SSCB'deki uygulanış biçimi, kısaca budur. Eğer
bunlar sosyalizmin yaşadığı zorlukların bir sonucu
ve geçici uygulamalar olarak açıklansaydı ya da
proletarya demokrasisinin işletilmesine dayandırılsaydı,
o zaman tartışma ve değerlendirmeler, çok farklı
bir hatta otururdu. Ama durum bu değildi. Gerek
Gorbaçov'a ve gerek diğer reformculara göre, bu
uygulamalar, sosyalizmin o süreçte uygulanması
gereken gerçek biçimi idi. Ve Stalinizmin tahribatı
dışında, sosyalizmin teorisiyle çelişmemekte idi...
Gorbaçov, 3. programın hayata geçirilmediğini,
bir dizi tahmin yanlışı yapıldığını söyledi. Ama
ona göre bu, SSCB'nin gelişmiş bir sosyalist toplum
olduğunun yadsınması anlamına gelmemeli idi. Burada,
gelişmişlikten kastedilen, yalnızca refah düzeyinin
artması değil, sosyalizmin komünizme geçişin koşullarını
olgunlaştırması anlamında bir gelişmişliktir.
Yani Gorbaçov da bütün o sert eleştirilerine rağmen,
sistemin antagonist çelişkiler içermediği görüşünü
savunmuştur. Dahası, kendi programının uygulamaya
sokulmasının bir dayanağı olarak, bu tezi önsel
almıştır.
Perestroika seçeneğini sağlıklı bir eksene yerleştirmek,
içerdiği çeşitli sakıncaları görmekten geçer.
Ama durum tam tersidir. SBKP'nde; uygulamalara,
geçici uygulamalar, ya da bir geri çekilme olarak
bakan yaklaşımlar söz konusu olmamıştır. Tersine,
toplumsal gelişmenin ve komünizme geçişin tek
yolu olarak, partinin belirlediği yeni çizgi kabul
edilmiştir.
Sosyalizm, üretimin toplumsallaşması sürecinin
bir ürünüdür. Marksizmin ustaları, üretimin toplumsal
karakteri ile üretim araçlarının özel mülkiyeti
arasındaki çelişkinin kapitalizmi yıkacağına ve
üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti üzerinde
yükselecek yeni bir sistemin dünyaya hakim olacağına
inanmışlardı. Bu yeni sistem, meta ve ona özgü
kategorilerin, piyasanın, paranın, değer yasasının
yadsınması esasına dayanacak ve bunun yolu olarak
da, planlı ekonomik işleyiş hakim kılınacaktı.
Marks, Engels ve Lenin'in öğretilerinden çıkan
sonuç budur. Sosyalizm, komünizmin ilk aşamasını
oluşturur ve bir geçiş toplumudur. Dolayısıyla,
çelişik bir karakteri olacaktır. Ama önemli olan
bunun saptanması değil, bu çelişik karakterin
ve toplumsal ilerleme sürecinin önündeki engellerin,
teorinin ve amaçların yadsınmasına dönüşmesini
engelleyebilmektir. Devrimci nitelik, ancak böylesi
bir çabanın sürekli kılınmasıyla korunabilir.
Değer yasası ve kategorileriyle, planlama ilkesi
arasında tarihsel bir çelişki vardır ve uzlaştırılmaları,
hiçbir koşulda mümkün olmaz. Marks'ın Engels'e
söylediği; "Gerçekte hiçbir toplum biçimi,
toplumun tasarrufundaki çalışma zamanını, üretimi
şu ya da bu biçimde düzenlemekten alıkoymaz. Ancak
bu düzenleme, toplumun kendi çalışma saatleri
üzerinde dolaysız ve bilinçli denetiminde değil
de -ki bu ancak ortak mülkiyet ile olanaklıdır-
meta fiyatlarının hareketi tarafından yerine getiriliyorsa,
her şey senin Fransız-Alman Yılllığı'nda bütünüyle
ustaca tanımlamış olduğun gibi kalır." (A.
Karlo) sözleri, sorunu yeterince ortaya koymaktadır.
Değer yasasının yön verdiği bir ekonomide tayin
edici olgu, piyasa ve arz-talep ilişkisidir. Toplumsal
ihtiyaçların önceliği değil, piyasanın talepleri
belirleyici olmaktadır. Bu piyasa, gelir eşitsizliğinin
bir ürünü olarak farklılaşmış taleplere, toplumun
bölüşüm ilişkilerinden farklı düzeylerde yararlanabilen
kesimlerin farklı düzeylerde taleplerine dayanır.
Bu nitelik, merkezi planlama ve öncelikli ihtiyaçlar
ilkeleriyle bağdaşmaz. Onun yerine, anarşik karakterli
bir üretimi ve meta fetişizmini koymak zorundadır.
Sosyalist piyasa ekonomisi tezini oluşturanların
tamamının üzerinde durdukları sorun; fiyatların,
piyasa mekanizmasının serbest işleyişine göre
belirlenmesidir. Yalnızca az sayıda ürün bu kapsamın
dışında tutulmaktadır. "Satın alma gücü olan
nüfusun artması; yiyecek talebini, özellikle et,
süt, meyve talebini arttırmıştır. Sürekli arz
eksikliği vardır. Devletin gıda üretim fiyatlarını
düşük tutması bunu körüklemektedir. Fiyatlar genellikle
maliyetin altındadır. 1990'a kadar reform"
(Aganbenyan) yapmak amaçlanmıştır.
Bu durum, yatırım malları fiyatlarının da piyasada
oluşmaya başlamasını getirir. Yani, piyasanın
işleyişinin yaygınlaştığı oranda, planın etkisi
azalmaktadır. Çünkü belli bir kâr amacıyla üretilmiş
metalar ve bireysel tüketim taleplerine karşılık
veren bir meta piyasası söz konusudur.
Ekstansif büyümeye dayanan hantallaşmış bir ekonominin
bu yönde dönüşümü; başlangıç için bir dinamizmi
ve gelişmeyi sağlasa da bu süreç kâr unsurunun
artan biçimde öne çıkması, toplumsal tüketime
yönelik üretimin, yerini bireysel tüketime bırakmaya
başlaması yönünde evrilir. Çünkü ancak dolaylı
bir denetime tabi olan özerk işletmelerin başarılarının
ölçüsü, bu işletmelerin ne derecede kârlı olabildikleridir.
Bu, üretim hedefleri ve çalışma yöntemlerinin
seçiminde özerk olarak hareket edebilen girişimleri
yönlendirebilecek başlıca ilkedir. Ve beraberinde
çeşitli uygulama ve sonuçları getirir; aralarındaki
rekabet, zayıf ve başarısız işletmeleri iflasa
zorlar. Bunun reel sosyalist sistem ülkelerinde
pek çok örneği vardır.
İşsizlik, işçiler arasında bu temelde başlayan
rekabet ve nihayet bir emek gücü piyasasının oluşması,
bu sürecin bir sonucu olacaktır. Uygulamayı daha
önceden başlatan ülkelerin ulaştıkları sonuçlar,
yeterli birer gösterge olmuştur. İşletmelerin
başarılı olabilmek, iflas etmemek için bireysel
tüketime yönelmeleri ve kâr unsurunu öne çıkaran
niteliği ile bütünleşen bu olgu, kapitalist sömürünün
işletmelerde uç vermesi ve gelişmesi demektir.
Yani piyasa ekonomisinin gelişmesi, merkezi planlamadan
giderek daha çok uzaklaşmayı, kar amacını taşıyan
işletmelerin birbirlerinden bağımsız üretimini,
dolayısıyla da anarşik bir karakteri, enflasyon
ve işsizliği getirecektir. Planlama ilkesi, ne
kadar aksi iddia edilirse edilsin; işletmeler
arası rekabetin neden olacağı bir tekelleşmeyi,
işsizliği engelleyemez, emek gücü piyasasını oluşturacak
yöntemlerle yanyana yaşayamaz.
Bu türden eleştiriler, meta ekonomisi ile sosyalist
planlamayı uzlaştıran revizyonistlere göre dogmatik
bulunmakta ve kabul edilmemektedir. Çünkü; onlara
göre sosyalizmin inşaası tamamlanmıştır, geriye
dönüş tehlikesi yoktur ve amaç, var olan hantallığı
aşmak, intansif büyümeye geçebilmektir. Bu yaklaşımın
temel dayanağı ise, mülkiyetin ve kazancın toplumsallaştırılması
ve piyasa sosyalizminin işçi öz yönetimine dayandırılmasıdır.
Mülkiyetin ve dolayısıyla kazancın toplumsallaşması,
tek başına bir anlam taşımaz. Sosyalizm üretim
araçlarının toplumsal mülkiyetine dayanan bir
sistemdir, ancak bu yalnızca sistemin bir yönünü
oluşturur. Üretim araçlarının toplumsal mülkiyetini
tamamlayan diğer olgular; toplumsal planlama,
bölüşüm ilişkilerinin "herkese çalışmasına
göre" ilkesine dayanması, meta ve ona özgü
kategorilerin yadsınması, üretici güçlerin sürekli
bir gelişmesinin sağlanması ve her şeyden önce
de bu karakterin proletarya demokrasisine koşut
yürütülmesiyle anlam kazanır. Bunlar, sosyalizmi
bir sistem olarak farklı kılan temel taşlardır
ve bir tekinin aksaması bile sistemin sağlıklılığını
sarsar.
Lenin'in kapitalizmin gelişme yatağı olarak nitelediği
meta üretimini ve ona özgü kategorileri sosyalizmle
uzlaştırma çabası; sürecin bu yönde evrilmesiyle,
diğer temel taşları ve bu arada mülkiyetin ve
kazancın toplumsal niteliğini de dönüşüme zorlar.
İşletmeler arası rekabet ve kâra yönelik üretim,
toplumsal tüketimin yerini bireysel tüketim yasasının
alması, işletmeler arası farklılaşmaya uygun bir
zemin doğurmuştur. İflaslar, işsizlik ve enflasyonun
başlaması, bu yönde yeterli verilerdir.
Başlangıçta işsizlerin istihdamı sorunu çözümlense
de, piyasanın genişlediği oranda, sorunun artık
çözümlenememesi ve emek gücü piyasasının mutlak
bir unsur haline gelmesi, kaçınılmazdır.
Bu noktada, grup mülkiyeti olgusu ağırlık kazanmış
olur. Yani üretim araçlarının özel mülkiyeti bireysel
düzeyde değil ama, yönetici ve çalışanlarıyla
grup düzeyinde gerçekleşmektedir. İşletme özerk
olduğundan, yani bağımsız girişim ve hatta gelişmesi
durumunda bağımsız iç ve dış ticaret hakkına sahip
olduğundan; karlı olduğu oranda, grup olarak kazancı,
başarısız işletmelerden yüksek olacaktır.
Hukuken, mülkiyet yine toplumsal görünecektir.
Ama durum asıl olarak, bağımsız girişimci işletmelerin
vergilendirilmesinden başka bir şey değildir.
Olayın hukuki ifadesi ile pratik işleyiş biçimi
arasındaki çelişki, sürecin kendi evriminin belirleyici
olması durumunda, hukuki prosedürün de değişimini
gerektirir. Bu aşamada, eddişelerimiz henüz uzak
bir olasılıktır. Ama Yugoslavya ve Macaristan
örnekleri, bu olasılığın ciddi bir olgu olduğunun
kanıtlarıdır.
Bu aşamada, en azından işletmeler düzeyinde gelir
farklılığı söz konusudur. Yani, zaten sosyalist
olmayan bölüşüm ilişkilerinin bu niteliği aşılmamış,
yeni ve daha geri bir nitelik kazanmıştır. Kırlarda
büyük arazilerin elli yıllığına kiralanması ve
sözleşmeli üretim gibi gelişmelere koşut süren
bu durum, Gorbaçov'un iddialarının tersine gelir
eşitsizliğini sona erdirmek bir yana, derinleştirmekten
öte bir sonuç doğuramaz.
Bir yanda yüksek bürokratlar, işletme yöneticileri,
karlı işletme ve sektörlerin çalışanları, kiracı
ve sözleşmeli çiftçiler ve öte yanda çalışanlar
vardır. Bu süreç ilerledikçe, kendisine uygun
kültür ve teorileşmeyi de yaratır. Eşitsizliğin
toplumsal gelişmenin dinamiği olduğu söylemi hakim
olur. İşte Macaristan Başbakanı Karely Groz'un
1987 yılında söyledikleri:
"Zenginlerle neden uğraşıyorlar? Çok açık:
Çünkü zenginler ötekilerden daha akıllı, daha
yetenekli ve daha usta"
Macaristan bu noktaya elbette bir anda gelmedi,
sosyalizm ile meta ekonomisinin uzlaşmaz olmadığını
varsayarak, gelişme adına sosyalizmin başlıca
ilkelerini birer birer törpüleyerek geldi.
Tıpkı diğer reel sosyalist ülkeler için olduğu
gibi...
Ama sosyalistler için reel sosyalizmle sosyalizmi
ayırdedecek temel ilkeler mevcuttur ve bizleri
reel sosyalizm pratiklerine karşı dinamik kılan
tarz, bu ilkelerde yatmaktadır.
Ve yine diyoruz ki: "Yaşasın Sosyalizm"...
|