Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Şıho SANER




1-
Sınıfsal ve ulusal mücadele, her geçen gün daha fazla ölçüde, kitle mücadelelerine önderlik edebilecek; ufku geniş, insiyatifli, sorgulama ve politika üretebilme dinamiklerine sahip, uzun soluklu ve direngen devrimci kadro ve militanları gereksiniyor.
Bu ihtiyacın yanıtı; birincisi, hareketin mevcut kadrolarının çok güçlü nitelik sıçramaları yapmaları; ikincisi, mevcut kadro birikiminin, kitle hareketlerinin en ileri unsurlarıyla buluşmasıyla verilebilir. Ancak, hemen her devrimcinin açık biçimde gözlemleyebildiği, tesbit ettiği, pek çok devrimci hareketin yayın organında vurgu yaptığı bir nokta vardır: Devrimci örgütlerin kadro birikimi nitel olarak zayıftır ve kitle hareketi içinden kazanılan kadro adayları da mevcut zayıflığın aşılmasını sağlayacak nitelik ve niceliğe sahip değildir.
Devrimci hareket, görece gelişen kitle hareketinin sağladığı olanakları, bu noktada gelişmenin, ilerlemenin güçlü bir kaldıracı haline getiremiyor. Kitle hareketleri ise, bu durumun doğal sonuçlarından biri olarak, devrimci hareketin güçlü müdahalelerinden, yol göstericiliğinden yoksun biçimde, kendi kulvarında akıyor, aşama kaydedemiyor.
Kuşkusuz ki devrimci hareket ile emekçi kitle arasında güçlü bağlar kurulamaması sorunu, sadece devrimci hareketin kitle hareketlerinden yeni ve dinamik bir kadro birikimi sağlayamaması , kitle hareketine nitelik ve nicelik olarak güçlü bir kadro birikimi ile yönelememesinden kaynaklanmıyor. Devrimci hareketin, kitle hareketini tanıyıp çözümleyememe ve öncü, alternatif politika ve örgütlenmelerle yönlendirememe gibi pek çok açmazı bulunuyor. Kısacası, derinleşen devrimci durumdan devrimci bir iktidar hereketinin yaratılamamasının, devrimci hareket bağlamında pek çok ideolojik, politik ve örgütsel, pratik nedenleri bulunuyor.
Bu yazının amacı, oldukça kapsamlı ve çok boyutlu olan bu sorunların tümünü birden irdelemek değil. Yazıya, yukarıdaki noktalardan giriş yapılmasının nedeni, devrimci hareketin ete kemiğe bürünmüş özünü ifade eden, kitle hareketi içinden gelen ve ona devrimci nitelik kazandırarak özne olan devrimci kadro birikimin nitel ve nicel zayıflığına vurgu yapmaktır. Yazının temel hedefi ise yukarıda oldukça kısa biçimde özetlenen sonuçların temel bir nedeni ve dış vurumu olan kadrolardaki nitel zayıflığın ilk elde ele alınması gereken kaynaklardan birine; kadroların beyinlerindeki kilitleri kırıp, düşüncede ve eylemde özgürleşememesi sorununun irdelenmesine giriş yapmaktır.
2-
Devrimci kadrolardaki zayıflığın ana nedenlerinden biri olan; beyinlerin kilidini kırıp, düşünce ve eylemde özgürleşememenin nedenleri nelerdir, sorusu ile başlamak gerekiyor.
Bu durumun öncelikle nesnel nedenleri var. Devrimci kadro ya da kadro adayı, devrimci harekete, deyim yerindeyse boş beyaz bir sayfa olarak gelmiyor. Mevcut egemen toplumsal ilişkiler sistemi tarafından belirlenmiş, biçimlendirilmiş, ancak devrimci dönüşümü isteyen bireydir saflara katılan...
Tüm hücrelerine değin sistem tarafından biçimlendirilmiş bir kişiliğin yaşamı kavrayış ve dönüştürmedeki yaklaşımı, doğal olarak sistemin ona daha doğuşundan itibaren kazandırdığı birikimle sınırlıdır. Sahip olduğu yaklaşım ve birikimin, yani bu kişiliğin özünü ise, belirlenmişlik ve en kötü biçimi ile konformizm oluşturur.
Bu belirlenmişlik öyle bir düzeye varmıştır ki; bir bütün olarak toplumun tüm kesimlerinin; ideolojik, politik, sosyal, kültürel vd. tercihleri, en ince detaylarına değin - ne yenileceğinden ne giyileceğine, hatta TV programlarında sıkça görüldüğü gibi neye gülüneceğine, neyin espri olarak kabul edilebileceğine kadar- düzen tarafından belirlenmiştir. Sistem, böylesi bir bilinç düzeyini sürekli üretir ve dayatır.
Toplumsal bilinç, devrimci hareketin çok sınırlı müdahalelerini dışta bırakırsak, esas olarak egemen sınıflarca belirlenir. Egemen sınıflar, düşünce üretimi olanaklarını, bilgi kaynaklarını kendilerinde merkezileştirirler. Düşünmenin, yaşamın her alanında atılacak her adımın ve dönüşümün ana ekseni ve sınırı, düzenin devamlılığıdır.
Bu amaç doğrultusunda, entellektüel üretimin her boyutunun, toplumsal yaşamdaki her gelişme ve tercihin, düzenin devamlılığını güvence altına alacak tarzda gelişmesi için faaliyet yürüten ve emekçilerin asla ulaşamayacakları bilgi kaynakları, maddi ve teknik olanaklarla sayısız kurum (bilim, kültür, politika kurumları vd.) sözkonusudur.
Emekçi kitlelere biçilen rol ise, egemen sınıfın belirlediği manevi dünya içinde, özsel farklılıklar taşımayan düşüncelerden, seçeneklerden birinin tarafı olmaktır. Emekçi, bunların üretilmesi, tartışılıp olgunlaştırılması süreçlerine katılamaz. Sadece egemen sınıfların farklı kesimlerince üretilen bilinç ve biçim düzeylerinin fazlaca sorgulamadan, tarafıdır.
Bu noktada emekçilere düşen, tüketmektir. Egemen sınıfların, emekçilere tüketilmek üzere gönül rahatlığıyla; olabildiğince yoğun ve en kolay sunduğu, hatta tüketilmesini dayattığı tek şey, kendi kurumlarının ürettiği ve düzenlerini meşrulaştıran düşünceler; politik, kültürel, sosyal tercihlerdir.
Bu öğrenme-bilinçlenme zemininde ortaya çıkan; ruhu iğdiş edilmiş kişiliklerdir. Evet, sistem emekçilerin ruhunu iğdiş eder. Ruhu, bilinci belirlenmiş ve iğdiş edilmiş emekçinin düşünce süzgeci yoktur. Sistemin önüne koyduğu seçeneklerden birinin tarafı olur, itirazı olsa da ehven-i şercidir veya fanatik olur.
Tarihi ve gelecek bilinci yoktur. Kendi öz deneyim ve birikimleri ve insanlığın tarihsel ve güncel birikimleri üzerine oturmuş bir düşünce sistemi ve kendi öz düşünceleri yoktur. Herhangi bir soruna ilişkin farklı düşünceleri, kendi deney ve birikimlerinin süzgecinden geçirip sentezleyerek, yeniden kalıba dökemez. Varsa eleştirilerini, katkılarını sunamaz. Ya fanatikçe savunduğu düşünceyle kabaca uygunluğuna bakarak; ya da yabancılaşmanın başka bir tezahürü olan ehven-i şerci yaklaşımla sorunları, olguları, farklı düşünceleri fazlaca sorgulamadan, edindiği günlük bilinç ekseninde kabul ya da redde yönelir.
Özcesi, emekçiye dayatılan ve onun düşün dünyasına egemen kılınan; kaba, derinliği olmayan, sığ düşünmedir. Düşünce tembelliğidir, tüketiciliktir. Maddi yaşamda nesnelerin kölesi haline getirilen emekçiler, manevi dünyalarının her alanında da egemen sınıfların tercihlerinin, belirlemelerinin, sunduklarının kölesi durumundadırlar.
Toplumsal çelişkilerin oldukça derin ve kapsamlı, sınıflar arası mücadelenin alabildiğine sert zeminlerde geliştiği bizim gibi ülkelerde, egemen sınıflar toplumun maddi ve manevi yaşamlarını belirlemede; sadece ellerindeki geniş maddi ve teknik olanaklarla, toplumun düşün dünyasını, sosyal yaşamını biçimlendiren eğitim, kültür, sanat, basın, politika vb. kurumlarla yetinmezler. Derin ve kapsamlı toplumsal çelişkilerin emekçileri düzen dışı çözüm arayışlarına yönelteceği bilindiğinden, açık zor kullanımı da sürekli devrededir. Ve zaten ezilip iğdiş edilmiş kişilikler, açık zor yoluyla iyice un ufak edilmeye çalışılır.
Kısacası günümüz insanı, kendi seçeneklerini oluşturma yetisine sahip olmayan; herşeyiyle düzen tarafından belirlenmiş, ruhu iğdiş edilmiş, kendi düşünce süzgeci olmayan, beynine kilit vurulmuş insandır.
3-
Öte yandan düzenin bütün bu çabaları, gelip onun çürümüşlüğüne, miyadını doldurmuşluğuna, ürettiği maddi ve manevi yabancılaşmanın yarattığı tatminsizliğe, memnuniyetsizliğe çarpıyor.
Sistemin yapısal özellliklerinden kaynaklanan kriz gelişip derinleştikçe ve emekçilerin maddi ve manevi tatminsizlikleri, yoksunlukları büyüdükçe, sistemin kontrol ve belirleme mekanizmaları çatlıyor. Geniş emekçi kesimleri, düzenin sunduğu, dayattığı seçeneklerin kendi talepleri ile örtüşmediğini, çok sınırlı ölçülerde de olsa, kendi yaşam tarzı içinde görüyor. Ve el yordamı ile arayış içine giriyorlar. Kişilikte, düşüncede, yaşamda nispeten daha az dumura uğrayan emekçiler ise öne fırlıyorlar. Devrimci düşünceye ve örgütlere yöneliyorlar, onların yapıcıları oluyorlar.
Bu, sınıflı toplumlar tarihinin, ezen ve ezilen sınıflar arasındaki ilişkinin-mücadelenin şaşmaz işleyişi ve kuralıdır.
Kapitalizm çağı ile birlikte, sınıflı toplumlar tarihinin de sonuna gelmiş bulunuyoruz. Kapitalizm, bir yandan sömürünün, yabancılaşma ve köleleşmenin en kapsamlı ve yoğun biçimi olarak tarih sahnesine çıkarken, öte yandan her türden sömürü, yabancılaşma ve köleleşme biçiminin kesin biçimde ortadan kaldırılmasının da nesnel zeminini ve olanaklarını yaratmıştır. Bu olanak; bilinçli, örgütlü ifadesini ise diyalektik materyalizmde, komünizm ülküsü ve komünist örgütlenmede bulmuştur.
Emekçilerin insanca yaşam ve özgürlük arayışları komünist ve devrimci harekette cisimleşmiştir. Ancak süreç düz bir hat izlemiyor. Komünist ve devrimci hareket, hedef ile an arasındaki bağlantıları, henüz gerçekleştiremiyor.
Emekçilerin bilinçte ve maddi yaşamda özgürleştirilmesi mücadelesi olan devrim ve komünizm mücadelesinin öncü gücü devrimci ve komünist hareketlerin, gerek kendi saflarının, gerekse de geniş emekçi kitlelerinin özgürleştirilmesinin önünü açmada ciddi sorunları vardır.
Düzenin yarattığı derin tatminsizliğe karşın farklı nedenler ve farklı bilinçlilik düzeyleri ile tavır geliştiren, arayış içine giren emekçiler, devrimci ve komünist ideallerde, arayışlarına şu ya da bu ölçüde karşılık bulacaklarını kavradıklarında, devrimci ve komünist örgütlerin saflarına katılıyorlar.
Ancak insanlar o güne değin sahip oldukları dinamiklerle, olumlu-olumsuz özelliklerle mücadeleye katılıyorlar ve bu özelliklerini mücadeleye taşıyorlar. Bu anlamda, devrimci mücadeleye katılım çok büyük bir çoğunlukla, düzen tarafından belirlenmiş kişiliklerle, kilit vurulmuş (kilit çatlamış olsa da) beyinlerle oluyor.
4-
Peki, bu duruşları ile devrimci harekete akan insanlar, bu duruşlarını aşarak güçlü bir özgürleşme düzeyine ulaşabiliyorlar mı?
Bu soruya, kimi çok kısmi başarılara karşı, ne yazık ki esas olarak hayır yanıtını vermek zorundayız. Devrimci teori ve politikanın öğrenilmesi ve örgütlü devrimci pratik içinde uygulanması, yani mücadele içinde değişme olarak formüle edilen devrimcileşme ve komünistleşme denklemi, bir türlü çözülemiyor, sonuçlarına ulaşamıyor. Devrimci saflara katılan insanların belirli bir siyasi eğitim ve pratik aşamasından geçmelerine karşın; güçlü, üretken bir devrimci yaşam yaratamadıkları; beyinlerindeki kilitleri kırarak insiyatifli, değişen ve değiştiren insan olmayı gerçekleştiremedikleri; devrimci teoriyi özümseme, teori ve pratik arasında doğru ve canlı bağlar kurma, bu nitelikleri emekçilere taşıma dinamiklerini kazanamadıkları görülüyor.
İçinde bulunulan devrimci yapının düşüncelerinin şu ya da bu ölçüde öğrenilmesine, bu doğrultuda pratiğin geliştirilmesine yönelik olarak çoğunlukla samimi bir istek ve çaba gösterilmesine karşın; düzenin, bilgi ile pratik arasında ilişki kuruşa ilişkin bireye kazandırdığı özellikler ve duruş, aşılamıyor.
Gerek devrimci yapıya katılış sürecinde, gerekse katılımın ardından, yapının düşüncelerini ve pratiğini, diyalektik materyalist yöntem temelinde kendi öz deneyimleri ile birlikte sorgulayarak özümseme, düşün dünyasını ve pratiğini yeniden kurma değil, olduğu gibi içerme yaşanıyor. Sorgulamak, kendi deney ve birikimini katarak fikir ve pratik üretip yaşamı ve mücadeleyi zenginleştirmek, katkı sunmak yerine, olduğu gibi kabullenme sözkonusu...
Bu durum, giderek yapının sınırlı sayıdaki kadrosunun düşünce ve proje ürettiği, geri kalanının ise tüketici olduğu bir tablo ortaya çıkarıyor. Kişiler, özellikle de önderler mitleşiyor. Bunun sonucu olarak, yapının düşünsel ve pratik zenginleşmesi sınırlı kalırken, kişi de düzen yaşamında olduğu gibi devrimci yapı içinde de tüketici konumunda kalıyor.
Sığ ve kaba bir kavrayış gelişiyor. Üretilen politika ve taktiklerin, geliştirilen pratiklerin yaşam içinde bugüne ve geleceğe dair ne anlam ifade ettiği, oldukça zayıf bir tarzda kavranıyor. Gelecek perspektifi yitiyor, günlük yaşam ve günlük bilinç, kadronun ve yapının yaşamına egemen hale geliyor. Sorgulama, katkıda bulunma yaklaşımı yitirildiği ölçüde, teori ve pratik karşısında, tartışmalarda, farklı düşüncelerin ele alınışında; ya ehven-i şerci yaklaşım ya da fanatizm gelişiyor.
Ortaya çıkan, devrimci yapıya katılış sürecinde belirli bir coşku ve dinamizm taşıyan, ancak giderek devrimci teori ve yaşama yabancılaşan, tüketici, ufuksuz, düzenin düşünme ve davranış kalıplarını devrimci yapı içinde yeniden üreten, beynindeki kilitler kırılmamış, günlük yaşayan ve düşünen, gelecek perspektifini yitirmiş kadro tipidir.
Bu kadro tipinin komünistleşip özgürleştiğinden söz edilemez. İncelikle işlenmiş, derinlikli ve zeka pırıltıları taşıyan, özenli bir örgütsel ve pratik çalışmanın üreticisi olamaz. Kitlelere özgürlük rüzgarı taşıyamaz. Olsa olsa sadece kitlelerin düzene karşı ilk tepkilerini daha derli toplu, "örgütlü" hale getirir. Ancak çoğu durumda, bunu da kalıcılaştıramaz. Sağlam bir devrimci kişiliğe sahip olmadığı için, ağır koşullarda ya kaçar, ya da bütün pratiği yadsıdığı, var olanı da savunmadığı olur. Yapı ile bağları kesildiğinde ise pasif bekleme konumuna geçip çürüme sürecine girer ya da dağıtıcı bir işlev görür.
Bu kadro tipi, devrimci ısrar, kararlılık ve cesaret taşımaz. Kendine güveni zayıftır. Kendindeki dinamikleri, gücü görmez. Sadece bu da değil... Bu kadro tipinin teorik-pratik düşüncelerindeki ve pratiğindeki sığlık ve kabalık, yapı içi değerlendirme süreçlerinde de ortaya çıkar. Düşüncelerin değil kendi küçük çıkarlarına, çarpıtılmış bilincine yanıt veren, silik ve dökülen kişiliğini meşrulaştıran kişilerin peşinde koşmaya eğilimlidir.
Öte yandan, kendisinde potansiyel olarak mevcut olan ve kazanabileceği dinamikleri de görmez, buna inanmaz. Bu nedenledir ki yaşamında, kendini aşma ve yenilemede çoğunlukla sınır koyar, bunları aşamayacağını düşünür. "Ben ancak şu kadarını yaparım" cümlesi, adeta düsturudur. Neden daha fazlası değil, sorusunu sormaya korkar. Çünkü kendine güvenmez, gelecek ufku yoktur. Kendini aşma, yaşamın ve kavganın öznesi olma perspektifi yoktur.
Böylesi bir kadro zemini üzerine kurulu bir yapıda, önderlik ile yapının gövdesi arasındaki karşılıklı düşünsel ve pratik akışkanlık, zayıflar ve giderek sona erer. Akış merkezden yapının gövdesine doğru tek yönlü işler.
Ve böyle olduğu noktada, önderliğin kendisine yönelik eleştirilerden, çeşitli sorunlara yönelik farklı düşüncelerden, yapının tümünün sunacağı deney ve birikimlerden beslenme olanakları azalıyor, ortadan kalkıyor. Ortaya, az sayıda unsurdan oluşan bir önderlik ve beyinlerinin kilidi açılmamış, yaşamı, teoriyi ve örgütün politika ve pratiklerini kavrayışı sığ bir kadro yığını kalıyor. Eldeki az sayıda üretken kardonun kaybı sözkonusu olduğunda ise, yapı bunların yerini dolduramıyor, güdükleşiyor ve kendini tekrar etmeye, üretememeye başlıyor.
Devrimci hareketin bu gelişme (daha doğrusu gelişememe) seyri, yaşanılan pek çok tarihsel ve konjonktürel yenilgilerin ve tıkanmaların belirleyici faktörleri arasındadır. Yazının başında güncel bir olgu olduğu için vurgu yapılan; milli krizin derinleşmesine, geniş emekçi kitlelerde düzene karşı memnuniyetsizliğin ve arayışların artmasına karşın, devrimci hareketin kitleler içinde ancak sınırlı (Kürt ve Alevi yolsulları ve öğrenci gençliğin sınırlı bir bölümünde) bir etki yaratması durumu, beyinlerindeki kilitleri kırılmış bir kadro birikiminin yaratılamamış oluşunun sonuçlarından yanlızca biridir.
Bunun yanısıra, devrimci hareketin aşırı parçalanmışlığında, oldukça suni nedenlerle yaşanan kopuşlarda, ayrışmalarda da bu zayıf ve geri kadro yapısının ciddi bir rolü bulunuyor. Bu kadro tipi, ayrışma ve birlik süreçlerinde, süreci ideolojik-teorik ve politik zeminlerde ele alamaz, sorgulayamaz. Kendi konumu, kişisel ilişkileri üzerinden değerlendirme yapar, kişilerin peşinden gider ya da ehven-i şerci yaklaşır. Tercihlerini böylesi bir zayıflık zemininde yapar. Yapı ve idealler, kolayca zayıflıklara kurban edilir.
Böylesi bir kadro zemininin vardığı noktanın en çarpıcı sonuçları ise, çöküşü yaşayan 'sosyalist' ülkelerde ortaya çıkmıştır. Bu ülkelerde yaşanan çözülmenin hem nedenlerinden, hem sonuçlarından biri olan kadro tipinin milyonlarcası, karşı-devrimin açık biçimde saldırıya geçtiği süreçlerde ya sessiz kalarak ya da bu saldırılara aktif biçimde katılarak, karşı-devrimin birer parçası haline gelmişlerdir.
Bu kadro tipinin devrimci hareketin yenilgi ve tıkanma süreçlerinde oynadığı role ilişkin, soruna kafa yoran her devrimci, daha pek çok örnek bulabilir.
5-
Biraz daha geniş bir açıdan baktığımızda, sorunun, günümüzün en temel ve acil ihtiyacı ve görevi olan özgürlük ve devrimci iktidar perspektifini ve pratiğini emekçilere taşıyan, emekçileri bu eksende örgütleyen ve savaştıran devrimci önderliğin yaratılması sorununun özünü oluşturan temel bileşenlerden biri olduğunu görürüz. Çünkü devrimci önderlik, herşeyden önce, düşüncede ve yaşam pratiğinde özgürleşmiş devrimci kadroların ve militanların kollektif birliğidir.
Bu bağlamda, üzerinde durulması gereken asıl nokta, bu geri kadro tipinin nasıl aşılacağı, yenilenmenin hangi dinamikler yaratılarak ve nasıl sağlanacağı sorunudur.
Devrimci hareketin öznesi olan kadro, sahip olduğu düzen kişiliği ile, ulaşmayı hedeflediği özgür devrimci kişiliğe ulaşma çabaları arasında ve içine girdiği devrimci örgüt ortamı ile düzen yaşamı arasında, kendi iç yaşam dünyası ve günlük pratiğinde yürüttüğü büyük bir savaşımın ürünüdür. Düzen tarafından kuşatılmışlık koşullarında gerçekleşen bu savaşımda, kişinin sahip olduğu dinamikler, istek ve çaba, başarı için özel bir önem taşır, temel belirleyicilerden biridir. Ancak bu asla tek başına yetmez. Kesin ve tam bir başarı için, devrimci örgütün bu savaşım-dönüşüm sürecine, kölelik halkalarına nereden ve nasıl vurulacağını saptayarak, iradi ve planlı müdahalelerle katılması gerekir.
Kölelik zincirinin kırılması gereken ilk halkası, beyinlerdeki kilitlerdir.
Düzen tarafından belirlenmiş kişilik ve düşünme tarzı, düzenin dayattığı ve belirlediği yaşam tarzının meşruluğu inancı kırılmadan, atomlarına değin tuz-buz edilmeden özgürleşmek mümkün değildir. Ancak olguları, süreçleri, fikirleri, edindiği bilgi birikimini, kendi öz yaşam deneyimlerinin ve birikimlerinin süzgecinden geçirip değerlendiren, sonuçlar çıkaran, bu temelde düşünce ve eylem üretme süreçlerine katılan bir bireyin ve topluluğun, beyinlerindeki kilitleri kırdığından söz edilebilir.
Kısacası beyinlerdeki kilitlerin kırılması, anlamını; kişinin M-L'nin teorik-politik ve pratik birikimini, toplumsal yaşamı, özelde ise kendi yaşamını devrimci tarzda sorgulaması ve değiştirmesi pratiği ile içiçe özümsemesinde ve kişinin hem bu süreçte, hem de yaşamının daha önceki süreçlerinde edindiği kendi öz deneyim ve birikimleri zemininde kişiliğini ve yaşamını yeniden kurması ve kendi mantık süzgecini oluşturmasında bulur.
Bu, beyinlerdeki kilitlerin kırılması, belirlenmiş, tüketici, sığ kişiliğin ve kölelik ruhunun aşılması, düşüncede ve eylemde özgürleşmenin kapılarının sonuna dek açılması demektir.
6-
Bu nasıl olacaktır?
Bu sorunun yanıtı olarak, ilk akla gelen, genellikle, teorinin öğrenilmesi ve pratiğe uygulanması, yani teori ile pratiğin birbirine uygun biçimde geliştiği bir mücadele sürecinin, devrimcileşen bireyin beynindeki kilitleri kıracağı, bu süreçle birlikte komünist bir kişiliğin kazanılacağı biçimindedir. Halbuki sorun bu denli basit değildir. Devrimci teori artı pratik, eşittir özgür birey denklemi, devrimcileşme sürecini açıklamada eksik kalır. Özgürleşme, böylesi basit bir matematik işlem gibi ele alınamaz.
Bir işe girişen, yeni bir sürece giren her insanın, o işe ya da sürece ilişkin teorik bilgiler edinmesi ve buna uygun davranması, o işin yürütülmesi için doğal bir zorunluluktur. En basitinden bir makinayı kullanacak işçiye, işveren öncelikle o makinanan işlevlerini, temel teknik özelliklerini, bakımının nasıl yapılacağını, işyerinin kurallarını vb öğretir. İşçi, bunlara uygun davrandığı ölçüde işler yürür ve gerekli randıman elde edilir. İşveren nezdinde böyle bir işçi, iyi ve verimli bir işçidir. Ancak gerçeklik tam tersidir. İşçi işe başladığı andan itibaren o makinanın bir parçası haline gelmiştir. Ürettiği ürünlerden, değerlerden kopar, sonuçlarını bilemez. İş süreci, elde ettiği ücret dışında, ona hiçbirşey kazandırmaz. Üretimin geliştirilmesi üzerine kafa yormaz vb...
Teori ve pratiğin birliği, bu tarzda gerçekleşir. Bu bağlamda, teori ile pratiğin birliği sorunu, sadece devrimci hareketlerin sorunu değildir. Kapitalist iş örgütlenmesi ve onun belirlediği birey de bunu hedefler. Ancak teori ile pratiğin arasında sağlanan her uyum otomatik olarak özgürleşmeyi getirmez. Yukarıdaki işçi örneği, bu gerçekliğin somut ifadesidir.
Devrimci hareketlerin teori ile pratiğin birliği yaklaşımları da, esas olarak yukarıdaki mekanik yaklaşımdan çok farklı değildir. Bu nedenledir ki çevremizde az-çok okuyan, örgütün verdiği görevleri yerine getiren, 'teori ile pratiğin birliğini sağlamış', ancak yaratıcı, üretken, insiyatifli, sorgulayıcı, beynindeki kilitleri kırmış olmaktan uzak, zor günlerde sıvışmanın yollarını arayan ya da bekleme tavrı içine giren, kendine güvensiz çok sayıda 'kadro' görürüz.
Bu durumun nedeni olan teori ile pratik arasındaki işbirliğinin mekanik kavranışında, verilen bilgiyi öğrenme ve 'yukarıdan' istenen biçimde uygulama vardır. Bu sürekli tekrarlanır. Kişi, bilgi ve deneyim deposuna dönüşür, o kadar. Sovyet toplumu dünyanın en çok okuyan, ML'i okullarda ders olarak gören ve belirli bir dönem belli bir başarı ile uygulayan bir toplumdu. Ancak öğrenme ve uygulama, devrimci ve kollektif dinamiklerini yitirip yukarıdaki mekanik tarzda gerçekleşmeye başlayınca; yabancılaşma, çözülme-çöküş kaçınılmaz son haline geldi.
Ülkemizde devrimci kadrolar ve devrim taraftarları her ne kadar yeterince okumasalar da ortalamanın üstünde okuyorlar, toplumsal yaşamın ve doğanın bilgisini ediniyorlar. Aynı ölçüde inandıkları bu düşünceleri (zayıf, çürümüş, hasbelkader mücadeleye katılmış olanlar vb bir yana) pratiğe uyguluyorlar. Ancak ortaya ne güçlü, üretken ve iç dönüşümünü devrim lehine gerçekleştirmiş ne de emekçileri devrimci idealler etrafında toplayabilen bir kadro tipi çıkıyor.
7-
Bu noktada, devrimcileşen bireyin devrimci teoriyi öğrenme ve özümseme sürecinin nasıl olması, teori ile pratik arasındaki bağın nasıl kurulması gerektiği, kurulan bağın ve ortaya çıkan pratiğin sonuçlarının özgürleştirici dinamiklere nasıl dönüştürüleceği sorunlarına geliyoruz.
Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor; ML yöntemin ve teorik birikimin en özlü biçimde ve sistematik bir tarzda öğrenilmesi ve yapının programı ve mücadele anlayışı doğrultusunda pratiğe geçirilmesi, kişinin yaşamını bu temelde kurması, kuşkusuz ki her devrimcinin ve devrimcileşen bireyin görevidir. Ancak edinilen teorik birikimi özümseyerek kavrama, yaşam klavuzu haline getirme ve giderek düşüncede ve pratikte derinliği yakalama, üretken, insiyatifli konuma gelme zorunludur. Kısacası, beyindeki kilitleri kırarak özgürleşmek için; teorinin öğrenilmesi ve pratiğe uygulanmasının ve teori-pratik sarmalının büyümesinin her aşamasında, sorgulamayı ve katkıyı sağlayacak tarzda katılımı ve böylece daha ileri bir teorik ve pratik düzeye sıçramayı esas alan bir devrimci yaşam gerekir.
Somutlayacak olursak; özgürleşen, düşünce ve pratikte tüketici olmayan, dışarıdan gelen düşüncelerle belirlenmeyen, sorgulayan, kollektif iradeye, sahip olduğu deneyim ve birikimi ile katkı sunan bir kadro tipi yaratmak için:
+ Saflara katılan her yoldaşın siyasal eğitimi, ML'nin özü olan diyalektik materyalist yöntemin, öz yaşam deneyimleri ile içiçe geçtiği ve toplumsal yaşamın her alanını sorgulamayı, kavramayı ve değiştirmeyi esas alan programlar temelinde biçimlenmelidir.
+ Tüm temel teorik ve politik tesbitlerin oluşum süreçlerine, yoldaşların eleştiri, öneri, pratik deneyim aktarımı vb çeşitli biçimlerdeki katılımları, bir hak ve görevdir. Hiç kimse bu nitelikteki çalışmaların-tesbitlerin pasif kabullenicisi ya da reddedicisi olamaz. "Evet-Hayır", "Doğru-Yanlış" düzleminde kalan bir katılım ise, geliştirici, zenginleştirici, gerçek ve özgür bir katılım değildir. Yapının önüne koyduğu teorik ve pratik görevlerin çözümlenmesine, her yoldaşın kendi birikim ve deneyimleri temelinde ya çözümlemeler sunarak ya da önerilmiş politikaların hangi noktalarını ya da tümünü hangi gerekçelerle kabul ya da reddettiğini açık biçimde koyması gerekir. Gerekçesiz, kendi birikimini katmadan kabul ya da red tavrı, kabul edilemez tavırlardır.
+ Her yoldaşın, içinde bulunduğu birimin uygulayacağı güncel ve dönemsel politikaların, pratiklerin üretilmesi sürecine de yukarıdaki tarzda katılımı esastır.
+ Eğitim gruplarının çalışmaları; okuma, anlaşılmayan noktaların tartışılması ve kabullenme düzleminden çıkarılarak, devrimci teorik ve pratik deneyimlerin yaşamla canlı bağlarının kurulması ve yukarıda belirtilen tarzda sorgulanarak içselleştirilmesi eksenine oturmalıdır.
+ Özgürleşme sürecinin kişinin yaşamının her alanındaki devrimci dönüşümü kapsadığı, salt düşünsel ve siyasal mücadele alanını içermediği açıktır. Bu bağlamda, düzenle savaşımın kilit halkalarından biri de, kişinin kendisindeki düzen kişiliği ile ve yaşam tarzı ile mücadelesidir.
Bu noktada, her yoldaşın günlük yaşamını, davranışlarını, sosyal ilişkilerini, devrimci bir zemine oturtmak hedefi ile sürekli biçimde sorgulaması, özeleştirel bir yaklaşım içinde olması bir zorunluluktur. Yaşamımızı devrimcileştirmeyi başarabildiğimiz, bunun için yaşamımızı en ince detaylarına değin sorgulamayı ve özeleştiri zemininde yeniden kurmayı başarabildiğimiz ölçüde özgürleşmemiz, emekçiler nezdinde inandırıcı olabilmemiz, onlara özgürlük ve devrim dinamiklerini taşıyabilmemiz mümkün olacaktır.
Direnişçi özellikler göstermeyenin, başkalarına "direnin, savaşın"; okumayanın "okuyun"; ailesine, eşine, sosyal çevresine eşitlikçi ve saygılı yaklaşmayanın "özgür bir dünya yaratacağız" vb demesi, inandırıcı değildir. Bu nedenledir ki; sorgulama, özeleştiri ve bu temelde de yaşamı yeniden devrimci tarzda örme, özgürleşme sürecinin olmazsa olmazıdır.
Tabii ki buna bir de her yoldaşın bir diğerinin toplumsal pratiğini sürekli ve detaylı bir biçimde, periyodik olarak eleştiriye tabi tutmasını, olumlu ve olumsuz yönlerini ortaya koyarak önünü açmasını eklemek gerekir. Devrimci yapıda, bu süreçlerin örgüt yaşamında somutlaşmasının araç ve kuralları yaratılmalıdır. Mevcut ilke ve kurallar titizlikle uygulanmalıdır.
Her yoldaş bireysel raporlarını, her birim ve organ ise kendi raporlarını; sadece pratik faaliyet raporu olmaktan çıkararak, ülkedeki ve dünyadaki gelişmeleri, teorik ve politik sorunlarda örgütün izlediği güncel ve dönemsel politikaları ve pratikleri, organın (kişisel rapolarda kişinin kendisinin ve içinde bulunduğu hücre ve organın) sorunlarını ve daha ileri noktalara sıçramak için atılması gereken adımları vb. noktalara ilişkin çözümlemeleri ve önerileri kapsayan bir içeriğe kavuşturmalıdır. Kısacası raporlar, kendini derli toplu ve bütünlüklü bir biçimde ifade etmenin aracı haline gelmelidir.
Bütün bu noktalarda başlangıçta görülebilecek zayıflıklardan ötürü geri adım atılmasına, kesinlikle izin verilmemelidir. Çünkü mükemmelliyetçi yaklaşımlar ve alt ilişkilerin kendilerini zayıf ve yetersiz ifade etmelerinden ötürü onların düşüncelerine değer vermeyen, küçümseyen sözde yönetici kadrolarda düzen kişiliklerinin aşılamaması, beyinlerdeki kilitlerin kırılamamasında önemli faktörlerdir.
Yukarıda belirtilen noktalar, düşüncede ve eylemde özgürleşmiş devrimci kadroların yaratılmasının ön koşuludur. Bu işleyiş tarzı, devrimci bir örgüt için sürekli kongreleşmenin yaşanması demektir.
Bu tarzda gerçekleştirilen bir örgüt yaşamında kadro ve kadro adayları, düşüncede ve eylemde derinleşmeyi ve özümsemeyi sağlayacakları gibi, ortaya konulan düşünce ve eylemlerin her yoldaşın olumlu-olumsuz eleştirileri temelinde zenginleştirilmesi ve daha ileri bir düzlemde üretilmesi olanakları da oluşacaktır. Her yoldaşın kendini, diğer yoldaşlarını ve örgütü derinliğine tanıması ve dönüşümüne katkı sunması mümkün olacaktır. Böylesi bir işleyişin ve sürecin sürekliliğinin sağlanması, düzenin belirlenmiş kişiliğinin, düşünme, davranış ve ilişki kalıplarının paramparça edilmesi demektir.
Bu işleyiş tarzı, sadece kadroların değil, tüm örgütün dönüşmesini, yaşam içindeki rolünün teorik ve pratik duruşunun sıçrama yapmasını beraberinde getirecektir. Örgütte düşünsel ve pratik canlılığı, zenginleşmeyi, kollektif düşünme ve üretmeyi somut bir gerçeklik ve giderek de bir yaşam kültürü haline getirecektir. Tek tek her bir kadro ve kadro adayının irade ve pratiği de, örgütün kollektif iradesi ile daha güçlü bir biçimde birleşecektir. Her yoldaşın kollektif irade ve pratikte kendisini bulması, örgütsel işleyiş ve disiplinin gerektirdiği kuralların taşıdığı özgürleştirici dinamikleri görmesi ve örgütün ve özgürlük mücadelesinin öznesi olması, mümkün hale gelecektir.
Bu işleyiş ve ilişki tarzı, sadece devrimci örgütün ve kadroların kendi iç ilişkilerinde ve işleyişlerinde değil, bulunulan her kitle örgüt ve insiyatifinde de bunların özgül koşullarına uyarlanarak yaşama geçirilmelidir. Özgürleşme rüzgarının örgütten kitleye akacağı kanallardan biri de budir.
Düşüncelerimizi, politikalarımızı emekçi kitlelerin kayıtsız şartsız kabullenmesini beklemek yerine; onlara dayatmadan tartıştırmak, savlarımızı onların birikim ve deneyemlerinin sınavına sokmak, ifade ettikleri düşüncelerin geri yanlarına vurarak, ileri yanları ile politikalarımızı, pratiğimizi, önerilerimizi zenginleştirmek, yani emekçilere politika götürmek ile onlardan öğrenmeyi birleştirmeyi başarmak gerekir.
Bulunduğumuz her kitle platformunda, mutlaka mümkün olduğunca çok sayıda katılımcının düşüncesini açmasını sağlamak, belli bir formu, örgütsel düzeyi ve biçimi olan her platformda (dernek, kulüp, sendika vb) her üyenin temel sorunlara ilişkin düşüncelerini ifade etmesini, önerileri ile katkıda bulunmasını bir görev olarak belirlemek gerekir. Böyle şekillenen bir kitle hareketi ya da örgütü, kitlesi tarafından yürekten sahiplenilir, süreklilik kazanır, yenilse bile derin ve kalıcı izler ve birikimler bırakır.
Kısacası, beyinlerdeki kilitleri kırma mücadelesi, sadece devrimci örgütte başlayıp yaşanabilecek bir süreç olarak ele alınamaz. Bu mücadeleyi yaşamın her alanında,her nitelik ve biçimdeki emekçi hareketi ve örgütünde de yürütmek zorunludur.
Genelde ülkemizdeki devrimci hareketlerin kadro normlarına ilişkin anlayışları, esas olarak ML klasiklerde ortaya konulan normların basitçe tekrarını içerir. Bu normları ülkemiz insanının ve ülkemizdeki mücadelenin özgül niteliklerini de dikkate alarak açma ve zenginleştirme perspektifi genel olarak yoktur. Kadro normlarına ilişkin yaklaşım bu iken, kadrolaşma sürecinin izleyeceği rotaya, yani belirlenen normlara denk düşen kadro tipinin nasıl ve hangi süreçler içinde yaratılacağına ilişkin belirlemeler ise, sığdır. Esas olarak yukarıda ortaya koyduğumuz teoriyi öğrenme artı mücadele içinde uygulama, eşittir özgür insan-devrimci kadro biçimindeki mekanik yaklaşım temelinde biçimlenmiştir. Kadrolaşma sürecinde izlenmesi gereken yola ilişkin bu mekanik yaklaşım, ML klasiklerdeki belirlemelerin tekrarı niteliğinde olan kadro normlarına denk düşen bir kadro tipinin yaratılmasını dahi engellemiştir.
Beynindeki kilitleri kırmış, özgürleşmiş bir devrimci tipi yaratılmasına ilişkin yapılan bu belirlemeleri, ödünsüz uygulayarak, kadrolaşma sürecinde önemli sıçramalar yaratarak, başarıyı yakalayacağız. Bu kesindir...
Düzenin düşünce ve davranış kalıplarını kırmış, özgürleşen, her koşul altında kendi ayakları üzerinde durabilen, kendini devrimin ve hareketin öznesi olarak gören devrimci militanlar ve kollektif katılım süreçleri içinde üretilmiş teori ve politikalara sahip, özgücüne ve eylemine güvenen, devrimci halk iktidarı ve sosyalizm perspektifi ile yürüyen öncü devrimci sosyalist hareket, böylesi bir üretkenliğin sonucunda çok ciddi sıçramalar yapacaktır.
Anlayışlarımız, Marksizmin-Leninizmin pınarından suyunu almış, coğrafyamızın özelliklerinde biçimlenmiş ve militan devrimciliğin ilkeleriyle güçlenmiştir.
Onları gerçek anlamda uygulamak ve yaşamın içinde yükseltmek, Türkiye devriminin ateşinin harlanmasıyla özdeştir.

 
 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92