Geçtiğimiz süreçte yükselen kamu emekçilerinin
mücadelesiyle ilgili olarak Eğitim-Sen 2 No'lu
Şube
Başkanı ve KESK GYK üyesi Alaadin Dinçer'le
yapılan
röportajı sunuyoruz.
Barikat: Kamu emekçilerinin mücadele
sürecini özetleyerek başlayalım isterseniz.
Bu mücadele sürecinde Türk Kamu-Sen'in yeri
nedir?
Alaadin Dinçer: 1990'h yılların başında
özellikle 89 sonunda kamu emekçileri Anayasa'da
açıkça yasaklanmamış olmasından hareketle, yani
kamu emekçilerine sendikal örgütlenmenin yasaklanmamış
olmasından hareketle ilk sendikalarını kurdular.
Ve Türkiye'de 12 Eylül sürecinden sonra, kamu
sendikacılığı alanında ilk defa böyle bir faaliyet
başlatılmış oldu. O dönem eğitim işkolunda ilk
sendikalar kuruldu. Daha sonra diğer işkollarında
sendikalar birer birer oluşmaya başladı. Ve
haklar ve özgürlükler yasaklardan önce gelir
şiarı, hak verilmez alınır mantığıyla, aynı
zamanda bu şiara bağlı olarak fiili meşru mücadele
temelinde örgütlendi insanlar sendikalarda.
Tabii bu arada devlette boş durmadı. Bütün bu
örgütlenmelerimize yönelik yoğun saldırılar
yaşadık. Gerek hukuksal, gerek iradi, gerek
siyasal anlamda baskılarla karşı karşıya kaldık.
Sendikalarımızı mühürlediler. Ama biz fiilen
mühürleri kırdık. Çeşitli davalar açtılar. Bu
davaları hukuksal kazanımlarla, fiili mücadelemizle
bertaraf ettik. Bütün bu mücadele süreci onlarca
kez Ankara'ya düzenlenen yürüyüşler ve bir yığın
sevk eylemleriyle, mitinglerle gelişti. Bütün
bu ' mücadele hattını yok eden, ortadan kaldıran
o zamanki güçler, doğurdan bu alanda kendi planladıkları,
alanımızda örgütlemeye başladılar. Türk Kamu-Sen
tam da böyle kurulmuş, oluşturulmuş bir sendikadır.
Bu sendikayı oluşturan insanlar ilk planda özellikle
bizim o mücadele sürecimizde bizlere ceza veren,
idari soruşturmalar açan, bizi sürgünlere gönderen
idareci ve yönetici konumundaki bürokratlardan
oluşuyordu. Hala da öyle Böylece işkolumuzda
kontra dede ğimiz devlet güdümlü, icazetli bir
sendika oluşturuldu ve piyasaya sürüldü. Emekçilerin
mücadele hattında bir de böyle bir sendikaya
karşı mücadele süreci başlamış oldu.
Barikat: Yıllardır tartışılan birkonu
var; sınıf sendikacılığı mı, kitle sendikacılığı
mı? KESK'in bu noktaya bakış açısı nedir ve
bu bakış açısını ne kadar somutlaştırabilmiştir?
A.D: Biz sendikalarımızı kurarken öz
itibariyle amaçlar ve ilkeler bağlamında gerçekten
demokratik bir yapılanma oluşturmaya çalıştık.
Olabildiğince geniş, kapsayıcı, her kesimi içinde
barındıran kamu alanında hizmet üreten bütün
çalışanları içselleştiren örgütlenmeyi hedefleyen
bir oluşum olarak çıktık. Biz burada öz itibariyle
aslında mücadelenin hattının sınıfsal olduğunu
ama örgütlenme alanının kitlesel alan olduğunu
hep söyledik. Bu anlamda sınıf ve kitle sendikacılığı
ilkesini şiar edindik. Sendikalarımıza ve daha
sonra oluşturduğumuz konfederasyonumuza da bu
ilkeyi yerleştirdik.
Bu şunun için böyle; emeğin özgürleşebilmesi
ya da emekçilerin haklarına tam kavuşabilmesi
özgür demokratik bir yönetim oluşturabilmeleri
ancak kendi iktidarlarını, kendi sınıf iktidarlarını
kurmalarıyla olanaklıdır. Bu olayın sınıf boyutunu
oluşturdu. Ama bu işkolu içerisindeki ırk, din,
dil, cinsiyet farklılığı gözetmeksizin bütün
çalışanları kapsaması da bu olayın kit-lesellik
boyutunu ortaya koydu. Bu anlamda KESK, kamu
emekçileri alanında, örgütlü sınıfa ait bütün
çalışanların örgütü olmayı hedefliyor. Bu amaçla
kuruldu ve temel ilkesi de bu ilke olacaktır.
Bunu söylerken şöyle bir işlevi de var bu sürecin
diye düşünüyoruz. Mücadele örgütlenme ve eğitim
sürecinden geçirilerek örgütlediği her bir bireyin
özellikle sınıf bilinciyle donanmış olarak,
yetişmesi, yani nicelikten nite-likleşen bir
sınıf insanı, bireyi olma noktasında olabildiğince
yol katetmeye çalışıyoruz. Bu noktadaki kadrolarımızı
genişletmeye, yeni insanlar katarak yelpazeyi
kadro anlamında geniş tutmaya çalışıyoruz. Tabii
kamu emekçilerinin mücadelesi yeni bir mücadele
hattı, yeni bir soluk olduğu için biraz sıkıntı
geçiriyor, biraz zorlu geçiyor bu mücadele.
Kendi iç tartışmalarımızda da bu böyle. Ama
süreç içerisinde bu kitleselle-şen ve kitleselleşmekle
birlikte sınıfsal mücadele içerisinde yerini
alacak olan emekçilerin katılımıyla ve onların
bilinçlerinin gelişimleriyle bu sürecin önümüzdeki
yıllarda gerçekten ayakları yere basan, tabanın
karar sahibi olacağı sınıfsal bir örgüte dönüşeceği
açıktır. Ama bunun gelişebilmesi için özellikle
çalışanların ya da örgütlenen kesimlerin geniş
bir eğitim sürecinden geçirilmesi gerekiyor
diye düşünüyorum.
Barikat: Özellikle Eğıtim-Sen ve SES
gibi sendikaların toplumsal mücadelede daha
etkili, daha etken olmaya çalıştıklarını görüyoruz.
KESK'in genel yapısının toplumsal mücadeyle
bağ kurmak anlamında bakışı ne? KESK ve toplumsal
mücadele birbirlerini nasıl etkiliyorlar?
A.D: Tabii kamu emekçileri sendikalarının
geçmişi var. Yani geçmiş deneyimleri, birikimleri
üzerine oluşturulmuş bu sendikalar. 12 Eylül
öncesi bu örgütlenmeler içerisinde yer alan
bir çok insan geçmiş süreçlerde çeşitli dernekler
içerisinde örgütlenmiş, siyasal anlamda, ideoloik
anlamda, özellikle önderlikler ve aktivistler
noktasında donanımlı insanlardan oluşuyor. Bir
bakıma bu insanlar şu ya da bu şekilde o süreci
çok hızlı yaşayan kişiler. Bunların verdiği
birikim ve özellikle geçmiş örgütlenmeler üzerinden
oluşturulan bu yapılanmalar içerisinde en güçlü
olanı hiç kuşkusuz eğitim işkolundaki geçmiş
TÖB-DER ve TÖS-DER geleneğine dayanan Eğitim-Sen'dir.
Eğitim ve sağlık doğrudan toplumun en geniş
en yoğun kesimleriyle yakından ilişki içerisinde
olan ve öz itibariyle devletin sosyal hukuk
devleti denen tanımına giren yapılardır. Aslında
doğrudan vatandaşa hizmeti ücretsiz götürmesi
gereken, dolayısıyla toplumla en çok yüzyüze
gelen kesimler olması bakımından, kamu sendikacılığının
temel omurgasını oluşturuyor kuşkusuz bu iki
işkolu ve yerel yönetimler de var tabii. Ama
eğitim işkolunda özellikle Türkiye'de toplumla
içice geçmiş olması bakımından, öğrenci veli
ilişkileri açısından ve doğrudan eğitim sürecinin
etkileriyle, yani topluma bilinç taşıma, bilinç
götürme, toplumun eğitilmesi, değiştirilip dönüştürülmesi
anlamında bir görev, bir yükümlülük [istenildiğinden
daha bir içice geçme sözkonusu. Bu anlamda toplum
üzerinde gerçekten etkisi olan bir sendikayız.
Her ne kadar eğitimin toplumda artık değer kaybettiği,
özellikle giderek eğitim emekçilerinin saygınlığının
gittiği söyleniyorsa da, Eğitim-Sen'in eğitim
işkolunda bir etkinliğinin olduğunu söyleyebiliriz.
Ülkenin içerisinden geçmekte olduğu toplumsal,
sosyal, siyasal koşullar, bütün toplumsal kesimleri
derinden etkiliyor. Özellikle ülkemizde sürüp
giden savaş boyutu toplumu derinden etkiliyor.
Yine toplumun enflasyon canavarı karşısındaki
sorunları, bizleri ve toplumun bütün emeğiyle
geçinen kesimlerini derinden etkiliyor. KESK
sadece olaya sendikal boyutta bakmayan öz itibariyle
bu ülkenin demokratikleştiril-mesinden yana
tavrıyla sorunların çözümünde taraf olarak demokrasi
güçleriyle birlikte omuz omuza bu sorunları
çözmede özellikle bir omurga görevi yürütüyor.
Bu anlamda toplumun demokratik talepleri, insan
hakları talepleri, barışçıl talepleri noktasında
KESK'de bu temel argümanlar ışığında toplumun
muhalif dediğimiz, sistemden sorunları olan
ve bu sistemden gerçekten canı yanan herkesle
birlikte olma, onlarla o-muz omuza, yan yana
olma gibi bir görev üstlendi. Böyle bir görev
de ülkenin koşulları tarihsel olarak KESK'i
yükümlü kıldı. Bu anlamda KESK belki de boyundan
büyük işler yapmak zorunda kaldı, kalacak gibi
geliyor bana.
Barikat: Toplumsal mücadele yükseldikçe
kamu emekçilerinin de mücadelesi yükselecektir
diyebilir miyiz?
A.D: Aslında böyle olması gerekir. Ama
ne acıdır ki, bizim ülkemizde tam tersi bir
süreç işliyor. Toplumsal muhalefetin sorunlarına
bu kadar yabancılaş-mış, ekonomik sosyal olumsuzluklara
bu kadar sessiz kalabilen, onaylayabilen herhalde
bir halka sahip olmak anlamında ender ülkelerden
biriyiz. Ve özellikle KESK'in ortaya koyduğu
mücadele programlarıyla toplumsal hareketlenmenin,
toplumsal yoğunlaşmanın ya da toplumsal öne
çıkışların daha geliştirdiği 8-9 yıllık mücadele
sürecinde gözleyebiliriz. 17-18 Haziran eylemi,
Kızılay'da iki gün kalınan eylem gerçekten toplumsal
muhalefetin belki de en sönük noktada olduğu
dönemdi. Ama KESK'in öncülüğünde 150 bin insan
ve muhalif güç Kızılay'a yığıldı ve demokratik
tepkisini dile getirdi. Takvimleri incelediğimizde
örneğin 11 Aralık 1997 buna eşdeğer bir olaydır.
Bir bakıma KESK'in önünü açtığı bu mücadele
hattı aslında muhalif kesimlere de oksijen sağlamaktadır.
Bir bakıma onların da nefes almasını, yaşam
alanlarını genişletmesini sağlamıştır diye düşünüyorum.
Barikat: Özellikle Kürt illerindeki Kamu
emekçileri sendikalarına çok yoğun bir saldırı
var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
A.D: Ülkemizde bir savaş yaşanıyor. Bu
savaş gerçekten bütün emekçilerini, bütün yoksul
halk kesimlerini, bütün ezilen, sömürülen insanları
hatta onun da ötesinde bütün toplum kesimlerini
derinden etkiliyor ve savaşın faturası bir bakıma
bu insanlara yükleniyor. Bugün bu savaş enflasyonun
%100'e dayanmasının sebeplerinden birisidir
diye düşünüyorum. Bu anlamda biz bu savaşın
gerçekten barışçıl bir temelde sonuçlandırılması
ve barışın emekçilerin lehine bir durum olduğunu,
ülkenin demokratikleştirilmesi önünde bir engel
olduğunu düşünüyorum. Bu noktada bizim bölgedeki
insanlarımızın, örgütlenmesinin önünde savaşın
yarattığı koşullardan kaynaklı olarak daha yoğun
bir saldırı sözkonusudur. Birçok arkadaşımız
OHAL'e dönmemek üzere sürülmüştür. Böyle ayrı
yaptırımlar uygulanmaktadır. Dolayısıyla orada
mücadele daha zor koşullarda yürümekte ama oradaki
insanlar da sınıf bilinciyle, yaptıkları işin
doğruluğuna inanmışlıkla-rıyla bu mücadeleyi
götürmeye çalışıyorlar. Sendikalarını açık tutmaya
çalışyorlar, En son Urfa Valiliği çok keyfi
bir tutumla SES ve Eğitim-Sen şubelerini kapatmıştı.
Bunu gibi o bölgedeki birçok yöneticilerimize
çeşitli baskılar uygulanmaktadır. İnsanlar bütün
bu baskılara rağmen bundan sonra da bu mücadeleyi
götürmeye kararlıdır. Biz de bu mücadelenin
ortak olduğunu düşünüyoruz. Onların yürüttüğü
mücadelenin aynı zamanda bizim mücadelemiz olduğunun
bilincindeyiz. Olabildiğince katkı sunmaya,
destek vermeye çalışıyoruz. Ama bu noktada çok
başarılı olduğumuz söylenemez.
Barikat: Geçtiğimiz günlerde Eğitim-Sen'in
örgütlediği Demokratik Eğitim Kurultayı (DEK)
süreci yaşandı. DEK neyi hedefliyordu, hedeflerine
ne ölçüde ulaşabildi?
A.D: Kuşkusuz bu çok önemli bir çalışmaydı.
Türkiye'de muhalif örgütlenmeler açısından oluşturulan
eğitim alanına yönelik önemli bir faaliyetti.
Bundan önce TÖB-DER buna benzer kurultaylar
düzenledi. Bu kurultaylar aslında ülkenin muhalif
kesimlerinin eğitime bakış açılarının bu ülkenin
eğitim politikalarının nasıl olması gerekliğine
ilişkin projelerin, planların ve çalışmaların
ortaya konması bakımından anlamlıydı. Ama DEK
medyanın, özellikle burjuva medyasının çok ilgisini
çekmediğini, çekemediğini düşünüyoruz. Kuşkusuz
bizim 16 konu başlığında yüzlerce akademisyen,
yüzlerce eğitimci, uzman ve bilim çevresiyle
oluşturduğumuz çalışmaların kamuoyuna yansıyama-ması,
yansıtılmamış olmasının altında, doğrudan medyanın
yanlı tutumunun olduğunu düşünüyorum. Türkiye'de
120-130 bin insanı örgütlemiş bir sendika alternatif
bir kurultay düzenliyor ve bu eğitim kurultayı
medyada Sevda'nın silikonları, Hülya'nın Zehra'sı
kadar yer almıyor. Çok acı bir olay bu. Bu aslında
bu ülkeyi yönetenlerin, ülkede egemen olan anlayışın,eğitime
ne kadar önem verdiğinin de, toplumun bir bütün
olarak eğitilmesine ne kadar önem verdiğinin
de bir simgesi olması bakımından anlamlı. Böyle
büyük bir organizasyona, böylesine genişletilmiş
bir çalışmaya ülkenin eğitimden sorumlu bakanı
nezaketen dahi olarak oraya katılmamış olması
bu ülkenin bir açmazı diye düşünüyorum. Kuşkusuz
DEK bir kitap haline getirilecek ve biz bu kitabı
bütün işyerlerine edindireceğiz. Bütün kurumlara,
kuruluşlara da. Çok önemli konu başlıkları içeriyor.
Bu çok geniş bir konu. Ayrıca bunun başlıklarını
burada açmak, ayrıntılandırmak istemiyorum ama
gerek öğretmen yetiştirmek, gerek eğitimin yapılanması,
planlanması, dil eğitimi ve diğer eğitimin finansmanı
gibi konu başlıklarında özetle çok önemli sonuçlar
var. Kuşkusuz aynı zamanda bu çalışma muhalif
güçlerin eğitim adına birşeyler söyleme çabası
içerisinde olan kesimlere de önemli ipuçları
verecektir, kaynakça olacaktır.
Barikat: İsterseniz son döneme geçelim.
Çıkarılmak istenen yasa taslağını nasıl değerlendiryorsunuz?
Neler getiriyor, neler götürüyor?
A.D: Yıllardır sürüp giden bu mücadelede
zaman zaman ivmesi yükselen zaman zaman da durağanla-şan
kesintili dönemler yaşandı. Ama bütün bu mücadele
sürecinde temel talebimiz grevli-toplusözleşmeli,
hak ve özgürlükleri genişleten bir sendika yasası
temelinde yükseldi. Bütünü bunu üzerine kurguladık,
bunun üzerine oluşturduk organlarımızı. Bu mücadele
sürecinde aslında kazanımlarımız yok gibi görünüyorsa
da uluslararası sözleşmelerin Anayasa'ya 53.
maddeye kenarından köşesinden kırıntılı olarak
da olsa girmiş olmasıda önemlidir. Ardından
352 sayılı devlet memurları kanununun 22. maddesine
bu hakkın yazılmış olması, bizim vermiş olduğumuz
mücadelenin bir ürünü, bir sonucudur. Sonuç
itibariyle kamu emekçileri mücadelesi ile kendi
varlığını dost düşman herkese kabul ettirdi.
Bu bile kamu emekçileri açısından, sınıfın mücadelesi
açısından olumlu bir adım. Tabii bunu boğmak
istiyor devlet. Bu amaçla Anasol-D hükümeti
gelişen mücadelenin önünü kesmek, engellemek
ve bunu bir zapturapt altına almak, sözüm ona
kendilerince ehlileştirmek adı altında böyle
bir yasa hazırladılar. Örgütlenme özgürlüğüne,
işyeri çalışma ortamına getirilen engellerle
faaliyetlerin engellenmesi yasanın en önemli
yanlarıdır. Bununla birlikte grev ve toplu sözleşme
hakkını yok sayması, yaklaşık 420 bin çalışanın
örgütlenme dışında tutulması ve hepsinden önemlisi
bir diğer konu başlığı bir basın açıklaması
yapmanın bile suç sayılması ve sendikaların
yargı kararı olmaksızın kapatılmasını mülki
amirlerin keyfi tutumlarına bırakılması da zaten
bu yasanın sahte sendika yasası olduğunun bir
göstergesi. Mücadelemizi özellikle bu yasanın
meclisten geri çekilmesi noktasına yoğunlaştırıyoruz.
4 Mart'ta bu ülkenin emekçilerinin mücadele
tarihine anlamlı, onurlu gerçekten direngen
bir gün olarak yazılacak olan Kızılay'ı yaşadık.
Bunun üzerinden gelişen kamu emekçilerinin tepkisi
bütün kamuoyunun vicdanında yeniden yer etti.
KESK gerçekten bu alanın tek örgütü olduğunu
bir kez daha ortaya koydu. Politik bir üstünlük
sağladı bu eylemlerin ardından. Tüm bunlara
rağmen şu anda yasa mecliste görüşülmeye devam
ediyor. Aynı zamanda bir dayatma diye nitelendirdiğimiz
bu yasa bir takım güçlerin önümüze getirip koyduğu
bir yasa. Yasanın geri çektirilmesi, temel taleplerimiz
etrafında yeni bir yasa oluşturulması etrafında
mücadele sürecek. KESK periyodik olarak MYK'sında
toplantılar halinde. Yasaya kadar eylemlerimiz
sürüyor. Günlerce iş-bırakmalarla, hizmet üretimini
durdurmalarla eylemler yaptık geçtiğimiz günlerde.
Önümüzdeki günlerde bu ivme artarak, yükselerek
devam edecek. Bütün bunlara rağmen kuşkusuz
görünen o ki karşımızdakiler oldukça kararlı
bu yasayı çıkarmada. Belli ki Anasol-D hükümetiyle
Türk Kamu-Sen anlaşmışlar, bu yasa Türk Kamu-Sen'e
göre şekillendirilmek isteniyor. Bu oyun bozulacak,
bu oyunu bozacağız. Bizim mücadelemiz geliştireceğimiz
yeni teknikler, yeni eylemler var. Çok önemli
bir gelişme daha yaşıyoruz, önümüzdeki günlerde
işyerlerinde irade beyanına başvuruyoruz, referanduma
gideceğiz. Ve aynı zamanda önümüzdeki günlerde
sınıfın birlikte ortak davranışını geliştirmek
noktasında gelişmeler başlatıyoruz. DKÖ'lere
ve bütün siyasi partileri yeniden ve bu noktada
bize desket olmaları anlamında ziyaretleri geliştiriyoruz.
Sonuç itibariyle sonuna kadar deyim yerindeyse
kanımızın son damlasına kadar bu yasaya karşı
direnişimizi sürdüreceğiz.
Barikat: Eylemlilik sürecinde KESK MYK'sına
yönelik eleştiriler var. Örneğin Ankara'da kalınması
gerektiği, işbırakmaların sağlıklı olmadığı,
adının net konmadığı gibi. KESK'in dönme kararını
şubelerden bağımsız olarak aldığı yönünde eleştiriler
var. Bütün bu eleştirilere ilşikin ne söyleyebilirsiniz?
A.D: İşin doğrusunu isterseniz böyle
olağanüstü koşullara karşı yaşanan böyle bir
mücadele kuşkusuz bir takım handikapları, bir
takım zaafları, bir takım sıkıntıları yaşıyor,
yaşayabilir. KESK içerisinde çok farklı siyasal
dünya görüşüne sahip yapıları barındıran bir
örgüt. Bu anlamda herkes aynı noktada aynı düşünce
birlikteliği üzerinde olmayabilir. Ama herkesin
hemfikir olduğu bir nokta var ki o da KESK'in
birlik beraberliği noktasıdır. KESK'in birlik
ve bütünlüğünün zarar görmemesi noktasındaki
bir tutumdur. Kuşkusuz her kesimin beklentileri
farklı olabilir. Kimi dostlarımız, bu işin süresiz
hizmet üretimini durdurmakla yani grev yapmakla
elde edilebilecek bir kazanım olduğunu söylerken,
kimi arkadaşlarımız özellikle bu dönemde iş
bırkamaların işyerlerinde yaşama geçirileme-diğini,
giderek sürecin uzamasıyla hizmet verdiğimiz
halk kesimleriyle karşı karşıya geldiği noktaya
dönüştüğünü söylemektedir. Bu anlamda alan faaliyetlerinin,
alanda sokağı kullanmanın özellikle sokakta
cepheyi genişletmenin daha anlamlı olduğunu
söylemektedir. Ama bütün bunlar işin araçlar
bölümü. Araçlara çok fazla takılır karılsak
hedefte sapmalar olur diye düşünüyorum. Sonuç
itibariyle gelişen mücadele süreci, gelişen
bu takvim, gelişen araçları yaratarak kullanmıştır.
Ankara'da da bir takım sıkıntılar yaşanmıştır.
A-ma KESK MYK'sı birinci günün sonunda akşam
toplanmasıyla oybirliğiyle aldığı karar doğrudur
diye düşünüyorum. Özellikle "Her Yer Kızılay,
Her Yer Ankara" şiarı bundan sonraki mücadele
hattımızın temel şiarı olmalı, olacaktır. Bu
anlamda, bu nokta önemli diye düşünüyorum. Onun
için bu tartışmaların asılnda bugün için dondurulması
gerekiyor. Özellikle bunu yoğunlaştırılmaması,
insanların karşı karşıya getirilmemesi gerekiyor.
Çünkü düşman belli, karşıda hedef belli. O halde
karşıda düşmana olabildiğince zarar verdirme,
olabildiğince emekçilerin lehine olacak sonuçlar
alabilme noktasında herkesin birlikte omuz omuza
olmaya ihtiyacı var. Ama bu tartışmalar da kuşkusuz
yaşanıyor, yaşanacak. Öyle kamuoyuna yansıdığı
gibi KESK'in delinmesi, parçalanması ya da özünü
kaybettiği anlamını çıkarmamak lazım. Bizim
mücadelemiz doğru bir hatta devam ediyor.
Barikat: Sendikalar seçim sürecine girdiler.
Bu seçim sürecinin eylemler üzerine etkileri
olacak mı?
A.D: Ben bir GYK üyesi olarak, GYK toplantıları
süreci içerisinde, geçici de olsa seçim takviminin
uzatılması, geriye atılmasını ifade etmiştim.
Örgütün bir tekrar içine dönüp işyerlerine dek
uzanacak olan bir takım tartışmalar, gereksiz
kutuplaşmalar, gereksiz cepheleşmeler yaşamaması
açısından bu seçim takviminin uzatılmasını önermiştim.
Fakat bu onay görmedi. Bütün bunlara rağmen
seçimler sürüyor. Tüm Sos-yal-Sen, Tüm Bel-Sen
ve diğer sendikalarımız seçimlerini yapıyorlar.
Biz seçimlerimizi de, demokratik sürecimizi
de işleteceğiz. Önümüzdeki günlerde bu mücadele
takvimimizi de yaşama geçireceğiz. Bu anlamda
seçimlerimizin mücadele sürecimizi engelleyen
bir durum yaratmaması için özellikle elimizden
gelen bütün çabayı göstereceğiz Böyle bir kararlılığımız
var. Yani örgütün bu geçtiğimiz süreçten en
az zarar, en az zaaf ve en az kayıpla çıkarılması
için her kesimin üzerine düşen bütün görev ve
sorumlulukları yerine getirmesi gerektiğine
inanıyorum. Biz bu bilinçle, bu kararlılıkla
önümüzdeki seçimleri atlatacağız.
Barikat: KESK'in ve bağlı sendikaların
üyelerinin eğitimine yönelik çalışmaları ne
durumda? Bu konuda hedeflerine ulaşabildi mi?
A.D: Doğrusunu isterseniz bu süre içinde
bunu başarabildiğimiz söylenemez. Gerçi her
ne kadar çıkardığımız broşür, dergi ve yayınlarla
ya da düzenlediğimiz konferans, sempozyum, panellerle
bunu geliştirmeye çalıştıksa bile, bu düzenli,
sistematik, periyodik, işleyen bir uygulama
haline dönüşmedi. Yani organize olamadık diyebiliriz.
Daha çok zaman zaman güncel-leşen ya da kamuoyu
gündemine oturan bir takım konulara yönelik
eğitim faaliyetleri biçiminde gelişti. A-ma
bunun düzenli, sistematik, periyodik bir eğitim
sistemi içerisine oturtulması gerekiyor. Yani
sadece siz insanları bugünkü mevcut halleriyle
sürekli, uzun erimli bir mücadeleye tabi tutmazsanız,
mücadeleye katamazsınız. Bu anlamda sınıf bilinciyle
bir eğitimden geçirilmeleri gerekiyor. Daha
doğrusu davranış değişimine uğratılması noktasında
bir eğitime gereksinim vardır. Çünkü burjuvazi
her tür aracıyla insanları apolitikleştirme,
depolitize etme kampanyası yürütüyor. Bundan
kurtarabilmek için böyle bir geniş eğitim faaliyetine
ihtiyaç var.
Barikat: Bugün sendikaların en önemli
sorunlarından biri de bürokratizm. Bunu engelleyebilmek
için neler yapılmalı? Üyelerin yönetime katılmaları
nasıl sağlanabilir?
A.D: Sendikal mücadelenin önündeki en
önemli engellerden birisi ya da sendikal mücadeleyi
geri noktalara götürebilecek sınıf mücadelesinden
uzaklaştıracak tutumlardan birisi sendika ağalığı
diye tanımlanan ya da sendika bürokratlaşması
diye nitelendirilen uygulamalar. Bunun ortadan
kaldırılabilmesi için bizim tüzüklerimizde yer
alan ve temel ilkemiz olan, karar süreçlerine
örgütlenen bütün kesimlerin yani çalışanların
tümünün doğrudan katılımını, doğrudan demokrasiyi
işletmeleri, örgütiçi demokrasiyi işletmeleri,
katılımı sağlamalarının bunu ortadan kaldıracağını
düşünüyorum. Yani "Söz, Yetki, Karar Çalışanlarda"
temel ilkesi gerçekten yaşamımızın ve mücadelemizin
olmazsa olmaz ilkesi haline dönüştüğünde bu
kamplaşmanın ve kastlaşmanın önüne geçilebileceğini
düşünüyorum. Bununla birlikte özellikle yönetim
kademeleri düzeyinde giderek daha demokratik
bir takım kurumsal yapılanmaların oluşturulması
-geri çağırmaya da belirli yıllarla görev yapma
yönetim gibi uygulamaların özellikle bizim bundan
sonraki sürecimizin parçaları haline dönüşmesi
gerekiyor. Yoksa sürgit, özellikle önümüzdeki
dönem ve günlerde ya da yıllarda bir takım kazanımların
elde edilmesiyle birlikte aynı yöneticiler ya
da aynı insanlarla bu işleri yürütmek bir takım
bürokratlaşmanın ya da kastlaşmanın önünü açabilir
diye kaygı duyuyorum. Bu alanda etik olarak
bu tip ahlaki bir takım ilkeler konabilirse
tüzüklerimize ve kendi iç işleyişimize, kendi
iç hukukumuza bunun önüne geçebiliriz.
Barikat: Son olarak söylemek istediğiniz
neler var?
A.D: Önümüzdeki günlerde mücadele daha
bir keskinleşerek, daha bir netleşerek sürecek.
Bu anlamda buradan sizin aracılığınızla şöyle
bir mesaj vermek işitiyorum: Sınıf mücadelesinde
birlikte olmamızı hep belki de düşlediğimiz
ya da düşündüğümüz kesimlerin özellikle bizi
yanlız bırakmamaları, gerçekten bizim taleplerimizi
öne çıkaran desteklerle bizim aramızda olmaları,
bizim disiplinimize, bizim hukukumuza kendi
disiplin ve hukuklarını denkleştirerek omuz
vermeleri gerekiyor. Sonuç itibariyle bu mücadelede
kazanan emekçi sınıflar olacak. Kazanan emek
olacak, emeğin örgütlenmeleri olacak. Bu anlamda
bakmak, bu anlamda değerlendirmek gerek. Bu
noktada yaklaşımlar göstererek tüm muhalif kesimlerin
emekten yana, sınıf tavrı, sınıftan yana tavır
gösterenler tüm kesimlerin etkinliklerimize
destek vermelerini bekliyoruz.
Barikat: Teşekkür ederiz.