Sosyalist Barikat Bütün
YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda |
|
|
|
|
Latin
Amerika'da Tupac Amaro'nun Hayaleti Dolaşıyor
Mert YILDIRIM
|
18 Aralık 1996'da tüm dünyayı sarsan bir haber duyuldu.
Sarsıntı yaratan bir gerilla eylemiydi. Yer Peru'nun
Lima kenti, hedef Japon Büyükelçiliğiydi.... Eylemi
gerçekleştirenin adı Latin Amerika'nın yabancı olmadığı,
dünyada ise sınırlı tanınan Tupac Amaro Devrimci
Hareketi (MRTA) idi.
MRTA adını 1780'li İspanyol sömürgeciliğine karşı
başlatılan isyanda önderlik eden Tupac Amaro'dan
alıyor. Bu isyan 6 ay sürdü. İspanyol sömürgeciliği
isyanı bastırmak için binlerce yerliyi kana boğdu.
İsyanın önderi Tupac Amaro ise yerlilere ibret olsun
diye günlerce işkence de kaldı. Arkadaşlarını ele
vermesini istiyorlardı. Oysa isyan büyük ölçüde
bastırılmıştı. Asıl amaç Tupac Amaro'yu davasına
ihanet ettirmek böylece yerli halk içindeki moral-manevi
etkisini kırmaktı. Ama bu amacına ulaşamadılar.
Tupac Amaro tek bir şeyi söylüyordu: "tanıdığım
ve bildiğim iki kişi var. Biri siz işkence yapanlar,
diğeri de ben. Başka kimseyi tanımıyorum" diyordu.
Bu kararlı-net tavır İspanyol sömürgeciliğini daha
da rahatsız ediyordu. Halk zaten Tupac Amaro'yu
efsaneleştirmişti, bu kararlı tavır bunu daha da
pekiştirecekti, sonuçta öldürülmesi bir şeyi değiştirmeyecekti.
Nasıl olsa onun ruhu ölümsüzdü. O hep And dağlarında
yaşayacak, güneşin çocuklarına yol gösterecekti.
Bu gerçeklik İspanyol sömürgeciliğini çileden çıkarıyordu.
Bunun üzerine Tupac Amaro'nun bedenini parçalamaya
karar verdiler. Böylece ruhu parçalanarak efsane
yıkılacaktı. Karısı ve çocuklarının gözleri önünde
önce dili kesildi, ardından derisi yüzüldü, sonra
kollarından ve ayaklarından dört ata bağlayarak
parçaladılar. Parçalanan bedenin her parçasını ayrı
bir bölgeye asılı tutarak yerlilere gözdağı vermeye,
dahası kafalarında yarattıkları efsaneyi yıkmaya
çalıştılar. Ama nafile! İsyan alevi hepten kızıllaştı
ve Tupac Amaro yerli halkın gözünde günümüze kadar
hep yaşayan bir kahraman oldu.
Daha sonra ki yıllarda Emiliano ZAPATA, Sandino,
Jose MARTİ, Ferabundo MARTİ gibi halk önderleri
çıktı. Her biri ayrı bir bölgede çıkmalarına rağmen
adlarıyla, davalarıyla bütün Latin Amerika halklarına
maloldular. Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri
tarafından öldürüldüklerinde halk inanmıyordu. Onların
moral ve manevi etkisi ezilen Latin Amerika halkları
üzerinde günümüze kadar yaşaya geldi.
Tupac Amaro 1782'de katledilmişti. Ama adıyla, yarattığı
gelenekle hep yaşadı. And dağların çocukları için
hep önder, hep sembol olarak kaldı. 1968'lerde başta
Uruguay'da olmak üzere, Latin Amerika'da ve dünyada
"söz böler, eylem birleştirir" sloganıyla
fırtınalar yaratan Tupamaro örgütü adını Tupac Amaro'dan
alıyordu. 1983'de kurulan, 18 Aralık 1996'da Peru'da
Japon Büyükelçiliği baskınıyla dünyada sesini duyuran
MRTA, adını Tupac Amaro'dan alıyor.
MRTA'nın Büyükelçilik baskını ve rehine eylemi 126
gün sürdü. Bu zaman zarfında adeta bir sinir savaşı
verildi. Bütün emperyalist devletler Fujimori'nin
yardımına koştu. Daha ilk günden operasyon hazırlıklarına
başlandı. Bunun için ABD'li ve İsrailli uzmanlarca
özel komando birlikleri eğitildi. Almanya, Fujimori'ye
operasyon için yardıma hazır olduklarını ve özel
bir birlik gönderilebileceğini dünya kamuoyu önünde
açıkladı. İngilizler ise daha erken davrandılar.
20 Aralık 1996'da özel askeri birliğini Lima'ya
gönderdi. Kısacası emperyalizm ve Peru oligarşisi
büyük bir dayanışma içerisinde idi.
Çünkü eylemin yeri, zamanlaması, tekniği ve estetiğiyle
sarsılan sadece Peru oligarşisi değildi, Herşeyden
önemlisi eylemin ezilen halklar nezdinde yarattığı
ilham ve prestij emperyalizmi ciddi bir biçimde
rahatsız etmişti. Bu nedenle Emperyalizm ve Peru
oligarşisi MRTA gerillalarının halkta yarattığı
sempatiyi kırmak için medyayı arkasına alarak yoğun
bir karalama kampanyasına girişti. Ama ellerinde
kullanılabilecekleri hiçbir malzeme yoktu. Fujimori'nin
"gerillaların bir cani olduğunu" sık sık
tekrarlanması havada kalıyordu. Serbest bırakılan
rehineler ise aksini iddia ediyor, gerillaların
"gayet nazik ve eğitim görmüş" kişiler
olarak hakettikleri övgüyü yapıyorlardı. Peru'lu
diplomatlardan J. Carlos Mariatgui gerillaların
"tam bir demokrasi uyguladıklarını ve hiç bir
ırk, cins, milliyet, rütbe ve meslek ayrımını gözetmeksizin
kurdukları iş komiteleriyle yemek, bulaşık ve genel
temizlik gibi yapılması zorunlu ev işlerinin yerine
getirilmesini sağladıklarını" söylüyordu. En
sicilli işkencecilere bile kötü davranılmadı. Her
davranışları, her söylemleri amaçlarıyla bire bir
örtüşüyordu. MRTA gerillaları bu davranışlarıyla
yediden yetmişyediye herkesin saygısını, sevgisini
kazandı. Peki ya karşısındakiler? Gerillaların cesetleri
üzerinde çığlık atanlar?.. Fujimori başta olmak
üzere katil sürülerinin gerçek yüzünü bütün dünya
gördü. Aradaki bu nitel farkı başta Peru halkı olmak
üzere, Latin Amerika ve bütün dünya insanlığı gördü.
Büyükelçilik baskının akabinde önce çocuklar ve
kadınlar bırakıldı. Ardından yaşlılar ve rahatsız
olanlar bırakıldı. Bu tavır ve yukarda belirttiğimiz
devrimci tutum ve davranışlar kaçınılmaz olarak
insanları etkiledi. Nitekim serbest bırakılan rehineler
tek tek gerillaların ellerini sıkıyordu. Ve kimileri
daha da ileri giderek "iyi şanslar" diliyordu.
Öncesi, eylemin yapılışı, zamanlaması, hedefi, tekniği
ve etik boyutuyla daha başında zafer kazanılmıştı.
Eylemin komutanı yiğit devrimci önder; Peru polisinin
bile, "boyun eğmez bir kişi" olarak tanımladığı
Nestor CERPO, işçi sınıfı mücadelesinde çelikleşmiş,
Peru şartlarının zorunlu evrimi olarak, silahlı
propaganda temelinde politik mücadeleye atılmış,
emekçi halk içinde ve yoldaşları arasında saygınlığı
olan ve Büyükelçilik eylemi sürecindeki yüksek nitelikli
davranışlarıyla, kararlılığıyla ve ölümüyle efsaneleşti.
Onun ve 13 yoldaşının devrimci ruhu şimdi And dağlarında
dolaşıyor.
MRTA marksist formasyona sahip bir örgütlülük olarak
bir kaç grubun biraraya gelmesiyle 1983'te kuruldu.
Che GUEVERA'yı kendisine referans aldıklarını söyleyen
MRTA, 1984'ten beri kırda ve şehirde silahlı propaganda
temelinde politik mücadele yürütmektedir. 1990'da
40 yoldaşıyla tünel kazarak sıcak savaşa katılan
MRTA'nın önderlerinden Victor POLAY, 1992'de tekrar
tutsak düşünce, hareket ciddi güç kaybına uğradı.
Bu nedenle kısa bir süre ricat uygulandı. Ama bu
zaman zarfında da faaliyetlerini aksatmadı. 1993'ten
itibaren eylemlerini sıklaştıran MRTA, şehirde ve
kırda etkinliğini arttırdı. Birçok askeri garnizona
eylem düzenledi. Zaman zaman şehir baskınları gerçekleştirdi.
Şehir baskınlarında gereksiz şiddetten suretle kaçındı.
8 Ekim 1987 tarihinde Che'nin ölüm yıldönümü nedeniyle,
birkaç hafta içinde ona yakın küçük şehiri basarak
bir süre ellerinde tuttu. Ve zorunlu olmadıkça silah
kullanmadı. Teşhir ağırlıklı ajitasyon ve propagandaya
ağırlık verdi.
Öte yandan, Victor POLAY, Genzalo ve birçok MRTA'lı
ve PKP'li kadro ve savaşçının tutsak düşmesiyle,
Fujimori'nin "sivil darbesiyle" emekçi
halk üzerindeki baskılar arttı. Neo liberal ekonomik
modelle sömürü derinleşti, yoksulluk, işsizlik had
safaya ulaştı. Fujimori en küçük demokratik, ekonomik
hak talebine işkenceyle, katliamla karşılık verdi.
Kitlelerin içinde bulunduğu demoralizasyon, pasifikasyon
derinleşti. Lima'daki Büyükelçilik eylemi işte bu
koşullarda gerçekleşiyordu. Somut olarak iki talep
vardı: Birincisi, 400 MRTA'lı tutsağın serbest bırakılması.
İkincisi neo-liberal politikaların geri alınması
ve emekçi kitleler üzerindeki baskıların durdurulması
biçimindeydi. Eylem 126 gün sürdü.
Emperyalizm ve onun medyası tarafından insan(lığ)a
şırınga ettiği yoz kültür ve çürümüşlüğün bütün
hızıyla sürdüğü, her şeyin alınıp satıldığı, değersizliğin
en büyük değer sayıldığı konjonktürde tam 126 gün...
Erdemliliğin, davaya bağlılığın, devrimci ütopyanın
en şahane örneği yaşandı. Devrimci romantizm kitaplarda
tasvir edilmedi, bizzat yaşandı- yaşatılarak gösterildi.
Her günü, her saati, her saniyesi ölüm kokusunun
yayıldığı ve bütün tahriklere, provakasyonlara rağmen,
soğukkanlılık, cesaret ve her anı güzellik dolu
olan 126 gün...
Peru neo-liberal sömürü nedeniyle Latin Amerika'da
yabancı sermayenin cenneti olarak lanse edilmişti.
Ve neo-liberal politikada Peru model olarak gösteriliyordu.
Ama MRTA'nın Japon Büyükelçilik baskınıyla bu imaj
ciddi ölçülde sarsılmaya başladı. Ülke kaynaklarının
başta Japon emperyalizmi olmak üzere uluslararası
sermayeye nasıl peşkeş çekildiği ve yoksulluğun,
açlığın, katliamların nereden kaynaklı olduğunu
somut olarak ortaya çıktı. Elbette, bu eylemi gerçekleştirenler,
ülkedeki siyasi ve sosyal tabloyu bir nebzede olsa
yığınlara gösterebileceklerini inandırıyorlardı
-ki önemli oranda başarılı oldular- ama bu eylemle
her şeyin biteceğini düşünmediler, iddia etmediler.
Gerillalar Büyükelçilik eyleminin her gününü büyük
bir yaratıcılıkla değerlendirerek emekçi kitlelere
mesaj verdiler. Taleplerini tekrar tekrar açıkladılar
Peru'nun içinde bulunduğu yoksulluğun, açlığın nedenlerini
ortaya koydular. Bunu kimi zaman basın açıklamasıyla,
kimi zaman bildiriyle, kimi zaman Büyükelçilik binasına
pankart asarak gerçekleştirdiler. Bir örnektir;
4 Şubat 1979 yılında bir tekstil fabrikasından yapılan
grevde, polis saldırısı gerçekleşiyor, ardından
6 işçi ölüyor, onlarcası yaralanıyor. Bu direniş
sırasında Nestor CERPO'da vardı. Bu olay CERPO tarafından
havaya altı kurşun sıkılarak anıldı.
Kısacası eylem estetik ve etik değeri oldukça yüksek
bir eylem oldu. Bunun politik sonuçları belki kısa
sürede ortaya çıkmayacaktır. Ama rüzgar Peru topraklarına
ekilmiştir, fırtına mutlaka bu rüzgar üstünde kopacaktır.
Geçmişte bu tür eylemleri "bireysel kahramanlık",
"goşizm" olarak adlandıranlar ortaya çıkan
gelişmeleri görünce suspus oldular. Kızıldere direnişi
karşısındaki tavırları bu değil miydi? Geçmişte
"goşist", "bireysel kahramanlık"
diyenler şimdi dergilerinde Kızıldere'ye siper yoldaşlığının
ve savaşın manifestosu başlığını atıyorlar. Tıpkı
Che'ye yaptıkları gibi. "Maceracıdır",
"küçük burjuva devrimcisidir" vb. Sayfalarca
ironik değerlendirmeler yaptılar. Fakat gün geldi,
Che'nin yeni insan anlayışını keşfettiler. Güngeldi
ihtilalciliğini, gün geldi enternasyonalizmin simgesi
olduğunu keşfettiler. Bunu yaparken, geçmişte yapmış
oldukları karalamalardan hiç söz etmediler. Ve bunu
unuttular, unutturmaya çalıştılar. Nasıl olsa bellekler
zayıftı. Dün söylenen bugün unutuluyor. Bu konuda
hiçte haksız değillerdi hani. Çünkü ciddi bellek
kaybı olduğu bir olgudur.
Pragmatizimin bu dereceye varmasının zemini budur.
Solun bugünkü durumu ve sergiledikleri yaklaşımlar
ilk planda normal gibi gözükebilir. Öyle ya daha
önce yanılmış olabilirlerdi. Ama değil, yapılan
bu değil. Bolca yapılan övgü tasvirleri arasında
"küçük burjuva devrimcisi" mutlaka bir
yerlere serpiştirilir. Ama buna rağmen bol bol Che'nin
resimlerine, şiarlarına, özelliklerine ve yaptıklarına
yer verilir. Anmasını herkesten daha hızlı, şaşalı
bir biçimde yapmaya çalışırlar. Bunları yapmaya
çalışırken, sanırsınız biraz daha bellekleri bulandırmak
için olacak ki, Che'yi kendisine referans alan,
onun devrim anlayışını benimseyen siyasi oluşumlara
"Che'yi anma etkinliklerini beraber yapalım"
diyebilmektedirler. Belki bunda da bir gariplik
yok. Ama sorun bu kadar basit değil. Sorun iyi niyetin,
dayanışmanın prestijini istismara yöneliktir. Çünkü
açık olan şu ki, Che'yi Che yapan savunduğu mücadele
biçimidir ve sosyalizm anlayışıdır. Bu mücadele
biçimine "fokocu", sosyalizm anlayışına
"küçük burjuva sosyalizmi" diyenlerin
Che'yi enternasyonalizmin simgesi olarak görmeleri
ne kadar samimidir?
Öte yandan emperyalizmin ve onun medyasının Che'ye
ilişin dillendirmelerine bakınca önemli sonuçlar
çıkıyor. Ne ki emperyalizm için anlaşılır bir durumdur.
O yok edemediğini bozmaya çalışır. Bugün yapmaya
çalıştığı da budur. Emperyalizm Che'nin prestijini
metalaştırmakla kalmıyor, bir de içini boşaltmaya
ve böylece sıradanlaştırmaya çalışıyor. Bu durumun
'sol'daki versiyonu ise yukarıda izah ettiğimiz
gibi tezahur ediyor.
Şimdi bu anlayış sahiplerinin MRTA eylemi için "şöyle
olsaydı", "böyle olsaydı" demeleri
ne kadar anlamlıdır? Devrimci zora, gerilla mücadelesine
karşı politik mücadeleler boyunca lanet yağdıranların
bunun üzerinde fikir belirtmeye hakkı var mıdır?
Yapsalar da ne kadar pratik değeri olur? Açıktır,
fikir belirleyecek olanlar Büyükelçilik eyleminin
bütünselliği açısından ders çıkaracak olanların
işidir. Zira yukarıda anlatmaya çalıştığımız anlayışların
buradan çıkaracağı çok fazla ders yoktur. Çünkü
ilgili değiller.
Bunu ötesinde iyi niyetli çevrelerin yaptıkları
değerlendirmeler- eleştiriler genel olarak şöyle
özetlemek mümkün. Rehinlere bırakılmamalıydı, özellikle
Fujimori ailesi büyük bir yaptırım unsuru olabilirdi.
Bir kısım ise, kadın, çocuk ve hastalar bırakılsa
da, başka devletlerin diplomatlarının bırakılmaması
gerekirdi. Yabancı diplomatların rehin tutulması
uluslararası kamuoyunun ilgisini sürekli kılardı.
Bu da baskıyı arttırırdı. Ayrıca gerillalar taleplerine
karşılık verdiği zaman zarfında somut adımların
atılmadığı koşullar da Peru askeri ve sivil bürokratlarından
unsurların öldürülmesi, işin ciddiyeti hissettirilmesi
açısından gerekliydi, vb. vb. Bu ve benzeri eleştirileri
uzatmak mümkün. Genel planda bakıldığında karşı
çıkılacak eleştiriler değil. Fakat tekrar başa dönecek
olursak, eylemin amaçları, mimarlarının sahip oldukları
devrim anlayışı, çalışma tarzı, özel olarak Peru'nun
genel olarak Latin Amerika'nın etik değerleri, gelenekleri
bağlamında değerlendirildiğinde yukarda özetlenen
eleştirilerin yapılması hiçte kolay olmayacaktır.
En önemlisi eylemin yapılışının, sürdürülüşünün
ve sonuçlanmasının Silahlı Propaganda bağlamında
irdelenmesi gerekmektedir.
Eylemin istenen hedefte sonuçlanmadığı bir gerçek.
Ama zaten eylem yapanlar bunu daha başından hesaplamışlardı.
Eylem YA ZAFER'le ya da ÖLÜM'le sonuçlanacaktı.
Bu kesindi. Ve gerillalar her fırsatta bunu dillendirdiler.
Sonuç ikincisi oldu, ölüm... Peki burada zafer yok
muydu? Elbette vardı. Çünkü zafer daha başında kazanılmıştı.
Şu mesaj verildi. "Siz emperyalistler ve onun
uşakları çok güvendiğiniz teknolojinizle, kalelerinizle,
saraylarınızla kurtulamazsınız. En ummadık yerde
ininizde sizleri vurabiliriz!" Yapılan da bu
oldu. Şaşkına dönen sadece Peru oligarşisi değildi,
bütün dünya gericiliği şaşkına döndü. Ezilen halklar
ve devrimci yurtsever güçler ise sevince boğuldular.
Ayrıca eylem süreci boyunca sergilenen davranışlar,
yaşanan romantizm başlı başına bir zaferdir.
Eylem sonrası Atılım gazetesinin, MRTA'nın Avrupa
temsilcisi İsaac VALEZCO'yla yaptığı röportajda
Valezco şöyle diyordu: "Bu eylemin en önemli
özelliklerinden bir tanesi burjuva anlamda demokrasi
ve devlet yapısının olmadığını gösterdi".
"Neden rehineler öldürülmedi sorusuna karşılık
MRTA temsilcisi devamla şunları söylüyordu: "Bunun
açık bir cevabı var, bu da Cenevre sözleşmesinde
kabul edilen maddelerdir. Biz buna uyduk ve bu nedenle
çocuklar, kadınlara zarar vermemiz sözkonusu olamazdı"
diyordu. Bunun üzerine muhabir soruyor, "Cenevre
sözleşmesi hükümlerine bağlıysanız neden böyle bir
eyleme gerek duydunuz? Cevap:" Bakın bu bir
anlayış sorunu. Biz esir insanları öldürmeyiz. Bu
bir politik eylemdir. Öyle görmek gerekiyor. Pazarlık
sorunuydu ve bu sonuna kadar denendi."
Belki hazırlıksız yakalandılar, ama fırsat bulmalarına
rağmen esirleri öldürmek istemedikleri kesin, Ortadoğu
insan psikolojisiyle bakıldığında anlaşılmaz gelebilir.
Fakat bahsi geçen coğrafyanın geleneklerinde devrimciler
zorunlu olmadıkça öldürmeyi tercih etmezler. Gereksiz
şiddetten kaçınma öteden beri gelenektir. Aksi tutum
ise birçok devrimci harekete çok şey kaybettirmiştir.
Uruguay'da yaşlı bir adam dolaşırken tesadüfen Tupamaro'ların
sığınağına düşer. Sığınaktaki gerillaların iki seçeneği
vardı. Ya sığınağı terkedeceklerdi, ya da yaşlı
adamı öldüreceklerdi. Onlar ikincisini yaptı, yaşlı
adamı öldürdüler. Daha sonra Tupamaro bu olayı lanetledi
ve halktan özür diledi.
Tupamaro tarihinde ise kara bir leke olarak adlandırıldı.
Bir başka örnekte Arjantin'de PTR (Devrimci İşçi
Partisi)'ye bağlı ERP (Halkın Devrimci Ordusu) gerillaların
işkenceci bir subaya (Subay Viola) düzenledikleri
suikast sırasında subayın küçük kızının ölmesiyle
ilgili olarak gerilla önderlerinin değerlendirilmesi...
"Eylem o an doğru ve uygundu, hata eylemden
sorumlu olan yoldaşın subayın ailesiyle birlikte
geldiğini görünce eylemden vazgeçme emri vermemiş
olmasıydı. Bunu yapmamış olması kimse tarafından
anlaşılmak istenmedi. Birçok yoldaş bugün subay
Viola'ya düzenlenen suikastten bahsetmeye utanıyorlar.
Kızların birisi eylem sırasında ölmüş, diğeri sakat
kalmıştı. Bu delilikti. Buna karar veren yoldaş
beceriksiz ve duygusuz bir hayvandır." (Gerilla
Bilanço Çıkarıyor. Belge yay)
Savaşın bütün acımasızlığıyla kuralları ateş hatlarıyla
belirlenen bir çarpışmadır. Kuralları iyi uygulayanlar
kazanırlar. Devrimci savaş açısından bu daha da
bir önem kazanıyor. Yapılanlar amaca uygun olmak
zorundadır.
Oysa coğrafyamızda değil hedef tesbitlerindeki titizlik,
incelik... Farklı düşünüyor diye başka devrimci
anlayışlara tahamül gösterilmiyor. Onu yok sayma,
kendisinin bulunduğu alanlara sokmama ve zaman zaman
da fiziki saldırıya kadar gidilmiştir.
Tekrarlarsak MRTA için öldürme kendi başına bir
amaç değildi. Amaç zindandaki tutsakların kurtarılması
ve neo-liberal politikaların geri alınmasıydı. Bunlar
somut taleplerdi. Fakat eylemin muhtevası, yaptığı
politik çağrışım bunun ötesinde idi. Örneğin neo-liberal
politikaların otomotikman geri alınması beklenemezdi.
Eylemi yapanlar da bunu beklemiyordu.
Eylemin somut talepleri elde edilmeden sonuçlanması
üzerine başlayan yakınmalar için MRTA temsilcisi;
"Bir eylemle Peru'da devrim yapılmayacağını
bilmek gerekir" diyordu.
Ama neo-liberal politikaların teşhiri en açık bir
biçimde yapılması bile bir kazanım olmuştur. Ayrıca
zindandaki zorlu şartların, tutsakların içinde bulunduğu
sorunların dünya kamuoyuna duyurulması önemli ölçüde
başarılmıştır.
Sonuç olarak, eylemin yapılış tekniği, hazırlanışı
ve eylem sürecindeki tutum ve davranışlar buram
buram insan kokan, şiirselliğiyle, romantizmiyle
insanlığı derinden etkiledi. Ortada askeri bir yenilgi
olsa da, siyasal planda zafer kazanılmıştır.
Onlar sahip oldukları perspektiflerini Che'nin sosyalist
insan anlayışından almışlardı. Ve bunu ölümleri
pahasına dünya halklarına gösterdiler. Sosyalist
insan anlayışının eylem boyunca sergilenmesi soyut
bir hümanizmden ibaret değildi elbette. Zira devrimci
hümanizmi, soyut burjuva hümanizminden ayıran temel
ölçüt, emeği ve insanı eksen alan savaşın savunulmasıdır.
Tupac Amaro gerillaları bu yönüyle örnek tavır sergilediler.
Eylemin teknik ve estetik boyutu, devrimci yaratıcılığı,
kahramanlığı ve engin feda ruhuna sahip olmaları,
her an ölümle burun buruna yaşamaları ve bunun karşısında
en küçük tereddüte yer verilmemeleri bakımından
bir manifesto yazdılar.
Ve onlar Peru semalarında şimdi...
İnsana ait bütün güzelliklerle dolu gövdeleri silah
şimdi... Silahları kuşanılacak...
And dağlarının çocuklarına bin selam olsun.
|
|
|
|
|
|
|
|