Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Didar GÖKSUN

Sosyalist inşa süreci ve zorun rolü
Engels, 1891 yılında, "bir savaş herşeyi değiştirebilir" diyordu. "Eğer savaş patlak verirse, kesin olan tek şey şu olacak: Daha önce benzeri görülmemiş biçimde bütün Avrupa'yı yakıp yıkacak, onbeş-yirmi milyon silahlanmış insan birbirlerini gırtlaklayacak ve bu savaş, ya anında sosyalizmin zaferine yol açacak ya da eski düzenin temellerini öylesine sarsacak ve arkasında öyle bir enkaz yığını bırakacak ki, eski kapitalist toplumun varlığını sürdürmesi, her zamankinden daha saçma görülecektir. Bu durumda sosyalist devrim belki on-onbeş yıl daha gerileyecek ama sadece daha hızlı ve köklü bir zafere ulaşmanın yolu açılacaktır."
Engels, gözlemlerinden yola çıkarak böyle bir öngörüde bulunmuş, ufuktaki Emperyalistler Arası 1. Paylaşım Savaşı'nı ve bu savaşın karşısında alınması gereken tavrın ne olduğunu yeterince açık biçimde tanımlamıştı. Hayat, Engels'i büyük ölçüde haklı çıkardı. I. Paylaşım Savaşı'nda milyonlarca silahlanmış insan birbirini gırtlakladı, Rusya'da sosyalist devrim gerçekleşti ve izleyen yıllarda Almanya, Macaristan-Bulgaristan, İngiltere, Fransa ve İspanya'da sosyalizmin zaferiyle sonuçlanan devrimler olmasa da, devrimci durumlar yaşandı.
Engels, yeterince uyarıcıydı, ama uluslararası işçi hareketi bu öngörülere gerçeklik kazandıracak, savaş ile başgösteren durumu, sosyalist mücadele lehine kullanacak dinamizmden çok uzaklardaydı. İkinci Enternasyonal, verdiği parlak görüntüye karşılık hantal bir yapıya dönüşmüş, ve giderek artan biçimde reformizmin etkisine girmişti. Savaşı engelleme yolunda mücadele ve bu savaştan sosyalizmi dünya sistemi haline getirerek çıkma yolunda ön hazırlık; yerini teslimiyetçiliğe, uzlaşmacı ve sosyal-şovenist karakterli savaşla birlikte iyice açığa çıkacak sakat bir önderliğe ve çalışma biçimine bırakmıştı.
Oysa, emperyalist güçlerin birbirleriyle topyekûn savaşa tutuştukları ve dünyanın büyük bölümünü bu savaşa ortak ettikleri ortam, dünyayı saran emperyalist zincirin zayıflaması anlamına gelecek, devrimci durumu olgunlaştırmanın koşulları oluşacaktı.
Engels'in öngörülerinden onbir yıl sonra, 1902 yılında, bu kez Lenin bir öngörüde bulundu. Lenin'e göre, Rusya sosyalist devrime sahne olacak ilk ülke olabilirdi. Rusya proletaryası da uluslararası proletaryanın öncüsü olmaya adaydı:
"Rusya bir devrime gebedir. Bu devrim, hazırlanması ve zafere ulaştırılması gereken sosyalist bir devrimdir. Çarlığın düşmesi, sosyalist devrimin önündeki engelleri kaldıracaktır. Çünkü Rusya'nın özgün koşullarında Burjuva Demokratik Devrim, çok kısa bir süre içinde devrime dönüşebilir. Rusya'nın sanayideki gelişmesi, büyük oranda yabancı sermayeye bağlıdır. Ulusal burjuvazinin görece zayıflığının nedeni de budur. İşçi sınıfı sayıca azdır, ama birkaç büyük kentte ve büyük fabrikalarda yoğunlaşması yüzünden büyük bir özgül ağırlığı vardır. O halde bu sınıf öncü bir rol oynayabilir. İşçi sınıfı, çalışkan köylüler ve Çarlığın ezdiği halklarla ittifak halinde, gelecekteki büyük toplumsal değişimleri hazırlamalıdır."(Ne Yapmalı)
Olayların gidişi Lenin'i doğruladı. Çünkü Rusya emperyalizm sürecinin çelişki ve ilişkilerinin açık bir çatışma alanıydı. Bir yandan batılı emperyalistler tarafından sömürülürken, aynı zamanda bu ülkelerle birlikte dünyanın ekonomik ve siyasal paylaşılmasında rekabet halindeydi. Ardarda gelen savaşlar ülke ekonomisini çökertmiş, Çarlık Otokrasisi büyük ölçüde yıpranmıştı. Yoksul halkın düzenden yana hoşnutsuzluğu giderek artan biçimde yoğunlaşıyor, kitleler yönetilemez duruma geliyorlardı. İşçi sınıfı dinamik bir güç olarak ufuktaki demokratik devrime önderlik edecek ve onu ileriye götürecek yetenek ve kapasiteye sahipti. Bu sınıfın, tarihin en nitelikli partisine ve Lenin gibi uzak görüşlü, ne yapması gerektiğini çok iyi bilen bir öndere sahip olmak gibi büyük bir avantajı vardı.
Öte yandan ülkenin kırsal alanları derin çelişkilere sahne oluyor, geniş bir köylü kitlesini açlık ve yoksulluğa mahkum kılan ilişkilerin aşılması, ancak toplumsal bir devrimle mümkün hale geliyordu. Bu kesim, devrimin gereksineceği kitle temelini oluşturma yolunda işçi sınıfının müttefiki olacaktı. Toplumsal panaromanın önemli bir unsuru da, ülkenin tam bir uluslar ve halklar mozaiğini andıran ulusal dokusuydu.
Devrim, diğer çeşitli etkenlerin de tamamlayıcılığıyla, kitlelerin bir talebi, demokratik hedefleri ilerletmenin ve sosyalist devrime dönüştürmenin bir örneği olarak gerçeklik kazandı. Bu, dünyayı sarsan bir devrimdi ve etkisi bütün bir yüzyılı kaplayacak, insanlığın ilerlemesinin dönüm noktalarından biri olacaktı.
Ekim Devrimi'ni izleyen yıllarda, koşulların ne kadar zorlu olduğu yeterince bilinmektedir. Lenin'in, yürekler acısı dediği bir durumdur bu... Yedi yıl süren kıtlığa, yirmi milyon dolayında insanın ölümüne neden olduğu sanılmaktadır. Savaş kurbanlarının sayısı, (dünya savaşı ve iç savaş) on milyonun üzerindedir. Salgınların boyutunu ise, Lenin'in "ya bit sosyalizmi mağlup edecek, ya da sosyalizm biti" sözleri yeterince açıklamaktadır. Bu dönemde Petrograd'ın nüfusu iki milyondan yediyüzbine düşmüştür. Sanayi üretimi, Birinci Paylaşım Savaşı öncesinin yedide biri oranındadır. Üstüste gelen savaşlar, doğru dürüst işleyen tek bir büyük sanayi işletmesi bile bırakmamıştır. Halkın en temel ihtiyaçlarının karşılanması, günlük hayatın en sıradan sorunlarının çözülmesi bile, büyük çabaları gerektirmektedir.
Lenin'in ifadesiyle iktidarı sürdürmek, ele geçirmekten daha zordur. Devrilen burjuvazi, emperyalist ülkelerle birlikte devrimci iktidara saldırmaktadır. Bu haçlı seferi, yerleşmeye çalışan iktidarı deviremeyecektir ama en azından ülkedeki ekonomik gerilemeyi bir çöküntüye dönüştürecek sonuçlara neden olacaktır.
Sosyalist bir düzeni örgütleyebilmek için, üretici güçleri zaten yeterince gelişmemiş olan ülke, daha da gerilere, çoğu kez "ortaçağ koşulları" olarak tanımlanan bir düzeye düşmüş, sosyalist sistemi inşa çabası, bu köylü toplumunun üzerinde yükselmek zorunda kalmıştır.
Devrimci iktidar, bir yandan bu sorunlara çözüm bulma, sosyalizmi inşa yolunda ilerleme çabalarını proletarya demokrasisi kurallarına uygun yürütmek ve öte yandan da bu "mütevazi devrimci görevler" yerine getirilirken, dünya devrimine gerçeklik kazandırmak yolunda çalışmaları yoğunlaştırmak gibi sorunlarla karşı karşıyadır. İktidarın en büyük beklentisi, ileri kapitalist ülkelerde devrimin bir an önce patlak vermesi ve uluslararası proletaryanın desteğidir.
"Savaş komünizmi", bu zorlu yıllarda izlenen ekonomi politikasının adıdır. Asıl olarak iç savaş süreciyle özdeşleşmiş olan bu politika, sürecin gereklerinin bir karşılığı durumundaydı. Lenin'in "ilkbaharda bir milyon kişilik bir orduya ihtiyaç duyuyorduk, bu orduyu hazırlamaya karar vermiştik. Şimdi ise, üç milyon kişilik bir orduya ihtiyaç duyuyoruz. Bu orduyu kurmak bizim elimizde ve kuracağız da" sözleri, savaş komünizmi uygulamalarını en temelde açıklar.
Dönem boyunca iktidar yalnızca büyük sanayiyi değil, orta ve küçük çaplı işletmeleri de sıkı biçimde denetimi altında tutmuş, tüketim maddelerinin üretimi vesikaya bağlanmıştı. Köylü, bütün gıda ve ürün fazlalığını devlete devretmek zorunluluğundaydı.
Sözkonusu uygulamalar, ekonominin askerileştirilmesi anlamını taşıyordu ve bu yönüyle, iktidarın yerleşmesi süreci olarak nitelenebilecek iç savaşın gereklerini karşılamaya ancak yetiyordu. İşsizlik oranı yüzde altmışı bulmuş, kentli nüfusun yaklaşık dörtte biri kırlara göçmüştü. Ayni ücretin toplam ücret içindeki payı, 1918'in ikinci yarısında yüzde 27,9 iken, 1921'in ilk üç ayında yüzde 93,7'ye çıkmıştı. Var olan bu sorunlar, parti içinde çözümler arama yolunda gerçekleştirilen tartışmaları yoğunlaştırmıştı.
Troçki, çözüm olarak savaş komünizminin teorik ifadesi diyebileceğimiz görüşler ileri sürüyordu. Buna göre, çalışma komiserliği savaş komiserliğine bağlanmalı, işçilerin çalışmaları, askeri esaslara dayanmalıydı. Devletin, işçileri zorla çalıştırma hakkına, ceza müfrezelerine, çalışma kamplarına sahip olması gerekirdi. Bu militarizasyonun, aynı zamanda işçi ve köylünün örgütlenmesi sorununu çözeceği düşünülüyordu.
Troçki'nin önerdiği politika, askeri bir proletarya diktatörlüğü anlamına gelmekteydi, parti yalnızca öncü değil aynı zamanda devlet mekanizmasının denetleyicisi ve yönlendiricisi olacaktı. Sendikalar ise, işçi sınıfının devlet önündeki temsilciliği olmaktan çıkarılmalı, devletin sınıf içindeki denetleyicileri haline gelmeliydiler. Troçki'ye benzer görüşler savunan Buharin, kaleme aldığı "Geçiş Dönemi Ekonomisi" adlı broşürde, askeri proletarya diktatörlüğünün çerçevesini etraflıca çizmiştir.
Bu "sol" görüşün karşı ucunu oluşturan işçi muhalefeti ise, askeri proletarya diktatörlüğü görüşüne ve sendikalara biçilen role karşı çıkmaktaydı. İkna, tek geçerli ilke olmalıydı. Parti içinde temizlik yapılmalı, küçük burjuva yaklaşımlara karşı önlem alınmalıydı. İşçiler arasında parçalanmayı ve rekabeti körükleyen Taylorculuk türünden çalışma yöntemlerinden uzak durulmalıydı. İşçi sınıfının atomizasyonu ve depolitizasyonu ile sonuçlanacak uygulamalar değil, demokratik temellerde oluşturulan komitelerin sağlayacağı iç disiplin ve üretkenlik tercih edilmeliydi.
Başlangıçta Troçki ve Buharin'e yakın görünen Lenin, bu önerilerin giderek açığa çıkan militarist niteliği karşısında kendi görüşlerini "Yaklaşan Felaket" adlı broşürde açıklayarak, NEP Döneminin perspektiflerini oluşturdu. Lenin'e göre sosyalizm, tekelci devlet kapitalizmini hemen izleyen bir evre, ya da sosyalizm, kapitalist tekel olmaktan çıkmış, halka hizmet eden bir devlet kapitalizmiydi. Rusya'nın üretici güçleri, sosyalizmi örgütleyebilecek durumda değildi. Bir köylü ülkesinde yaşandığı sürece, Rusya'da kapitalizmin komünizmden daha sağlam bir tabanı var demekti. Kırlardaki hayatı kentlerdekiyle dikkatli şekilde karşılaştıran herhangi biri, kapitalizmin henüz kökünün kazınmamış olduğunu, iç düşmanın temelinin, onu yaşatan zeminin henüz çökertilemediğini görebilirdi. Tek yol, üretici güçleri geliştirmenin bir aracı olarak, devlet kapitalizmi uygulamalarına yönelmekti. Böylece kapitalizmin direnci kırılacak, proletarya diktatörlüğü ayakta kalacaktı.
Ancak Lenin'in bu çıkışı, tersi yöndeki görüşlerin bir anda çözülmesi anlamına gelmedi. Önce Buharin'e göre, devlet kapitalizmi kitlelerin bir oligarşi tarafından sömürülmesiydi ve proletarya diktatörlüğü ile devlet kapitalizmi arasındaki benzerlik ancak biçimsel olabilirdi. Gerçekte ise tam bir karşıtlık sözkonusuydu.
Lenin, "sosyalizm ile savaş halinde olan devlet kapitalizmi değildir" diyordu, "hem devlet kapitalizmine hem de sosyalizme karşı mücadele edenler, küçük burjuvazi artı devlet kapitalizmidir. Küçük burjuvazi kapitalist olsun, sosyalist olsun, her türlü devlet müdahalesine karşıdır."
Lenin'in burada kullandığı anlamıyla devlet kapitalizmi, devletin üretici güçlerin tamamını kendi denetiminde tutması ve tekelci burjuvazinin yararına girişimleri yönlendirmesi biçiminde tanımlanabilecek ve daha önceden açılımını yaptığı tekelci devlet kapitalizmi kavramından farklı özelliklere sahipti. Sosyalizmin inşası, devlet gücünün proletarya tarafından sıkıca denetlenmesi koşuluyla, devlet kapitalizmi yoluyla da olanaklı görünüyordu ve Lenin bu durumu "tırnak içinde devlet kapitalizmi" biçiminde ifade etmekteydi.
Sonraları Troçki'nin de saptayacağı gibi devlet kapitalizminden, kelimenin dar anlamıyla, burjuva devletinin sınai ve diğer girişimleri kendi hesabına idare etmesini ya da burjuva devletinin özel kapitalist girişimleri "düzenleyici" müdahalesini, ve "tırnak içinde devlet kapitalizmi" ile Lenin, proletarya devletinin özel kapitalist girişimler ve ilişkiler üzerindeki denetimini kastetmişti. (Troçki, Sovyet Devletinin Sınıf Karakteri)
1921 yılında toplanan Onuncu Parti Kongresi'nde alınan kararla; Lenin'in saptamaları doğrultusunda, NEP uygulamaları başladı. Bunlar, savaş komünizminin tersi uygulamalardı. Köylüden ürün fazlasını almanın yerine ayni vergi getirilmişti. (Bu, sonradan nakdi vergiye dönüşecekti.) Böylelikle küçük ve orta köylülüğün refah düzeylerini yükseltebilmesinin koşulları oluşmuştu. Bu niteliği, NEP'e, köylülüğe verilmiş bir ödün görüntüsü kazandırıyordu. Çünkü, üretici güçleri geliştirmenin başlıca yolu, kırlardaki ekonomik potansiyelin, üretim araçları imalatına aktarılmasından geçiyordu.
NEP'le birlikte ekonomik canlanma başladı. Üretici güçler, gelişmeye yüz tutmuş , Lenin'in sosyalist alt yapıyı oluşturmanın önkoşulu saydığı elektrifikasyona gerçeklik kazandırma yolunda ilk adımlar atılmaya başlanmıştır. NEP, başlıca iki amaç taşıyordu: SSCB'nin ekonomik kaynaklarını geliştirmek ve bu gelişmeyi sosyalist kanallara yöneltmek. Lenin, NEP için, "Ciddi olarak ve uzun süre düşünmeliyiz" diyordu.
Ne var ki, bu geri çekilmenin çeşitli sakıncalı yanları da vardı. 1927-28'e gelindiğinde, ortalama gerçek ücret, 1913'e oranla % 90 artmıştı. Herşeyden önce sınai ürünlerinin fiyatları yükselirken, tarım ürünleri fiyatları düşük bir düzeyde kalıyordu. Yani arada ters bir orantı vardı. Makas bunalımı deniyordu buna ve smiçka (işçi-köylü ittifakı)'yı bozma tehlikesini içeriyordu. Çünkü, yüksek fiyatlar nedeniyle, köylü tarım araçları talebine karşılık bulamıyordu. Yani bir arz-talep dengesizliği sözkonusuydu. Köylüler sanayi malları alamadıklarına göre, ürünlerini satmaları için bir neden kalmıyordu. Bu makas bunalımı, tarımda oluşan ekonomik potansiyelin sanayiye aktarılmasının önünde engel durumuna gelmişti. Yatırımlar azalıyor, ihracat düşük düzeyde kalıyor, işsizliğin önü alınamıyordu.
Öte yandan kırsal kesimde verimlilik düşüktü, büyük toprak sahipleri (kulaklar) ve orta köylülük güçlenirken, küçük üretici sarsılmıştı. Oluşturulan serbest ticaret piyasası, Nepman (NEP zengini)'ların işine yaramıştı. Köylü, elde ettiği ürünü, devlete satmak yerine Nepman'lara satmayı ya da stoklamayı tercih ediyordu. 1926 yılında ticari örgütlerle satış mağazalarının %80'i özel girişimcilerin elindeydi. Geçen yıllar özellikle tahıl spekülasyonunu yoğunlaştırdı, kulaklarla yoksul köylülük arasındaki çelişki derinleşti. Köylülüğün kentlere doğu giderek büyüyen göçü, onların istihdamı sorununu getiriyor, sanayi istenilen düzeyde gelişmediği için, sözkonusu durum geçen yıllar içinde daha fazla önem kazanıyordu. 1927 yılında vergi oranlarının arttırılması ve toprak alım-satımının yasaklanması da yeterli bir çözüm olmadı.

Kollektivizasyon,
Sanayiileşme Ve Zor

Gelişmeler, parti içinde alternatif politika tartışmalarına koşut gitmekteydi. Troçki, daha 1923 yılında hızlandırılmış bir sanayileşmeyi savunmuştu. Ardından sol muhalefetin önemli teorisyeni Preobrajenski, 1924 yılında, ünlü "Yeni Ekonomi" kitabını yazdı. Preobrajenski, yazdıklarıyla, kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinin başlıca özelliklerini öngörmüş, planlı ekonomi ile değer yasası arasındaki çelişkiyi, gün ışığına çıkarmıştı. "Sosyalist İlk Birikim" tezi de ona aittir.
"Sosyalist ilk birikim, tamamen ya da kısmen devlet ekonomisi kompleksi dışındaki kaynakların, devlet elinde birikmesi demektir. Bu birikim, devlet ekonomisinin teknik ve bilimsel yönlerden yepyeni bir biçimde kuruluşunun başlayacağı ve bu ekonominin sonunda kapitalizme karşı ekonomik yönden tam bir üstünlük sağlayacağı günün bir an önce gelmesini çok büyük ölçüde kolaylaştırarak, geri kalmış bir köylü ekonomisinde son derece önemli bir rol oynayacaktır." (Preobrajenski, Sosyalist Siyasal Düşünüş Tarihi, Mete Tunçay)
Bu ilk birikim, hızlı bir sanayileşme yolunda değerlendirilmeliydi. Sosyalist devletin görevi, küçük burjuva üreticilerinden daha az almak değil, ülkenin sanayileşmesi ve tarımın yoğunlaştırılması sayesinde büyüyen gelirlerden daha çok almaktı. Bunun smiçkayı zedeleyeceği de doğru değildi. Preobrajenski , "Sanayileşme, hem tarım kesiminin ülkenin toplam üretimi içindeki payının artması hem de bu kesimde çalışan işçi sınıfının gelişmesi anlamına gelir" diyordu. Böylece devlet sektörünün özel sektör karşısında güçlenmesi ve üretim araçları sanayinin gelişmesi sağlanabilecekti.
Sağ kanat ise, tam karşıt yönde görüşler savunuyordu. Devrimi izleyen yıllarda sol görüşlerin sözcüsü olan Buharin, bu kez sağ kanadın liderliğini üstlenmişti:
"Ağır sanayiye maksimum yatırım yapılmasını isteyen formül tam doğru değil, hatta bütünüyle hatalıdır. Esas olarak ağır sanayinin geliştirilmesi üzerinde durulurken, bunu hafif sanayinin gelişmesi ile birleştirmeliyiz. Hafif sanayide sermaye devri daha hızlıdır ve kâr daha çabuk elde edilir, tahsis edilen gider daha kısa zamanda geri ödenir."(Buharin, aynı eser)
Sağ kanada göre, ağır sanayileşme smiçkayı bozacak, kırlardaki üretim artışını durduracaktı. Rikov, tarım kesimindeki kapitalist gelişmenin önündeki engelleri kaldırma çağrısında bulundu. Buharin, "işgüçlerini satmak zorunda bulunan küçük köylüyü ve gündelikçileri ilgilendiren bir dizi kısıtlamayı artık bertaraf etmek zorundayız" diyordu. "Hangi tabakadan olursa olsunlar, toplu olarak köylülüğe şu çağrıyı yapmalıyız: Zenginleşin! Birleşin! Çiftliklerinizi geliştirin!"
Stalin ve parti merkezinin görüşleri ise, tartışma süreci içinde biçimlendi. Sanayileşmenin zorunluluğu kabul edilmekle birlikte, bu sürecin smiçkayı bozacağı kaygısı engelleyici olmaktaydı. Sanayileşme yolunda başarı, tüketimle ara malları sanayinin gelişmesini kısmak pahasına, oluşturulan kaynakların büyük bölümünün ağır sanayiye aktarılmasını gerektirmekteydi. Diğer bir deyişle, tarımsal üretim sanayileşmenin aracı olarak kullanılacaktı. Ancak, küçük üretimin yaygınlığı böyle bir girişimin yaratacağı sonuçları engelliyordu.
Stalin, 1928'de, kırsal alanda önem kazanan sağcı yönelime dikkat çekmiş ve "kapitalizmin köklerini henüz kurutamadık" demişti. Yine aynı yıl, sanayide büyüme hızının düşmesinin, işçi sınıfının güçsüzleşmesi anlamına geleceğini belirtmişti. Burada kastedilen, kuşkusuz yalnızca ekonomik zayıflık değil, aynı zamanda siyasal iktidarın da zayıflayabileceği endişesiydi. Buharin ve çevresindekilerin görüşleri, bu yolda bir başlangıç olsa da önemli bir göstergeydi.
Stalin'in amacı, tek ülkede sosyalizm tartışmaları sonucu tasfiye edilen sol muhalefetin ardından, sağ kanadı da tasfiye etmek ve kollektivizasyonu başlatmaktı. Çünkü artık, kollektivizasyonu başlatmak için gerekli koşullar olgunlaşmış sayılırdı. İhtiyaç duyulan kitle temeli yeterince sağlanmış, içerdiği çeşitli olumsuzluklara rağmen, NEP dönemi, üretici güçlerin asgari düzeyde gelişmesi, sanayi tesislerinin işletmeye açılması, elektirifikasyon, açlık ve halkın günlük sorunlarının asgari düzeylerde de olsa çözümünü sağlamıştı. Sosyalist bir alt yapıyı oluşturmanın ve ilk adım olarak kollektivizasyonu başlatmanın yolu açılmıştı.
Başlıca engel, böyle zorlu bir sürecin bağışlatılmasının bin engeli olarak, parti içi saflaşmada sağ kanadı oluşturanların durumuydu. Buharin, "kurtuluşumuz köylülükle bir uzlaşmaya varmamıza bağlıdır. Bunu gerçekleştirmek mümkündür ve bu sayede batıdaki devrim çok gecikse bile durumumuzu korumamız mümkün olacaktır" diyordu. Yani NEP'in sona erdirilmesi bir yana, genişletilerek sürdürülmesinin doğru olduğuna inanıyorlardı ve parti üst düzeyinde oldukça güçlüydüler. Bu kanadın da 1929'da parti yönetiminden uzaklaştırılmasıyla, parti, iç çatışmalardan büyük ölçüde arınmış olarak kollektivizasyonu başlattı.
İlk beş yıllık plan, dünyada daha önceden rastlanılmayan boyutlarda bir sanayileşmeyi öngörmekteydi. Stalin, "İleri ülkelerin elli-yüz yıl gerisindeyiz. Bu mesafeyi on yılda kapamak zorundayız. Ya bunu başaracağız, ya da yok olup gideceğiz" diyordu. Ulusal gelirin üçte biri sanayi yatırımlarına ayrılmıştı. Bu oran, Çarlık Rusya'sındaki yatırım miktarının iki buçuk katı, aynı dönem İngiltere'sinin yatırım miktarının iki katıydı. Bütün yatırımların üçte ikisi sanayiye ayrılmıştı. Dünya savaşının yaklaştığı dönemde bu oran, % 86'ya ulaşacaktı. (P. Baran, Büyümenin Ekonomi Politiği)
SSCB'de, İkinci Dünya Savaşı dönemi dışında kalan sanayileşme yıllarında toplam sanayi üretiminin artış hızı, yılda ortalama %18, toplam ulusal üretim (gelir) artış hızı da % 18 olmuştu. Böyle bir hız, ulusal üretimin, her beş yılda bir, iki katına ulaşması anlamına gelir. Kapitalist dünyanın en parlak dönemlerinde elde edilen üretim artış hızlarının iki katına yakın bir gelişmedir bu...
SSCB'nin, her defasında plan hedeflerini fersah fersah geride bırakan atılımı hiç kuşkusuz, partinin saptadığı hedefleri proletaryaya mal edebilmesinin, perspektifini maddi güce dönüştürebilmesinin bir sonucudur. SBKP ve Stalin, kollektivizasyon ve sanayileşme sürecine önderlikleriyle, tarihin en büyük atılımlarından birine, kitlelerin sahip oldukları gücün boyutlarını açığa çıkaran önemli bir örneğe damgalarını vurmuşlardır.
Kollektivizasyon ve sanayileşme atılımı daha baştan itibaren eleştirilmiş ve özellikle "destalinizasyon"la birlikte bu eleştiriler yoğunlaşmış, Stalin'e yönelik değerlendirmelerde en fazla kullanılan argümanlardan biri olmuştur. Eleştirilerde genellikle kollektivizasyon ve sanayileşme doğru bulunulmakla birlikte, bunun yürütülüş biçimine yönelinmektedir. Gerçekten de kollektivizasyon boyunca ülke adeta bir iç savaşa sahne olmuş, çok sayıda insan ölmüştür.
Birçoklarına göre, Stalin'in en büyük hatası kollektivizasyon ve sanayileşmeyi geç başlatmasıdır. Troçki ve Preobrajenski'nin önerdikleri dönem bu düşünceye karşı çıkan Stalin, gecikince bu kez hızlı ve aceleci davranmak zorunda kalmış, böylece sonuç başarılı olsa da şiddet kullanılmış, smiçka bozulmuş, milyonlarca insan ölmüştür. Preobrajenski, 1924'te; "Bu geçiş sürecini olabildiği kadar çabuk bitirmeliyiz, ilk birikim yasasının demir pençesi altındayız" demiş ve hayatın kendisini haklı çıkaracağını, başta Buharin olmak üzere karşı çıkanların yüzlerinin kızaracağını vurgulamıştı. "Eşitsiz değişim politikası, eğer üretim maliyetleri daha hızlı olarak azaltılabilirse, fiyat düşürücü politika ile birlikte kullanılabilir"di. "Böylece zorun kullanımına gerek kalmayacak"tı. (Sosyalist Siyasal Düşünüş Tarihi)
Ancak Stalin'in zamanında uygulamaya geçmemesi, sorunun boyutlarını değiştirmiş ve "zor" gündeme gelmişti. Troçkist çizginin günümüzdeki önderlerinden Mandel şöyle diyor:
"Stalin hizbinin SSCB'de yaptığı vahim hata hem tarımın adım adım kollektivizasyonunu, hem de sanayinin, tarımın kollektivizasyonu için vazgeçilmez olan mekanizasyonunu yaratacak olan hızlandırılmasını ertelemek olmuştur. Kulak tehdidine karşı alınan tedbir, hem aceleci biçimde hem de telaş içinde alındı. Çünkü tehlike öngörülememişti. Geliştirilen bu hareket, zorla kollektivizasyon biçimini aldı. O anda var olan traktör ve tarım araçları, kollektivizasyon için yeterli değildi. Bu durum, otuz yıllık Stalinist tarım politikasının vahim sonuçlarının kaynağı oldu."(Mandel, Sosyalizme Geçiş)
Bu sözlerdeki mantık, tarihi olayların yeniden kurgulanması, böylece de tarihi olgunun çarpıtılmasının mantığıdır. Olayları koşulları içinde eleştirmek yerine, baştan saptanmış bir yargıya uygun sonuç çıkarmaya dayanan bir eklektisizm vardır. Troçki'ye yakın olan tarihçi Deutscher'in sözleri de bu kurgucu yaklaşımın bir başka örneğidir:
"Eğer kollektif çiftlikler gerekli alet edevatla donatılmış olsaydı, eğer bu çiftliklere devlet kredisi ve teknik danışmanlık sağlanmış olsaydı, kollektif çiftliklerde yaşayan köylülerin yaşam koşulları daha iyi olurdu. O zaman da orta köylülük bu deneyime katılmaya ikna edilebilinirdi"
Eleştiri, diğer çevrelerde de farklı nedenlere dayanarak sürmektedir. SBKP'nin son döneminin ideologları ve bunların diğer ülkelerdeki versiyonları, kollektivizasyonun erken başlatıldığını söylemekte ve dönemin doğruları ifade eden adı olarak, Buharin gösterilmektedir.
Örneğin Gorbaçov'a göre, devrimden sonra parti, köylülüğün bir sınıf olarak radikal biçimde değiştiğini tam olarak görememişti. Bunun sonucu olarak çalışan köylülüğün çıkarlarına dikkat gösteren anlayışta tavır eksikliği vardı ve buna Lenin de dahildi. Çünkü, "ana unsur, orta köylüydü. Devrimden aldığı toprağı işleyen bir çiftçi olarak kendisini ortaya koymuştu. Yani bir temel müttefik, pratik olarak da yaşamının giderek daha iyiye doğru gittiğine inanmıştı."(Gorbaçov, Ekim ve Pereistroika)
Kollektivizasyon öncesindeki köylülüğün böyle gerçeğe uymayan biçimde değerlendirilmesi, kuşkusuz perestroikanın meta üretimini teşvik eden uygulamalarına meşru temel oluşturma çabasından kaynaklanmaktadır. Lenin çok açık biçimde, küçük üreticiliği kapitalizmin gelişim yatağı olarak tanımlamıştı ve kollektivizasyon öncesi durum bu yaklaşımı doğrulamaktadır. Orta köylülüğün iktidarın müttefiki olması bir yana, mülkünü korumaya dirençli, geliştiği oranda sistem için tehlikeli olan özellikleri ağır basıyordu. Örneğin, 1927 yılında tahıl üretimindeki payları ancak %1,7 olan solhoz ve kolhozların, pazarlanan tarım içindeki payları %17,2'yi buluyordu. Çünkü üretim içindeki payları %85,3 olan orta ve küçük köylülüğün pazar içindeki payı ancak %15,2'ydi.Bu rakamlar, spekülasyonun boyutlarını açığa çıkarmaktadır. Orta ve küçük köylülük, ürünlerini pazarlamak yerine, spekülasyonu ve stokçuluğu tercih etmekte, devlete değil Nepmanlara satmaktadır.
Gorbaçov'a göre:"Eğer, nesnel iktisadi yasalara daha fazla önem verilseydi (...) eğer genel olarak, bu muazzam çalışan köylü kitlesine karşı tavır (...) daha mantıklı olsaydı, eğer, kulağa ve köy zenginine karşı, orta köylülükle ittifak daha tutarlı bir çizgide geliştirilseydi, o zaman kollektifleştirmeyi yürütürken meydana gelen bütün o aşırılıklar olmazdı."(a.g.y.)
Tarihi olguları yeniden kurgulama yoluyla değerlendirmek belki zor değil, ama ortaya çıkan yargı, olguların gücü karşısında kalıcı olma şansını bulamaz. Geçmişi koşulları içinde değerlendirmeye çalışmak elbette geçmişi hatalarıyla birlikte savunmak anlamına gelmemektedir. O geçmişin yol açtığı sonuçlar hareket noktası alınacak ve geçmiş, üzerinde yükseldiği koşullardan yalıtılmadan yargılanacaktır. Hatalar ancak böyle bir yaklaşımla açığa çıkar. Troçkistlerin, kollektivizasyonu geç bulmaları da, Gorbaçov'un sert ve erken bulması da, aynı kurguculuğun, yani baştan saptanmış amaca uygun olarak, tarihi olguların ayıklanmasının örnekleridir.
Kollektivizasyonun çeşitli hataları olduğu ve zorun aşırı kullanımını içerdiği doğrudur. Ama bu, köylülüğe yapılmış bir haksızlık ya da gecikme değil, köylülüğün tutucu ve heterojen niteliğinden kaynaklanan direncinin ve partinin proletarya demokrasisine yaklaşımındaki çarpıklığın bir sonucu olmuştur. Kollektivizasyon aynı sonuca daha az kayıpla da ulaşabilirdi. Ne var ki yaşanan an içinde dikkate alınmayan, gözden kaçırılan detayların tamamlayıcılığı, yürütmenin kararname ve buyrultularla sürdürülmesi gibi nedenler faturayı ağırlaştırdı.
Stalin'i Pereobrajenski'nin önerilerinden beş yıl sonra harekete geçiren neden, varsayıldığı gibi, önce Buharin'e yaslanarak sol muhalefeti, ardından da Buharin'i tasfiye etmek ve nihayet iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra harekete geçmek olamaz. Bu elbette bir etkendir. Ama sözkonusu saflaşmaların kökenlerinde yatan nedenler, bizi sonuçta, başladığımız yere götürür. Bu insanlar, temelde sosyalizmin inşaası sorununa yaklaşımlarının bir sonucu olarak farklılıklara düşmüşlerdi. Tek ülkede sosyalizm, askeri proletarya diktatörlüğü, kollektivizasyon, sanayileşme, planlama gibi sorunlara verilen karşılıklar, sağ, sol ve merkez hiziplerini oluşturmuştu. Dolayısıyla kendi politikasının haklılığına inanan parti merkezinin, programını yürütmesinin önünde engel olarak duran kanatları etkisizleştirmesi, dönemin koşullarına uygun düşen tek yoldur ve bu süreç, yani parti içi saflaşmalar ve tasfiyeler, baştan planlanmış bir süreç değil, koşulların ve sorunların zorlayıcılığı ile olayların gidişi içinde oluşmuş, iktidarın yerleşmesi ve kurumlaşması çabasına koşut bir nitelik taşımıştır.
Stalin önderliğini kollektivizasyon için 1929'a kadar bekleten ancak iki neden düşünülebilir. İlki bu konuda perspektifin net olmayışıdır. Gerçekten de, özellikle Preobrajenski'nin tezlerine yaklaşımlarından ve dönemin diğer çeşitli sorunlarını çözmek için yaptıklarından hareketle, Parti merkezinin bu konuda net bir perspektife sahip olmadığı, bu perspektifin zamanla, koşulların diğer seçenekleri olanaksızlaştırmasıyla kollektivizasyonu başlatma zamanının geldiğine inandıkları sonucu çıkabilir.
Ne var ki, bu büyük ölçüde somut dayanaklardan yoksun bir görüş olur. Çünkü objektif verilerin ortaya koyduğu sonuç, partiyi harekete geçmekten alıkoyan nedenin, üretici güçleri geliştirme çabası olduğudur. Çünkü kollektivizasyon, bu yönde asgari düzeyde de olsa bir yeterliliği gerektirir.
Bunun sağlanması da 1929'u bulmuştur. Sözkonusu döneme kadar net bir politikanın, yani zamanlama bağlamında mutlak bir belirlemenin olmaması da, bu noktada önemli olmaktan çıkar. Çünkü başlangıçta net görüşler olmasa da, parti, kollektivizasyonu başlatabilmenin objektif koşullarının oluştuğu döneme, politikasını da netleştirerek girmiştir.
Preobrajenski, "Yeni Ekonomi"yi kaleme aldığında, henüz NEP politikalarının iki yıllık bir geçmişi vardı. Sürecin yönelimi belirmekle birlikte, NEP gibi bir geri çekilmeyi zorunlu kılan nedenler aşılmamış, üretici güçler, daha değişik bir ekonomik politikayı mümkün kılacak düzeyde gelişmemişti. Yani, NEP perspektifi içinde saptanan amaçlara ulaşılamamıştı.
1929 yılında başlatılan hamle, NEP boyunca sürdürülen elektirifikasyonun üzerinde yükseldi. Oysa 1923-24 yıllarında, ülke elektrifikasyonun daha başlarındaydı. Öte yandan kollektivizasyonun ön koşullarından biri, solhoz ve kolhozların gereksindiği tarım aletlerinin mekanizasyonunun minimum düzeyde çözümü, ancak 1929'a gelindiğinde tamamlanabilmişti. Erken bir çözüm smiçkayı bozacak ve parti bir sarsıntıyla karşılaşacaktı. 1923'de, Parti, kollektivizasyon gibi geniş çaplı bir girişimin gereksineceği kitle temelini bulmakta güçlük çekebilirdi. Açlıktan, kırımlardan milyonlarca insanın öldüğü bir ülkede başlıca görev, ilk elde bu sorunun çözümüydü. İç savaşı izleyecek ikinci bir iç savaş, altından kalkılamayacak bir bedeli mutlaka doğuracaktı. Bu etkenlerin bir sonucu olarak, üretici güçlerin gelişmesi ve kollektivizasyon için koşulların olgunlaşması beklendi. Troçkistlerin paternalizmi için bunlar elbette anlaşılmaz olmaktadır.
Stalin'i ve SBKP'ni erken harekete geçmekten alıkoyan nedenler kısaca bunlardı. Kollektivizasyonun yaygın biçimde kullandığı zor unsurunu değerlendirebilmek, köylülüğün toprağa bağlı ve heterojen karakterini kavrayabilmekle büyük ölçüde bağlantılıdır. Buna Rus köylüsünün niteliklerini de eklemek gerekir. Tarihi boyunca toprağını mülk edinme olanağını pek bulamamış olan Rus köylüsü için, mülkiyet özellikle cazipti. Bolşeviklerin köylülüğü kazanmalarında, toprak reformu sloganının payı büyüktür. Smiçkanın temelinde yatan olgulardan birisi de buydu.
Ancak bugüne kadar yaşananların açığa çıkardığı bir gerçek olarak, toprak reformu hiçbir uygulamada köylü kitlelerini eşit düzeyde tutmaya yetmemiştir. Reformu izleyen dönem, aynı zamanda köylülüğün farklılaşrma eğilimini açığa çıkarmış, arazi alışverişi ve merkezileşme hızlanmıştır. NEP dönemi boyunca bu yaşanmış ve toprak alımının yasaklanması da bir çözüm olmamıştır.
Öte yandan, yine NEP döneminin açığa çıkardığı bir gerçek de; eşitsiz değişim politikasının kollektivizasyon için olmadığıdır. Preobrajenski, kollektivizasyon programının temeline bunu almış ve bu yolla zorun gerekli olmadığını düşünmüştü. Ama makas bunalımı olarak adlandırılan ve sanayi ürünlerinin pahalılığı ile tarım ürünlerinin ucuzluğu biçiminde kendisini gösteren eşitsiz değişim, hem üretimi hızlandıramamış ve hem de düşük bir fiyat mekanizması oluşmamıştı. Başlangıçta sanayi ürünlerinin fiyatları düşürülmüş, vergiler indirilmişti. Bunlar köylülüğe verilmiş tavizlerdi. Ancak ne bu, ne de sonradan tarım ürünleri fiyatlarının düşük tutulması, Preobrajenski'yi doğrulamadı. Köylü bu kez ürünleri stokluyor ve spekülatif bir piyasa oluşuyordu.
Partinin çabaları ve açtığı kampanyalar, orta ve küçük köylülüğü kollektivizasyona ikna etmeye yetmemişti. Köylü mülkünü korumakta dirençliydi. Lenin'in 1919'da söyledikleri yeterince açıklayıcıdır:
"Proletarya devrimden yana, burjuvazi ise devrime karşı. Bu iki sınıf arasındaki ilişkileri belirlemek kolay. Ancak küçük köylülüğün oluşturduğu sınıf kaypaktır. Küçük köylü, kısmen mülk sahibidir, kısmen de çalışan sınıftandır. Öteki çalışanları sömürmez. Yıllar boyunca küçük köylü büyük güçlüklerle konumunu korumuş, kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin sömürüsünden yakınmış ve herşeye dayanmıştır. Gene de mülk sahibidir. Öyleyse bu kaypak sınıfa karşı tutum belirlememiz çok güç olacaktır." (Lenin, Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı)
Kulakların ve Nepmanların giderek güçlendikleri koşullarda, büyük tehlikedir bu. Kapitalizm gücünü onlardan almaktadır. "Ne yazık ki, dünyada hala çok, pek çok miktarda küçük üretim vardır. Oysa küçük üretim durmadan, hergün, her saat kendiliğinden ve geniş ölçülerde kapitalizmi ve burjuvaziyi doğurmaktadır." (Lenin, a.g.y.)
Rusya, bir küçük üreticiler ülkesi olmaktan kurtulamadıkça, sosyalizmin inşaası olanaksızdır. Bu, kapitalizmin sosyalizmden daha sağlam bir zemine sahip olmasını getirmektedir. "İç düşman, küçük işletmelerde tutunmaktadır." Onun üstesinden gelmenin tek yolu, ülkenin ekonomisini, tarım da dahil olmak üzere yeni bir teknik temele, modern büyük üretimin teknik temeline oturtmaktır. "Yoksa ülke bir küçük üreticiler ülkesi" olarak kalacak ve süreç , kapitalizmi egemen kılacaktır. Küçük üreticiliğin dirençli karakteri ise, "zor"u kollektivizasyonun bir parçası, etkin bir unsuru yapacaktır.
Devrimden sonra, büyük toprak sahiplerinin tasfiyesi ve toprağın köylüye eşit olarak dağıtılması, zaten toprağa bağlı tutucu bir sınıf olan köylülüğe, mülk sahibi olarak sosyalizmle çelişen bir karakter kazandırmıştı. Gerçi köylülük, eşit toprak dağıtımı nedeniyle iktidarı desteklemiş ve iç savaşın kazanılmasında bu desteğin büyük payı olmuştu. Ama NEP dönemi boyunca köylü kitleleri arasında sınıfsal farklılaşmaların derinleşmesi ve kulakların iktidarla çatışmayı göze alabilecek bir güce ulaşmaları, rahatsız edici boyutlar kazanmıştı. Sanayi-tarım ilişkisinin niteliği, bir bütün olarak tarımın kollektivizasyonu ve planlı sanayi için gereken birikimin ancak sağlanabilecek olması gibi nedenlerle birleşince, kulakların tasfiyesi ve bu yolda "zor"un kullanılması gecikmişti.
Dolayısıyla, kollektivizasyona kulaklar oldukça güçlenmiş olarak girecek ve bu da sürece zorlu bir nitelik kazandıracaktı. Nitekim kollektivizasyon süreci, birçok kaynakta bir iç savaş olarak geçer. Sürecin bağışlamayan niteliği, sık sık ikna ilkesinin yerine "zor" unsurunu gündeme getirmiştir. Önemi ve sonuçları gözetildiğinde diyebiliriz ki; devrimi izleyen iç savaş, partinin siyasal hakimiyetini ülkeye yerleştirmesini ve kollektivizasyon ile onu izleyen sanayileşme süreçleri de, bu siyasal iktidarın, üretici güçlerin asgari yeterliliğinin sağlanmasına bağlı olarak, sosyalizmin gereksindiği ekonomik alt yapının en temelde inşa edilmesini içermiştir.
Ayrıca, gerek kollektivizasyonun ve gerekse sanayileşmenin, kitle desteği olmadan başarıldığı söylenemez. Bu, herşeyden önce bu çapta girişimlerin niteliği ve özellikleri açısından saçma olur. Bugün, Stalin'e yönelik eleştiriler arasında önemli yer tutan kollektivizasyonun yürütülüş biçimi, o dönem işçi sınıfının geniş çaplı desteğine sahip olmuştu. Kıtlık çekilen bir ülkede, kapitalizmi geliştirmeye uygun bir zemin olan küçük üreticilerin yaşaması ve spekülasyon, özellikle kentlerde büyük tepkiye yol açıyordu. Parti, önderliğinin başlattığı hareketi, büyük çoğunlukla onayladı. Kollektivizasyonun başlangıcında Kalinin'in söyledikleri oldukça aydınlatıcıdır:
"Politbüro, parti MK ve OGPU'nun uzun süredir köylülüğe karşı sert önlemler alınması gerektiğini söylemelerine rağmen ben sürekli beklemeyi ve kesin bir tutum almaktan kaçınmayı savunuyorum. Ancak bugün bu kararsız tutumun doğru olmadığı sonucuna varmış bulunuyorum. Benim sürekli tavsiye ettiğim hoşgörü ve sabır, köylülüğün pasif direnişi karşısında artık bütün geçerliliğini yitirmiştir. Bu nedenle ve özellikle yoğunlaşan krizi dikkate alarak, bugüne kadar savunduğum görüşleri terkediyor ve politbüronun görüşlerine katılıyorum."
Partinin 1924 yılında 472. 000 olan üye sayısı, 1926 yılında 1 milyon 305 bine, 1932 yılında 3 milyon 605 bine yükselmişti. Bu üyeler arasında işçi oranı, 1926'da %56,8'e, 1930'da %65'e çıkmıştı. Kollektivizasyon ve sanayileşme, bu güce dayanarak, bu gücün kullanımıyla başarıya ulaştı. Parti merkezi ve Stalin, sorunları kitleye maletme ve kitleyi bu sorunlar çerçevesinde mücadeleye seferber etmede büyük başarı gösteriyordu. Sol ve sağ kanatların tasfiyelerinde de başlıca dayanak bu güçtü. Örneğin sol kanadın tasfiye edildiği 12. Kongrede, Troçki, Zinoviyev ve Kamaniev'in birleşik muhalefetleriyle, oy oranı ancak %0,5 olmuştu.
Stalin'e yönelik eleştirilerde sık sık vurgulanan bir sav vardı. Buna göre Stalin, yeterli ölçüler aramadan parti üye sayısını artırarak, muhalefete karşı koz olarak kullanmıştır. Gerçekte ise, parti üye sayısının bu tür iddiaları yadsıyan özellikleri vardır.
1929 yılında yapılan ve üçyüz seksen ikibin sanayi işçisini kapsayan bir araştırmaya göre, bu işçilerin %50,7'si Ekim Devrimi'nden önce (hatta %21,3'ü 1905 Devriminden önce) üretim sürecine katılmışlardı.
Yani bilinçsiz bir işçi kitlesi değil, mücadele geleneği içinde yetişmiş, partinin sorunlarını sahiplenebilecek ve kırla bağları ortadan kalkmış bir işçi kitlesi sözkonusuydu. Stalin'in iktidar sahibi olarak parti içi çatışmalarda kendi yararına sonuçlar verecek düzenlemeler yaptığı, kendisiyle birlikte hareket edecek unsurları kilit noktalara getirdiği doğrudur. Ancak, buradan, bilinçsiz bir kitlenin partiye doldurulduğu sonucuna varılamaz. Stalin her zaman, diğer Bolşevik önderlere oranla kadrolara daha yakın olmuş, yüklendiği görevler gereği partinin yerel kadro ve örgütlerini yakından tanımış, genel sekreterlik görevi ona bu bağlamda geniş bir hareket olanağı tanımıştı. Bu noktada kimse önemli görevlere muhaliflerini, rakiplerini getirmez. Kaldı ki muhalif gruplar, eski Bolşevik kuşak içindeki etkilerine ve geniş hareket alanlarına karşılık, belli merkezlerin dışında etkili olamamışlardı. Sessiz çoğunluk her zaman merkezin yanındaydı ve parti merkezi de, sorunlarına onları ortak etmede başarılıydı.
Partinin denetimindeki bilinçli ve deneyimli kitle, kollektivizasyon ve sanayileşme atılımları boyunca Stalin'in yanında oldu. Bu, onu başarılı yapan gerçek güçtü. Kollektivizasyon, daha başlamadan önce özellikle işçi sınıfı ve partinin çoğunluğu için güçlü bir talep durumuna gelmişti. Parti, işçiye, topraksız köylü kitlelerine dayanarak, arama, el koyma, mülksüzleştirme gibi ekonomi-dışı zor yöntemleriyle sonuca ulaştı. Köylünün bu yöntemlere gerek kalmadan, gönüllü biçimde mülkünden vazgeçerek kollektif çiftliklere katılmasını beklemek ve bu yapılmadığı için eleştirmek, eğer aşırı bir subjektivizm yoksa, ham bir ütopyacılıktan başka birşey olamaz.
Geçiş sürecinde "zor"un rolüne ilişkin tutarlı yaklaşımlardan birinin sahibi de Buharin'dir. Buharin, sağ kanadın liderliğini üstlenmediği dönemde, 1920'de şunları söylemişti:
"Bir üretim yapısının yerini bir başkasına bıraktığı geçiş döneminde, bu geçişin ebeliğini devrimci şiddet yapar. Bu devrimci şiddet, toplumun gelişmesinin önündeki engelleri, yani geçmişe karşı devrimci bir faktör haline gelmiş olan yoğunlaşmış şiddeti, eski devleti ve eski üretim ilişkileri modelini yok etmek zorundadır. Diğer yandan devrimci şiddet, yeni bir yoğunlaşmış şiddet, toplumun iktisadi yapısını değiştirerek iktisadi hayatın alt-üst olmasının aracı olarak, yeni sınıfın devletini yaratarak, yeni üretim ilişkilerinin oluşmasına aktif olarak katkıda bulunmalıdır."(Buharin, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi'den)
Buharin'e göre, toplumsal şiddet ve zor unsurunun ekonomiyle iki yönlü ilişkisi vardır. Zor unsuru, öncelikle ekonominin bir işlevidir ama ikinci olarak, o da ekonomiyi etkiler. Bu etki ise, iki biçimde görülebilir, ya objektif olarak, gelişen ekonomik ilişkiler doğrultusunda hareket edebilir ki burada zor toplumsal ihtiyaca karşılık verir, ekonomik gelişmeyi hızlandırır ve ilerici bir rol oynar. Ya da zor tersi yönde, ekonomik evrime karşı bir pranga yerine kullanılır ki böyle bir durumda da, yerini "zor"un ilerici biçimine bırakmak durumundadır.
"Karşımızda işçi sınıfının çeşitli kategorilerinin" hayat tarzlarından ve toplumsal bilinçliliklerinden de oluşan oldukça "alaca bir resim var" der, Buharin. Çünkü proletaryanın sınıf olarak iktidarı, bu sınıfın her üyesinin ideal bir ortalamayı temsil ettiği tutarlı bir bütünün varolduğu anlamına gelmemektedir. Proletarya öncüsü, aktif olarak diğerlerini peşinden sürükler ve gelişme süreci içinde öncü ile diğer geniş kesim arasında kesin bir ayrım çizgisi de yoktur. Tersine ileri kesime sürekli biçimde yeni güçler katılır. Proletaryayı sınıf yapan onun içsel kaynaşma sürecidir ve onu oluşturan gruplar arasında kapitalizm tarafından tamamen yozlaştırılmış olanlar da vardır. İşçi sınıfının geniş katmanları bile meta dünyasının damgasını taşır.
Dolayısıyla, zorlayıcı disiplin asla kaçınamayacağımız birşeydir ve iç disiplin ne kadar gönülsüzse, yani proletaryanın belli bir kesim ya da grubu ne kadar az devrimcileştirilmişse, disiplinin zorlayıcı niteliği o kadar güçlü biçimde hissedilir. Devrimin partisi, komünist parti şeklinde örgütlenmiş olan proletaryanın öncüsü ile, kendi saflarında böylesi zorlayıcı bir öz disiplin kurar. Bu, öncünün çeşitli bileşkeleri tarafından az çok hissedilir, çünkü söz konusu zorlayıcı disiplin, onların en derin eğilimlerine denk düşer ama yine de ortadadır. Ancak başka bir güç tarafından yerleştirilmemiştir. Herkesin herkes üzerindeki bağlayıcı iradesinin ifadesidir."(Buharin)
Buharin, devrimi izleyen günlerin sahip olduğu koşullardan yola çıkarak ve ölçü olarak proletaryanın içerdiği eğilimleri alarak, zorun kullanımını kaçınılmaz bulmaktadır. Bu görüş, SBKP içinde hakim olamamıştır ama, "zor"un ekonominin gelişmesine hizmet edecek toplumsal bir ihtiyaç olduğu yolundaki görüşü, SSCB'nde sosyalist inşa sürecinde gündeme gelen zor unsurunun dayandığı temeli, özünde açıklamaktadır. Kollektivizasyon, üstelik işçi sınıfının alaca bir resim olarak tanımlandığı bir ülkede, tercihlerin, amaç ve beklentilerin bir sonucu olarak kapitalizmden yana biçimlenen kesimlere, kulaklara, orta ve küçük köylülüğe yönelmiş ve sosyalizmi inşa edebilmenin bir gereği olarak zor, ilerici bir işlev yüklenmiştir.
Zor tek başına gerici bir eylem değildir, ona gerici ya da ilerici niteliğini veren, hizmet ettiği amaç, nedenler, yürütülüş biçimi ve bir seçenek olarak "zor"u gündeme getiren nedenlerin haklılığıdır. Toplumsal kullanımın nesnel gerekleri ile bireylerin bu gereklilikleri değerlendiriş biçimleri arasında bir çatışmanın yer aldığı bütün durumlarda olduğu gibi, bireysel değerlendirme ve tavırlar, tarihsel süreci engelleyebilir ya da geciktirebilir. Ama sonsuza kadar durduramaz.
Ayrıca, bireylerin olayların gidişi karşısındaki tavırları değişmez ve kaçınılmaz şeyler olamaz. Zaman içinde, nesnel olanla uzlaşılacaktır. Böyle bir uzlaşmada esas alınacak olan, sözkonusu dönüşümün son çözümlemede toplumun yararına olup olmayacağıdır. Tarımın kollektivizasyonu, sonrasının ileri sanayi ülkesini yaratmıştır. Dolayısıyla, Stalin önderliğinin yaptığı, köylüye rağmen onun tutucu ve heterojen niteliğini de aşarak, toplumu ve köylüyü ilerletme çabasıdır ve bu yolda "zor", devrimci bir eylemdir.

 
 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92