DEVRİMCİ
BASINDAN SEÇMELER
Geleneğimizin, diğer devrimciler ve dostlarla
ilişkiler konusundaki yaklaşımları genel olarak
bilinmektedir. Doğruyu tekelinde görmeyen,
ülkemizde devrimin bir ya da bir kaç grubun
eseri olamayacağının bilincinde olan bizler;
Mahirler'den bu yana ve 1974'ten sonraki sürecimizde,
gerek ülkemizde devrimci duruş tarzını olumlu
bulduğumuz gruplarla ilişkilerimizde, gerekse
de enternasyonalist ilişkilerimizde; ilerletici,
yapıcı, karşılıklı saygı ve güvene dayanan
yaklaşımların ağır basmasına büyük önem verdik.
İdeolojilerin, savunulan tezlerin yanısıra;
devrim anlayışlarındaki ve politika yapma
tarzındaki pratikleri nedeniyle iletişim içinde
bulunabileceğimiz, bu iletişimi ileriye taşıyabileceğimize
inandığımız kesimlerle yoldaşça ilişkiler
geliştirmeyi ve gereken özverilerle bu ilişkileri
sürdürmeyi önemli görevlerimizden biri olarak
kavradık.
Genel anlayışlarımız ışığında, olanaklar ölçüsünde
devrimci basında yer alan fikir ve tezleri
özenle incelemeye çalışmaktayız. Bir kısım
devrimci basının, fikir üretmekten uzak olduğunu,
devrimci çalışmalarını; tezlerin ve analizlerin
beslediği taktiklerle değil de, dar soluklu
grup varlığını sürdürme çabalarıyla götürmeye
çalıştığını görüyor ve bundan büyük sıkıntı
duyuyoruz. Öte yandan, başka bazı yapılara
mensup arkadaşlarımızın; gerçekten önemsenmesi
gereken çabalarla, siyasal çözümlemelere yöneldiklerini;
devrimdeki duruşlarını fikirleriyle, üretimleriyle
ileriye taşımaya çalıştıklarını izliyor ve
ülkemiz devriminin soluk alışlarından birini
daha yakalamış olmanın sevincini duyuyoruz.
Bu yaklaşımlarımız doğrultusunda; bundan sonra
Barikat'larda, "DEVRİMCİ BASINDAN SEÇMELER"
başlığı altında, sosyalist basında yer alan
bazı yazıları yayınlayacağız. Bugüne kadar,
devrimcilerin diğer sol grupların dergi ve
yayınlarını sadece eleştirmek için, kendi
saflarını bu tezlere karşı "korumak,
kollamak" için okuduğu bir geleneğin
toprakları üzerinde yaşamakta olmamızın bilincindeyiz.
Dolayısıyla, önceleri bu konuda eksikliklerimiz
olursa, dostlarımızın eleştirileri ile düzeltme
şansımızın süreç içinde doğabileceğini de
biliyoruz.
Ayrıca, yazı ve üretimleri konusunda diğer
devrimci gruplardaki arkadaşlarımız bizleri
uyarabilir, dergilerinde yayınlanmış ya da
yayınlanmamış olan yazılarının BARİKAT'ta
yer almasını isteyebilirler. Aynı durum, devrimci
bir kişilik olarak, hiç bir grupta şu an yer
almadığı halde devrim için emek vermeye devam
eden, düşünsel çalışmalarını sürdüren arkadaşlar
için de geçerlidir.
Temel anlayışlarımızı ve prensiplerimizi (tezlerimizi
ve ideolojimizi değil) zorlamadığı koşullar
içinde yayınlamayı, bu yazıların arkadaşlarımıza
ve okurlarımıza ulaşmasını sağlayarak daha
zengin ve farklı ufukların da katkısıyla düşünmelerini
sağlamayı, görev sayıyoruz. Dünya ve doğru
bizimle sınırlı değildir.
Belirtilmesi gereken ilginç bir nokta daha
vardır: Devrimci, sosyalist basın, eğer gerçekten
önyargılar ve grup şartlanmışlıkları ile değil
de, devrimin çıkarları ve sosyalizmden başka
bir kaygı duymayan gözlerle incelenirse; kaba,
ilkel ve dünyayı kendisiyle sınırlayan bazı
çizgiler hariç, birbirinin ideolojik çıkış
noktaları itibarıyla çok uzağındaymış gibi
görünen çeşitli grupların, bugünkü koşullarda,
özellikle gündem belirlemelerinde, kısa vadeli
taktik yaklaşımlarda, bazı çözümlemelerde
ilginç benzerlikler olduğu da görülebilmektedir.
Bu sayımızda TOPLUMSAL ÖZGÜRLÜK Dergisi'nin
Mart-Nisan 1997 tarihli 1. sayısından bir
yazı yayınlıyoruz. |
Türkiye halkı bir yanında resmi organize terörle
simgelenen korkutup ezme, öte yanında uyuşturucuyla
simgelenen çürütme parantezinin içine alınıp bataklıkta
boğulmaya çalışılıyor.
Ensesine vur, ekmeğini al. "Otur" de,
otursun. "Kalk"de, kalksın. "Gül"
de, gülsün. "Haydi şimdi eller havaya"
de, eller havaya kalksın. Sadeca kölelik yetmez,
şarlatan da olmalısın. Arada hokkabazlık ta yapıp,
efendilerini güldürmelisin. Ve iyice çürümelisin
ki, bir daha ayağa kalkamayasın.
Topyekun savaşın, halk için topyekun yoksulluk,
topyekun paranoya, topyekun çürüme olduğunun herkesçe
görüldüğü günlerdeyiz.
"En kötü dönem, böylesi daha olmamıştı"
mı diyorsunuz? Belki. Ama onun içindir ki en güçlü
çıkışa, en güzel dönemlere gebe. "En yüce
dağlar, en derin denizlerden çıkmıştır, en derin
acılardan doğar, en derin sevinçler."
Lütfen gelecekten ve geçmişten bir an için kopun.
Atın üstünüzden geçmişin hatalarının ve yenilgilerinin
ağırlığını. Atın üstünüzden geleceğin bilinmezliğinin
yarattığı kuşkuları, tereddütleri. Kendinizi şimdi
yaşadığınız anda hissedin, ama sadece onda. Evet,
evet, zaten gerçekte olduğunuz zamanda. Pek kolay
değil, biliyorum, ama, zorlayın kendinizi ve yaşadığınız
anda yaşadığınızı, geçmişin ve geleceğin ağırlığından
kurtularak hissedin, kavrayın.
Ve hemen beraberce yaşadığımız ana bakın. Güçlü
olana teslim olmak, akıp gidene uyum sağlamak
için mi ? Hayır. Biraz önce siz demediniz mi,
"En kötü dönem." En kötü dönemde en
kötüler güçlüdür, akıntı sizi çöplük içinde sürükler.
Hayır, siz buna layık değilsiniz.
Yaşadığınız anın ona sunduğu yüzlerce seçeneği
reddetmiş ve kendini bu gazeteyi alacak, bu yazıyı
okuyacak konuma yerleştirmiş okuyucu, kişisel
konumunun bir avuçluk bir yüzde 2, yüzde 5 içinde
olduğunu mutlaka biliyordur.
Devrimci hareket, bırakın parçalarını, hepsi birlikte
Türkiye politika sahnesinde neredeyse ihmal edilebilir
bir azınlık durumunda.Türkiye'ye dışarıdan bakan
birinin bir devrimci olarak sizi görebilmesi için
epey yoğun ve ayrıntılı bir görüşe ihtiyacı var.
Sadece bakmakla yetinirse belki onun için siz
yok olursunuz ama sadece onun için, gerçekte siz
varsınız. Tıkanan Türkiye'nin önünü açmaya aday
devrimci hareket, günün görünen yüzüne hapsolmuş
sıradan bir bakış için bırakın ön açmaya aday
olmak, hiç görülmeyebilir de.
Kaba bakan bir başkası için görülmeyen azınlık
içinde olan siz de, yaşadığınız ana kabaca bakmayın,
onu kendi bütünlüğü içinde görün. Sadece bakarsanız,
sadece güçlü olanı, sadece görüneni, sedece hakim
olanı görürsünüz.
Yaşadığınız ana doğru eğilin, bir kartalın yüksek
zirvelerden avını aradığı cinsten bir bakışla
onu gözlerinizle tarayın. Görünenin ötesindeki
ayrıntılar, iç dengeler, taşıdığı açık/ gizli
potansiyel enerjiler, yaşadığınız anın sizin için
en önemli durumlarıdır. Oralarda kendisine yaşam
olanağı verecek yaratıcısını arayan yaşama olasılıklarını
bulabilirsiniz. Onlar gerçeğin içindedirler ama
zayıftırlar ya da belki sadece potansiyel enerji
durumundadırlar. Gerçekleşmesi mümkün olan hayallerin,
yaşadığınız anda sizin etrafınızda hareketli biçimde
dolaştığını görebilirsiniz. Yıkılmış sosyalizmin
ardından bugünün Türkiye'sinin koşullarında devrimcilik,
biraz da hayalcilik değil midir?
Zirvede konumlanış ve kartal bakışı size, "En
kötü dönemi" içinden dahi, neş'eli ve kararlı
bir hamleyle geleceğinizi çıkartıp yaratacağınız
bir imkanlar topluluğu olarak ta görme imkanını
verir.
Yaşam zengindir. En zayıf konuma düşürülüp, en
karmaşık açmazlara itildiğimiz bu dönem, içinde
kendi zıddını da gerilim gücü olarak ve birçok
potansiyel dinamiğe dağılmış olarak taşıyor.
Faşizme karşı Demokrasi.
Çürümeye, Hiçleşmeye karşı Özgürlük.
Yoksulluğa karşı Ekmek.
Savaşa karşı Barış.
Yeter ki siz özgürlüğünüzü, ne şartta olursa olsun
vazgeçemeyeceğiniz bir kimlik olarak kendinizle
bütünleştirmiş olun. O zaman onu her koşulda yeniden-yeniden
yaşatacak dinamikleri bulup çıkarma ve onları
ne pahasına olursa olsun savaştırma, iktidar gücü
haline dönüştürmeye çalışma, sizin özgün var oluş
biçiminiz olarak yaşadığınız ana damgasını vurur,
izini bırakır.
Anadolu, totaliter Kemalist diktatörlüğün ve dip
notlardaki çürümenin yaşandığı günümüzde, demokrasiyi
ve özgürlüğü tek yaşam biçimi olarak seçmek zorunda.
Ya demokrasi ve özgürlük ya da çürüme, köleleşme,
hiçleşme. Birbirinin zıddı iki eğilim, ülkemizin
etrafında dolaşıyor. Açıktır ki, hakim olan çürümedir.
Özgürlük, bir çıkış kanalı arayışındadır.
Demokrasi ve özgürlük, hiç bir zaman şimdiki kadar
yakınımızda olmamıştı. Şimdi onlar sadece bir
siyasal talep değil, ayakta kalabilmenin ve hatta
nefes alabilmenin tek yolu. Dayatılan "Ya
Çürüme ya da Çürüme", ancak " Ya Özgürlük
ya da Özgürlük" le cevaplanabilir. Ortası
yok. Anadolu'nun kasları, sinirleri, binlerce
yıllık dokuları sonuna dek gerilmiştir. Ya çatlayacak
ve çökecek ve Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya'da
insanlığın bir tortu halinde dibe çökmesinin merkez
üssü bataklık olacak ya da sıçrayacak ve özgürleşecek;
kendisiyle beraber bulunduğu bölgeyi de sarsacak,
insanlığın büyük özgürleşme eyleminin merkezi
olacak.
Hangi Demokrasi ve Özgürlük? O, savaşın içinde
onlar uğruna savaşanların güç ve becerileri oranında
kendi damgalarını basacakları, şimdiden belli
olmayan bir sonuçtur. Halkın mücadelesinin süreci
sonuna dek mi götüreceği, ara çözümlerle mi yetinileceği,
önümüzdeki dönemin sonucudur. Şimdi esas olan
herkesin kendi bildiğince Özgürlük ve Demokrasi
uğruna öne atılmasıdır.
Şimdi Özgürlük ve Demokrasi istiyoruz. Şimdi Ekmek
ve Barış istiyoruz.
Türkiye halkının en samimi ve kalıcı dostu devrimci
hareket de, güçlü bir tarihsel atağa çağrıldığı
günümüzde, kendi çıkışsızlığı, açmazları ve ağır
bir yük gibi taşıdığı geleneksel kalıpları ile
baş başa.
Özgürlük savaşında öncülüğe soyunanın kendi çıkışını
da bulma, kendi hücresini de yıkma, kendi özgürlüğünü
de oluşturma zorunluluğu var. Devrimci hareketimizin
birinci ve ikinci dalgadan sonra yeni bir yükselişin
doğum sancısı içinde olduğunu görüyoruz. Birinci
dalga 1920'lerde başlayıp 1950'lerde TKP ve VP
operasyonlarıyla bitirildi. 30-35 yıllık bir ömrü
oldu.1960'lardan 80'e dek süren (ki yenilgili
bir halde 83-85'e dek sürmüştür) ikinci dalga,
20-25 yıl sürdü. 85'ten itibaren yaşanan, yeni
bir doğuşun sıkıntılarıdır. Uzun sürmesi, açıktır
ki Türkiye Devrimci Hareketi'nin iç tıkanıklığının,
90'daki sosyalist sistemin dağılışıyla üst üste
düşmesindendir.
Sosyalist sistemin dağılışı, 85'ten sonra yapılan
çıkış denemelerini baskı altına alarak, neredeyse
olmamışa çevirdi ve daha üst düzeyde bir yenilgiden
çıkışa zorladı. Artık çıkış kanalları, sadece
ülke problemlerine verilen cevaplarda değil, sosyalizmin
genel problemlerine verilecek cevaplarda gizli.
Devrimci hareketimizin halkın özgürlük talebine
cevap verebilmesi için kendine yönelik bilinçli
bir özgürleşme eylemine ihtiyacı var. 85 sonrası
gösterdi ki, geçmişin zaaflarından ideolojik-politik-pratik
net bir kopuşma yaşanmadan sadece pratikte yeni
çıkışın ip uçlarını yakalamak yetmiyor. Net bir
kopuş ve ileriye doğru ikirciksiz bir hamle. Yani
koordinatları seçme, oraya yerleşme ve oradan
doğru yöne doğru ivme almak.
Devrimci hareket kendini özgürleştirmediği sürece,
hem kendisi hem de Adadolu, tükenmeyi ve çürümeyi
kalıcı kader olarak yaşayacaktır. Kimi başarılar,
konjonktürel kitle kazanmalar, hatta güzel kahramanlıklar
tarihte iz bırakmayacaktır.
Hep görüyoruz, baştan sona tıkanmayı temsil eden
kimi devrimci hareketler, günlük anlamda başarılı
örgütsel tedbirler, yetmediği zaman olağanüstü
bireysel kahramanlıklarla insiyatif almaya çalışıyorlar.
Taşıma suyla değirmenin dönmeyeceği önümüzdeki
yıllarda anlaşılacaktır. Bu hareketler halka özgürlük
hedefini gösterirken önce kendilerinin kendi hücrelerinden-kalıplarından
kurtuluşu için bir atılım yapmayı denemelidirler.
Sosyalizmin çözülüşünün yarattığı ya da açıkça
ortaya çıkarttığı ideolojik-politik problemlere
cevap arayışıyla ve kapitalizmin içine girmeye
çalıştığı yeni ekonomik-politik konseptleri çözümleme
çabasıyla atbaşı gitmeyen; TC'nin ve Türkiye kapitalizminin
çözülme ve yeniden oluşma sancılarının ortaya
çıkarttığı yeni ideolojik-politik-pratik dinamiklere
uygun cevaplar üretemeyen her pratik hamle, şayet
rastlantıların kaderi belirleyeceğine inanmıyorsak
boşluğa atılmış yumruk olmaktan öteye gitmez.
Öte yandan özgürleşmeyi devrimcilikten özgürleşme
olarak kavarayanlar, yeni olarak önümüze hemen
koyverdikleri şeylerin kırk yıllık burjuva liberal
demokrat çıkışsızlıkları olduğunu göremedikçe,
düzenin güçlü çarkları arasında eriyip giderek
ehlileştirilmiş bir sol muhalefet konumuna düşeceklerdir.
Şimdi yaratıcılık, insiyatif ve cür'et gerekiyor.
Teoride ve pratikte. Pratik hamleler yaratıcı
biçimde yapılmalı ve bunlar hızla teorileştirilmeli.
Ve tersi de doğrudur. Yeni konseptler ustaca incelenmeli,
uygun dinamikler ve onlara müdahale biçimleri
saptanmalı, saptamalar hızla pratiğe geçirilmelidir.
Devrimci hareket kendi özgürleşmesini kendi gücü
ve bilinçli eylemiyle kendine yapacağı müdahaleyle
kazanabilir. Düzene doğru yapacağımız her hamle
aynı zamanda kendimize yönelik de olmalıdır. Ve
tersi.
Türkiye Devrimci Hareketi'nin militan gerçekliği
zayıf bir kimlik taşır. Gösterilen kahramanlıkları
küçümsemek elbette haddimize düşmez. Ama anlatılmak
istenen başka bir şey. Zayıflık izafidir, neye
göre zayıf? Öncülüğe soyunulan özgürleşme eyleminin
zorunlu kıldığı kimliğin kim, ne kadarını kendisinde
gerçekleştirebilmiştir? Acaba kaçımız, kendiliğinden
oluşan kişilik kalıplarımızın ve onun üstüne yine
kendiliğinden oluşan devrimci kimliğimizin ötesine
çıkabildik, kaçımızın kendi direksiyonu kendi
elinde?
Militan gerçekliğimiz çeşitli dönemlerde yükselen
düzene karşı muhalefet dalgasının üstüne binerek
onun önünde sürüklenen, düzene karşı öfkesini
silahlı veya sözlü protestocu biçimde dile getirmekle
yetinen, düzenin kendisine karşı uyguladığı gerici
teröre karşı direnmeyi bir zorunlu çile çekme
olarak gören ve bunu kimliğinin temel ögesi haline
getiren bir kimlik taşır. Ama bu, aynı zamanda
Türkiye Devrimci Hareketi'nin kendisi değil midir?
İşte, bu son derece dar, güçsüz, ayakta kalabilmeyi
temel hedef haline getirmiş kimlik, Devrimci Hareket'imizin
açmazıdır.
Devrimci Hareket'in hapsolduğu kalıplar söz konusu
yetersiz militan kimliğini besler, zayıf militan
gerçekliği de devrimci hareketin soluksuzluğunu,
kırılganlığını, kalıplarını kıracak enerjiden
yoksunluğunu. Ve kendi başına bir varoluş olarak
Militan'ın özgürleşmesi, Türkiye Devrimci Hareketi'nin
ve Türkiye halkının önemli bir çıkış kanalıdır.
Militan, kendiliğinden militan olmaktan çıkıp,
kendisi için militan olmak zorundadır.
Yaşamın önüne yığdığı bir çok olasılığı farkeden
ve onlar arasında devrimciliği kendi bilinciyle
seçen, dışındaki ortama müdahalesinde yürüttüğü
savaşı kendi kimliğine de uygulayarak kendinde
sürekli devrimi varoluş biçimi haline getiren,
kimliğini bilinçli eylemiyle özünden devrimcileştirerek
her an yeniden yeni biçimlere sokabilme cesaret
ve enerjisini taşıyan bir militan tipi inşa edebilmelidir.
Hangi kanaldan oraya gelirse gelsin, bir kez devrimci
zemine tutununca orada bir bilinç devrimi yaşayarak
devrimciliği isteyerek seçen ve yaşam biçimi olarak
kabul eden bir militan tipi.
Nasıl yaşamın nesnel akışına iradi müdahalede
bulunup onun "öyle" ya da "böyle"
oluşunu belirlemeye çalışıyorsak, o konumlanış
aynen kendi kimliğimize karşı da sağlanabilmelidir.
Militan, kendi kimliğini kendisi yaratabilmeli,
bilinçli eylemiyle kendini sürekli ve yeniden
yeniden inşa edebilmelidir.
Kendi yolunu kendi seçen, kendi kararını kendi
veren ve kararını kendi pratik becerisiyle, enerjisiyle,
gücüyle yaşama geçirip kazanan, başarıyı ve başardığı
oranda özgürleşmeyi kimlik haline getiren militan
sürekli özgürlüğe doğru adım atmayı ve sonra bir
adım daha, bir adım daha atmayı yaşamıyla özdeşleştirir.
Öfkeli konjonktürel protestoların bol gürültülü
ama özünde kendiliğindenci ve zayıf sözcülüğü
yerine, bilinçle seçilen hedefe doğru yürüyüşün
soğukkanlı kararlılığı gerekiyor.
Kendini günlük tepkilerin ötesine çıkartmış, kimliğinin
geri sınırlarını kolay bozulmayacak netlikte düzenin
etkileme dinamiklerine karşı oluşturmuş, kendini
kendi seçtiği hedefinin üzerinde oluşturacağı
etkilere özgürce açmış, yaşamla her an genişleyen
bir zeminde kurduğu çok çeşitli bağlarla devrimci
kimliğini sürekli besleyen güçlü bir bireysellik
gerekiyor.
Tek başına ayakta durabilme ve tek başına savaşabilme
gücüne, her şeyin kendisiyle başlayıp kendisiyle
bitebileceği güvenine, kararlılığına ve sorumluluğuna
ulaşmış bir bireysellik. İşte devrimci hareketimizin
militan tipi ihtiyacı.
Ve Neşe. Neşe hem militanın özgürleştiğini gösterir
ve hem de militanı daha geniş özgürleşme imkanlarına
iter. Neşe gücün göstergesidir. Neşe, verilen
kesin kararın yarattığı rahatlıktır. Neşe savaştan
haz almaktır. Neşe, savaşçılığın kimlik haline
dönüşmesidir. Neşe, yaratıcılığın, özgürleşmenin
kendini dışa vurmasıdır. Doğru seçen, doğru karar
veren, gücünü pratikte sınayarak başaran özgürleşir,
özgürlük güç verir. Özgürlükten ve güçten sarhoş
olursunuz ve o kendini neş'eyle gösterir. İçinizdeki
neşe önünüzü aydınlatır, sizi ileri iter.
Halkın özgürleşmesi, devrimci hareketimizin özgürleşmesi
ve militanın/ben'in özgürleşmesi içiçe süreçlerdir.
Ortak bir konsept olarak tasarlanmalıdır. Bilinçli
bir eylem süreci içinde yaşanabilir.
Öfke krizlerinin çıkış yolu olarak kitleye sürüklenerek
katılma biçiminden koparak, devrimciliğini kendi
bilinçli seçiminin sonucu oluşan kalıcı bir varoluş
olarak yaşayan ve özgürleşme eyleminden bir an
olsun vazgeçmeyen bir militan; kendini özgürleştirmiş,
yaşam kaynaklarını kitaplardan değil gerçek yaşamın
içinden yeniden-yeniden bulup çıkaran, kendine
yeniden-yeniden biçimler verebilen bir devrimci
hareket; yılgınlığı, çürümeyi özgürleşme eylemi
içinde ezip geçmiş, kendi tarihinden aldığı güçle
sürekli ileriye doğru hamle yaparak yaşayan, Yeni
Dünya Düzeni'nin alternatifi daha yeni bir dünya
düzeninin bölgesel çekirdeği olmaya yönelen bir
halk.
"ÖZGÜRLÜK" topyekun özgürleşme eyleminin
ipuçlarını yakalamaya çalışacak.
Özgürleşme eyleminin başarılı akışı, ülkemiz açısından
bir örgüt problemi olduğu kadar bir yeni siyasal-sosyal
davranış biçiminin oluşturulması, bireysel ve
toplumsal kimlik probleminin çözümü, Anadolu'nun
tıkanan nefes borularının açılışı eylemiyle doğrudan
içiçedir. Örgüt ve eylemi canlı, yaşayan, her
gün adım adım biriken (ya da oluşan) bir Demokratik
Devrim konseptiyle birbirine bağlamak gerekiyor.
"ÖZGÜRLÜK" çok farklı dinamıklerin birbirini
her an etkileyerek içiçe aktığı özgürleşme eylemine/
sürecine bakmaya çalışacak. Ve siz hala "Nedir
Özgürlük" mü diyorsunuz? O halde bütün yukarıdakileri
bir kenara bırakalım ve biraz samimi olalım.
Özgürlük bir çiçektir. Rengarenk. Seveceksin,
besleyeceksin, parmağının ucuyla tutacaksın.
Özgürlük bir fırtınadır. Kasırga bile olsa "bir
adım daha ileri" pozisyonunda olacaksın.
Kendini aniden yepyeni koordinatlarda bulduğunda
şaşırmayacaksın. Ve hatta gerektiğinde kendi bilinçli
eyleminde yepyeni koordinatlara sıçrayarak, fırtınayla
hareketli biçimde oynaşacaksın. Özgürlük her an
yükseğe çıkılan bir tuhaf zirvedir. Hep çıkacaksın.
Kartal gibi zirvelere sevdalanacaksın.
Özgürlük horgörmedir. Başta çürütmecilik ve haset
olmak üzere insan ruhundaki çözülmeleri, zayıflıkları
hor göreceksin. Hiç bir çözülme biçimine hak vermeyeceksin
ve hele hiç mi hiç acımayacaksın, hor göreceksin
ve hızla uzaklaşacaksın.
Özgürlük neşedir. Her an geçmişinden kopuşacaksın
ve her an kendi seçtiğin kendine özgürce yeniden
kavuşacaksın. Her an kendini yakacaksın ve hep
kendine yeniden, daha özgürleşmiş olarak kavuşacaksın.
Ve sonra işte öyle durup dururken sarhoş olacaksın.
Özgürlük, "İnsan"dadır. Önce kendine
ve "Biz"e ve "İnsan"a inanacaksın.Özgürlük
bilinçtir. Bilinmezlikle sürekli savaş içinde
olan, sürekli yenilenen, yaşamın her an ürettiği
olasılıklara karşı her an kendini yeniden üreten
bir seçim, bir öz duruş, bir karardır. Ve özgürlük
bir ilk adım, bir ilk kanat çırpışı, bir ilk gülümsemedir
bazen.
İleriye, yükseğe, sert olana, soğuğa, karanlığa,
bilinmezliğe...
|