"Savaş, devlet için yaşamsal
önem taşıyan bir meseledir.
Yaşamla ölümün alanı,
hayatta kalmaya ya da yok olmaya
sürükleyen yoldur.
Savaşın derinlemesine incelenmesi zorunludur."
Sun Tzu-Savaş Sanatı
4. Dünya Savaşı başladı
Neoliberalizm, bir dünya sistemi olarak ülkelere
yönelmiş fetih savaşıdır. Üçüncü Dünya Savaşı'nın,
diğer adıyla Soğuk Savaşın sona ermesi, dünyanın
iki kutuplu dönemi aştığı ve galibin hegemonyası
altında bir stabiliteye ulaşıldığı anlamına gelmez.
Eğer bir mağlup varsa (sosyalist kamp) galibin
kim olduğunu belirlemek zordur. Amerika Birleşik
Devletleri ? Avrupa Birliği ? Japoya ? Üçü birlikte
?
"Şer İmparatorluğu" nun uğradığı bozgun,
işgal edebilecek yeni pazarlar açmıştır. Bu durum,
yeni dünya savaşını, dördüncüyü kışkırtmaktadır.
Tüm çatışmalarda olduğu gibi bu çatışma da; ulus-devletleri,
kimliklerini yeniden tarif etmeye zorluyor. Dünya
düzeni, Amerika'nın, Afrika'nın, Okyanusya'nın
fethedildiği geçmiş zamana geri döndü. Ricatla
ilerleyen tuhaf modernlik, 20. Yüzyılın günbatımı,
bilim-kurgu yazarlarının tasvir ettiği gelecekteki
akılcı çağlardan çok, barbarlığın hüküm sürdüğü
geçmiş yüzyıllara benziyor.
Uçsuz bucaksız ülkeler, zenginlikler ve özellikle
sınırsız bir çalışma gücü hazırolda yeni efendisini
bekliyor. Dünya efendisinin işlevi tek olsa da,
adayların sayısı hayli fazla. Bu yüzden yeni savaş,
"İyi İmparatorluğunda" saf tutmaya girişenlerin
arasında olacak.
Üçüncü Dünya Savaşı, kapitalizmle sosyalizmin
değişik bölgelerde ve değişen yoğunluklarda sürdürdüğü
çatışmalardan ibaretse, dördüncüsü büyük mali
merkezlerin arasında, dünya tiyatrolarında müthiş
bir yoğunlukta sahnelenecektir.
Uluslararası casusluğun yeraltı gömütlüklerinden,
Ronald Reagan'ın ünlü "Yıldızlar Savaşına",
Küba'daki Domuzlar Plajı kumlarından, Vietnam'daki
Mekong nehrine, frenlenemeyen nükleer yarıştan,
Latin Amerika'daki vahşi askeri diktatörlüklere
, NATO'nun kışkırtıcı manevralarından Che Guevara'nın
katledildiği Bolivya'daki CIA ajanlarına dek yayılan
yüksek sıcaklıkta sürdürülmüş 'soğuk savaş'ın
adı, yanlış konmuştur. Tüm bu olaylar, bir dünya
sistemi olarak sosyalist kampın çöküşü, ve sosyal
alternatiflerin eritilmesiyle son buldu.
Üçüncü Dünya Savaşı, galibine, yani kapitalizme,
"topyekun savaşın" lütuflarını göstermiştir.
Savaş sonrası gezegensel düzenin başlıca karşıt
elemanları; (Doğu'nun iflasından sonra) no man's
land' lerin sayısındaki önemli artış, kimi güçlerdeki
büyümeler (ABD, AB, Japonya) dünya ekonomik krizi
ve bilgi-işlem teknolojisindeki yeni devrimlerdir.
Mali piyasalar, bilgisayarlar sayesinde öğüt ve
yasalarını, kurların işlendiği salonlardan keyiflerine
göre bütün dünyaya dayatıyorlar. Daha dün ekonominin
efendisi olan ABD, malların serbest dolaşımını
emreden iktidarın dinamiklerince uzaktan denetleniyor.
Bu mantık, toplumsal tayfın aktif görünümlerini
kendine maledebilmek için, tele-iletişim alanındaki
yeniliklerin yarattığı mesamatlıktan (gözenekler)
alabildiğince yararlanıyor. Sonunda tamamen kitlesel
bir dünya savaşı...
Bu savaşın ilk kurbanlarından biri, ulusal pazarlardır.
Neoliberalizmin açtığı savaştaki durum, zırhlı
bir araçtan açılan ateşin, kurşunun sekmesiyle
tetiğe basanı yaralamasına benzer.
Modern kapitalist devlet iktidarının üstünde yükseldiği
temel dayanaklardan milli pazar, küresel finans
ekonomisinin top ateşi sonucu saf dışı bırakıldı.
Yeni uluslararası kapitalizm, ulusal kapitalizmi
battallaştırırken, aynı zamanda kamu iktidarını
besinsizlikten bitkin düşüren açlığa sürüklüyor.
Darbe öylesine güçlü indirildi ki, ulusal devletler,
yurttaşlarının çıkarlarını savunabilecek güce
dahi sahip değiller.
Soğuk savaştan sonra devralınan alımlı vitrin;
yeni dünya düzeni, neoliberalizmin patlamasıyla
bin parçaya dağıldı. Şirketler ve devletlerin
bir kaç dakikada korkunç yıkımlara uğraması, proleter
devrimlerin estireceği rüzgarlardan değil, para
fırtınalarının şiddeti yüzünden olabilir.
Oğul (neoliberalizm), babasını (ulusal sermaye)
yutmakta ve devir teslim de kapitalist ideolojinin
yalanlarını temizlemekte. Yeni dünya düzeninde
demokrasinin, özgürlüğün, eşitliğin ve kardeşliğin
esamesi okunmayacak. Küresel sahne, kaosun hüküm
sürdüğü yeni savaş alanıdır.
Soğuk savaşın sonuna doğru, kapitalizm, yeni bir
askeri yıkım silahını, binaları koruyup insanları
yok eden nötron bombasını üretmişti. 4. Dünya
Savaşı'nda bir başka alamet-i farika yarattı:
Para Bombası... Hiroşima ve Nagazaki'ye atılandan
farklı olan bu yeni bomba, yalnızca site'yi (burada
ulus) yıkmakla kalmıyor, site sakinlerine ölümü,
terörü, yoksulluğu dayatıyor. Ve küreselleşmiş
ekonomide hedeflerini, yap-bozun basit parçalarına
indirgiyor. Patlamanın ardından dumanı tüten yıkıntılar,
atıl vücutlar kalmıyor, yeni küresel hiperpazara
eklenen megaticaret merkezlerine dönüşmüş semtler
ve yeni küresel iş pazarına sürülecek yeniden
şekillendirilmiş işgücü çıkıyor.
Dördüncü Dünya Savaşı'nın etkilerini Avrupa Birliği
etinde hissediyor. Küreselleşme, yüzyıllardır
birbirine düşman olan Avrupa ülkeleri arasındaki
sınırları silmeyi ve ortak politika üretecekleri
alana sürüklemeyi başardı. Ulus devletlerinden
Federal Almanya'ya giden yol, Avrupa Uygarlığı'nın
harabeleriyle döşenmektedir.
Megapoller bütün dünyada mantar gibi bitiyor.
Ekonomik işbirliği bölgelerini büyümek için tercih
ediyorlar. "Kuzey Amerika Serbest İşbirliği
Antlaşması" (ALENA), eski bir düşü gerçekleştirmeye
yönelik atılmış bir adımdır. "Amerika kıtası
Amerikalılarındır." ( ABD' lilerin.)
Megapoller, milletlerin yerini doldurabilir mi?
Hayır, daha doğrusu bununla da yetinmeyecek. Megapoller,
milletlere yeni işlevler yükleyip, çizdiği yeni
sınırlar içinde yeni perspektifler sunuyor. Bir
yandan yıkımlarla ülkeleri ahalisizleştirirken,
diğer yandan yeniden yapılanma, bölge ve ulusların
yeniden organizasyonuyla meşgul olan neoliberalizmin
mega girişimleri, ülkeleri vilayetlere dönüştürüyor.
Üçüncü Dünya Savaşı süresince nükleer bombalar
caydırıcı, gözdağı verici ve zorlayıcı karaktere
sahiplerse, mali hiperbombalar Dördüncü Dünya
Savaşı'nda farklı bir doğaya sahipler. Bu bombalar,
toplumsal sürgün ve göçler yaratır, ekonominin
yeniden yapılanmasında atıl kalanları (örneğin
yerlileri) dıştalar, ülke egemenliğinin maddi
temellerini yıkıma uğratır. Aynı zamanda ekonominin
ve toplumun üzerine oturduğu temelleri, kendi
mantık silsilesine uygun olarak yeniden örgütler.
Yerlilerin dünyası bu stratejinin ürünü olan örneklerle
doludur. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Orta
Amerika büro yöneticisi Ian Chambers'ın açıklamasına
göre, dünyadaki toplam yerli nüfusu (300 milyon),
gezegendeki doğal zenginliklerin % 60'ına yataklık
eden topraklar üzerinde yaşamaktadır. "Yerlileri
topraklarından atmayı hedefleyen çatışmaların
artmasına şaşırmayalım.(...) Doğal kaynakların
işletilmesi (petrol ve madenler) ve turizm, Amerikan
yerlilerini tehdit eden başat endüstrilerdir.
(1) "Onları, doğal kirlilik, fuhuş ve uyuşturucu
izler.
Bu yeni savaşta ulus-devletin motoru, siyasi arena
kayboldu. Siyaset ekonomiyi çekip çevirir, siyasetçiler
ise işletme yöneticileridir.
Dünyanın yeni efendileri doğrudan hükmetmeye ihtiyaç
duymazlar. Sözde ulusal hükümetler onların hesabına
işleri üstlenir. Yeni düzen, dünyayı tek pazarda
birleştirirken, hükümet maskesi altında iş çeviren
yöneticiler için, devlet işletmedir. Yeni bölgesel
paktlar, politik federasyonlar değil, ticari kaynaşmalardır.
Ekonomi ile sınırlı neoliberal bütünleşmenin yarattığı
gezegeni kapsayan korkunç büyüklükteki hiper pazarda
insanlar değil, mallar özgür dolaşır.
Küreselleşme, İkinci Dünya Savaşı'nda Avrupa'da,
ardından Vietnam ve Körfez'de Amerikan Ordularını
izleyen, şimdi ise bilgisayarlar sayesinde en
ücra köşelere ulaştırılan, genel düşünce modeli
"Amerikan Way of Life"dır. Bu model,
ulusal devletlerin maddi temellerini yıkarken,
tarihe ve kültüre de yönelmiştir.
Milletlerin dövdüğü bütün kültürler; Amerikan
yerlilerinin soylu geçmişi, Avrupa'nın parlak
uygarlığı, Asya uluslarının ağır başlı tarihleri
ve Okyanusya'lılara, Afrikalılar'a atalarından
miras zenginlikler, Amerikan tipi yaşamanın ipleriyle
çevriliyor. Neoliberalizm, ulusları ve ulusal
grupları yıkıma, tek bir modelin çıkacağı potada
erimeye zorlamaktadır. Bu, neoliberalizmin insanlığa
karşı ilan ettiği en kötü ve en korkunç gezegensel
savaştır.
Şimdi dağılmış bir yap-bozun önündeyiz. Yap-bozun
tamamlanmış halini tasarlayabilmek ve yaşadığımız
dünyayı daha iyi kavrayabilmek için birden çok
parçaya ihtiyaç var. Bu çatışmanın, insanlığın
yıkımıyla sonuçlanmamasını umut ederek, parçalardan
yedisini bulabiliriz. Desen çizerek, boyayarak,
makaslayarak, diğer parçalarla karşılaştırarak,
dünya bulmacasını tasarlayabileceğimiz yedi parça...
Parçalardan ilki, zenginliğin ve yoksulluğun dünya
ahalisinin iki kutbunda çifte birikimidir. İkincisi,
dünyanın toptan sömürüsüdür. Üçüncüsü, dünya ahalisinin
işsizliğe mahkum edilen kısmının kabuslarıdır...
Dördüncüsü, iktidarla suç arasındaki tiksindirici
ilişki, beşincisi, devletin uyguladığı şiddet,
altıncısı, megapolitikanın gizemliliği, yedincisi,
insanlığın neoliberalizm karşısında geliştirdiği
direniş biçimleridir.
Neoliberal yap-bozun yedi parçası
Parça No:1
Zenginliğin temerküzü ve yoksulluğun üleşimi
Şekil 1. Bir para simgesinin çizimiyle imal edilir.
İnsanlık tarihinde, değişik modeller üretimi yapılarak,
dünya düzeninin markası olarak yarıştırıldılar.Neoliberalizm,
madalya töreninde ayrıcalıklı bir yer işgal edecektir.
Neoliberalizmdeki zenginliğin "paylaşım"
anlayışı, çifte kavrulmuş saçmalıktır: Zenginliği
birkaç kişi, ihtiyaçları ise milyonlar biriktirir.
Bugünkü dünyanın ayırt edici özellikleri, haksızlık
ve eşitsizliktir.
Yeryüzünde yaşayan beş milyar insandan beşyüz
milyonu refah içinde yaşarken, 4,5 milyar insan
yoksulluğa mahkumdur. Zenginler, kontrol ettikleri
milyarlarca dolar sayesinde sayısal azlıklarını
telaffi ederler. Dünyanın en zengini milyarder
358 kişinin toplam varlığı, yeryüzündeki nüfusun
yarısından çok, yaklaşık 2,6 milyar, en yoksulların
toplam bir yıllık gelirlerinden daha fazladır.
Transnasyonal büyük işletmelerdeki büyüme, gelişmiş
ulusların toplumlarını zenginleştirmiyor. Tam
tersine bu devler zerginleştikçe , varlıklı denilen
devletlerdeki yoksulluk yayılmaktadır. Zenginler
ve yoksullar arasındaki uçurum, sosyal eşitsizlik,
derinleşerek büyüyor.
Resmini çizdiğimiz bu para alameti,
dünya iktisadi iktidarını simgeler.
Şimdi onu, tiksindirici kokusunu
ihmal etmeden dolar yeşiliyle boyayın.
Pisliğin, çirkefin, kanın kokusu onun menşeidir.
Parça No:2
Sömürünün Küreselleşmesi
Şekil 2. Bir üçgenin çizilmesiyle imal edilir.
Neoliberalizmin yalanlarından biri, işletmelerdeki
ekonomik gelişmeler, işin ve zenginliğin daha
iyi paylaşımını olanaklı kılmak savıdır. Bu yanlıştır.
Nasıl ki kralın iktidarını güçlendirmesi, tebalarının
iktidarını arttırmıyorsa (hatta tam zıttıdır),
mali sermayenin mutlakçılığı, ne zenginliğin yeniden
dağılımını sağlar, ne de çalışma sahası açar.
Yoksulluk, işsizlik ve iğretilik mali sermayenin
yapısal sonuçlarıdır. 60 ve 70'li yıllarda yoksulların
toplamı (Dünya Bankası'na göre, günde 1 dolardan
az gelir edinenler) yaklaşık iki yüz milyondu.
90'lı yılların başında bu rakam iki milyara ulaştı.
Puzzle'ın birinci parçasından çıkardığımız ders;
daha fazla yoksullar ve yoksullaşanlar, azalan
zenginler ve zenginleşenler. Dünya kapitalist
sistemi bu saçma sonuca ulaşmak için, malların
üretimini, dolaşımını ve tüketimini "modernleştiriyor".
Yeni teknolojik devrim (bilgi-işlem teknolojisi)
ve yeni politik devrim (ulus-devletlerin harabesi
üzerinde yükselen megapoller), özellikle çalışan
güçlerin başını çektiği, sosyal güçlerin yeniden
örgütlenmesini sağlayarak, yeni bir sosyal "devrimi"
doğurmaktadır.
1960'ta 1,38 milyar olan dünyadaki toplam çalışma
gücü, 1990'da 2,37 milyara ulaştı. Daha fazla
insan çalışma gücüne sahipken, yeni dünya düzeni
çalışanları, fonksiyonlarını yeniden belirlediği
alanlarda çember içine almakta, (ya da işsizler
ve iğretilerin durumlarında olduğu gibi) işlevsiz
hale getirmektedir. Son yirmi yıl içinde, farklı
üretim dallarında çalışan dünyadaki toplam çalışma
güçleri, kökten değişikliğe uğradı.1970'te tarım
ve balıkçılık alanlarında çalışanların toplamı
%22 iken, 1990'da % 12'ye, imalathanelerde çalışanlar
ise %25 'ten %22'ye düşmüştür. Üçüncü dereceden
(ticaret, ulaşım, bankacılık) alanlarında çalışanların
oranı ise, % 42'den %56'ya tırmandı. Gelişmekte
olan ülkelerde, üçüncü alanlar 1970'te %40'tan
1990'da %57'ye yükselirken, tarım ve balıkçılık
%30'dan %15'e düşmüştür. (2)
Her geçen gün daha fazla çalışan, gelişmiş teknolojinin
kullanıldığı alanlara kanalize olmaktadır. Sistem,
yeryüzünü kapsayan, "modern" yönetim
mekanizmalarıyla donanmış tek pazarın megapatronu
gibi hareket ediyor.
Fakat neoliberalizmin "modernliği" ütopyanın
"akılcılığından" çok, kapitalizmin doğasındaki
hayvanlık dönemine daha yakındır. Çünkü, neoliberal
kapitalist üretim çocukları çalışmaya çağırmaya
devam ediyor. Dünyadaki 1,15 milyar çocuktan 100
milyonu sokaklarda, 200 milyonu ise çalışmakta.
Ön araştırmalara göre bu rakam 2000 yılında 400
milyona ulaşacak. Yanlız Asya'da 146 milyon çocuk,
fabrikalarda istihdam edilecek. Ve kuzeyde yüzbinlerce
çocuk, aile bütçesindeki açığı tamamlamak ya da
hayatta kalmak için çalışıyor. Zevk endüstrisinde
çalışan çocukların sayısı kabarıktır. Birleşmiş
Milletler'e göre her yıl 1 milyon çocuk seks ticaretinin
iğrençliğine terk ediliyor.
İşsizlik ve geçici işlere mahkum milyonlar, üstü
örtülmesi mümkün olmayan bir gerçekliktir.
Ekonomik Gelişme Ve İşbirliği Örgütü'ne (OCDE)
bağlı ülkelerde 1966'da % 3,8 olan işsizlik, 1990'da
% 6,3'e, Avrupa'da ise % 2,2'den % 6,4'e (bugün
yalnızca AB'ye üye ülkelerde %13,2'dir.- Çevirenin
notu) yükselmiştir. Dünya pazarı küçük ve orta
ölçekli işletmeleri çökertiyor. Dev transnasyonal
işletmelerin rekabetine karşı korunamayan yerel
ve şehir pazarlarının kaybolması, milyonları işsizliği
mahkum ediyor. Neoliberalizmin saçmalığı, bırakın
çalışma alanı açmayı, üretimi arttırmayı, varolanı
yıkmakla meşguldür. BM, "çalışansız gelişme"den
söz ediyor.
Fakat kabus burada bitmiyor ki. Çalışanlar gittikçe
iğrençleşen çalışma koşullarını kabul etmek zorundalar.
Bir başka istikrarsızlık; artan çalışma saaatleri
ile düşen ücretlerdir. İşte küreselleşmenin ve
hizmet sektöründeki patlamanın sonuçları.
Tüm bunlar, yeni dünya düzeninin işine yaramayan
fazlalığın, işe yaramazların ne olacağı sorusunu
önümüze koyuyor. Üretmeyen, tüketmeyen, bankalardan
borç alamayanlar, kısacası atılabilecekler. Her
gün mali piyasalar, devletlere, devlet gruplarına,
ülke sakinlerini aralarında paylaşmaları için
emirler yağdırır ama sonuçta gittikçe çoğalan
fazlalık kaybolmaz.
İşte, dünya sömürü piramitini
temsil eden, üçgen benzeri şekil.
Parça No:3
Göç, başıboş dolaşan kabus
Şekil 3. Bir dairenin çizilmesiyle imal edilir.
3. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle fethe açık
ülkelerden (eski sosyalist devletler) ve yeniden
fethedileceklerden daha önce bahsetmiştik. Bu
ülkelerde piyasaların uyguladığı stratejinin sac
ayakları: Bölgesel savaşların ve iç çatışmaların
bölünerek çoğaltılması; sermayenin tek hedefe
yönelik eşi olmayan birikimi; ve çalışan kütlelerin
yerlerinden edilmesidir. Sonuç: yeryüzünde dolaşan
milyonlardan oluşmuş göçmen tekeri. "Sınırsız"
bir dünyada "yabancılar", soğuk savaş
galiplerinin sözlerine kanarak, ırkçı uygulamalar,
iğreti işler, polis baskısı, açlık, kültürel kimlik
kaybı altında, eğer hapse düşmeyip hayatta kalmışlarsa,
acı çekerler.
Hangi nedenlerden olursa olsun, göç kabusu çığ
gibi büyüyor. BM Yüksek Komiserliği'nin verilerine
göre, 1975'te 2 milyon olan sığınmacıların sayısı,
1995' te 27 milyona çıkmış, yani kelimenin tek
anlamıyla patlamıştır.
Neoliberalizmin göçmen politikalarının hedefi,
göçleri yavaşlatmak değil, dünya çalışma pazarını
istikrarsızlaştırmaktır. Dördüncü Dünya Savaşı'nın
yıkıcı-ahalisizleştirme, yeniden yapılanma-yeniden
örgütleme mekanizmaları, milyonlarca insanı yaşadıkları
ülkelerden koparacaktır. Kabusları sırtlarında
başıboş dolaşanların varacağı adres, bir işe sahip
çalışanların hafızasında, patronu unutturan, doğal
korkuluk ve ırkçılık için bahanedir.
Parça No:4
Paranın küreselleşmesi
ve suçun yaygınlaşması
Şekil 4. Bir dikdörtgenin çizimiyle imal edilir.
Eğer suç dünyasının mezar-ötesi ve karanlıkla
eşanlamlı olduğunu hala düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.
Soğuk Savaş diye anılan dönemde, örgütlü suç saygın
bir görünüme büründü. Örgütlü suç, yanlızca modern
bir işletmenin fonksiyonlarıyla yetinmeyip Ulus-Devletlerin
ekonomik ve politik sistemlerine dahil oldu.
Dördüncü Dünya Savaşı'nın başında, örgütlü suç,
özgün eylemleriyle küreselleşti. Beş kıtanın suç
örgütleri, "dünya işbirliği esprisi"ne
süratle uyum sağlayıp, yeni pazarların fethinde
ilk sırayı tuttular. Suç örgütleri para aklamak
için yasal işlere yatırım yapmakla kalmıyor, elde
ettikleri artı sermayeyi rahatça gayrımeşru alanlara
kaydırıyorlar. Lüks mülkler, eğlence sektörü,
medyalar ve ... bankacılık gözbebekleridir.
Ali Baba ve 40 bankacılar? Daha kötüsü ticari
bankalar kirli parayı yasal işlerde kullanıyorlar.
BM'in bir raporuna göre: "IMF'nin fonlarından
kredi almak için yapısal ayarlama programlarını
uygulayan borçlu devletler, suç sendikalarının
gelişmesini kolaylaştırmıştır." (3)
Örgütlü suç, vergi cennetleri üzerine de tünemiştir.
Yaklaşık sayıları 55 olan bu cennetlerden biri,
bankacılık alanında 5. sıraya oturmuş Kayman Adaları'nda
kayıtlı banka ve şirket sayısı, adaların ahalisinden
fazladır. Vergi cennetleri kirli parayı aklarken,
vergi ödemekten kaçanlar için kapılarını açık
tutar. Bu cennetlerde devlet yöneticileri, iş
adamları ve mafya şefleri kadeh tokuştururlar.
İşte yasal ile yasadışının siluetlerini
değiş tokuş ettikleri sihirli dikdörtgen ayna.
Suçlu aynanın hangi tarafında ?
Suçluyu arayan hangi tarafta?
Parça No:5
Gayrimeşru bir iktidarın meşru şiddeti
Şekil 5. Bir beşgenin çizimiyle imal edilir.
Küreselleşmenin kabaresinde devletin sunduğu aç-aç
gösterisinin (strip -taese) sonunda devletin üstünde
kalacak olan, gerek duyduğu ve yetineceği şey:
baskı gücüdür. Maddi temelleri çökmüş, egemenliğinin
ve bağımsızlığının hükmü bitmiş, siyasi sınıfı
silinmiş ulusal devletten, ancak mega işletmelerin
güvenlik görevlisi olur. Devlet kamu yatırımlarını
sosyal harcamalara yöneltmek yerine, toplumu zaptı-rapt
altında tutmaya yarayan donanımlarını modernleştiriyor.
Ne yapmalı, eğer şiddet, piyasa yasalarından sızıyorsa?
Meşru şiddet nerede? Gayrımeşru nerede ? Hangi
şiddet tekeli, zavallı ulus-devletlerini üstlenebilir;
eğer arz-talebin serbest oyunu, böylesi talebe
meydan okuyorsa ? Örgütlü suç, hükümetler ve mali
merkezlerin içten sıkı işbirliğini 4. parçada
göstermedik mi? Bu durumda örgütlü suç, düzenli
ordular üzerine hesap yapmıyor mu? Şiddetin tekeli
artık ulus-devletlerine ait değil, piyasa onu
açık arttırmaya çıkardı.
Şiddet tekeline karşı itiraz, piyasa yasalarından
değil de "en alttakilerin" çıkarını
savunanlardan gelirse, oracıkta dünya iktidarı
bir saldırgan bulur. İşte bu, ayaklanan silahlı
yerliler ve onun Zabatist Ulusal Özgürlük Ordusu'nun
(EZLN), insanlık için, neoliberalizme karşı meydan
okumasında, en az incelenen (ve en fazla mahkum
edilen) bakış biçimidir.
Amerikan askeri gücünün simgesi, Pentagone-Beşgen'dir.
Dünya'nın yeni jandarması, orduların ve ulusal
polis teşkilatlarının, neoliberal megapolların
gelişmelerini rahatça sürdürecekleri güvenliği
sağlayan basit korumalar olmasını istiyor.
Parça No:6
Megapolitik ve cüceler
Şekil 6. Kargacık burgacık yazılarla imal edilir.
Daha önce ulus-devletlerin mali piyasaların saldırısına
uğradığını ve megapollerin içinde çözüldüklerini
söyledik. Fakat neoliberalizm, savaşı yanlızca
bölgeleri ve ulusları "bütünleştirerek"
sürdürmüyor. Yıkım-ahalisizleştirme ve yeniden
yapılanma-yeniden örgütlenme stratejisi, ayrıca
ulus-devletlerde parçalanmalara neden oluyor.
4. Dünya Savaşı'nın paradokslarından (usa aykırılık)
biri de; sınırları kaldırma, ulusları birleştirme
politikasının aynı zamanda ulusları atomlaştırıp
sınırların çarpılarak artmasını kışkırtmasıdır.
Eğer küreselleşmenin bir dünya savaşı olduğundan
hala kuşku duyan varsa, Sovyetler Birliği, Çekoslovakya,
Yugoslavya'yı parçalayan ulus-devletlerin bileşenlerini,
ekonomik temellerini çökerten çatışmaları görmüyor.
Megapollerin inşası ve devletlerin parçalanması,
ulus-devletlerin çöküşünün sonucu değil mi? Bunlar
birbirinden bağımsız gelişmeler mi? Gelmekte olan
megakrizin belirtileri değil mi? Bu olgular birbirinden
ayrılabilir mi?
Gümrüklerin kalkması, tele-iletişimdeki patlama,
bilgi-işlem otoyolları (enternet-çev.) mali piyasaların
gücü, uluslararası serbest ticaret birlikleri,
ulus-devleti çökertiyor. Paradoksal biçimde, küreselleşme,
parçalanmış dünyada ekonomik geçişlerle birbirine
zorlukla bağlanmış, ilerlemeyen kompartımanlar
üretmektedir. Dünyaya değin neoliberal yap-boz'un
işe yaramaz bütünlüğü, kırılmış bir aynadan yansıyor.
Neoliberalizm, bütünleştireyim derken parçalamakla
kalmıyor, aynı anda savaşı sürdüren ticari-politik
karargahlar kuruyor. Acilen megapolitikten bahsetmeli.
Megapolitik, ulusal politikaları sarmalayıp, piyasaların
mantığına uygun olarak, dünyanın hayrı için bir
merkezde toplamaktır. Bu merkez, piyasa adına,
savaşlara, dağıtılacak kredilere, malların alım-satımına,
siyasi desteklere, uluslararası tanımaya, ticari
ablukalara, göçmenler hakkındaki yasalara, diplomatik
ilişkilerin koparılmasına, yatırımlara; kısacası
bütün bir ulusun yaşam hakkı için kararlar verir.
Mali piyasalar, ülke yöneticilerinin siyasi programlarını
baltalarlar. Onların önemsediği tek şey, ekonomik
programın buyurdukları gibi uygulanmasıdır. Mali
kriterler herşeyin üstündedir. Dünyanın efendileri,
sol hükümetleri hoş görebilir. Yeter ki bu hükümetler,
piyasa çıkarlarına dokunan kararlar almasın. Egemen
modelden kopuşa yol açacak hiçbir politikayı asla
kabullenmeyecekler.
Megapolitikanın gözünde ulusal politikalar, mali
devlerin diktatörlüğü önünde etek öpen cücelerce
uygulanır. Cücelerin başkaldırısına dek, bu hal
sürecek.
İşte megapolitikayı temsil eden şekil.
Ona yakışacak bir akıl kırıntısı bulmak
imkansız.
Parça No:7
Direniş cepleri
Şekil 7. Bir cebin çizilmesinden imal edilir.
"Başlarken, direnişle siyasi cebi birbirine
karıştırmamanı rica ediyorum. Muhalefet iktidara
karşı çıkmaz ve muhalefetin en olgun hali, bir
muhalefet partisidir. Halbuki direniş, tanımı
gereği bir parti değildir ve direniş yönetmek
için değil, direnmek içindir."
(Tomas Segovia, Alegatorio- Mexico,1996 )
Küreselleşmenin görünüşteki şaşmazlığı, gerçekliğin
inatçı itaatsizliği ile çarpışmakta. Neoliberalizm
savaşını sürdürürken, protestocu gruplar, ayaklanmanın
hücreleri, yeryüzünün en ücra köşelerinde biçimlenmekte.
Cepleri dolu parababalarının imparatorluğu, direniş
cepleriyle çarpışıyor. Evet cepler. Her boyda,
binbir renkte, düşlenen biçimlerde cepler. Tek
ortak yanları, Dördüncü Dünya Savaşı'nda insanlığa
karşı suç işleyen yeni dünya düzeni karşısında
gönüllü direnişleridir.
Neoliberalizm, milyonları boyunduruğu altında
tutmaya çabalarken, "fazlalıktan" da
kurtulmayı istiyor. Fakat "dışkılar'"
ayaklanıyor. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, gençler,
yerliler, yeşilciler, homoseksüeller, seviciler,
aidsliler, emekçiler ve diğerleri; örgütlenerek,
mücadele ederek yeni dünya düzenini rahatsız edenler.
"Modernliğin" dıştaladıkları, direniş
ağlarını örüyorlar.
Örneğin Meksika'da Tehuantepecler'in berzahını
tümüyle ıslah etme programı adına yetkililer,
büyük bir sanayi bölgesi inşa etmeyi istiyorlardı.
Bu sanayi bölgesi, "tornavida fabrikaları",
Meksika petrollerinin üçte birini işleyen ve petro
kimya maddeleri üreten rafineriden meydana gelecek.
Okyanuslararası ulaşım projesi bir kanal, otoyollar
ve berzahı transit geçen demiryolunun inşasını
öngörüyorlar. İki milyon köylü, bu fabrikalarda
işçi olarak istihdam edilecek. Yerlilerin soylu
tarihleri ve de zengin petrol, uranyum yataklarının
bulunduğu Meksika'nın güneydoğusundaki Lacandone
ormanının bereketli topraklarının, kalıcı bölgesel
ıslah programı altında, aynen, sermayenin ayakları
altına serilmesi hedefleniyor.
Bu projeler, güneydoğuyu, ülkenin geri kalan bölümünden
ayırarak Meksika'nın parçalanma sürecini tamamlayacaktır.
Ayaklanma karşıtı stratejinin hesabına kaydedilen
bu projeler, anti-liberal isyanı bastırmayı, 1994
yılında Meksika'nın merkezinde doğan Zapatist
Ulusal Özgürlük Ordusu'nu kıskaca almayı tasarlıyor.
Ayaklanan yerliler sorunu, parantez açmamızı gerektirir
: Zapatistler ulusal egemenliğin yeniden kazanılması
ve müdafasının, antiliberal devrimin parçası olduğu
kanısındalar. Buna rağmen EZLN , ülkeyi bölmek
istemekle suçlanır.
Gerçekte ayrımcı olarak anılacaklar, petrol zengini
Tabasko Devlet'inin (o) girişimcileri, Chiapas
kökenli federal milletvekilleri ve Anayasacı Devrim
Partisi'nin üyeleridir. Zapatistler, küreselleşmeye
karşı Ulusal Devletin savunulması gerektiğini
düşünüyorlar. Meksika'yı parçalara ayırma girişimleri,
haklı otonomi istemleri olan yerlilerden değil,
ülkenin karar mekanizmaları üstüne kurulmuş gruplardan
kaynaklanıyor.
(o) Uluslararası Petrol Komisyonu Tabasco, 1848'de
Birleşik Devletler Meksika savaşından sonra Meksika'nın
terk etmek zorunda kaldığı Texas bölgesinde doğmuştur.(Çev.nin
notu)
EZLN ve ulusal yerli hareketinin tümü, yerli halkın
Meksika'dan ayrılmasını değil, kendi özelliklerinin
korunması koşuluyla ülkenin ayrılmaz parçası olarak
tanınmayı talep ediyor. Onlar, demokrasiyi, özgürlüğü,
hukuğu uyumlulaştırarak, tek Meksika'yı soluyorlar.
EZLN, ulusal egemenliği savunurken, Meksika Federal
Ordusu, ülkeyi yabancı büyük sermaye gruplarına
olduğu gibi, uyuşturucu tacirlerine peşkeş çeken,
ülkenin maddi temellerini çökerten bir hükümeti
korumaktadır.
Neoliberalizme karşı direniş, yalnızca Meksika'nın
Güneydoğu dağlarında değil, ülkenin diğer bölgelerinde
de örgütleniyor. Latin Amerika'da, ABD'de, Maastricht
antlaşmasına karşı Okyanusya'da, direniş cepleri
çoğalarak direniyorlar. Her birinin kendine özgü
tarihi, özellikleri, talepleri, mücadele biçimi,
benzerlikleri ve başarıları var. Eğer insanlık
varlığını sürdürmeyi ve serpilip gelişmeyi istiyorsa,
tek umudu, dıştalanmışların, hesaptan düşülenlerin,
"çöpe atılacakların" biçimlendirdiği
direniş cepleridir.
Bu yazı da, bu direniş ceplerinin bir örneğidir
ama ben bu yazıyı olduğundan fazla önemsemiyorum.
Bu dünyanın dünyalarında direnişin örnekleri öylesine
çeşitli ve fazla ki... Hoşunuza gidenin resmini
yapınız. Bu cepler meselesinde olduğu gibi, direnişlerdeki
farklılıklar, zenginliktir.
Desenleri çizip, boyayıp makasladıktan sonra bu
yedi parçanın birbirine bitiştirilemeyeceğini
sizler de farkettiniz. İşte sorun burada; küreselleşme,
birbirinin içine oturmayan parçaları bütünleştirebileceğini
sandı. Bu kanıt ve başka nedenlerden dolayı, konuyu
bu yazıda daha fazla geliştiremem. Yeni bir dünyanın
inşaası zorunludur. Birçok dünyayı kapsayan bir
dünya, bütün dünyaları barındıran bir dünya...
Aşkta Yuva Yapmış Düşleri
Anlatan Haşiye
Post-seriptum
Deniz yanıbaşımda dinleniyor. Epey zamandır
sıkıntıları, belirsizlikleri ve sayısız
düşleri paylaştı ama şu an deniz benimle
birlikte ormanın sıcaklığında uyumakta.
Düşlerimde dalgalanan buğdaylar gibi oynaşan
kıpırtılarına bakıyoruz. Ve onun eskisi
gibi oynaşan kıpırtılarına bakıyorum. Ve
onu eskisi gibi bulabildiğim için hayran
kalıyorum; ılık, serin, yanıbaşımda. Boğucu
sıcaklık beni yataktan çekiyor,elimden ve
kalemimden tutup yıllar önce olduğu bugün
de beni yaşlı Antoine'a götürüyor.
Yaşlı Antoine'dan bir nehrin akış yönünde
sürecek keşif yürüyüşünde bana yoldaşlık
etmesini istedim.Yanımıza çok az yolluk
almıştık. Saatler boyu süren kaprisli akıntıyı
izledikten sonra açlığa ve boğucu sıcaklığa
yenik düştük. Bütün bir öğleden sonrası
yaban domuzu sürüsünün izini sürmekle geçti.
Sürüye ulaştığımızda neredeyse akşam üzeriydi.
Ansızın iri bir yaban domuzu sürüden kopup
bize karşı saldırıya geçti. Edindiğim bütün
askeri bilgilerimi hatırlayıp, tüfeğimi
fırlattıktan sonra, en yakınımdaki ağaca
tırmanmaya koyuldum.Yaşlı Antoine ise saldırı
karşısında soğukkanlılığını yitirmeden en
yakın koruluğun arkasına yerleşti. Dev gibi
domuz, bütün gücüyle diklemesine ona saldırdı
ve dalların dikenlerin arasında çakılıp
kaldı.Yaşlı Antoine, onun kurtulmasına fırsat
kalmadan, eski karabinasıyla tek atışta
akşam yemeğini çıkardı.
Tam vaktinde modern otomatik tüfeğimi (M.16,
5,56 çapında, düzenli atış seçmeli, 460
metreden düzgün isabetli, teleskopik dürbün
ve 90 mermilik bir şarjör) temizledikten
sonra, kır günlüğümü yazmaya koyuldum. Bütün
olanları es geçip şu satırları karaladım.
"Yabandomuzuyla karşılaştık, A. onu
vurdu. Yükseklik 350 metre. Yağmur yağmadı."
Etin kızarmasını beklerken, yaşlı Antoine'a,
payımı kampta hazırlanan bayram kutlamaları
için saklayacağımı söyledim. Ateşi körüklerken,
"hangi kutlamalar" diye sordu.
"Evet" diye yanıtlayıp",
hangi ayda olursak olalım, kutlamamız için
birşeyler vardır." Devamla, Zapatist
bayramların tarihleri üzerine parlak bir
söylev çekmeye başladım. Yaşlı Antoine beni
sessizce dinliyordu. Söylevimle pek ilgilenmediğini
sezinleyince, uyumak için hazırlığa giriştim.
Düşlerime dalarken, yaşlı Antoine'nun defterimi
aldığını ve içine birşeyler yazdığını gördüm.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra eti paylaştık
ve herbirimiz kendi yolunu tuttu. Kampa
ulaştığımda raporumu verip, olanları öğrenmeleri
için defterimi gösterdim. Defterdeki bir
sayfayı işaretlerken "bu senin yazın
değil" dediler. O sayfada notlarımın
altına, yaşlı Antoine büyük harflerle aşağıdakileri
yazmıştı: "Eğer güce ve akla aynı anda
sahip olamıyorsan, aklı seç ve gücü düşmana
terket. Birçok muharebede güç sayesinde
zafere ulaşılır ama bir savaş ancak akıl
sayesinde kazanılır. Kuvvetli hiçbir zaman
gücünden sağduyuya ulaşamaz, biz gerektiğinde
aklımız sayesinde güce sahip oluruz."
Hemen altında küçük harflerle: "İyi
Bayramlar".
Tabii ki açlığımı unuttum. Zapatist kutlamalar
her zamanki gibi neşeliydi.
AST- KOMUTAN MARKOS
1.Entretien avec Martha Garcia (Martha Garcia
ile görüşme)
La Tornada 28 Mai 1997
2.Ochoa Chi et Juanita del Pilar.Mercado
mundial de fuerza de tuabajo en el capitalismo
contemporaneo, ( Çağdaş kapitalizmde iş
gücünün dünyü pazarı)
UNAM, ECONOMİA, MEXİCO,1997.
3. La Globalisation du crime, (suçun küreselleşmesi)
Nation unies, Newyork,1995.
|
|