Körfez Savaşı,
"Yeni Dünya Düzeni"
Ve
Kuzey Irak...
|
(Süreç çözümlemeleri yaparken bugünkü olguları anlamanın
yolu dünkü gelişmeleri şöyle bir anımsamaktan geçiyor.
Son Kuzey Irak operasyonunun da kendine özgü bir tarihi
ve bugün anımsanması gereken ön adımları var. Aşağıdaki
yazı, henüz operasyon gerçekleşmeden önce olası gelişmeler
üzerine kaleme alınmıştı. Bugünkü gelişmeleri izlerken
tamamlayıcı olarak okunmasında yarar görüyoruz.)
ABD'nin liderliğindeki dünya kapitalizmi emperyalist
kapitalist kampın ve uluslararası işbölümünün güvenliğini
zedeleyecek hiçbir sürece göz yummaz. İstikrarsızlık
unsuru olabilecek hiç bir girişimi yanıtsız bırakmaz.
Bu, dünyanın petrol deposu olmak bakımından uluslararası
işbölümünde yaşamsal önemde bir yer tutan bir bölgesi
için her bölgeden daha çok böyledir. "istikrar",
ama dünyanın "efendileri"nce arzulanan türden
bir istikrar bölgeye yönelik politikaların ana eksenini
oluşturmaktadır. Savaş, bu politikaları yaşama geçirmenin
neredeyse doğal halidir. Olmazsa olmazıdır. Ortadoğu'da
sınırların cetvelle çizilmiş gibi dümdüz olması boşuna
değildir.
Körfez Savaşı da "olağan" istikrar sağlama
savaşlarından biridir. Ancak kullanılan teknoloji ne
kadar gelişkin olursa olsun, insan faktörünün önemini
Vietnam Savaşı ile çok iyi sınamış olan ABD için uzayabilecek
bir kara savaşının toplumsal olarak yaratabileceği infial
riskliydi. Katlanılmazdı. Bundan kaçınıp, Irak içindeki
çelişkilerden yararlanarak Saddam'ı arkadan vurma planı
çok daha çekiciydi. Güneyden Şiileri, kuzeyden Kürtleri
cesaretlendirmek en "akılcı" olanıydı. ABD'nin
kışkırtmalarının sahipsiz kalmadığı görüldü. Dışsal
olduğu kadar içsel nedenlerle de... 2. Paylaşım savaşından
bu yana Irak Kürtlerinin verdiği özerklik ve bağımsızlık
mücadelesi milliyetçi ve ırkçı Irak rejimi tarafından
kanla bastırılmıştır. Toplama kampları, çöl kampları,
sürgünler, sınırların insandan arındırılması, Araplaştırma
girişimleri, son olarak da Halepçe... Dolayısıyla ayaklanma
için sadece kışkırtma sözkonusu değil... Uzun yılların
getirdiği haksızlık, eritme politikaları, öfke, gözyaşı
ve mücadele de var. Konjonktürel olarak hepsi biraraya
gelince Irak Kürtleri çok kısa zamanda başkaldırdılar.
Emperyalist-kapitalist blok, kendi siyasal ve ekonomik
yönelimlerine dönük manevraları bunları benimseyen reformist
bir önderlikle paylaştı ve bu önderlik ana bileşeni
köylülük olan hareketi emperyalist blokun politikaları
doğrultusunda yönlendirdi. Oysa sözkonusu blokaçısından,
askeri harekatın bittiği an Irak Kürtlerinin taktiksel
işlevi de son buluyordu. Ülkenin güneyinde Şiilerin
ayaklanmasını fırsat bilen Peşmergeler dağa çıktılar.
Bu kez savaş sonrası dengelerin ihtiyacı ile, parçalanan
Irak'ın toprak bütünlüğünü korunması gündeme geldi.
Ayaklandırılanlar, yani başkaldıranlar bu kez bastırıldılar.
Emperyalist kamp doğrudan içinde ' yer almadığı bastırma
harekatına seyirci kaldı ve böylece onay vermiş oldu.
Teslimiyetçi politikalar izlemekte ustalaşmış ve başından
bu yana emperyalist kampın dümen suyunda politika yapan
Irak Kürt önderliğinin politik hattı halkına yenilgi
ve acı getirdi.
Emperyalist Pakt açısından sorunun ana ekseninde, kapitalist
dünya düzenine eklemlenmiş bir Kürt devleti oluşturmak
vardır. Bu bakımdan bölgedeki 4 ülkeye dağılmış Kürtleri
bir araya getirerek bir Kürt devleti kurmak isteyen
her siyasi oluşum politikalarını bu ana ekseni de gözeterek
yürütmek zorundadır. Sözgelimi Güney Irak'ta emperyalist
kampın desteğinde kurulacak bir Kürt devletinin “ulusların
kaderlerini tayin hakkı” ile uzak yakın bir ilgisi bulunmayacağı
gibi, bu, olsa olsa "ulusların kaderlerinin tayini"
olacaktır. Çünkü bu devlet düpedüz yeni dünya düzeninin
ihtiyaçlarına seslenecektir. ABD'nin çıkarlarının temsilcisi
olacaktır. Dolayısıyla Irak'taki Kürt önderliği, Kürt
işçi sınıfının ve emekçilerinin önüne ABD emperyalizminin
ve yeni dünya düzeninin çıkarlarınıkoymuştur. "Ortadoğu'da
bölgesel olarak dünya kapitalizminin hiyerarşik yapılanmasına
parelel ekonomik ve siyasal bir eklemlenme ve entegrasyon
yaratılmak istenmektedir ki, bunun görevi kapitalizmin
gelişimi ve ihtiyaçları doğrultusunda ekonomik ve siyasal
entegrasyonun yaratılmasının yanısıra ekonomik, siyasal
ve toplumsal bunalımlar karşısında baskı unsuru ve emniyet
sübaplığı, yani jandarmalıktır. Mevcut ülkeler içersinde
bu hiyerarşik yapılanmaya aday tek ülke Türkiye'dir."
(Son Kavga/Sayı: l)
Körfez savaşının sonuna doğru, Irak'la girişilen pazarlıklar
son haddini bulmuştu. Uluslararası sermaye ile yakın
ilişkisi olan Özal pazarlıklara uzak değildi. Savaşan
güçlerin yanında yer almak için çırpındı. Ambargoyu
uygulayan ilk ülke olması, sınıra asker kaydırılması,
medya kanalı ile ikinci cephe’nin açılacağının duyurulması,
bunun göstergesiydi. Parlemanto bu süreçte deyim yerindeyse
“iplenmedi” bile. Sınırlan emperyalist ülkelerce çizilmiş
bir Kürt devletinin Türkiye'nin iç dengelerini rahatsız
etmesi olasılığına karşılıksa, pazarlık masasına Kürtlerin
etnik kimliklerinin tanınmasından, Kürtçe televizyona
izin verilmesine kadar her şeyin tartışılabilir olduuğu
kondu. Proje açıktı aslında: sistemin çözemediğini asimile
etmesi isteniyordu. Bir yanda militarist kanadın "ezelim,
asalım, keselim" çığlıkları, öte yanda "sopanın
yanında havuç" politikası.
Türkiye bu süreçte Kuzey Irak Kürtlerinin de hamiliğine
soyundu. Türkiye'nin garantör devlet olarak masaya oturması
gündeme geldi. Celal Talabani ile yapılan görüşmelerde
özerk bir Kürt bölgesi formülleri üzerinde yoğunlaşıldı.
Böylece bir yandan PKK'ya dönük askeri abluka artırılırken
öte yandan uzlaşacak Kürt önderliklerinin ödüllendirileceği
ilan ediliyordu. Ülke içindeyse, Kürdistan topraklarına
ayrımsız yayılmış şiddet yoluyla Kürtleri kendi coğrafyalarından
koparma senaryoları üretiliyor. Şiddet ve ekonomik refah
neredeyse bir itme-çekme etkisi yaratarak Kürt bölgesini
insansızlaştınyor. Böylece 4 ülkedeki Kürtler arasındaki
bağlar koparılıyor.
Nitekim 2 eylül günlü Cumhuriyet gazetesinde iki haber
dikkat çekiyor. İlkinde "PKK Kuzey Irak'ı kullanamayacak"
başlığı atılıyor. KDP lideri Mesut Barzani ile KYP lideri
Celal Talabani'nin Başbakan Demirel'le yaptıkları görüşmede,
PKK'nın bundan böyle Kuzey Irak'ı üs olarak kullanmaması
için iki partinin elinden geleni yapacağı duyuruluyor.
Her iki liderin de Kuzey v Irak'ı Türkiye için güvenlikli
bir bölge yapmaya kararlı oldukları dile getiriliyor.
"Tartışmalı Bir Hak" başlığıyla verilen ikinci
haberdeyse bir devletin topraklarında suç işleyen kişilerin
bir başka ülke topraklarına geçtiklerinde de izlenebilmesine
olanak tanıyan sıcak takip hakkının uluslararası hukuk
açısından oldukça tartışmalı olduğu dile getiriliyor.
İlgili devletlerin kendi aralarında anlaşmaları gerektiği
vurgusu yapılıyor.
Senaryonun parçaları bütünleniyor gibi. Ortadoğu' da
bir yandan Kürtleri asimile et, gerekiyorsa özerklik
tanı, öte yandaysa halkları olabildiğince parçala ve
birbirine düşman et politikası adım adım yürütülüyor.
Oysa bir bütün olarak Ortadoğu halkları ve Türklerle
Kürtler ortak bir tarih ve kültür mirasını paylaşıyorlar.
Öte yandan Kürt ve Türk emekçilerinin ortak mücadelesinde
bu mücadeleye esin kaynağı olması gereken proleter enternasyonalizminden
başka kurtuluşları görünmüyor. Üstelik bu, halkları
birbirine boğazlatan milliyetçilik illetinin de en etkili
panzehiri....
|