Sonunda beklenen oldu. Pişirildi, pişirildi ve
ortaya kondu. ulusal maskeli cahş kuvvetleri güneyde
saldırıyı başlattılar ve hemen ardından aylardır
Şırmak'a, Siirt'e vb yapılan yığınağın sırrı çözüldü.
TC, ağır silahlarla ve kara kuvvetleriyle işgal
harekatını başlattı
Harekat sürüyor. Ve tabii her zaman olduğu gibi
palavra bol. Gerçi savaşlarda tarafların abartmalı
enfırmasyona başvurmaları bir ölçüde normaldir
ama bizim boyalı basının asparagasları çoğu kez
bu normal ölçüleri de aşıyor. Her sabah basından
"eşkiyanın çil yavrusu gibi kaçtığını"
öğreniyoruz, her akşam da haberlerde "çatışmaların
şiddetlendiği" söyleniyor. Hatta palavracılık
fazla ileri gidince, askeri yetkililerin bile
bundan biraz rahatsız olduğu sağda solda yazılmaya
başlandı. Gerçekten de ötedenberi duyulan bir
rahatsızlıktır bu. "Ezdik, bitirdik, dağıttık"
manşetlerinin arkasından basılan karakollar,korkulan
pusular vb... ötedenberi " vatandaşın devlete
olan güvenini" sarsmaktadır.
Bu kez işi " sağlam" tutmak istiyorlar.
Artık TC, siyasi prestij kaygısıyla başvurduğu
karşı tarafı küçümseme demogojilerini bir tarafa
bırakmıştır. Herşeyi gözlealmış ve resmen savaş
düzenine girmiştir. Ortaya büyük güçler yığılmıştır
ve büyük umutlar bu harekatın sonuçlarına bağlanmıştır.
Kangrenleşmiş sorunu böyle çözmek istiyorlar,
kumar oynuyorlar ve büyük bir parti kazanmanın
hayalini kuruyorlar.
İKİ YILDIR PİŞİRİLEN NEYDİ?
Kuşkusuz bu bir kumardır.TC, kirli savaşın sekiz
yıllık tarihi içerisinde çok şey yitirmiştir ve
artık bugüne dek yitirmiş olduklarını büyük bir
oyunla geri almak istemektedir. Ve tabii her kumar
masasında olduğu gibi oyuncuların omuzları üstünden
akılveren çokbilmişler eksik değildir.Western
filmlerinde bar kızlarının üstlendiği bu rolü
bizde "aile gazetecileri" üstleniyorlar.
Özkök gibileri örneğin, kudretli oyuncuların arkasında
onlardanfazla heyecanlanıp "işte şimdi reformların
tam zamanı!" çığlıkları atıyorla r. bağımsızlık
hareketinin artık ezildiğini düşündükleri için
böyle bir ortamı " yeni cumhuriyet"
projlerine uygun buluyorlar.
Kumar oynuyorlar.
Maşaya sürdükleri ise güneydeki aşiretçi- işbirlikçi
güçlerdir.
Kürt halkının kaderi sanki yineleniyor.Her başarılı
dönemde, halkın her ayağa kalkışında sömürgeci
güçler şu ya da bu şekilde cahş'lar ürettiler
veKürt halkı hep sırtından hançerlendi.
Bu kez de yaşanan aynı şeydir.
Üstelik, her şey göstere göstere yapılmıştır.
Bu sayımızdaki bir başka yazıda olayın gelişimi
incelenmişti. Zaman, tesbitleri eskitmiyor, yalnızca
olaylar akıp gidiyor.Gerçekten de o yazıda söylendiği
gibi bir ucu 90 yılına ve körfez savaşı günlerine
giden bir süreç vardır.O günlerden bugüne kimi
zaman ileri atılan adımlar kimi zaman geri çekilmelerle
renklenen bir süreç yaşanmıştır. 141-142- olayından,
Anti- Terör yaşasına, "kürtçe serbestisi
den "ırkaklı muhaliflerle" yapılan toplantılara
dek bir çok olgu bir zincirin halkaları gibi içiçedir.
Bir yanda "demokratikleştirme paketleri"
ve polis terörünü kaynaştıran bir politikayla
solun altını iyice oymak, diğer yanda ortadoğu'da
birçok ata birden oynayan bir politikayla Ulusal
Hareket'i tasfiye etmek düşünülmüştür. Çözümsüzlük
durumu, eski siyasi tarzların artık gözle görünen
yetersizliği, egemen güçleri yeni arayışlara yöneltmiştir.
"Yeni Dünya Düzeni" kompozisyonunda
Türkiye'deki iktidar sahipleri de kendilerine
yeni bir konum arayışındadır lar.
Bütün bunlar yaşanırken Talabani- Barzani ikilisinin
Ankara'yı komşu kapısı hiç şaşırtıcı değildi.
Zaten bu ikili aynı süreçte yalnızca Ankara'yı
değil, Washington'u da uğrak yeri yapmışlardı.
Anımsanacaktır, başlangıçta pek yadırganmıştı,
zamanın muhalifleri bu özel görüşmelerden ötürü
Özal'a veryansın etmişlerdi, Ama kısa zananda
gerçeği gördüler ve uyum sağladılar. Barzani-Taabani
ikizleri Demirel'in de konuğu olmaya başladılar,
pazarlıklar da öyle çok gizli-kapaklı yapılmadı.
İkizlerden istenen kendi bölgelerindeki kendi
siyasi gelecekleri açısından da gerekliydi. PKK,
PAK
yoluyla Güney kürdistan'da hatırı sayılır bir
güce ulaşmıştı.
Ankara bunu istiyordu ve hiç gizlemiyordu.Ve elbette
bu isteğin karşılığı da KDP-YNK'nın siyasi geleceğini
bir süre için garantiye alacak bir federe devlet
formülüydü.KDP-YNK kendi etki alanlarında yaşayan
halka bir şeyler sunmak zorundaydı.
Bütün bunlar gizlenmedi, çok açık yazıldı çizildi.Ecevit
gibilerinin "bu iş anlaşmalı galiba!"
"keşif'ler yapması ise sadece onların algılama
çapı ile ilgili bir olaydı.Tartışmalar uzun uzun
sürdü, diğer türden Irak muhalifleriyle malum
Özal toplantıları yapıldı.Zaten Çevik Güç de ayrı
bir faktördü.
İşin doğrusu, Ankara açısından başvurulacak alternatiflerin
sayısı da oldukça azalmıştı.Artık ne dört ayda
bir ıkına sıkına uzatılan Olağanüstü Hal, ne de
yerel katliamlar süreci bir adım olsun ilerletmiyordu.Belki
bazıları farkında değildi ama parti kaybedilmiş
durumdaydı.İktidarıyla muhalefetiyle burjuva politik
odakları bölgede sıfırı tüketmişlerdi ve üstelik
askeri anlamda da hatırı sayılır bir dengelenme
durumu vardı.
Sonuçta, her şey göstere göstere yapıldı.Gerçi
resmi hükümet bildirilerinde elbette "federe
devleti tanımıyoruz" gibi laflar edildi ama
sokaktaki çocuklar bile bu işin Washington-Ankara-K.Irak
hattında kotarıldığını biliyordu.Nitekim bu formalite
açıklamayla aynı anda D.Güreş gibi en yetkiliağızdan
"gerekirse yardım edeceğiz" türü beyanlarda
da bulunuldu.
Yardım ne kelime, yardımın çok ötesine geçtiler!
Kısacası pazarlık yapıldı, planlandı ve kotarıldı...Önce
"federe devlet", sonra PKK'ya saldırı...Zaten
federe devlet de Özal'ın "Irak'ta bizden
habersiz federasyon olmaz" deyişinden bir
gün sonra kurulmuştu.
Bu arada, gözden kaçırılmaması gereken başka bazı
olaylar da aynı sürecin üstüne denk düştü.Yargıtay
Başkanı Ocakçıoğlu'nun "teröre karşı cihad"
(!) çağrısı, ortaya atılan şu karanlık "Topyekün
mücadele " kavramı, gösterilip gösterilip
geri çekilen "darbe"sopası...
Belki Şırnak'ta olan şeyi solcular da dahil bir
çok kesim anlayamamıştı. PKK şırnak'a saldırdı
mı, saldırmadı mı tartışması değildi sorun, her
zamanki bilinen deyvlet terörü de değildi. Sorun,
PKK bir saldırı yapmış olsa bile ordunun bu kadar
orantısız bir yanıtı niye tercih ettiğiyiydi.
o günlerde tam anlaşılamayan buydu.
Oysa, bu aslında çok eski bir politikadır. "Balyozla
ceviz kırmak" biçiminde özetlenebilir.2.
savaş sırasında Almanlar da çok kullandılar.Bir
tek suikaste karşı, partizan olsun olmasın bütün
bir kasabanın erkeklerinin kurşunlanması ya da
evlerin tümüyle yıkılması çok bilinen yöntemlerdi.Bütün
kural, karşı gücün saldırısına, saldırının boyutuyla
çok orantısız bir vahşetle karşılık vermek ve
böylece halkın yoğun bir korkuya kapılmasını sağlayarak
gerillayı desteksiz bırakmaktır.
Bugün "artık sıra içerde!"çığlıklarından
anlaşılıyoyr ki, Şırnak ve Kulp örnekleri tesadüfi
değildi. Irak operasyonunun içerdeki uzantısı
da buydu.
KDP-YNKsaldırısı böyle karmaşık bir zincirin sonucu
olarak başladı. Ve hemen ardından ordunun kara
harekatı geldi. Boyalar sürüldü, savaş çığlıkları
atıldı ve bütün dünyanın gözü önünde bir başka
ülke toprakları üzerinde işgal eylemi başladı.
Bilmemkaç rakımlı bilmem ne tepesinin nasıl ele
geçirildiği haberleri ortalığı kapladı.
Ama herşey o kadar göstere göstere yapıldı ki,
bütün bunları PKKönderliğin de farketmemiş olması
mantık dışıydı farketmiş olduğu anlaşılıyor, çünkü
gözlenen pek öyle bir "hazırlıksız yakalanma"
durumu değildir.İşin asparagası ve şişirmesi bir
yana ve KDP-YNK ikilisi, ne de TC. güneyde umdukları
başarıyı sağlayamamıştır, kuşkusuz gerilla güçleri
üstlerine ağır silahlarla saldırılınca belki ağır
kayıplar da vermişlerdir.Ama görülen o ki bir
Almanvari "yıldırım harekatı" gerçekleşmemiştir.İş
uzamış ve savaş yayılmıştır.Üstelik zaman uzayınca
"müttefikler cephesi"nde de çatlamalar
olmuş, özellikleYNKkanadında huzursuzluk boyutlanmıştır.
Anlaşma diye sözü edilen şey de bir ölçüde bununla
ilgilidir.
Buğün TC. bir bataklıkta adım adım ilerlemektedir.Ok
yaydan çıkmış ve geri çarkedilecek nokta artık
aşılmıştır ama yaydan çıkan okun nereye gideceği
de pek belirgin degildir.Tarihin kanıtladığı gibi
bu tür durumlarda zor olan, lambadaki cini dışarı
çağırmak degil, onu yeniden içeri sokabilmektir."Hele
şurası bitsin, geri dönüp içerdekilerin de icabına
bakacağız" demek kolaydır ama geri dönmek"
de zordur, "içerisinin icabına bakmak "da
zordur. Belki PKK kuzey ırak'ta kayıplar verecektir,
hem de ağır kayıplar verecektir.Ama harita üzerinden
silinmeyeceği de kesindir. Bu durum ise geri çekilmeyi
(geriçekilmek isteniyorsa eğer!) imkansız kılacaktır.Üstelik
müttefikler de sanıldığı kadar güvenilir değildir.Çatlamalar
mümkündür ve zaten işaretleri de gözlenmektedir
.
Bataklık, daha çok bataklık...
Sonuçta bir işgal ordusu konumuna düşülecektir.
Ve bu artık bataklığın sonudur.Çünkü gerilla
gücü tepeleri ele geçirmeyi ya da savunmayı düşünmeden
zamana yayılan bir yıpratmayı gerçekleştirebilecektir.
SOLUN TAVRI NE OLMALIDIR?
Körfez savaşı sırasında oldukça yaygın ve etkin
kampanyalar düzenleyen sol güçlerin bu kez düpedüz
bir sınır ötesi savaş olduğu halde pek kıpırdanmaması
kuşkusuz dönemin özelikleriyle de bağlantılıdır.Kitle
hareketerinin genel düşüşü zaten gözlenen bir
olgu
Ama bunun da ötesinde ortada sanki bir bulanıklık
var gibi...
Oysa durum çok net: Washington' da ve Ankara'da
bir iş kotarıyor ve uygulanıyor . Sözkonusu olan
"kardeş kavgası" filan da değil. Enperyalzim
ve sömürgecilikle düpedüz anlaşmış bir ikili doğrudan
doğruya saldırıya geçiyor. Bu noktada ulusal Hareket'in
önderliği vb konularındaki herkesin özel düşünceleri
pek önem taşımıyor. Tarihin en ağır ihanetlerinden
biri yaşanıyor ve düpedüz işbirlikçi olan bu güçleri
artık ideolojik eleştiri vb. muhatabı saymak mümkün
değildir. Ordunun askeri harekatı konusu zaten
çok çok net ama özellikle bu konuda da net olunmalıdır.
Öte yandan geçmişten kalma reformist kürt gurupları
konusunda da net olunmalıdır. Bazen çok açık söyleniyor,
bazen ise üstü kapalı, ama bu grupların bir çoğunda
"PKK yıkılsın, gerisi isterse tufan olsun"
mantığı ötedenberi hep varolmuştur.Uzun siyasi
tarihleri boyunca halkı köle zihniyetinden kurtarıp
ayağa kaldıracak tek bir adım bile atmayı beceremeyenler,
Kürt tarihinin gördüğü bu en radikal hareket hiç
mi hiç ısınmadılar ve somut gerçeğe zaman zaman
teslim olsalarda gizli bir hınç beslemekten geri
durmadılar"federe devlet"in daha kurulur
kurulmaz bazılarınca alkışlanması çok düşündürücüdür.
İster istemez bu durum, cinayet öykülerinde dedektifin
sorduğu ilk soruyu akla getirmektedir: "cinayetten
yararı olan kim?.."
Kanımızca, burada bir yol ayrımı vardır. ve Türkiye
devrimci hareketi çok net tutumlar almak zorundadır.
Ulusal Hareket hakkındaki herkesin özel düşünceleri,
eleştirileri,vb. ne olursa olsun, işbirlikçiliğe
karşı somut tepkilere sahip olmalı ve ortaya koymalıdır.
Çünkü, burada savunulan şey, A ya da B değil,
Ortadoğu' daki bir devrimci dinamiktir. Bu dinamiği
savunmak bugün son derece önemli görevlerinden
biridir.
|