Milliyet gazetesinde bir köşe yazarı,şöyle diyordu
köşesinde;
"İnşaatın kapısında bizi Ağrı'lı iki genç
karşıladı.
PKK 'terörü' konusunda görüşlerini sorduk.
Cevapları düşündürücüydü.
- Türkler PKK'yı bahane edip Kürtler'i öldürüyorlar.
- Buna nasıl inanırsınız, devlet hiç kendi vatandaşını
öldürür mü?
Ama onlar devletin Kürtleri öldürdüğüne öylesine
İNANDIRILMIŞLARDI Kİ!.."
İşte Kemalist devlet aydınının tarihsel yalancılığı.
Tarih bu gibi örneklerle dolu. Hep saptırılmış,
gizlenmiş gerçekler...
Bugün Kürdistan'da yaşanan gelişmeleri artık herkes
biliyor. Devlet savaş gerçeğini kabul etmiyor
ancak sivil halka yönelik "kirli savaş"ı
şiddetini her gün artırarak sürdürüyor. Kemalistler
ise hala gerçekleri gizlemeye çalışıyorlar. Ancak
artık karşılarında Cumhuriyetin ilk yıllarında
olduğu gibi "emperyalizmin kışkırtması"
dedikleri ve sivil halkın katledilmesinden sonra
da "Cumhuriyet karşıtı gericiler katledildi"
diye yorumladıkları hareketler yok. Artık karşılarında
örgütlü bir halk var. Halk artık en küçüğünden
en büyüğüne, "defterimizi bugüne dek TC yazdı,
artık biz yazacağız" diyor.
Kürdistan'ın değişmesi ile birlikte, Kemalistlerde
de bir hareketlenme başlıyor; kimisi "Türk
şovenizmine de Kürt şovenizmine de karşıyım"
diyerek durumu kurtarmaya çalışıyor. Kimisi ise
"II. Cumhuriyet" tartışmaları açıyor.
Aslında hepsinin amacı aynı. Amaç, "ülkesi
ve milletiyle bölünmez bütünlüğü" sürdürmek...
Cumhuriyetten bu yana Türk aydınının tarihsel
misyonu, resmi ideolojiyi (Kemalizmi) üretmek
oldu. Kitlelerin gönüllü katılmadığı, söz sahibi
olmadığı, emperyalistlerin kendi aralarındaki
çelişmkilerin devamı olarak Türk-Yunan savaşına
dönüşen ve sürecin önderi M. Kemal'in başından
sonuna dek emperyalizmle uzlaşma içinde yürüttüğü
hareket "Kurtuluş Savaşı" olarak adlandırıldı.
M. Kemal'in ismi yüceltilerek, putlaştırılarak
tarih saptırıldı. Bu arada, Kürdistan'da gerçekleşen
ulusal istemli tüm ayaklanmalar "emperyalizmin
kışkırttığı gerici hareketler" olarak nitelendirildi.
Oysa ilericilik adına bu karşı çıkış, kendi içinde
çelişkileri de getiriyordu.
Örneğin, Şeyh Sait ayaklanması belki dini motifler
taşıyordu ama esas olarak ulusal taleplerin ağır
bastığı bir ayaklanmaydı. Kemalist aydınlar ve
kendilerine "komünist" diyen TKP'liler,
bu hareketin kanla bastırılmasında, Kürt halkının
katledilmesinde Kemalist devletin yanında yer
aldılar. TKP içinde bu konuda istisnai kişilik,
farklı tavrı ve görüşleri ile Dr. Hikmet Kıvılcımlı
idi.
Kemalizm işte böyle "silahlı bekçileri"nin
öncülüğünde, onlara hep bağlı kalan "silahsız
bekçileri"nin (devlet aydınları) varlığı
ile kendini üretmeye devam etti. M. Kemal putlaştırıldı,
onun sınıflar üstü bir kişilik olduğu imajı yaratıldı.
Ve bu durum toplumu etkiledi. Kemalist devlet
ile burjuvazinin kendi sınıfsal çıkarlarını garanti
altına aldığı hiç söylenmedi. O'na hep tanrısal
misyonlar yüklendi.
Mustafa Kemal muhalefeti hiç sevmedi. Sosyalistleri,
Kürtleri bastırdığı gibi, burjuva partileri olan
ancak kendi dışında oluşan "Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası" ve "Serbest Fırka"nın
da faaliyetlerini engelledi.
Sosyalistler üzerinde hep baskı uygulandı ancak
TKP "sosyalist"leri O'na hep övgüler
düzmeyi sürdürdüler. Örneğin Rasih Nuri İleri,
"Atatürk ve Komünizm" isimli kitabında
gerçekleri şöyle saptırıyor: "Gazi Mustafa
Kemal büyük bir gerçekçidir. Kemal Paşa, 1925
yılınddan sonra bütün karşı fikirleri, bu arada
sol fikir ve eylemleri yasaklamakla bir döneklik
yapmış mıdır? Bu yargı sadece Atatürk'ü küçültmek
isteyenlerin harcıdır. Atatürk samimiydi."
İşte bir "Komünist"in Şeyh Sait isyanının
bastırılmasından, sivil Kürt halkının katledilmesinden
sonra M.Kemal'e düzdüğü methiyeler...
1960 sonrasındadır ki Türk sosyalist kesminde
Kemalizmin sorgulanması hızlandı. Örneğin M. Kemal'in
her dönem emperyalizm ile uzlaştığı, emperyalistlerin
Kemalist iktidara rıza gösterdiği gibi tesbitler,
İbrahim Kaypakkaya tarafından yapıldı.
Bugün Kemalizm bir çok kesimde hala tartışılıyor.
Ve Kürdistan'daki mücadele geliştikçe tarihsel
bir hesaplaşmanın gerekliliği de ortaya çıkıyor.
Artık Kürdistan gerçekliğine doğru bakışın tek
koşulu bence Kemalizm ile tüm bağları kopartmış
olmaktan geçiyor...
|