"Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerindeki
rejimler tek tek yıkıldı, tarihsel olarak bir
dönem kapandı. Kapanan dönemle birlikte, uluslararası
düzende varolan tüm dengeler altüst oldu. Körfez
savaşı neredeyse bu alt üst oluşun "miladı"
haline gelirken, emperyalist paktın lideri George
Bush, savaşın yeni dünya düzenini kurma projesinin
bir adımı olduğunu açıkladı. Yeni dünya düzeni
kendisine hedef olarak, istikrarsızlığın kural
olduğu Ortadoğu bölgesini seçti. Bilinir, Ortadoğu'da
her şey petrol içindir. Hal böyle olunca Türkiye'de
gelişen süreçleri anlamak, yorumlamak, müdahale
etmek için Ortadoğu'daki dengeleri anlamak, yorumlamak
gerekir."
ABD'nin liderliğindeki dünya kapitalizmi emperyalist
kapitalist kampın ve uluslararası işbölümünün
güvenliğini zedeleyecek hiçbir sürece göz yummaz.
İstikrarsızlık unsuru olabilecek hiç bir girişimi
yanıtsız bırakmaz.
Bu, dünyanın petrol deposu olmak bakımından uluslararası
işbölümünde yaşamsal önemde bir yer tutan bir
bölgesi için her bölgeden daha çok böyledir. "İstikrar",
ama dünyanın "efendileri"nce arzulanan
türden bir istikrar bölgeye yönelik politikaların
ana eksenini oluşturmaktadır. Savaş, bu politikaları
yaşama geçirmenin neredeyse doğal halidir. Olmazsa
olmazıdır. Ortadoğu'da sınırların cetvelle çizilmiş
gibi dümdüz olması boşuna değildir.
Körfez Savaşı'da "olağan" istikrar sağlama
savaşlarından biridir. Ancak kullanılan teknoloji
ne kadar gelişkin olursa olsun, insan faktörünün
önemini Vietnam Savaşı ile çok iyi sınamış olan
ABD için uzayabilecek bir kara savaşının toplumsal
olarak yaratabileceği infial riskliydi. Katlanılmazdı.
Bundan kaçınıp, Irak içindeki çelişkilerden yararlanarak
Saddam'ı arkadan vurma planı çok daha çekiciydi.
Güneyden Şiileri, kuzeyden Kürtleri cesaretlendirmek
en "akılcı" olanıydı. ABD'nin kışkırtmalarının
sahipsiz kalmadığı görüldü. Dışsal olduğu kadar
içsel nedenlerle de... 2. Paylaşım savaşından
bu yana Irak Kürtlerinin verdiği özerklik ve bağımsızlık
mücadelesi milliyetçi ve ırkçı Irak rejimi tarafından
kanla bastırılmıştır. Toplama kampları, çöl kampları,
sürgünler, sınırların insandan arındırılması,
Araplaştırma girişimleri, son olarak da Halepçe...
Dolayısıyla ayaklanma için sadece kışkırtma sözkonusu
değil... Uzun yılların getiriği haksızlık, eritme
politikaları, öfke, gözyaşı ve mücadele de var.
Konjonkürel olarak hepsi biraraya gelince Irak
Kürtleri çok kısa zamanda başkaldırdılar. Emperyalist-kapitalist
blok, kendi siyasal ve ekonomik yönelimlerine
dönük manevraları bunları benimseyen reformist
bir önderlikle paylaştı ve bu önderlik ana bileşeni
köylülük olan hareketi emperyalist blokun politikaları
doğrultusunda yönlendirdi. Oysa sözkonusu blok
açısından, askeri harekatın bitiği an Irak Kürtlerinin
taktiksel işlevi de son buluyordu. Ülkenin güneyinde
Şiilerin ayaklanmasını fırsat bilen Peşmergeler
dağa çıktılar. Bu kez savaş sonrası dengelerin
ihtiyacı ile, parçalanan Ira'ın toprak bütünlüğünün
korunması gündeme geldi. Ayaklandırılanlar, yani
başkaldıranlar bu kez bastırıldılar. Emperyalist
kamp doğrudan içinde yer almadığı bastırma harekatına
seyirci kaldı ve böylece onay vermiş oldu. Teslimiyetçi
politikalar izlemekte ustalaşmış ve başından bu
yana emperyalist kampın dümen suyunda politika
yapan Irak Kürt önderliğinin politik hattı halkına
yenilgi ve acı getirdi.
Emperyalist Pakt açısından sorunun ana ekseninde,
kapitalist dünya düzenine eklemlenmiş bir Kürt
devleti oluşturmak vardır. Bu bakımdan bölgedeki
4 ülkeye dağılmış Kürtleri bir araya getirerek
bir Kürt devleti kurmak isteyen her siyasi oluşum
politikalarını bu ana ekseni de gözeterek yürütmek
zorundadır. Sözgelimi Güney Irak'ta emperyalist
kampın desteğinde kurulacak bir Kürt devletinin
"ulusların kaderlerini tayin hakkı"
ile uzak yakın bir ilgisi bulunmayacağı gibi,
bu, olsa olsa "ulusların kaderlerinin tayini"
olacaktır. Çünkü bu devlet düpedüz yeni dünya
düzeninin ihtiyaçlarına seslenecektir. ABD'nin
çıkarlarının temsilcisi olacaktır. Dolayısıyla
Irak'taki Kürt önderliği, Kürt işçi sınıfının
ve emekçilerinin önüne ABD emperyalizminin ve
yeni dünya düzeninin çıkarlarını koymuştur. "Ortadoğu'da
bölgesel olarak dünya kapitalizminin hiyerarşik
yapılanmasına parelel ekonomik ve siyasal bir
eklemlenme ve entegrasyon yaratılmak istenmektedir
ki, bunun görevi kapitalizmin gelişimi ve ihtiyaçları
doğrultusunda ekonomik ve siyasal entegrasyonun
yaratılmasının yanısıra ekonomik, siyasal ve toplumsal
bunalımlar karşısında baskı unsuru ve emniyet
sübaplığı, yani jandarmalıktır. Mevcut ülkeler
içersinde bu hiyerarşik yapılanmaya aday tek ülke
Türkiye'dir." (Son Kavga/Sayı:1)
Körfez savaşının sonuna doğru, Irak'la girişilen
pazarlıklar son haddini bulmuştu. Uluslararası
sermaye ile yakın ilişkisi olan Özal pazarlıklara
uzak değildi. Savaşan güçlerin yanında yer almak
için çırpındı. Ambargoyu uygulayan ilk ülke olması,
sınıra asker kaydırılması, medya kanalı ile ikinci
cephe'nin açılacağının duyurulması, bunun göstergesiydi.
Parlemento bu süreçte deyim yerindeyse "iplenmedi"
bile. Sınırları emperyalist ülkelerce çizilmiş
bir Kürt devletinin Türkiye'nin iç dengelerini
rahatsız etmesi olasılığına karşılıksa, pazarlık
masasına Kütlerin etnik kimliklerinin tanınmasından,
Kürtçe televizyona izin verilmesine kadar her
şeyin tartışılabilir olduuğu kondu. Proje açıktı
aslında: sistemin çözemediğini asimile etmesi
isteniyordu. Bir yanda militarist kanadın "ezelim,
asalım, keselim" çığlıkları, öte yanda "sopanın
yanında havuç" politikası.
Türkiye bu süreçte Kuzey Irak Kürtlerinin de hamiliğine
soyundu. Türkiye'nin garantör devlet olarak masaya
oturması gündeme geldi. Celal Talabani ile yapılan
görüşmelerde özerk bir Kürt bölgesi formülleri
üzerinde yoğunlaşıldı. Böylece bir yandan PKK'ya
dönük askeri abluka artırılırken öte yandan uzlaşacak
Kürt önderliklerinin ödüllendirileceği ilan ediliyordu.
Ülke içindeyse, Kürdistan topraklarına ayrımsız
yayılmış şiddet yoluyla Kürtleri kendi coğrafyalarından
koparma senaryoları üretiliyor. Şiddet ve ekonomik
refah neredeyse bir itme-çekme etkisi yaratarak
Kürt bölgesini insansızlaştırıyor. Böylece 4 ülkedeki
Kürtler arasındaki bağlar koparılıyor.
Nitekim 2 eylül günlü Cumhuriyet gazetesinde iki
haber dikkat çekiyor. İlkinde "PKK Kuzey
Irak'ı kullanamayacak" başlığı atılıyor.
KDP lideri Mesut Barzani ile KYP lideri Celal
Talabani'nin Başbakan Demirel'le yaptıkları görüşmede,
PKK'nın bundan böyle Kuzey Irak'ı üs olarak kullanmaması
için iki partinin elinden geleni yapacağı duyuruluyor.
Her iki liderin de Kuzey Irak'ı Türkiye için güvenlikli
bir bölge yapmaya kararlı oldukları dile getiriliyor.
"Tartışmalı Bir Hak" başlığıyla verilen
ikinci haberdeyse bir devletin topraklarında suç
işleyen kişilerin bir başka ülke topraklarına
geçtiklerinde de izlenebilmesine olanak tanıyan
sıcak takip hakkının uluslararası hukuk açısından
oldukça tartışmalı olduğu dile getiriliyor. İlgili
devletlerin kendi aralarında anlaşmaları gerektiği
vurgusu yapılıyor.
Senaryonun parçaları bütünleniyor gibi. Ortadoğu'
da bir yandan Kürtleri asimile et, gerekiyorsa
özerklik tanı, öte yandaysa halkları olabildiğince
parçala ve birbirine düşman et politikası adım
adım yürütülüyor.
Oysa bir bütün olarak Ortadoğu halkları ve Türklerle
Kürtler ortak bir tarih ve kültür mirasını paylaşıyorlar.
Öte yandan Kürt ve Türk emekçilerinin ortak mücadelesinde
bu mücadeleye esin kaynağı olması gereken proleter
enternasyonalizminden başka kurtuluşları görünmüyor.
Üstelik bu, halkları birbirine boğazlatan milliyetçilik
illetinin de en etkili panzehiri...
|