Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Anadolu Hareketinin
Anlamı-Niteliği
ve Kemalizm-4

SONUÇ
Anadolu hareketinin tarihsel seyrini yer yer kısa saptamalarla birlikte genel olarak gözden geçirdikten sonra onun niteliğine özellikle yer vermek gerekiyor. Bilindiği gibi bir hareketin niteliğini belirtirken; onun sınıfsal dokunuşuna, önderliğin durumuna, proğram ve hedefleri gözönünde bulundurulur. Ki, 1919-30 Ağustos 1922 döneminde ülkenin çeşitli yerlerinde işgalcilerle çarpışmayı soyutlayarak Anadolu Hareketini salt işgal güçleriyle vuruşmaya indirgemesi içinde ele alarak olaya 'savaş' demek de olası değildir. Çünkü durum, gerek bizzat kendi sürecinde savaşa koşut olarak gündeme sokulan, gerekse de daha sonra genel olarak aynı paralelde sürdürülen politikalarla siyasal sosyal, ekonomik, vb. çok yönlü bir eklemlenişin kapsamını sunmaktadır. Dolayısıyla hareketi genelde nitelemeden önce nitelemenin öğeleri olmak üzere, bazı soruların yanıtlarının saptanması gerekmektedir.
Öncelikle, Anadolu Hareketi'nin bir sınıf ideolojisi temelinde gelişmektedir, yoksa bu şekilde gelişmeyen, bu şekilde gelişme koşulları olmayan veya bu şekilde gelişmeye tarihsel ve siyasal elverişlilik ortamı olmayan çeşitli hareketler gibi, görünümdeki çeşitli özgürlüklerine, yüzeysel farklılıklara rağmen esasta bir sınıf ideolojisini bağlı, onun köklerinden sürgün vermiş ve sonuçta ona hizmet eden bir çizgi midir? Başta egemen sınıflar olmak üzere, ülkemizin-bugünkü kapsamı itibarıyla-sol literatürüne kadar uzanmış 'Kemalizm' kavramı, kendi özel niteliği olan bir ideoloji midir? İdeolojiden öte, bir ekol bir çizgi olarak özgünlük taşımakta mıdır? Şu kavramın böylesine geniş bir yelpaze içinde yerleşikliğinin nedenleri neleridir? Ve ideoloji nedir?
Ekonomik, siyasal, sosyal normlara sahip sınıfların düşünçelerinin sistemli biçimlenişi olarak genel bir soyutlama yapmak olasıdır. Ne var ki, ideolojiler bu genellemenin kapsamında ama bunlar çok daha yüklü anlamlar içerir. Elbette düşünce, maddi koşullarca belirlenir. Maddi koşullar düşüncenin kendi sistematiği içinde ciddi aşamalar, nitelik sıçramaları yapabilmesinin koşullarını da tarihsel boyutu içinde yine maddi yaşam sunar, maddi yaşamın gelişme dinamiği olur. Fakat önemli bir noktayı tam da burada gözden kaçırmak olasıdır. Bu gerçekliklerin yanısıra, belli bir dokuya kendi kendine yaşama örgenliğine kavuşan düşünce, o andan itibaren maddi yaşamdan göreceli bir bağımsızlık kazanır. Yaşamın verilerini alarak kavramak tanımlamak basit denklemi, artık karmaşık çok bilinmeyenli problemleri düşünme gündemine almakla yer değiştirmiştir.. İşte eğer bu tablo sınıfsal boyutlar içinde çiziliyorsa, o devinimine koşut ya da ona karşı... Ama bir ideolojidir. Ayrıca yine eklemek gerekir ki, bir düşünce sistematiğinin ideoloji olabilmesi için biçimsel olması şart değildir. Tıpkı idealizm gibi bilime aykırı, onu yadsıyan özelliklerle de bezeli olabilir, ama bu onun bir sınıfın varlık koşullarını tanımlamasına engel olmadığı için ideoloji olmaması anlamanı da gelmez. Konuya ilişkin olarak Engels'in 14 Temmuz 1893'de Franz Mehring'e yazdığı mektubu anımsatmak çok yararlı olacak Engels, sıradan soyutlamalardan öte, ideoloji üzerinde çok yönle olarak düşünerek diyor ki:
"İdeoloji, sözde düşünürün herhalde bilinçli olarak, ama yanlış bir bilinçle gerçekleştirdiği bir süreçtir. Onu harekete getiren gerçek güçler kendisi için meçhuldür, öyle olmasaydı zaten ideolojik bir süreç olmazdı. Bu yüzden sözde düşünür, yanlış ya da görünüşte kalan itici güçler tasarımlar. Düşünsel bir süreç olmasına bakarak, ister kendisinin ister kendisinden öncekinin düşünecesi olsun, ondan saf düşüncenin içeriğini ve biçimini çıkarır ve sadece düşünce gereçleriyle uğraşır. İşin temeline bakmadan bu gereçleri düşünceden çıkmış sayar ve daha uzaklarda düşünceden bağımsız kökenleri olup olmadığını araştırmak zahmetine katlanmaz. Onun gözünde bu doğaldır; çünkü düşüncenin aracılığıyla gerçekleşen her insan eylemi ona son çözümlemede, temelini düşünceye dayamış olarak görünür. Sanki tarihsel ideoloji, her özel alanda, daha önceki kuşakların zihnin de bağımsız olarak meydana gelmiş ve birbirlerini izleyen bu kuşakların beyninde kendine özgü bir dizi bağımsız gelişmeyi geçirmiştir. İşte her özel alandaki ideolojik görüşlerin bu görünüşte bağımsız tarihleridir ki, insanların çoğunu aldatmaktadır. Luther ve Calvin resmi katolik dininin hakkından geliyorlarsa, vb. bu, herhalde düşünce alanından çıkmayan olaylar nedeniyledir ve değişmiş ekonomik koşulların düşünsel bir yansısıdır. Aslan yürekli Richard ve Philippe Auguste, haçlı seferlerine girişecekleri yerde serbest ticareti gerçekleştirmiş olsalardı bizi beş yüzyıllık yoksulluktan ve budalalıktan kurtarırlardı. Buna ideologların şu aptalca düşüncesi de ekleniyor: Tarihte bir rol oynayan çeşitli ideolojik alanlara bağımsız bir tarihsel gelişme tanımadığımıza göre, anlara hiçbir tarihsel etkililik de tanınmamalı... Bu iddia, diyalektiğe aykırı basit bir görüşe, karşılıklı etki üstünde kesin bir bilgisizliğe dayanmaktadır. Bu baylar, ekonomik olgular tarafından yaratılır yaratılmaz her tarihsel etkenin kendisinin de bir etki yarattığı ve kendi nedenlerine etken olabileceği olgusunu, çoğu zaman maksatlı olarak unutuyorlar. Eğer gerçeğin bu biçimde çıkarımların yapılabileceği Aristo çağından günümüze kadar düşüncenin karakterinin üzerinden de çok fazla su aktı."
O halde ideoloji, sınıfsal karakterde, sınıfın maddi yaşam koşullarınca belirlenen, bu bağlamda onun çıkarlarını amaçlayan, dolayısıyla maddi hareket noktası üzerinde biçimlenen düşünsel olgular temelinde yükselip, koşul-düşünce ikileminde bir sürekli alış veriş içine giren, komünizme kadar da sınıfsal karakterini yitirmeyen sistematiktir. (Komünizm ise bir sınıf ideolojisi değil, ilk kez toplumsal ideolojidir. Bu temelde, ideolojinin karakteri, başat özelliği komünizmle değildir.) Onun dışında komünizme kadar sınıf dışında, sözgelimi ara tabakalarına ilişkin, sözgelimi bir erk bileşimine ilişkin ya da ezilen katmanların bileşimine ilişkin 'özgün' ideolojiler yaratmak materyalizmin temel biçimsel kıstaslarını tepelemekle eş anlamlıdır. Ve küçük burjuvazinin ideolojisi olamaz. Onun düşüncesi, düzen statükoculuğu kapsamında burjuva ideolojisinin alt türevi, bir dipnotudur. Aynı biçimde çağımızın devrimlerini tanımlarken sosyalizm aynı zamanda köylülüğün ezici nicel bölümüne hitap ettiği ve onun koşullarını, çıkarlarını tanımladığı halde, sosyalizm proletarya ideolojisidir.
Sonuçta Kemalizm diye bir ideoloji olmayacağı/olmadığı halde Türkiye egemenleri tarafından 'sınıflarüstü devlet politikası' demogojisinin içini kendi programlarıyla dolduracağı, doldurduğu bir egemenlik ve muhalefet gömleği olarak sürrealist varlığını korumuştur.
Anadolu Hareketi sırasında düşüncede, ekonomide, Kemalizmin ve idealizmin (burjuva ideolojisinin) arayışı içinde olan, bunu gerçekleştirmek için çırpınan, uluslararası ilişkilerinde de daha o günden bu temelde varoluşun eklenlenişilerini arayan fakat tarihsel sürecinden ötürü ne proletarya ideolojisine, ne de burjuva ideolojisine ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel olarak egemen olma, onunla doğrudan buluşma olanağı olmayan önderlik, hem kendi kimliği, hem de programları açısından sürekli bu doğrultuda çırpınıp durmuş, otodinamiğinin verilerinin farkında olduğu için de kendisi emperyalizmi aramıştır. Marx'ın farklı bir konuda, burjuvazisinin tarihsel görevinin sona erdiğini belirtirken ifade ettiği gibi artık onun, "kendisinin çağırdığı bu cehennem güçlerinin maşası olarak" kendi ülkesini, alacağı işbirliği rüşveti karşılığı emperyalizmin ayakları altına döşediği aşikardır.
Bugün düşünce planında burjuvazi ve proletaryanın dışında bir sistematik kurulabilmesi eşyanın tabiatına aykıdırıdır. Ve elbette 'Kemalizm'e bir felsefe akımı demek hiç bir anlamda sözkonusu olmasa da 'Kemalizm'in toplumsal boyutlar çerçevesindeki etkinliklerini düşünürken, Fransız Regar Garaudy'nin 'mızmız felsefeler' diye adlandırdığı burjuva akımlarını (3) anımsamamak olası değil. Burjuva ideolojisinin genel karakterinden kaynaklanan bu mızmızlık, onun bir takım temel normlarına karşı çıkarak yola çıkıp ona hizmet etmeye kadar varan çeşnidir. Ne var ki, bütün bu görünürdeki çeşniye karşın, son çözümlemede çağımız iki büyük kamptan ibarettir. Burjuvazi ve proletarya. "Günümüze kadar varolagelen bütün toplumların tarihi sınıf savaşımları tarihidir. Özgür yurttaş ve köle partisi ve plep, derebeyi ve serf, lonca ustası ve kalfa, tek sözle ezen ve ezilen her an birbirlerine karşı olmuşlar ve kimi zman alttan alta, kimi zaman da açıktan açığa sürekli bir kavga sürdürmüşlerdir. Bu kavga, her seferinde, ya bütün toplumun dönüşmesiyle ya da çatışan sınıfların birlikte mahvolmalarıyla sonuçlanmıştır... Feodal toplumun yıkıntılarından fışkıran çağdaş burjuva toplumu yeni baskı koşulları ve yeni kavga biçimleri getirmiştir. Burjuva çağı, şu ayırdedici özelliği taşır: Sınıf çelişkilerini basitleştirmiştir. Bütün toplum giderek iki büyük topluma bölünmüştür. Burjuvazi ve proleterya. Ortaçağın toprak köleleri arasından kasabaların ayrıcalıklı halkı türemiştir. Bunların arasından da burjuvazinin ilk biçimleri gelişmiştir... Burjuvazi, tarihsel süreçte son derece devrimci bir rol oynamıştır. Nerede üste çıkmışsa orada bütün feodal ataerkil ilişkilere son vermiştir. Feodal bağları hoyratça koparıp atmış, insanla insan arasında yalın çıkar ve peşin para bağından başka hiçbir ilişki bırakmamıştır. O güne dek el üstünde tutulan, baştacı edilen ne kadar mesek varsa hepsinin kutsal halesini yıkıp atmış; hekimi, hukukçuyu, papazı, ozanı, bilim adamını, ücretli işçileri yapmıştır.(4)
Önderliğin niteliğine, yapısına ve konumuna gelince; bir hareketin, önder kadroların sınısal kökenine bağlı olarak nitelenmeyeceğini, önemli olan bu kadroların hangi sınıftan, kattan gelirse gelsinler, o hareketin sürecinde hangi sınısal temellerden kaynaklanan amaç ve programlara hizmet ettikleridir. Evet, çokca söylenegeldiği üzere Anadolu hareketinin önder kadroları ordu ve bürokrasiden gelmektedirler. Buradan yola çıkarak devletin iki temel kurumu olan bürokrasi ve militarizm kökenli kadroların, bürokrat ve askerlerin genellikle küçük burjuva karakter arzetmesini hareketin 'ideolojik sınıfsal' yapısını ve o anlamda niteliğini belirlediği söylenemez. Küçük burjuva 'ideolojiler' değil ama, küçük burjuva karakterli çizgierin tipik 'mızmız'lıkları, yalpalamaları, burjuvazinin gücünü kollamaları ve kovalamaları ihtilal ve yukarıdan aşağıya girişimcilik-darbecilik tablolarıyla küçük burjuvanın çözebileceği çeşitli çizgiler çekmiştir döneme. Ne var ki, olayın sınıfsal niteliği bu çizgilerle değil, dayandığı temel ekonomik ve siyasal olgularca belirlenir ve o belirlemeler burjuva rotayı ortaya koymaktadır. Önderliğin amaçları, toprak ağaları ve Anadolu komprador burjuvazisi ile, azınlık burjuvazisinin işlevlerini devralmak isteyen İstanbul ticaret burjuvazisinin amaçlarıyla buluşmuş, programın esası devlet yönetiminde varlık çıkarları esasında bürokrat ve askerlerin bu amaçlarıyla bütünleşerek oluşmuştur. (5) önderlik söz konusu kesimlerin siyasal ifadesi haline gelmiştir. Bu durum, bürokrat kesimin hakimiyet güçleriyle ittifakı tarzında şekillenmiyor, tam tersine bu kesimin görece bağımsızlığına rağmen bir buluşma gündeme geliyordu. Savaştaki ve savaşın organizasyonundaki misyonları ile söz konusu 'bağımsızlık' artmış, yeni devletin inşaasında da önemli rol oynamıştır., onların rahatlığı ve işlevlerindeki hızına hizmet etmiştir.
Durumu kuramsal açıdan da ifade etmek gerekirse, bilindiği gibi devlet en genel tanımıyla bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki baskı aracıdır. Ancak bu durum her zaman ve her koşulda bu denli yalın ve kaba çizgiler içinde değildir. Ve kendi içinde komplikasyonlar taşır. devlet sınıfsal bir baskı örgütlenmesi olduğu ve bu durum uzun vadeli programlarla belirlendiği halde, güncel anlamda toplumdaki diğer kesimlerin varlık koşullarına (nicel ve nitel durumlarına göre) onlara karşı da yükümlüdür ve bazı işlevler ortaya koymak durumundadır. Öte yandan devletin iki başat kurumu olan ordu ve bürokrasi de kendi içlerinde kurumlaşır. Özellikle kapitalizmin güçlerini daha da geliştirip karmaşık bir hale getirdiği bu kurumların yönlendirilmesi, aralarında eşgüdümün sağlanması mekanizması siyasal iktidarın yönetim ve yürütme organıdır. Ve her siyasal iktidar gücünü toplumun egemen sınıflardan aldığı gibi hakim sınıfların bürokrasi, militarizm ve siyasal iktidarla ilişkileri karmaşık dengeler üzerinde biçimlenmiştir. Bu biçimlenme, hakim sınıflarla ilişkilerinin kuruluş biçimine, tarihsel gelişimine, toplumun ideolojik-politik, hukuksal, kültürel vb. evrimleriyle toplumdaki güçler dengesine oturur. Günümüzün kapitalist devletlerinde birçok kurumlaşma özde aynı olsa da, söz ettiğimiz olguların durumuna göre farklılaşan çizgiler, ağırlık noktaları da taşırlar. Toplumsal evrimdeki farklılıklar, devletin şekillenmesine de yansır. Ancak temelde bir sınıfın, burjuvazinin devleti olma niteliği değişmez.
Devletin yapısındaki karmaşıklık, doğal olarak üst yapı kurumlarına göreceli özellikler vermektedir. Hakim sınıfların devlet içindeki konumlanışına, devletin biçimlenişindeki etkinlik ve rollerine göre özerklikler de şekillenir. Öte yandan kimi ülkelerde devlet kurumları daha karmaşık bir karakter arzetmekteyken kimlerinde daha yalındır. Kimi ülkelerde lise siyasal mekanizmayla hakim sınıfların ilişkileri daha karmaşık ve dolaylı iken kimilerinde daha açık ve nettir.
Özetle, ülkemizde devletin kurumlaşması ve siyasal mekanizma ile egemen sınıf ilişkilerine bakarken sorunu bu perspektiflerle ele almak gerekir. Ülkenin toplumsal evriminin koşul ve verilerine ilişkin olarak kaçırılan faktörler, çözümlemenin gerçeklikten uzak ve soyut kalmasını doğurur. Cumhuriyet Devleti, Osmanlı Devleti'nin sunduğu tarihsel veriler üzerinde varlık kazanmış ve onun söz konusu momentinin kalıcı yanlarını içererek, dinamizm sunabilen yanlarında kısmi değişiklikler yaparak biçimlenmiştir. Osmanlı Devletinin o süreci, bürokrasinin alabildiğine palazlandığı siyasal mekanizmanın asker-bürokrat kadrolarca oluşturulduğu, bu kadroların mevcut belirsizlik ve otorite-sınıfsal etkinlik boşluğu ortamında hakim sınıf gibi davrandığı (aynı zamanda esas olarak emekçi kitlelere karşı konumlandığı) bir devletti. Bir önceki dönemden devraldıkları bu durum Anadolu Hareketinin kadroların daha fazla özerklik olanağı tanıyan bir özellikti ve ilk bakışta görece özerklik, söz konusu kadroların egemen sınıflarıyla ilişkilerini gizliyor, onlara bağımsız bir görünüm kazandırıyordu. Gerek bu olgu, gerekirse de askeri-siyasi kadroların küçük burjuva kökenli olmaları, siyasi iktidarın ekonomik egemenlik güçlerinden ayrı, küçük burjuvazinin elinde olduğu, savaşın önderliğinin küçük burjuva kesimince üstlenilmesinin yanısıra yeni devletin de 'küçük burjuva kesimce üstlenilmesinin yanısıra yeni devletin de 'küçük burjuva diktatörlüğü' olduğu yanılgısına yol açmıştır. Bu saptama yapılırken, en fazla dikkat edilmesi gereken olgu olan, gelişimlerin, siyasal ekonomik ve sosyal plandaki karar ve uygulamaların ağırlıklı olarak emekçilere mi yoksa hakim sınıf çıkarlarına mı hizmet ettiği gözetmemiş veya yanlış çıkarımlar yapılmıştır. Öte yandan Emperyalizmle acil bütünleşme tavrı, devlet olanaklarının hangi kesimlerin çıkarlarına sunulduğu nedenlerle ülkenin yobaz bir çevresince 'komünist' ilan edilmesi, (burjuva kültürünün de batı taklitçiliği, 'batılılaşma', vb. terimlerle tanımlanan), Bismarkvari girişimlerle işçi ve köylüleri kapsayarak, onlara da devlet eliyle ihsanda bulunarak topluma bir bütün olarak şırınga edilmeye çalışılması benzeri özellikler de bu yanılgılarda (o zaman olduğu gibi) daha sonraki dönemlerde de rol oynamıştır. İlginç olan aynı durumun değişik dönemlerde, dönemin koşulları doğrultusunda tamamen zıt saptamalarla tanımlanabilmesi ya da değişik çıkar gruplarınca yadsınması veya savunulmasıdır.
Ulusal gelirin ve toplam kredilerin dağılım rakamları durumu oldukça somut ifade ediyor: İşçiler, köylüler ulusal gelirden çok az pay alırken aslan payı toprak ağalarına ve burjuvaziye gitmiştir. 1950'ye kadar ücretliler %70-80 oranında vergi öderken, tüccar ve sanayicilerin ödedikleri vergi tutarı ancak % 10'du. Bütçe gelirlerinin de en büyük bölümü ise geniş kitlelerin ödediği dolaylı vergiler oluşturmaktadır. 1923-29 arasındaki bütün bütçe gelirlerinin %38'i, 1930-34 arasında %28'i, 35-39 arasında ise %27'si dolaylı vergilerden oluşmaktaydı ve yine toplam kredilerin 1924-38 arasında %70'i tarım dışı alana giderken %19'u devlete gitmekteydi.
Giderek temelde farkılık arzetmeyen ama devlet müdaheleciliğinin, liberalizmin dozajındaki anlaşmazlıklardan dolayı yola çıkan değişik klikler olmuşsa da, oligarşik ittifakın temelinin (oluşumunun değil) yeni devletin kuruluşunun hemen akabinde atıldığını söyleyebiliriz. Kapitalizmin ekonomi anlayışını rehber edinen yeni devlet, bu anlayışı ülke koşuları ve kendi niteliği bağlamında çarpık ve ilkel tarzda hayata geçirmeye çalışmasının yanısıra tutarlılık gösterdiği nerdeyse tek konunun anti-komünizm ve sövenizm olduğu gerçeğini özellikle vurgulamalıyız.

DİPNOT VE KAYNAKLAR
(1) sözkonusu çelişkiler fazla etkisi ve nüfuzu olmasına karşı Hollanda'nın da yer aldığı Türkisch Petroleum Company (TPC) içinde de sürer. Bu şirketin sermaye bileşimi %50 Natioal Bank of Türkey, %25 Deutsche Ba8k ve Anglo Sakson Petroleum Co. şeklindedir. TPC içindeki Almanya-İngiletere çekişmesini İngiltere kazanmış ve 1914'teki TPC'nin sermaye artırımında, İngiliz tekeli Anglo Parsium Oil Co. national Bank of Türkey'in %50 payını alarak Alman Deutszh Bank karşısında üstün duruma geçmiştir. TPC içindeki bu savaş Alman saldırganlığına zemin teşkil eden nedenlerden biri olarak, birinci paylaşım savaşına yansımıştır.
(2) Söz konusu yardımların dökümü şu şekildeydi: 1920 yılında 600 tüfek, 5.000.000 kadar tüfek mermisi ve 17.660 top mermisi. 1920 Eylül'ünde 200.6 kg külçe altın (Erzurum'da teslim edilmiştir.) .921 Ocak-Şubat aylarında 1.000 atımlık top barutu, 4.000 el bombası ve 4.000 şarapnel mermisi ve çeşitli türden bir kısım askeri malzeme. 1921 yılında; 33.275 tüfek, 57.986.000 tüfek mermisi 327 makineli tüfek, 54 top, 1.229.479 top mermisi, 1.500 kılıç, 20.000 gaz maskesi, 3 Ekim 19214de Nisan-1922 Mayıs arası 5 taksitle verilmiştir ve BMM Hükümetinin Milli Savunma bütçesi 1920 yılında 27.576.039 TL., 1921 yılında ise 54.160.058 Tl. idi.
(3) Varoluşçuluk, Yeni olguculuk, İnancılık, Klerikolizm, Yeni gerçekçlik, Aletçilik, Uygulayıcılık, Olay-bilimcilik, Kişilikçilik, vb.
(4) Söz konusu burjuvazinin niteliği ve tarihsel kesit açısından ele alınarak kompoze bir çıkarım yapmak istendiğinde Anadolu hareketi önderliğinin bünyesi nin amaç ve programlarla belirlendiğinin fakat o süreçte her açıdan burjuva nitelik arzedecek kapasite olmadığını söylemek gerekir. Ki bu onun son çözümlemede burjuva rotasının onda farklılaşma anlamında değiştirmez.
(5) Bu noktada Marks ve Lenin'in bürokrasiye ilişkin düşüncelerinin bazı noktalarını anımsarsak: "Toplum, ortak çıkarlarının savunulması için iş bölümü yoluyla kendi özelliklerini doğurmuştur. Ne varki devlet kurumunda uçlaşan bu gerginlikler zamanla kendi çıkarlarına hizmet eder hale gelmişlerdi, toplumun hizmetkarları durumundan kendilerinin efendileri durumuna gelmişlerdi" ( K.M. 18. Brumaire) "Bürokrasi, karşıtı olan feodalizm illetinden adil ve ceberrut biçimdir. "(Lenin)

 


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92