Son günlerde "Kürt Sorunu"nun yakıcılığıyla
gölgelense de, Körfez Krizi'nden başlayarak, ulaşmayı
öngördüğü hedefler bakımından günden güne netlik
kazanan "2.Cumhuriyet Tartışması", gündeme
ağırlığını koyan tartışmalardan biri olmayı sürdürdü.
Sabah gazetesi yazarlarına Hürriyet'ten Ertuğrul
Özkök'ün de katılımıyla alevlendirilen bu tartışma,
her ne kadar kamuoyunun "ilkine ne oldu ki
bir de ikincisi ortaya çıktı" benzeri şaşkınlığı
ile karşılansa da sosyalistler bakımından, Tükiye'de
egemen blok içinde nasıl bir ideolojik hegemonya
ve siyaset yapma krizi yaşandığını göstermesi
açısından önem kazanmaktadır.
Tartışmanın sosyalistler bakımından bir diğer
önemi ise, amacı egemen blok'a yeni ideolojik
meşruluk alanları ve siyaset yapma tarzı yaratmak
olan 2. Cumhuriyetçilerin tezlerinin çurütülmesi
ve karşıt bir ideolojikhegomanya yaratma şavaşının,sosyalistlere
12 Eylül darbesiyle yitirdikleri vetoplumsal,
politik arenada daha çok ihtiyaç duydukları ideolojik
ve politik bir çekim merkezi olabilme gücünü yeniden
kazandırabilecek olmasındadır.
Tartışmanın eksenini anlayabilmek bakımından,2.Cumhuriyetcilerin
temel savlarına göz atılırsa görülecektir ki,
2.Cumhuriyetci olabilmek için, Norveç'in beşte
biri kadar artı -değer üretip,ürettiğine bakmadan
üreyen ve bu yolla ulusal gelirin yüzde2 hatta3'üne
yakınını alıp götürenlere karşı çıkılması gerekmektedir.Bu
da yeterli değildir. Neredeyse bugun yeniden ve
tüm vahşiliğiyle hortlamış "neo-liberalizim"in
temel tezleriyle uyumlu olarak, 3 büyük kentin
çevresini çepeçevre kuşatan gecekondu kuşağına
ve orada yaşayanların varlık koşullarına, kentlerin
yacı ve lahmacunla "postmodern" hale
getirilmesine, kaynakların, Türkiye milli gelirinin
yarıdan fazlasını üreten batıdan doğuya akışına,
kırsal üretimin desteklenmesine de karşı olmak,
Çetin Altan'ın deyimiyle,"2.Cumhuriyetci
olabilmek için,yaşamını çağı ile bütünleştiren,
hümanist, yüzünü batıya çevirmiş bir Avrupalı...
yaratıcı, üretken ve aynı zamanda çaplı insanlar
olmak gerekmektedir."
2.Cumhuriyetçi olabilmek için, birde sözü edilen
tüm belaları Türkiye'nin başına musallat eden,cebarrut
asker bürokratlarla onların mayasını kardığı 1.Cumnuriyet'e
karşı olmak zorunluluk kuşkusuz. Bunun biraz tarih
ve politika bilenler açısından anlamı açık:Kemalizme,onun
değerler bütününe, tarz-ı siyasetine ve"ilkeler"ine,yine
ÇetinAltan'ın deyimiyle "sadece yönetenlerin
yaşamlarını kolaylaştırmak üzere kurul muş 'kabuk
devlet'e" karşı olmak. Ama tam da bu nitelikleriyle
sosyalistler 2.Cumhuriyet yaklaşımı karşısında
uyanık durmak zorundalar. Çünkü 2.Cumhuriyet ideolijisi
Kemalizmle sosyalistlerin de mutlaka hesaplaşması
gereken zeminde değil sosyalistleri de etkisizleştirmeyi,
politika dışı bırakıp marjinallaştimeyi hedefleyen
bir zeminde hesaplaşmaktadır. Önerdikleri "teknik
devlet" bir yandan kaynak kullanımı konusunda
gelişen burjuvazinin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek
esnikliğe sahipken öte yandan kadrolarının donanımı
sayesinde, gerek sosyalistlerin politika alanlarını
deraltmakta gerekse Türkiye burjuvazisinin temel
sorunlarınrdan biri halini alan Kürt hareketinin
ideolojik saldırı gerekçelerini ortadan kaldırarak,
akılcı bir asimilasyon politikası izlemekte çok
daha mahirdir. Çünkü "teknik devlet"
kullandığı ideolojik söylemle, ketleşmeden. küçük
girişimciliğe karşı büyük girişimcilikten yana,dolayısıyla
küçük girişimciliğin pragmatizmi ve köşe dönmeciliğine
karşıdır. Devlet yanlızca yalın ve açık şiddet
uygulamak için yoktur. Devlet sopanın yetmediği
yerde havuç uzatmayı bilmelidir. Bazen bu, şiddetten
daha etkili ve uyumlaştırıcıdır. Şiddet estetize
edilmeli, örtükleşmelidir. Böylelikle meşrulaşması
da kolaylaşacaktır.
Tartışmalar Ne Zaman Başladı
İkinci Cumhuriyet'e ilişkin ilk polemikler, Körfez
savaşı'nın tozu dumanı içinde başladı. 31 Ocak
1991 tarihli Hürriyet gazetesinde Ertuğrul Özkök
"Çankaya'nın Demokrasi Planı" başlıklı
yazısında, TCK 'nın 141 142 ve 163 ncü maddelerinin
kaldırılması, özel televiziyonlara izin verilmesi,
idari ve mali olarak eyalet sistemine benzer bir
sisteme geçilmesi, kürtce yasağının kalkması gibi
devletin Kemalist kanadının dudağını uçuklatan
türden önerileri demokratiklemenin gerekleri olarak
savunmaktaydı.
Tüm bunların dile getirilmesi, ne Özal'ın ne de
temsilcisi olduğu tekelci burjuvazinin bir gece
içinde "demokrat" olduğu anlamına gelmiyordu.
Tezler, burjuvazinin Körfez savaşı'na dönük beklentilerine
de yanıt veren 1 koyup 5 alma projesinin parçasıydı.
Serbest piyasa, İslam fandumantalizmine karşı
dini islam olan laik devlet ve parlementer demokrasisiyle
Türkiye tüm bölgeye örnek olacak, A.B.D'nin sadık
müttefiki olmanın getirdiği nimetlerden yararlanmanın
yanında, Ortadoğu'da 1 koyup 5 alacaktı.Türkiye'nin
Körfez krizi boyunca izlediği politik hat burjuvazinin
bölgede liderliğe soyunarak, periferlikten semi-periferliğe
transfer taleplerinin göstergesiydi.
Hesapları bütünleyen bir diğer "şans"
da A.B.D 'nin, bölgede oldukca yıpranmış İsrail'in
yanına,yıpranmamış, üstelik müslüman bir devleti
koyma ihtiyacıyla çakışmasaydı . Türkiye'nin ön
plana çıkması bir yandan Ortadoğu halklarının
tepkisini yumuşatırken, Türkiye'nin Irak'a sınır
komşu olması Yeni dünya düzenin "efendisi"
nin Almanya, İngiltere, Fransa gibi bölgede gözü
olan diğer ülkeleri etkisizleştirme politikasına
da yardım edebilecekti. Nitekim bölgede 36. parelelin
kuzeyinin denetlenmesi gerekcesiyle tutulan çekiç
gücün işlevi,A.B.D'nin hesaplarıyla Türkiye burjuvazisinin
ihtiyaçlarının kesişim kümesi tarafından belirlendi.
Burada bir parantez açarak, 5 Eylül 1992 tarihli
Hürriyet gazetesinde Ertuğrul Özkök'ün "Washington'da
Yazılanlar" başlıklı yazısına değinmek bütünleyici
olacaktır. Özkök, ABD'nin eski büyükelçisi ve
CIA ajanı Abramowitz'in de başında bulunduğu Carnegie
Endowement adlı kuruluşun ilginç bir rapor yayınladığına
dikkat çekerek, raporda Ortadoğu'nun ikiye ayrıldığını
belirtiyor. Bir yanda Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan
ve Mısır, öte yanda tehdit unsurları: Irak, Suriye,
İran... Raporun yaklaşımı ile Turgut Özal'ın siyaset
kulislerinde kızılca kıyametler koparan son atakları
resmi tamamlıyor. Saddam'ın PKK'ya verdiği öne
sürülen örtük desteğine karşı, bölgede liderliğe
soyunan Türkiye'nin Irak'ın küçültülmesine dönük
proje uyarınca Iraklı muhaliferle giriştiği açıktan
açığa "flört..." Devletin Kemalist kanadının
ya da İkinci Cumhuriyetçiler'in deyimiyle "Birinci
Cumhuriyetçiler" in anlayamadıkları tam da
budur: Kemalizmin "yurtta sulh cihanda sulh"u
bölgede pastadan daha büyük pay talep eden Türkiye
burjuvazisinin ayağına dolanmaktadır. "teknik
devlet" daha atak, daha cüretkar olmak zorunndadır.
Kısacası Körfez Krizi ile başlayan süreç, Türkiye
burjuvazisinin iştahını iyice kabartmış bulunuyor.
Ancak kabaran bu iştahın önündeki en büyük handikap,
siyaset tarzını ve devletin topyekun yeniden örgütlenmesini
engelleyen Kemalist devlet geleneğiyle, onun iç
ve dış politikaya yansıyan tarz-ı siyasetidir.
Dış politikada "yurtta sulh cihanda sulh
" yaklaşımı, iç plitikada ise 82 Anayasası,
artık burjuvazinin ihtiyaçlarına cevap vermeyen,
eskimiş, tam da bu yüzden "anti-demokratik"
olmayı haketmiş hükümleriyle kimi yasalar...
Burjuvazi, bir yandan bu yasal yükten kurtularak
daha esnek bir devlet yapısına kavuşmayı öngörürken,
öte yandan da Körfez Savaşı'ndan bu yana dile
getirilen Irak'ın parçalanmasına yönelik projeler
yeniden yeniden ısıtılmaktadır. Parçalanma senaryosu,
baştan beri, bölgede emperyalizmin inayetiyle,
Ortadoğu halkları tarafından neredeyse hain ilan
edilmiş olan Talabani ve Barzani'ye bir uydu "Kürt
Devleti" kurdurulması üzerine bina edilmişti.
Türkiye burjuvazisi böylece güçlü, lider devlet
konumuna soyunurken, hem bu "devlet"in
hamiliğini yaparak Musul ve Kerkük petrolleri
üzerinde söz sahibi olmayı, hem de PKK'yı tasfiye
etmeyi hesaplıyordu.
İkinci Cumhuriyetçilerin tüm ideolojik argümanları
da bu senaryo ile uyumlanıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin
sınırları içinde Kürtçe eğitime, televizyona,
Kürtçe yayınlara sıcak bakması, burjuvazinin de,
onun büyük tekelci kanadının sözcülerinin de demokratlığından
değil. Bununla amaçlananın PKK'nın tasfiyesi ve
Talabani-Barzani kliği nezdinde ideolojik bir
çekim merkezi olabilme noktası olduğu bilinmektedir.
TÜSİAD, demokratikleşme ağırlıklı raporları birbiri
ardına boşuna yayınlamadı. Kamuoyunu "güçlü
Osmanlı" imajıyla beslenmiş "güçlü Türkiye"
projesine hazırlamak gerekiyordu. Ama bunun en
büyük engeli, ne yazık ki sosyalist politikaların
bu ideolojik hegamonyayı parçalama gücü değil,
bizatihi devletin Kemalist yapısının (ünıter devlet,
misak-ı milli, resmi dil eşittir tek dil,vb. yaklaşımlarının)
yeni hiç bir adıma izin vermeyişi oldu. Susyalistlerle
burjuvazi karşı karşıya gelmedi. Burjuvazinin
"yeni dünya düzeninde devleti yeni bir vizyonla
örgütleyerek paylaşımda söz sahibi yapmak"
isteyen kanadıyla, "kafkaslardan balkanlara
güçlü bir Türkiye" yaklaşımına vizyonu yetmeyen
unsurları karşı karşıya geldiler. Devletin bürokratik-militarist
eğilimleri TÜSİAD tarafından defteri dürülüp tarihin
çöp sepetine atılacak unsurlar olarak ilan olunurken,
bu, biraz da yükselen Kürt hareketini bastırmak
ve sosyalistleri politikasızlıkları içinde biraz
daha marjinalleştirmek için istendi. 2. Cumhuriyet
tartışmaları, bu defter dürme operasyonunun adıydı.
Ne yazık ki Türkiye sosyalistlerinin bu projeyi
boşa çıkaracak alternatif siyasi programları hala
yok. Sosyalistler hala tartışmanın tarafı olabilmiş
değiller.
Öte yandan, tekelci burjuvazinin "defter
dürme" operasyonu da çok sancısız gidiyor
değil. Çünkü burjuvazinin bu kanadı en donanımlı,
en yetkin kadrolara sahip görünse de Kemalizmi
devlet dokusundan tümüyle silip atacak aydınlarını,
kalemşörlerini ve siyaset adamlarını yetiştirebilmiş
değil. Bir süredir kıyasıya devam eden Turgut
Özal-Mesut Yılmaz kapışması da Mesut Yılmaz'ın
tekelci burjuvazinin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek
donanımdan uzak olması nedeniyle patlak vermiştir.
Sistem bu haliyle siyasi olarak ciddi bir tıkanıklık
yaşamaktadır. Devletin Kemalist kliğinin, özellikle
Kürt sorunundan başlayarak her sorunu şiddetle
çözmek istemesi ve bu tutumun T.C.'yi Kürdistanda
içinden çıkılmaz bir batağa sürüklediğini görmemesi,
2. Cumhuriyet tartışmasının odağına Kürt sorununun
ve demokratikleşme'nin yerleşmesine yol açmıştır.
2. Cumhuriyetçiler tekelci burjuvazinin bugün
ihtiyaç olarak gördüğü , hantal olmayan, esnek,
küçük ve ekili devlet anlayışını savunmaktadırlar.
Onlar, Kemalist "kabuk devlet"in karşısına
asimilasyon yeteneği yüksek, bu nedenle de şiddeti
estetize edilmiş "teknik-modern devlet"i
çıkarmaktadırlar. Kemalist devlet geleneğinin
özellikle Kürt sorununu eline yüzüne bulaştırmasının
toplumda giderek yaygınlaşan infialini de ihtiyaçları
olan devlet yapısına ulaşabilmek amacıyla kendi
kanallarına akıtmakta, tıkanıklığı bu yolla aşmaya
çabalamaktadırlar.
Sosyalistlere Düşen
Bütün bu süreçte sosyalistlere düşen, siyasi
üstyapının yeniden konumlanışı sürecinde, egemen
blok'un iki kliği arasında süren tartışmalara
taktik olarak bile taraf olmaksızın, her iki kliğin
maskesini de düşürmenin yollarını bulmaktır. Egemen
blok'un ideolojik hegamonyasını kırarak yerine
somut projelere, projeksiyonlara dayalı bir ideolojik
hegamonya tesis etme sürecine girilmesi gerekmektedir.
Böylelikle toplumsal yaşamda ve politik arenada
yitirilmiş alternatif olabilme şansı yeniden elde
edilebilecektir.
Sosyalistlere düşen, tekelci burjuvazinin bugün
bağıra çağıra istediği şeffaflığın ve demokrasinin
ne menem bir şey olduğunu tüm çıplaklığıyla göstermektir.
Şeffaflık, şiddeti estetize etmek için arzulanmaktadır.
Bu bakımdan da "ılımlı kanat" gibi kavramların
kullanılması doğru olmamaktadır, çünkü sözkonusu
olan "daha az şiddet" değil, daha içselleşmiş
bir biçimdir. "Yeniden yapılanma" adına
topluma dayatılan, burjuvazi açısından "dikensiz
gül bahçesi yaratma" operasyonudur. İktidarın
demokratikleşme pakedini açmayı unutmuş olması
bundandır. 2. Cumhuriyetçilerin demokratikleşme
pakedinde de asimilasyon politikalarıyla sosyalistleri
marjinal kılmadan başka bir şey yoktur.
Sosyalistlerin asli görevi belli... Kısırlıktan
çıkmak ve şu anda yalnızca kendi özel işleri konumunda
olan gündemlerini, Türkiye'nin siyasi pratiğinin
gündemi yapmak... Yarının Türkiye'sinde altı boşaltılmış
"teferruat" gruplar halinde yalnızlaşmamak
için bunun yolları ciddi olarak aranmak zorundadır.
|