Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Eski Hamam Eski Tas
Üstelik, Tellaklar Bile Aynı!

1992-1993 Öğrenim yılı yine sorunlarla başladı...
Geçen yılların rezaletleri zaten biliniyordu. Dayaklar, intiharlar, okuldan atmalar, polise ihbarcılıklar, düzeysiz eğitim, kapatılan okullar, kalabalık sınıflar, toplanan haraçlar.... Saymakla bitecek gibi değil...
Bu yıl yine göstermelik açıklamalarla, umut dağıtan demeçlerle başladı. Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri yine bol keseden atıp savurdular.
Ama daha öğrenim döneminin ilk birkaç haftasında söylenenlerin arkasında koca bir fiyasko olduğu açığa çıktı. Ve adeta aynı filmi izler gibi aynı olayları izlemeye başladık.


Kapatılan Okullar

Özellikle daha sene başında okul kapatma olayları yoğun olarak gündeme geldi.
Örneğin daha ilk günlerde Feriköy Lisesi kimseye bir açıklama bile yapmadan kapatılmış ve öğrencilerden başlarının çaresine bakmaları istenmiştir.
Feriköy Lisesi kapatılınca sorun Feriköy'le de bitmemiş, başka liselere öğrenci gönderilince oralarda yığılma meydana gelmiştir. Örneğin Şişli ve Kurtuluş liselerinde şu anda durum böyledir. Ve tabii bu da ayrı bir sorun olmuş, ayakta öğrenim gören öğrenciler kalabalıktan ötürü anlatılan dersleri bile dinleyemez olmuşlardır.
Böylesi koşullarda öğrencinin nasıl başarı göstereceği ise tam bir bilmece haline gelmiştir.
Hele Olağanüstü Hal bölgesi'nde durum iyice rezalettir.
Bakan Köksal Toptan'a göre bölgede kapalı okul sayısı 670'tir...
15 Ekim 1992 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki bir habere göre ise son üç yılda toplam olarak tam 3500 okul kapatılmıştır.
Ve bunlara her gün yenileri eklenmektedir. Örneğin Erzurum, Erzincan, Bingöl ve Tunceli'de 71 ilkokul daha geçenlerde kapatılmıştır. Gerekçe; öğrenci sayısının azalmasıdır. Ama bu azalmanın nedeni de herhalde öğrenciler değil, her köşeye yayılıp milleti göçe zorlayan devlet terörüdür.
Ve üstelik daha öğrenim yılının başındayız...


Kalabalık Sınıflar

Kapatılmayan okullarda da doğru dürüst eğitim yapılabildiği pek söylenemez. Sınıf mevcutları artık katlanılamaz sayılara varmıştır ve ders yapmak imkansızlaşmıştır. Zaten mevcut okulların yetersizliği biliniyor. Bunun üstüne bir de belli liselerde okul idarelerinin biraz daha fazla para koparmak için okul mevcudunu suni olarak şişirmesi ekleniyor. Böylece sorun büyüdükçe büyüyor. Normalde örneğin 500 olması gereken okul mevcudu 800-900, hatta 1000 kişiye çıkıyor, buna paralel olarak sınıflardaki öğrenci sayısı da 70'lere, 80'lere fırlıyor. Örneğin Esenler İbrahim Turan Lisesi'nde sınıf mevcutları 60, 70, 80 arasındadır. Haydarpaşa da böyledir, İstanbul'daki bir avuç ayrıcalıklı Lise dışında çoğu okul aynı sıkıntıyı yaşamaktadır.
Doğal olarak iktidar sahipleri Güneydoğu için Kobra helikopterleri alıp, karakol yapıp dururlarken okul yapmaya pek fırsat bulamıyorlar!..
Ama sonuçta bu durum bir başka olumsuzluğu da beraberinde getiriyor: Dersler boş geçiyor!
Okullar açılıyor, sınıflar kuruluyor, öğrenciler sıkış sıkış da olsa kendilerine bir eğitim olanağı yakaladıklarını sanıyorlar... Ama, ortada hocalar görünmüyor. Hatta bazı okullarda sorun öyle büyüyor ki, veliler para toplayıp özel öğretmen tutmak zorunda kalıyorlar.
Sonuçta işin faturasını yine öğrenciler ödüyorlar; çünkü o dersler okunmuş sayılıyor ve sonraki yıl bocalamalar başlıyor...


Eğitimin Kalitesi

Dolu derslerde ne oluyor?
Kitaplar her yıl olduğu gibi yine bilimden ve çağın özelliklerinden uzak. Basmakalıp bilgiler yine hap gibi tıkıştırılmış ve bize yutturulmak isteniyor.
Kitapların her yanından yine islamcı-şeriatçı inciler fışkırıyor, ırkçı-şovenist safsatalar beynimize dolduruluyor.
En basitinden bir edebiyat kitaplarında hala 1950 sonrası yok sayılıyor. Günümüzde yaşayan bir dizi uluslararası ödül kazanmış sanatçılarımız yalnızca siyasi iktidar tarafından sevilmediği için dışlanırken hala "aruz" döneminde kalan bir programla yetiniliyor. Üstüne üstlük bir de kitabın sonuna Muharrem Ergin gibi ünlü faşistlerin edebiyatla hiç ilgisiz yazıları ekleniyor.
Derslerde ise zaten bu kitapların dışına çıkılmıyor. Herkesin itiraf ettiği gibi son yıllarda öğretmen kalitesinde de gözle görünür bir düşüş vardır. O öğrencilerine bir şeyler öğretmek, ileri görüşlü çocuklar yetiştirmek için çırpınan eski öğretmen tipi çoktandır tarihe karışmıştır. Artık gerçekten aydın düşünceli ve bunu öğrencilerine aktarmak için çabalayan öğretmen sayısı oldukça azalmıştır ve kalanlar da ağır baskı altındadır.
Sonuçta, öğretmenler ya basmakalıp kitapları tekrarlamakla yetinen figüranlar haline dönüşmüştür ve kendilerinin de itiraf ettiği gibi öğrenciyi hayata hazırlamaktan uzaktırlar. Ki, bu eğitim tarzının esas amacı öğrenciyi ÖSS-ÖSY denilen atyarışlarına hazırlamaktır. Bu durumda öğrenci hayat karşısında eksik bir konumda kalırken, öğretmenler de "salla başı al maaşı" duyarsızlığına iyice gömülmektedirler.
Ya da öğretmenlerin bir bölümü düpedüz ırkçı-şeriatçı propaganda çabası içindedir ki, böylesi bir bombardıman altında yetişen öğrencilerin nasıl insanlar olacağı çok karanlık bir konudur.
Her iki durumda da sonuç aynıdır...
Her iki durumda da tam düzenin istediği kafa yapısına sahip, içinde yaşadığı koşulları sorgulamayan, kendi kendisinin bilincine varamamış, kişilik ve yaratıcılık eksikleri ile sakatlanmış bir kuşak yaratılıyor. Düzen, kendisini her okulda, her sınıfta her an yeniden üretiyor...
Ve böylece eğitim sisteminin esas amacı da gerçekleşmiş oluyor: Uysal kuzular yetiştirmek!..
Biliniyor ki bu çağlar insanın en önemli çağlarıdır, kişilik ve kimliğin oluştuğu çağlardır. Bu iyi biliniyor ve "ağaç yaşken eğilir" diye anılan şu uğursuz deyimden hareketle tam da bu çağda insanların beyni kısırlaştırılıyor.

Ya Dersaneler?

Milli Eğitim Bakanlığı'na sorarsanız Türkiye'deki eğitim sistemi yeterli ve sağlıklıdır.
Oysa daha geçenlerde Bakanlık tarafından PİAR Araştırma Şirketi'ne yaptırılan ve öğrenci velilerinin eğitim sisteminden niye memnun olmadıklarını soruşturan kamuoyu araştırmasının sonuçları çok ilginçtir:
Araştırmaya göre öğrenci velilerinin %31.5'u "okullarda verilen egitimin öğrencileri yaratıcılıktan ve eleştiriden uzak bir şekilde yetiştirdiğini" düşünmektedir.Velilerin %24.7'si "okullarda verilen eğitimin öğrencileri gerçek yaşama hazırlamadığına" inanırken, %15.9'u ise bugünkü eğitimin "öğrencilere meslek kazandırmaktan" çok uzak olduğu görüşündedir. Ve daha sonra da %8.8 oranında veli öğretmenlerin yetersiz olduğunu savunmakta, %6.4 oranında bir grup ise sınıflardaki öğrenci sayısının fazlalılığını esas önemli sebep saymaktadır.
Üstelik araştırma bizzat bakanlık tarafından yahptırıldığı için artniyetli solcuları suçlamak da mümkün değildir.
Ama Bakanlık yine de bir yolunu buluyor savunmanın. Araştırma üzerine görüş açıklayan MEB yetkilileri "öğrencilerin hayattan kopuk yetiştirildiklerinin doğru olmadığını, ders kitaplarının dünya standartlarında olduğunu" papağan gibi tekrarlıyorlar.
Ama yine de bir soru yanıtlanmadan kalıyor: Eğitim bu kadar iyi ve özellikle üniversite için yeterliyse, Dersane gereksinmesi nereden çıkıyor?
Bu MEB açısından bir çelişkidir.
Bir yandan "bizim eğitimimiz harikadır" diye palavralar savuran MEB, öte yandan sayıları her gün artan dersaneleri teşvik ediyor ve milyonlarca liranın buralara akmasını sağlıyor. Her yıl aileler dişten tırnaktan artırdıkları milyonları sırf oğulları-kızları bir üniversiteye girebilsin diye özel dersanelere yatırıyorlar. Kuşkusuz bu da bir ekonomik güç sorunu; yani bunu yapamayan binlerce aile de var ve bu durum ortaya korkunç bir eşitsizlik çıkarıyor. Bir yığın öğrenci üniversite sınavlarına kendi olanaklarıyla hazırlanmakta ve sonuçta eşit olmayan bu yarışta yenik düşmektedirler. Arada sırada "dersaneye gitmeden ÖSS kazanan" bir kaç öğrencinin reklam edilmesi ise tam bir sahtekarlık örneğidir. Çünkü herkes bilmektedir ki okullardaki bugünkü eğitim yetersizdir ve böyle bir yetersizliğin olduğu yerde özel kurslar zorunludur.
Yalnızca dersaneler mi? Bir de özel öğretmenler var. Sadece çok ayrıcalıklı kesimlerin yararlanabildiği bir durumdur özel öğretmenler. Maaşını ucu ucuna ev kirasına, körboğazına yetirebilen çalışan kesimler ise böyle bir olanaktan tümüyle yoksundur.
Sonuç olarak, özel dersane ve öğretmenler gerçeği bugünkü eğitim sisteminin kanayan yarası durumundadır. Ve çok somut bir göstergedir. Eğer bir ülkede özel dersane gereksinmesi bu kadar fazla ise, bu durum eğitim kurumlarının rezalet bir durumda olduğunu gösterir.

Kredili Sistem

Kredili sistem de gerçekten öğrenimin sorunlarını çözmek için gelmiyor. Bugün MEB'nın esas sorunu eğitim sisteminin kalitesini yükseltmek değil, düzeysiz olan eğitimin açık yanlarını gizlemektir. Kredi sistemi ancak çok düzeyli kitaplar, düzeyli eğitim programıyla birlikte başarılı olabilecek bir sistemdir. Böyle oturmuş bir sistemde öğrenciyi not kaygısından kısmen uzaklaştırıp daha iyi yetiştirmek sistemin amacıdır. Ama Türkiye'deki durum o kadar berbattır ki, bu berbat eğitim manzarası içinde "kredi" olayı bir yama gibi durmakta, öğrenciyi daha iyi eğitime değil, en kolay yola yöneltmektedir. Yani bugünkü haliyle kredi sistemi daha çok sınıfta kalma konusundaki feryatları birazcık susturmayı denemekte ama sonuçta kaliteyi de düşürmektedir.


Toplanan Haraçlar

Her yıl yaşanan utanç verici sorunlardan biri de kayıtlarda toplanan paralardır.
Artık bu konuda ipin ucu iyice kaçmıştır.
Örneğin her yıl MEB'nın göstermelik açıklamalarına rağmen olan şey yine oluyor. Resmen haraç toplanıyor öğrencilerden...
Öyle ki adeta haraç "tarife"si oluşmuş! Örneğin Bayrampaşa Rıfat Canayakın Lisesi'nde ya da Vefa Poyraz Lisesi'nde okumak istiyorsanız bunun "bağış tarifesi" 500 bin ile 1 milyon arasında değişiyor. Ataköy 60. Yıl İlkokulu'nda ise "bağış" miktarı 3 mi yondan aşağıya inmiyor. Rami Ortaokulu haraçları 800 bin ile 2 milyon arasında değişirken daha mütevazi olan Merter İlkokulu'nda 300 bin yeterli oluyor...
Utanç vericidir, bunlar gazetelerde yazılıyor çiziliyor...
Ama kimse utanmıyor...
Hatta çok daha ilginçtir, İstanbul Milli Eğitim Müdürü de manzaranın berbatlığını itiraf ediyor. Bir toplantı açılışında konuşan müdür Nurdoğan İlgün "İstanbul'da kayıt parası rezilliği yaşıyoruz. 'kayıtta para alınmayacak' diyoruz olmuyor. Okullara paranın, rakamın sokulmaması, öğretmenlerin müdürlerin bu işle ilgilenmemeleri gerekir..." diyor ve ekliyor; "öğretmene, müdüre güven bitti!.."
Öğretmene, müdüre güven bitiyor ama haraç toplama faaliyeti bitmiyor.
Bir yandan MEB açıklama üstüne açıklama yapıyor, diğer yanda okullarda yöneticiler "bize de para toplamayı MEB emrediyor" diyorlar.
Ortada garip bir oyun oynanıyor. MEB "bunu yapanları şöyle asar keseriz" diye palavra atıyor ama görünürde bu yüzden görevden alınmış tek bir müdür bile yoktur. Sonuç ise, yığınla insanın mutsuzluğudur. İnsanlar sırf çocukları okuyabilsin diye akıl almaz özverilere zorlanıyorlar. Zaten bu ülkede çocuk okutmak bir büyük sıkıntı iken üstüne bir de asalaklar biniyor.
Çok acı örnekler yaşanıyor bu konuda ve kimse utanmıyor. Avcılar İnsa Lisesi'nde kayıt için gelen velilerden 1.5 milyon gibi bir bağış istenmesi ve itiraz eden veliye "kolunuzdaki bilezikler ne güne duruyor" diye "öğüt(!)" verilmesi böylesi örneklerdendir. Sonuçta tabii, bilezikler ve zincir gerçekten satılmış, okul kasasına "bağış" (ya da haraç!) olarak girmiştir...
Durumun rezilliği karşısında söylenecek söz kalmıyor...

Dayak, tehdit ve ötesi...

Milli Eğitim sistemimiz bu sezonu da intiharlar girişimleriyle başlamak becerisinigöstermiştir!
Daha okullar açılır açılmaz Avcılar İnsa Lisesi Müdürü Ahmet Tekiz ilk icraatını sergileme fırsatını buldu.
"Sınıfta kalanların durumu"nun görüşüleceği bir toplantının ardından Ahmet bey'in hakaretleri ortalığı öyle karıştırmıştır ki, Veliler tepki gösterirler ve Müdürün talebiyle gelen polis bazı veli ve öğrencileri tartaklayarak karakola götürür.
Bu arada hakaretlerin boyutunu kaldıramayan 2. sınıf öğrencisi ise sinirlenip intihara teşebbüs eder. Kimi gazetelere göre Ayşe Balta kendini pencereden atmak istemiş ve bu arada bilekleri camla kesilmiştir; kimilerine göre ise kendisi camla bileklerini kesmiştir. Aslında bu çok önemli de değil... Sonuçta sözkonusu olan şey bir intihar girişimidir ve çok ciddidir.
Tabii daha öğretim dönemi yeni başladı. Dayakçıbaşıların marifetlerini sergileyebilecekleri daha uzun bir süre var. Ve görünen o ki, bu yıl herzamanki yıllardan hareketli geçecektir. Çünkü herşeyden önce dayak Türkiye'de eğitim sisteminin bir parçası olarak yerleşmiştir. Üstelik daha kötüsü, bu durum artık öğrenciler tarafından bile kanıksanmıştır, doğal bir olay sayılmaktadır. Bir çok durumda, birçok öğrenci onur kırıcı bu uygulamaya karşı çıkmamakta, dayak olayı ancak "BARIŞ" olayı gibi bir faciaya yol açtığında toplumun gündemine girmektedir. Yoksa, her gün , heryerde yaşanan bir olaydır dayak.
Öyle ki, ilkokul öğrencileri üzerinde yapılan anketlerde bile öğretmeninden dayak yememiş çocuğa rastlamak maalesef mümkün olmuyor!
Artık sistemin ruhuna işlemiş bir olgudur dayak. Öğretmen sınıfa girerken belki kitabını unutmakta ama sopasını kesinlikle unutmamaktadır.
Baskı yalnızca okul içinde de kalmamakta, okul-içi teröre bir de okul kapısında bekleyen polis otoları eklenmektedir. "Öğrencinin olduğu yerde mutlaka olay olur" mantığıyla kapı ağzına çekilen polis arabaları daha genç yaşta insanlara polis korkusunu aşılamak için bir araç olmaktadır.
Dayak ya da doğrudan baskı yanında bir de "not defteri" silahı vardır ki, en yaralayıcı silah budur. Direkt olarak öğrencinin geleceğini etkileyen bir noktadan vuruyor ve belki sonuçta insanın bir yeri morarmıyor ama hayatı kararıyor. Not defteri bir iktidar aracı gibi işlev görüyor ve öğrenciyi bu "iktidarı elinde tutan" güç karşısında zayıf ve edilgen bir konumda bırakıyor.
Böylece sonuçta öğrenci okulda uysal, edilgen bir yaşam sürdürürken, okul dışında tam bir felaket haline geliyor, sorunlu bir yaşantı içine gömülüyor.

Ve Kılık Kıyafet

Devlet okullarındaki genel kıyafet geleneği artık neredeyse tarihe karışmıştır.
Artık okulların çoğu kendi özel giysilerini saptamaktadır. Ve tabii özel olan bu giysiler yalnızca okulda satılmakta ve fiyatları da okul belirlemektedir.
Bu durum zaten ayrı bir sıkıntıdır. Ama daha da önemlisi bu kıyafetlerin tam bir sıkıyönetim kafasıyla mutlak bir zorunluluk olarak dayatılmasıdır. Öyle ki, giydiğiniz ayakkabının rengi birazcık faklı ise, pantolonunuzun örneğin gri olan rengi grinin başka bir tonu ise o gün okula girememe riskiniz çok yüksektir. Gömlek rengi, ceket rengi,vs.. yüzünden ya da arma yokluğu nedeniyle okullara alınmamanın yüzlerce örneği vardır.
Ve tabii saçlar da var... Özellikle bu konudaki yasaklar listesi uzadıkça uzuyor...
Bütün dert ne yapıp edip tek tip insan yetiştirmektir. Ve zaten eğitim sisteminin özünde varolan bu amacı bir de biçimsel alanda pekiştirmiş oluyorlar.

Sağlıksız Kantinler, Yetersiz Temizlik

Türkiye'de devlet ötedenberi eğitime mümkün olan en az bütçeyi ayırmayı bir gelenek edinmiştir. Okullar açılır... Ve hepsi bu kadar!.. Ondan sonrası allaha emanet!.. Kimsegelip koşullar nedir merak etmez. Her yıl, her fırsatta okul masrafları için öğrencilerden toplanan paranın da nereye gittiği belirsizdir. Bir dönem içinde o kadar çok şey için (cam, tebeşir, kimlik, resim,vs...) para toplanır ki herkesin başı döner.
Ama belirli olan tek şey vardır, kaderine terkedilmiş temizlik...
Bu konuda bir okul ile diğeri arasında uçurum denebilecek farklar vardır. Özellikle yoksul semtlerin okullarında ipin ucu iyice kaçmıştır.
Kantinlerin kalitesi ve fiyatları arasında da büyük uçurumlar vardır. Bir çok yerde çok sağlıksız ürünler rastgele satılmakta, hiç bir denetim olmaksızın öğrenci sağlığı tamamen kantincinin insafına terkedilmekte, buna karşın fiyatlar da öğrenci bütçesine göre aşırı boyutlara varmaktadır.


Meslek Liseleri... Ayrı Bir Dünya...

Meslek Liseleri gerçekten ayrı bir dünyadır.
Bu kesimdeki en önemli sorun herhalde şu staj komedisidir. Bölümleri gereği gittikleri işyerlerinde çoğu kez öğrencilere dersleri dışında her ne ayak işi varsa yaptırılmakta, çalışması gereken yerle hiç alakasız işlere koşturulmaktadırlar. Üstelik zaten son derece düşük olan ücretlerin de bir bölümüne elkonulmakta ve adeta ucuz işçi olarak görülmektedirler.
Hele işyerinde grev varsa iş iyice karışmaktadır. Çoğu işyerinde bu gibi durumlarda patronlar staj gören öğrenciyi yasa boşluklarına sığınarak "grev kırıcı" olarak çalıştırmaktadırlar.
Böylece Meslek Liseleri daha katmerlenmiş bir sorunlar yumağı ile karşı karşıyadırlar.

Örgütlenme... Tüyleri Hemen Diken Diken Oluyor!..

Türkiye'de en tahammül edilmeyen şey ortaöğrenimlilerin örgütlenmesidir.
Daha adını duyduklarında beyinleri sarsılır... Sayın devlet büyüklerine göre Liseliler henüz zararlı cereyanlardan korunması gereken masum kuzucuklardır. Kendilerini pek akıllı, öğrencileri de akılsız saydıkları için onların sağlıklı düşünemeyeceklerini, "kötü emellere" alet edilebileceklerini varsayıp, koruyuculuk rolünü üstlenirler.
Ve tabii bu "koruyuculuk" rolünün en önemli unsuru yine dayak, baskı ve okuldan atma tehdididir. Sayın okul müdürleri "Son Türk Devleti"ni kurtarmak için he türden baskıyı, bu arada polise muhbirliği olağan görürler. Okuldaki en küçük bir kıpırdanmada hemen ayaklanıp polisi aramak, öğrencilerini polis işkencesine teslim etmek artık alışkanlıkları olmuştur.
Bütün istedikleri kendileri gibi insanlar yetiştirmektir. Az düşünen, az konuşan, hayatı sorgulamaktan uzak koyun gibi yaratıklar...
Ve "örgütlenme" kavramının kendisi bile onlar için büyük tehlikedir!..


Neler Yapılabilir?

Neler yapılabileceği konusunda biz kimseye akıl vermek durumunda değiliz. Öykü, hepimizin, bütün ortaöğrenimlilerin öyküsüyse eğer çözümü de birlikte bulacağız demektir.
Ve gerçekten çözüm ellerimizin içindedir. Eğer bir anahtar gerekirse, onların en korktukları şeyden başlayabiliriz: ÖRGÜTLENME'den.
Anahtar budur: BİRLİK ve ÖRGÜTLENME...
Haksızlıklara, olumsuzluklara, ilkelliklere, baskılara karşı mücadele edeceksek eğer bunun yolu birlikte hareket etmekten, her durumda biraraya gelip sesimizi böylece yükseltmekten geçiyor.
Öğrenci Birlikleri bu konuda doğru ve olumlu bir yaklaşımdır. Eğer bugünkü belirsiz ve şekilsiz halinden kurtarılabilirse ve gerçekten işleyen, öğrenci kitlesinin çoğunluğunu kucaklayan yapılar haline getirilebilirse çok büyük yararlar sağlaması mümkündür. Öğrenci Birlikleri Üç-beş kişinin "derin tartışmalar" yaptıkları yapılar olmaktan bütün öğrencileri çeken bir odak olmaya doğru hızla adımlar atmalıdır.
Ancak böyle esnek, kapsayıcı, kitleyi itmeyen yapılara sahip olursak yaşadığımız olumsuzlukların üzerine gerçekten ciddi bir güçle gidebilir, karanlıklar dünyasını geri adım attırabiliriz.
Ancak böylece 1992-1993 öğretim döneminde birlikte ve gür sesle "İZİN VERMEYECEĞİZ!" diye haykırabiliriz...


BİR GRUP LİSELİ BARİKAT OKURU

 


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92