DYP-SHP koalisyon hükümetinin seçim öncesi vaadlerinde
Yüksek Öğrenim Kurumu'nu kaldırmayı, özerk-demokratik
üniversite kurmayı öne çıkardığı biliniyordu.
Ve beklenti nihayet sona erdi. Böyle büyük cilalı
laflarla iktidara gelmelerine karşın getirdikleri
yeni yasa, "dağın fare doğurması" gibi
bir şey oldu. Yasa ile aslında YÖK korunurken,
bir yandan da makyaj değişikliği ile durum kamufle
edilmeye çalışıldı. Bir de arada Doğramacı'nın
çakip gitmesi olayı yaşandı. Yerine gelen malum
şahsın ondan geri kalır yanı olmadığı çok açık.
Yasa ile üniversitelere yeniden "seçimle(!)"
rektörler atandı. Yalnız, seçime katılan öğretim
üyelerinin durumu 12 Eylül'ün "Danışma Meclisi"ni
anımsatır nitelikteydi. Son sözü yine üniversitenin
dışındakiler söyledi. Kısacası, YÖK ve Cumhurbaşkanı
yine kendi bildiklerini okudular...
Türkiye'de 11 yıldır üniversiteler yoğun bir şekilde
tartışılmaktadır. Tartışmanın daha çok YÖK ve
Doğramacı'nın şahsında somutlanması da bu süreçte
doğaldır. Her dönem iktidarların özbebeği olan
Doğramacı öyle bir odak noktası haline gelmiş
ve onun adıyla başlayan dönem üniversitelerin
bünyesine öylesine işlemiştir ki, bugün üniversitelerin
patronluğundan ayrıldığı halde, deyim yerindeyse
"ruhu" hüküm sürmektedir.
Esasen Üniversiteler, öğrencisiyle, öğrtim üyesiyle
oligarşiyi her zaman rahatsız atmiştir. Özgürce
düşünebilme, sorgulayabilme, çözümler üretme anlamında
halkın yanında taraf olarak toplumsal muhalefet
içinde aldıkları yer, egemen güçlerin üniversiteleri
baskı odağı secmesini getirmiştir. YÖK işte bu
rahatsızlığın bir ürünü olarak bir "güdükleştirme-kısırlaştırma"
operasyonu çerçevesinde üniversitelerin başına
bela edilmiş ve oligarşinin bir alandaki can simidi
olmuştur. Sonuçta, uzun süre uygulanan sistem
sayesinde üniversiteler bilim üreten kurumlar
olmaktan çıkarılmış, ara eleman üreten basit okullar
haline dönüştürülmüştür. Doğrusu bu operasyonun
başarısız olduğu söylenemez. Aynı süreçte üniversiteler,Türk-İslam
Sentezi gibi gerici-faşist ideolojilerin kürsüsü
haline getirilmiş, yüzlerce ilerici-demokrat öğretim
üyesi kurumlardan kovulmuştur. Onbinlerce öğrencinin
öğretim hakkı gaspedilmiş, kışla disiplini ile
sürekli polis işgali üniversitelerin bir parçası
gibi olmuştur. Bu duruma karşı çıkanlar ise disiplin
soruşturmaları, okuldan atılmalar, işkence ve
tutuklamalarla karşı karşıya gelmiş, üniversiteler
üniversiteden başka her şeye benzer duruma getirilmiştir.
Ve bugün YÖK can simidi olmaya devam ediyor. YÖk
düzeninin üniversiteleri düzenin başka herhangi
bir kurumuna dönüştüren niteliği sözde onu değiştirme
vaadleri savuranlar tarafından da iyi kavranmıştır.
YÖK'ten vazgeçemiyorlar ve vazgeçmeleri de pek
mümkün değildir. Bugün yapılan yasa değişiklikleri
ve Doğramacı'nın istifası gibi olaylar YÖK düzeni
açısından yalnızca yeni bir ambalaj anlamına geliyor.
YÖK düzeni devam ediyor... Ve kuşkusuz öğrencisiyle,
öğretim üyesiyle bunun bütün üniversite açısından
anlamı bu köle-yetiştirici düzene karşı mücadelenin
de devam etmesi gerekliliğidir...
|