Sonunda ertelediler...
İktidara gelmeden önce ve sonra ağızlarına en
çok sakız ettikleri konu sendikal haklar ve demokratikleşmeydi.
O zamanlar "benim işçim..." demogojisinin
devam ettiği zamanlardı. Sonra, hepsi bitti ve
çıplak gerçek geldi. Bütün ülkede devlet terörünü
tatlı vaadlerin önüne geçirenler işçilerin de
"GREV" gibi "huzur bozucu"
şeyler yapmalarına tahammül edemediler. Belki
üçbeş gün olabilirdi, ama uzun sürdüğünde iktidarın
canı sıkılıyordu.
Tarım-İş grevinde olduğu gibi bu kez de aynı şey
yaşandı ve Beleddiye Grevleri ertelendi.
Büyük kentler uzun bir süredir ilk kez böyle bir
grevi yaşıyordu. Uzun yıllar sonra ilk kez Türkiye'nin
büyük kentlerinin belediye emekçileri ayağa kalkıyor
ve net tavırlar koyuyorlardı. Gerçi İzmir'de Çakmur
tipi dalevereler gücü kırmıştı ama yine de oldukça
önemli bir potansiyel harakete geçmişti.
Şimdi "erteleme"nin sıkıntısı ve rehaveti
yaşanıyor. Gerçekten, sıkıntı ve rehavet birarada
yaşanıyor. İçine sinmeye sinmeye çöpü temizleyen
işçiler, "işçi babası" sosyal -demokrat
oldukları halde grev erteleme kararına "mecburen(!)"
uymak zorunda kalan belediye başkanları, vs. vs...
Herkesin gözü beklentilere dönük... Olayın nasıl
bir gelişme göstereceği şu anda net değil ve yorumlar
çok çeşitli... Çoğu grev ertelemelerinde görüldüğü
gibi "bir yerlerde" işler "bağlanacak"
ve sorun böyle bir yöntemle mi çözülecek, yoksa
ivme daha da yükselecek mi?
Grev ertelemesi hem işveren için hem de sendika
bürokratları için bazı imkanlar yaratıyor. Sendika,
grevdeki işçinin doğal canlılığının yarattığı
baskılanmadan bir ölçüde kurtulurken, işveren
de çöp yığınlarının kent halkındaki yansıması
olan "hadi bu iş bir an önce bitsin"
baskısından kurtuluyor. Özellikle işveren için
bu durum sözleşmeyi bir an önce yapmakta zorlayan
koşulları hafifletiyor ve karşıdaki gücün üretimden
gelen yaptırımcılığı oldukça zayıflamışken baskı
yapabilmesinin koşullarını yaratıyor. Rahat bir
konum yakalıyor ve avantajlara sahip oluyor.
Öte yandan belediye grevleri aşağı-yukarı her
zaman güncel burjuva politikasının gelişmeleriyle
de içiçe geçmiştir. Grevin ve toplu-sözleşme sürecinin
akışı bir dizi politik etmenlerin de devreye girdiği
gerilimli bir nitelik gösterir. Hatta örneğin
belediyenin iktidar partisinden ya da muhalefet
partisinden oluşu, vb. gibi etkenler de rol oynar.
Belediyelerin iç yönetimleri de aynı burjuva politik
dalgalanmalar içersinde bazen Bizans saraylarını
andıran karışıklıklar yaşar. Politik labirentler
vardır, oyunlar vardır. Ve bütün bunların üstüne
bir de feodal ilişkiler-hemşehrilik oyunları biner.
Belediye işçisi de bütün diğer fabrika vb. işçilerine
oranla nisbeten farklı özellikler gösterir
Öncelikle, hizmet alanı, kendi yapısı gereği doğrudan
mal üretilmeyen bir alandır ve bu alanda sömürünün
farkedilmesi de daha geç gerçekleşir.
İkincisi, belediyeler doğrudan politik partilere
angaje durumdadırlar ve bu da işçi alımından yönetim
tarzına kadar değişik etkiler yaratır. Açıkçası
daha işe girerken belli bir icazet sözkonusudur.
Sıradan fabrikada işveren (eğer çok net bir bağlantısı
yoksa) genel olarak güncel siyaset anlamında bir
"nötr" manzara çizer ve hatta kendi
somut siyasal eğilimi olsa da bunu çok fazla öne
çıkarmamak ister. Böylesini daha uygun bulur.
İşi bilmek, ya da vasıfsızlık sözkonusuysa şartları
kabullenmek çoğu kez işe girmek için yeterlidir.
Hatta çoğu işveren, tavsiye üzerine adam almaktan
çok, işsizler kitlesinden rastgele adam almayı
daha uygun bulur, daha kolay ve sıradan ilişki
kurar böylece.
Oysa belediyelerde işveren doğrudan bir siyasal
organizasyonun üyesidir ve bu durum işçi alımına
da belli ölçütler getirir. Tamamen vasıfsız olunduğu
halde yerel siyasal ilişkiler yoluyla işe girilebilir,
yerel siyasal parti birimleri zaten bir tür işçi
bulma kurumu gibi çalışır, vb. vb.
Bütün bunlar belediye işçisinin dokusunda -işçi
sınıfının diğer kesimlerine göre- ciddi farklılıklar
yaratır. İnkar edilemez bağımlılıklar gözlenir.
Bu özgünlüğün grevlerin seyrini etkilememesi kuşkusuz
düşünülemez. Grevin sadece "işi bırakmak"
gibi pasif bir eylem olduğu fikri daha kolay zemin
bulur bu kesimde. Zonguldak olayındaki gibi her
günü ayrı bir "hadise" olan "AKTİF
GREV" anlayışı çok kuvvetli değildir. Grev
kırıcılığına karşı organize ve sert bir tavır
örgütleyebilmenin ciddi güçlükleri vardır. Ki
zaten grev kırıcılığı özellikle büyük kent boyutlarında
yaygındır ve denetimi de çok zordur.
Üstelik, belediye grevleri her zaman provakasyon
ve demogojiye açıktır. Grevin haklılığının anlaşılamaması
riski mevcuttur. Sözgelimi bir ayakkabı fabrikasında
grev yaptığınızda, nihayetinde bu işverenle sizin
aranızda bir sorundur ve genel ayakkabı piyasasını
çok etkilemeyebilir ve sokaktaki vatandaşın günlük
yaşantısında çok değişiklik yaratmaz. Yokluk olmaz,
kıtlık olmaz. Sonuçta sıradan vatandaşın işçileri
desteklemesinin koşulları daha fazladır. Oysa
belediye grevinde kentli insanın günlük yaşamı
durur ve zaten grevin amacı da budur. İşveren
üzerinde baskı oluşturabilmenin yolu, günlük yaşamı
felç etmekten geçer. Felç olan yaşam işveren üzerinde
bir baskı kaynağıdır. Çünkü günlük yaşam etkilenir
ve insanların çok uzak gereksinimleri değil, acil,
hemen, şimdi karşılanması gereken ihtiyaçları
karşılanmamış olur. Evinin önündeki çöp yığını
kent insanını bir dizi başka sorundan daha çok
ilgilendirir çünkü.
Bu noktada belediye grevi çok hassas bir özellik
gösterir. İki yanda da manevralar hakim olur.
Bir yanda politik geleceğini de düşünen başkanlar
kent halkına şirin gözükmek için türlü demogojilere
başvurur, "topu yukarıya atan" çaresizlik
yakınmalarına başvururken, ücret rakamlarını bulandırmaktan
daha yoksul kesimleri kışkırtan açıklamalara kadar
her yolu kullanır. Net olarak işçilere saldırmayı
akıllıca bulmadığı için de çoğu kez "ideolojik
kışkırtma" iddialarını ortaya atar, vb.
Ve tabii, iletişim araçlarını kullanma konusunda
da işverenin daha avantajlı bir konumu vardır.
TV'lerden, gazetelere kadar bütün burjuva imkanlar
önlerinde serilidir
Bütün bunlar, grevcilere ve özellikle sendikaya
bir kat daha fazla etkinlik gösterme zorunluluğunu
yükler. Durmaksızın sürece müdahale etmek, gelişmeleri
sürekli yönlendirmek, teşhir kampanyalarıyla kent
insanına yönelik propaganda savaşına girişmek
zorunludur.
Ancak görünen odur ki, son grevdeki en zayıf yan
da budur. Sendika sanki özellikle bunu yapmamayı
seçmiştir. Böylece işverenin ve özellikle bazı
gazetelerin kışkırttığı "10 milyon maaş istiyorlar"
yalanları yeterince karşılanamamıştır. Örneğin
en basitinden işverenin grev süresince özel kişilere
çöp toplama adı altında ödediği avantaların bir
dökümü ve bunun işçilerin istediği ücretlerle
kıyaslanması bile çok şeyi etkileyebilirdi.
Evet, bugün erteleme günlerindeyiz. Ve sıkıntı
ile rehavet şimdilik içiçe yaşanıyor. Herkes,
her an sürprizlere hazır. Grevin iktidarı bile
ciddi olarak etkileyebilecek boyutlara ulaşması
da mümkündür, belli bir noktada kapalı odalarda
bitirilmesi de...
Sonucu belirleyecek olan ise yine belediye işçisinin
kararlılığı ve uyanılığı olacaktır.
|