Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Sadece coğrafi koşullar değil, tarihin bütün süreçlerinde sömürgeciliğin ve şimdi emperyalizmin global programları, ortadoğu halklarının kaderlerini sıkı sıkıya birbirlerine bağladı.
Kültürel özellikleriyle de birbirine yakın olan bu ezilmiş halklar, bugün belki de dünyanın bütün halklarından daha çok devrimci enternasyonilizmin gerekleriyle buluşmak zorunluluğundadır.
Emperyalizmin bölgeye ilişkin taktikleri ve bölgeye bakış açısı, onun mevcut ülke sınırlarını tanımamasını doğuruyor. Bu sınırlar, sadece gerektiğinde halkların birbirine katlettirilmesinin bir nedeni olarak kullanılıyor. Arada Kürdistan'ın hala sınırsız bir ülke olması her programda orada önce Kürtlerin kırılmasını getiriyor.
Ortadoğu halkları, emperyalistlerin "alınlarına yazdığı bu kaderi" savaşarak yenecek ve halkların onuruyla kazanacakları yüzakını tarihe yazacak.
İran'da direnen savaşan halkları ve gerillaları sevgiyle dostlukla selamlıyoruz.
Zafer, Ortadoğunun savaşan halklarının olacak!
Aşağıda İran halkının Fedai Gerilla Örgütü halkın fedailerinden bir yoldaşın değerlendirmesini yayınlıyoruz.

Türkiye'de Dünya devrimci hareketinden söz açıldığında ilk akla gelen genellikle Latin Amerika ülkeleri olmuştur. Elbette olacak, yazılacak, konuşulacaktır. Latin Amerika insanı sömürüye, işkenceye, baskıya karşı savaşmadı mı? Savaşmıyor mu? İşkenceden toplu idamlardan, kayıplardan söz edilirse; Şili, Uruguay akla gelmez mi? Mutlaka gelir!
Ama nedense Türkiyeli devrimciler, örgütler yanıbaşındaki komşularıyla pek ilgilenmeyi yeğlemezler! Daha açık söylenirse, bu ülkelerdeki devrimci harekete tepeden bakarlar! Dünya devrimci hareketinin eksiklikleri pek az değildir; ama önemli olan bu eksiklikleri devrimci bir yaklaşımla görmek, kavramak ve gidermeye çalışmaktır.
Eğer bugün Dünya halklarının çıkarları, ortak sorunları zincir halkaları gibi birbirine kenetlenmişse, Dünyamızın alev alev yanmaya hazır olan Ortadoğu'sundaki halkların sorunları, çıkartları bir zincir halkalarından da ziyade bir tek halka haline dönüşmüştür . Eğer emperyalist cephe sorunlarına çözüm bulmak için bir bütün halinde ve sınır tanımaksızın hareket ediyorsa neden sol örneğin Türkiye'de hala misak-ı milli sınırlarını aşamıyor. "Biz kendi sorunlarımızla başedemezken nasıl Araplarla ilgilenelim"! demek devrimci yaşam biçimini seçen insanlara yakışmaz, yakış-mamalıdır. Devrimcilik, devrimci olmak bir meslek veya bir hobi değildir bir yaşam biçimidir.
Bu yaşam biçiminde ümitsizliğin, küçük burjuva yorgunluğunun, pes etmenin, "banane" demenin yeri yoktur. "Ben devrimciyim" ve "yaşamak savaşmaktır" diyen ve bu yaşam biçimini bilinçli olarak seçen her devrimci sadece kendi yurdunun değil, Dünyanın diğer sorunlarını da kayıtsız kalamaz, kalmamalıdır. İşte bu nedenle artık Türkiye'deki sol içindeki alan eksiklikleri gidermeye çalışan yapı ve insanlar, Dünya devrimci hareketini özellikle Ortadoğu insanının devrimci tarihini daha yakından incelemeyi, aktarmayı bir görev bilmelidir.
Yazımız yanlış değerlendirmelere yol açabilir. Hiç kuşkusuz bugüne kadar bunlar yapılmadı demiyoruz. Dünya devrimci hareketini yakından tanımalıyız dediğimizde, daha da büyük adımların atılmasından, birliktelikten, bir bütünleşmeden söz etmek istiyoruz. Bunu sermaye cephesi yapmıyor mu? Bugün emperyalistler bölgesel savaşlar çıkartarak halkları topluca katletmektedirler. Bunun somut örneği emperyalist, bir gerici savaş olan İran-lrak savaşı değil miydi? Veya Ortadoğu halklarına karşı son oynanan oyuna, deyim yerindeyse, senaryosunu ClA'nın yazdığı başrollerini Bush'la, emperyalistlerin zincirli köpeği Saddam'ın oynadığı filme ne demeli? "Körfezde Savaş" filmini burjuva TV lerinde anında çeviriyle seyretmedik mi? Ya "Rambo filmi gösterircesine film arasına konan "Patriot füzeleri" her eve (ülkeye) lazım!" dercesine reklamları izlemedik, mi? Bugün bu olayda oynanan oyunları az da dünya kamuoyu bilmektedir ama yine abartılmıştır" diyen ve görüşümüze katılmayanlar olabilir; biz fazla detaylara inmeden sadece emperyalist ülkelerin özellikle ABD'nin silah fabrikalarının savaş öncesi ve sonrası durumuna bakmak yeterlidir diyoruz. (Başta ABD olmak üzere emperyalizmin bu savaştan amacı sadece durgun ekonomisine canlılık kazandırmak değil;gerekli günler için (!) Ortadoğu'ya bir silah cephanesine dönüştürmek ve en önemlisi NATO'ya yeni bir kan vermek, ve dünya Kamuoyunda, "gerekliliğini yitirmeye başlayan" NATO'ya daha çok ihtiyaç olduğunu, çünkü "barış dolu dünyalarında" Saddam gibi "deliler", "diktatörler" vs. her an çıkabileceğini göstermek idi. Bu arada emperyalistlerin, gerektiğinde "yasalar, kararlar" alınma organı olan BM'leri de unutmamak gerekir. BM'ler kurulduğundan beri bu savaşta olduğu kadar aktif olmamıştır.)
Konumuza dönelim;
Türkiye'deki devrimci hareketin "komşularının devrimci mücadele tarihini tanımayı öğrenmeyi bir görev" bilmesi gerektiğini söylemiştik. Biz burada, Türkiye'nin doğu komşusu olan İran üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
Şubat 1979'da iran'da "iktidara gelen" İslam Cumhuriyeti yönetimi hakkında dünya kamuoyunda olduğu gibi Türkiye basınında da çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Kimilerine göre kurulan yeni yönetim, "anti-emperyalist"! kimilerine göre "anti-ABD"!, kimilerine göre İran halkını Orta çağa sürükleyen gerici molla rejimi ve nihayet kimilerine göre de "radikal mollalarla ılımlı mollaların" oluşturduğu iktidardı.
Ama gerçek nedir? İran'da neler oldu; iktidara gelir gelmez İran halklarını emperyalistlerin çıkarı uğruna Eylül 1980'de sekiz yıllık bir savaşa sürükleyen, milyonlarca insanın ölümüne, sakat kalmasına neden olan, yüzbinler hatta hatta milyonlarca insanı yurdunu terketmeye zorlayan, en -"modern" işkencelerle halkı yıldırmaya çalışan, hapishaneleri dolduran, sokak idamları yapan bu rejimin niteliği idi.
Faşist rejimin içişleri bakanı Ali Ekber Muhteşemi'nin 1989 da Parisle "EL Müstakbal" dergisine verdiği demeç çarpıcı bir özetten ibaretti: “Sorunu bir kerede kökünden halletmek için bütün tutukluları ve onlara katılanları idam ettik.", yüzlerce binlerce devrimciyi katladen bu rejim nasıl yönetime geldi? Bu soruyu yanıtlamak için biraz gerilere gitmek gerekir.
Emperyalizme bağımlı bir ülke olan İran, İkinci Paylaşım Savaşında açık işgal altında idi. Savaş sonrası her ne kadar bağımsız gösterilmek istense de yeni sömürgecilik yöntemiyle emperyalistlerin kukla rejimi aracılığıyla ülke tam bir gizli işgaldeydi, İran halklarının (Farslar, Kürtler, Azeriler,Beluçlar, Türkmenler, Araplar..) şanlı devrimci mücadeleleri İran tarihinin sayfalarını hep doldurmuştur. Halk ayaklanmaları, isyanlar bugüne kadar hep süregelmiştir. Her ne kadar Temmuz 1906'da "Meşrutiyet Devrimi" yoksul kitlelerin, köylülerin, küçük burjuvazi ve milü burjuvazinin katılımıyla olmuşsa'da bu devrimin uzlaşılarak yenilgiye uğratılmış ve daha sonraki başkaldırışları, 1908'te kurulan Tebriz Sosyal Demokrat Partisi'nin büyük işçi hareketlerinin organize etmesini ve nihayet Haziran 1920'de İran , Komünist Partisi'nin kurulması ve aynı yılda Tahran'da yapılan büyük işçi hareketlerini, Şubat 1921'de İngiliz emperyalizminin uşağı Rıza Şah'ın kanlı darbesi izler
İkinci Paylaşım Savaşı'na gelince Rıza Şah tahttan indirilerek, emperyalistlerin daha genç kuklası Rıza Şah'ın oğlu Mohammad Rıza Şah yönetime getirilir. Ülkede giderek yükselen halk ayaklanmaları sonucu1945'te Pişehvari ve Partisi "Azerbeycan Demokrat Fırkası" liderliğinde Azerbaycan 'da ve Gazi Mohammad liderliğinde Kürdistan'da kısa ömürlü olsalarda özerk cumhuriyetler kurulur.
Bu iki cumhuriyet kanlı bir şekilde bastırıldıktan sonra 1950'lerde Doktor Musaddık'ın1949'da kurduğu "Milli Cephe" liderliğinde tekrar ayaklanmalar başlatılır. Büyük petrol işçilerinin grevi, petrolün millileştirilmesinden sonra nihayet büyük katliamların yapıldığı 1953 darbesi gerçekleşir. 60'lı yılların başlamasıyla ülkedeki işçi grevleri, halk isyanları, 1963'te aynı faşist yöntemlerle bastırılırsa da; 70’li yıllara gelindiğinde İran devrimi gerçek yolunu bulmuş olur.
İşte yıllardan beri halkın devrimci mücadelesini saptıran, burjuva kuyrukçuluğu yapan revizyo-
nist "İran Tudeh Partisi"nin gerçek yüzü silahlı mücadelenin başlamasıyla ortaya çıkar. Daha önceleri küçük çapta silahlı eylemleriyle revizyonistleri, pasifistleri şaşkına uğratan örgüt, 8 Şubat 1971'de İran'ın kuzeyindeki SİYAHKEL. kasabasında Jandarma karakolunu basarak silahları gaspeder. Gerillaların eylemi bütün yurtta yayılır. Şahın kardeşi bizzat gerillaları yoketme operasyonunu yönetir. Operasyona ordu, polis, jandarma timleri katılır. Siyahkel eylemine katılan bütün gerillalar ya ormanda ya da yakalanarak idam edilir
İşte İran Halkının Fedai Gerilla Örgütü (İ.H.F.G.Ö.)'nün kuruluşu her ne kadar Mart 1971'te olduysa da Siyahkel örgütün doğum günü ilan edilir. Böylece ML'nin İran'ın somut koşullarına uygulanışıyla ve öncü savaşının başlamasıyla emperyalizme karşı halk savaşı Sİyahkel'de başlamış oldu. İ.H.F.G.Ö.'nün yaptığı her çaptaki eylem giderek halkta özellikle üniversite gençliğinde büyük sempati yaratıyordu.
Büyüyen öğrenci hareketleri, işçi grevleri, faşist yöntemlerle kanlı bir şekildi bastırılsa da ( Mayıs 1971 Cihan Çit Fabrikasının büyük grevi kanlı bir şekilde bastırıldı.) 70'lerin sonuna doğru artık sokak çatışmaları yayılıyordu. Halkın isyanını bastırmak için patronlarından aldıkları emirler doğrultusunda, Şah rejimi yönetimdeki piyonları değiştirip kendi deyişiyle "reform" yapıyordu. Ama artık ok yayından çıkmıştır.
ilk başta gecekondularda başlayan büyük isyan, Şubat 1978'de Tebriz kentindeki sokak çatışmalarıyla yeni boyut kazanmış gitgide bütün ülkeye yayılmıştı. Halk sokaklarda "Bütün İran'ı Siyahkel yaparız" ve "Kurtuluşun tek yolu Fedainin kızıl yolu"diye bağırıyordu.
Emperyalistler ve zincirli köpeklerinin uykusu kaçmıştı. Şah rejimindeki piyon değiştirmeler bir işe yaramıyor ve İran halklarının düşmanları daha da hırçınlaşıyordu. Dönemin ABD Cumhurbaşkanı Carter'in "bu alçaklar ne istiyor" demesi bunun açık örneğiydi.
Nihayet emperyalistlerin "Guvadlop Konferansı"nda yazdıkları senaryo doğrultusunda "çare"bulunmuştu. "Yeşil Kuşak teorisi"somut bir şekilde İran'da uygulanacaktır. Bu teoriyi hayata geçirecek en uygun zincirli köpek ise Humeyniden başkası olamazdı. Bütün olanaklar seferber edildi. Artık Humeyni Irak'tan Fransa'ya nakledilmiş ve emperyalistlerin Radyo ve TVleri bu yeni piyonun hizmetine sunulmuştur. Kısa sürede Humeyni, İran halklarının önderi, hem de “anti-emperyalist” önderi oluverdi. özellikle sokaklarda kanları dökülen genç kuşağın hiç adını duymadığı bu “yılların lideri” İran’da BBC vb.... tarafından yediden yetmişe herkese tanıtıldı. Devrimciler sokakta çatışıp ölüyor, Humeyni’nin “Nofellaşata” kasabasında yazdığı (!! ) bildiriler gizli eller tarafından evlere dağıtılıyordu. Devrimcilerin düzenlediği gösteriler kurşun yağmuruna tutulurken, camilerde toplanan binlerce insana göz yumuluyordu. Humeyni hep “şah, Amerika’nın uşağıdır, gitmelidir” diyor ve hemen ekliyordu: “zamanı geldiğinde halkı cihada (silaha sarılma anlamında) çağıracağım. “ (Humeyni tam da dediğini yaptı. Bu cellat “zamanı geldiğinde “ yani halkı silahsızlandırdıktan sonra ordusunu cihada çağırdı. İlk cihadını Kürdistan’daki mücadeleyi bastırmak için Ağustos 1979 yaptı.) 1978’in sonlarına doğru artık iş bitmiştir. ABD’nin İran’daki generali Hayzer, şaha, İran’ı terk etmesi emrini iletti ve şah Ocak 79’da kaçtı (!) Humeyni İran’a döndü. Birkaç gün öncesine kadar halkı sokaklarda kurşun yağmuruna tutan emperyalist ordu aniden lideri Humeyni gibi “anti-emperyalist” oluverdi. (Filipinler’dede böyle olmadı mı?) halktan orduya çiçek atması istendi. Halkın “kahrolsun emperyalist ordu” sloganı, cani Humeyni tarafından “ordu bizim kardeşimiz” sloganına dönüşüverdi. ABD generali Hayzer’in 7 Şubat 1979’da İran’daki görevi tamamlanmış ve birkaç gün sonra yani 11 Şubat 79’da Humeyni patronlarının isteği doğrultusunda “artık devrim olmuştur. silahlarınızı orduya, devrim muhafızlarına bırakın evlerinize dönün” demişti. Böylece “şah rejimi”, “İslam Cumhuriyet”ine, şahın korkunç gizli örgütü “SAVAK”, “SAVAMA”ya ve emperyalist ordu “devrimci ordu”ya dönüşmüştü. Unutmamak gerekirki bu iki yönetim arasında çok önemli bir fark vardı: sakal!.... çok geçmeden yürüyüşler, grevler yasaklandı, tutuklamaları devrim adıyla, devrimciler ABD casusu diye idam edilmeye başlandı. İşte İran’da oynanan oyun budur, bunu çok açık bir şekilde dönemin ABD Cumhurbaşkanı “CARTER” bir konuşmasında şöyle dile getiriyordu: “İran’da öyle bir iş yaptık ki İran’lılar on sene sonra anlayacaklar”.
Neydi İran halklarının gerçeği anlayabilmeleri için on sene geçmesine gerek yoktu. İran halklarının ilk günlerden itibaren çıkardığı bir fıkra bunun ispatı için bir kanıt değil midir? "Mollaların sakalını kesersen altından ABD bayrağı çıkar."
Evet, "yeşil kuşak teorisi" veya başka deyişle komünizme karşı dini kullanma, her zamankinden daha kapsamlı bir şekilde uygulamaya koyulmuştur. Bu durum sadece İran'da mı cereyan etti? Türkiye'de ve diğer Ortadoğu ülkelerinde, Latin Amerika'dan sonra 20 yıl gecikmeyle aynı senaryolar gündeme sokulmadı mı?
Bugün artık 1980 darbesi generallerinin din olgusunu ne kadar iyi kullandıklarını herkes bilmiyor mu? Ünlü Aramco şirketinin Türkiye halklarına "hizmeti", Rabıta olayı bunun kanıtı değil midir? (Unutmamak gerekir ki sermaye cephesinin uyguladığı bu taktik, sadece islam ülkeleri için değil, Hristiyan, Katolik vb. dinlere inanan insanlar içinde geçerlidir. Bunun ilginç bir örneği, Papa II. Jean Paul'e M. Ali Ağca tarafından yapılan sahte saldırı propagandasıydı. Bu "saldırfdan sonra Papa'nın nasıl bir anda ünlüler arasına ( hem de anti-emperyalist ünlüler arasına" girdiğini herkes bilmiyor mu? Eskiden Vatikan'da köşesine çekilmiş, suskun oturan "Papa"ların aksine, II. Jean Paul yıllardan beri papaların ayak basmadığı topraklara gidiyor. Hergün bir ülkeyi dolaşıp halkları "barışa" davet ediyor.
Özetlersek; böylece birçok ülkede olduğu gibi, yeni sömürgeciliğin eskiyen kanı tazelenmiş, oligarşik diktatörlüğe yeni bir biçim verilmiş ve emperyalizm rahatlatılmıştır. Peki "bütün İran"ı siyahkel yaparız ve "kurtuluşun tek yolu fedainin kızıl yolu" diye haykıran milyonlara ve şanlı geçmişi olan İ.H.F.G.Ö'ne ne oldu? Ayaklanma döneminde mantar gibi ortaya çıkan veya geçmişte varolan örgütlerin durumu ne oldu?Bu oynanan oyunu nasıl değerlendirdiler? Sanırız bunlara değinmeden iran halklarının devrimci mücadelesinin anlaşılır bir tablosunu çizmiş olmayacağız.
İran Tudeh Partisi (İ.T.P.): Revizyonist ve karşı devrimci olan, kurulduğundan beri burjuva kuy-rukçuluğu yapan, İran'da hainliğiyle ün yapan bu parti, Humeyni rejimi kurulur kurulmaz en keskin Humeynici oluverdi. Bu burjuva partisinin, devrimcilerin yakalanmasında patronu Humeyni rejimine büyük katkıları oldu.
İran Halkının Mücahitleri Örgütü (İ.H.M.Ö.): Kökenleri 1949'da Doktor Musaddık'ın kurduğu "milli Cephe"ye dayanan ve islamcı olan bu örgüt, Şah döneminde silahlı eylemlerle adını duyurdu. Daha sonraki yıllarda İ.H.M.Ö. ve "peykar" olarak ikiye ayrıldı. İ.H.M.Ö. 1979 ayaklanmasında aktif şekilde mücadeleye katılmış ve ilk başkta Humeyni'ye sımsıkı sarılmış, daha sonra soluğu Saddam'ın yanında almıştır. Bugün bu örgüt emperyalist çevrelerce bir kukla haline dönüştürülmüştür. (ABD yönetimindeki "demokratlarla olan ilişkilerini kendileri açıklamaktadırlar.)
Peykar: İ.H.M.Ö.'den ML olma iddiasıyla ayrılan bu örgütün elemanları çeşitli zigzaglardan sonra dağılıp büyük çoğunluğu yurtdışına kaçmışlardı. Sosyal emperyalizm tezini savunan bu örgütün en önemli mücadele alanı silahlı mücadeleyi eleştirmek idi.
İran Komünistler Birliği: İran'ı yarı sömürge-yarı feodal olarak değerlendiren bu örgüt" halk savaşını" savunmaktadır.
Komele: İran'ın Kürdistan'ında 72 ayaklanma döneminde oluşan, gelişen ve büyük kitle toplayan bu örgüt, daha sonraki yıllarda yurtdışından gelen ve hep Avrupa köşelerinden uzaktan kumanda ile İran'da devrim yapmak isteyen bir grup "komünistle birleşerek "İran Komünist Partisi"ni kurdu. Bugün bu partinin içinde Avrupa komünizmini savunanlar olup, parti bölünme aşamasındadır.
İran Kürdistanı Demokrat Partisi (İ.K.D.P.):Kürdistan'da geçmişi olan ve Komele gibi Kürt halkının arasında kitle sahibi olan bu örgüt, geçmişte olduğu gibi Humeyni rejimi kurulduktan sonra da sorunlarını(kendi sorunlarını) hep masabaşında çözmeye çalışmış ve sürekli rejimle gizlice diyalog halinde olmuştur. Bu örgütün lideri Doktor Gasemlu, Avusturya'da "masabaşında" öldürüldü.
İran Halkının Fedai Gerilla Örgütü (I.H.F.G.Ö.): Şubat 1971'de siyahkel eylemiyle adını tüm yurtta duyuran bu örgüt, iki grubun birleşmesiyle oluşmuştur. Birinci grup Bijan Cezeni-Ziya Zerifi liderliğinde silahlı mücadeleyi Şah diktatörlüğüne karşı bir taktik olarak gören, devrimin objektif şartlarının olmadığını, dolayısıyla Şah Diktatörlüğünü yıkmak için silahlı gerilla mücadelesini savunan grup idi. Bijen Gezeni, İran Tudeh Partisi'nden ayrılmış, daha sonraki yıllarda silahlı birim oluştur-
duğunda yakalanıp, Nisan 1975'te faşist Şah rejimi tarafından idam edilmiştir.İ.H.F.G.Ö.'nü oluşturan ikinci grup ise; Mesut Ahmed zadeh Emir Perviz Puyan-Abbas Meftahi liderliğinde İran'ın emperyalizme bağımlı kapitalist bir ülke olduğundan ve böyle kaldığı sürece hep emperyalizmin güdümünün devam edeceğini, silahlı mücadelenin bir taktik değil, bir strateji olduğunu, devrim için yapılan her tür mücadelenin ancak silahlı mücadele temel alınırsa uzun süreli halk savaşıyla yararlı olacağını, politik ve askeri liderliğin bütünlüğünü, devrimin objektif şartlarının varolduğunu; ML'in İran'ın somut koşulları gözönünde tutulduğunda İran halklarının devriminin ancak ve ancak uzun süreli halk savaşıyla gerçekleşeceğini, emperyaIizme karşı halk savasının öncü savaşıyla başladığını, ülkede varolan suni dengeyi yıkmak için ilk başta gerilla savaşının propaganda yanının ağır bastığını savunuyorlardı.
1971-72'deki örgüte indirilen büyük darbeden sonra gitgide Bijen Gezeni görüşleri örgüte hakim olmaya başlar. (Mesut Ahmedzadeh ve Abbas Meftahi Mart 1972'de idam edilirler. E.Perviz Puyan ise Mayıs 1971'de bir çatışmada öldürülür.) Ve nihayet ayaklanma dönemine gelindiğinde örgüt revizyonist, oportünist akımın işgaline uğramıştır. (Burada revizyonistlerin nasıl sinsice örgüte girdikleri ve hangi görüşlerin buna zemin hazırladığı, konusuna değinmeyeceğiz.) Sonuçta Humeyni rejimi kurulduğunda, örgütteki revizyonistler, dört elle Siyahkel mirasına sarıldıkları halde, gitgide gerçek yüzlerini açığa çıkardılar. Humeyni rejiminin küçükburjuva bir yönetim olduğunu, Humeyni'den İran halklarının antie-mperyalist mücadelesinin simgesi haline dönüştüğünü ve Mesut-Puyan çizgisini savunanların birer anarşist olduklarını, örgütten atıldıklarını açıkladılar. Böylece örgüt ikiye ayrıldı. Bir tarafta kendini Siyahkel mirasçısı olarak tanıtan ve Humeyni'yi anti- emperyalist gören akım; diğer yanda ise Humeyni'nin bir piyon olduğunu, olan bitenlerin bir devrim değil bir oyun olduğunu, halk ayaklanmasının uzun süreli halk savaşı yönünde organize edilmesi gerektiğini; kısaca Mesut-Puyan çizgisini savunan Halkın Fedai Gerillaları (H.F.G.) örgütü oluştu. Daha sonraları revizyonistlerin hakim olduğu İ.H.F.G.Ö. ikiye bölündü, büyük bir kısmı "İran Halkının Fedaileri" (çoğunluk) adıyla revizyonist "İran Tudeh Partisiyle" birleşme sürecine girdi. Diğer bölümü ise İ.H.F.G.Ö. (azınlık)" adıyla Bijen Cezeni-Zerifi görüşlerini savunarak örgütlenmeye başladı. Ki daha sonraki yıllarda iki ve nihayet 3'e bölündü...
Mesut Ahmetzaden-Perviz Puyan çizgisini veya kısaca (halk savaşını) savunan H.F.Gerillaları (bu örgütün esas adı İ.H.F.G.Ö.'dür ama halk arasında H.F. gerillaları veya gerillalar, ve özellikle bu yapının liderlerinden Eşref Dehgani adıyla Eşref gerillaları deniliyor) Humeyni rejiminin devrimci müadeleye vahşice saldırı başlattığı, daha doğrusu Humeyni rejiminden yaptığı değerlendirmelerin doğruluğu ortaya çıktığı günlerde H.F Gerillaları (Eşref Gerillaları) ve H.F. gerillaları (İran Halkının Kurtuluş Ordusu) olarak ikiye ayrıldı. Her iki yapı da birbirini suçlayarak Mesut-Puyam çizgisinin devamı olduklarını açıkladılar.
Böylece İran'ı Siyahkel yapmak isteyen ve kurtuluşun tek yolunun Fedai'nin kızıl yolu olduğunu bilen halk, onlarca "Siyahkel mirasçısı" ve onlarca "kızıl yolla karşı karşıya kaldılar.
Özetlersek bu yazıda değinmediğimiz nedenlerden dolayı, yine İran halklarının devrimci başkaldırısı geçmişte olduğu gibi, islam tarihinde de kanlı bir şekilde emperyalistler ve yerli işbirlikçileri tarafından bastırılmıştır.
Evet 1979 halk ayaklanması yenilgiye uğradı ama İran halklarının devrimi hala yaşıyor ve yaşayacak.
Evet bırakalım emperyalist cephesi bütün olanaklarını kullanarak "Komünizm öldü" "Komünizm bitti" desin. Ama gerçek şudur ki; sözümüz ona sözde "sosyalist" ülkelerdeki maskelerin düşmesiyle dünya halklarının dünyayı sarsacak günleri mutlaka gelecektir.
Son olarak dünya devrimci hareketine sesleniyoruz. Dünyamızın her ülkesinde, yapılan devrimci temeller üzerinde, eksiklikleri giderme, devrimci mücadeleyi güçlendirip yükseltmenin ve nihayet dünya çapında yeni enternasyonalizmin temellerinin atılması zamanı gelmedi mi?
Yaşasın Dünya Halklarının Devrimci Mücadelesi!
DİPNOTLAR:
1- Mesut Ahmetzade "Silahlı mücadele hem stratejik, hem taktik" eserinde iran'ı tahlil ederek devrim yolunu çizmiştir. Bu kitap Fransızca,lngilizce ve Kürtçeye çevrilmiştir.
2-3- EMiR PERVlZ PUYAN "Hayatta kalma teorisinin reddi ve iki mutlak" eserinde iran'da bir sunni denge olduğunu halk kendini zayıf ve düşmanı güçlü gördüğünü. Gerilla biriminin başlattığı savaşla halk düşmanın "kağıttan kaplan" olduğunu görüp devrimin yolunu anlayacaktır diye yazar. Bu kitap İngilizce, Türkçe ve Arapçaya çevrilmiştir.

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92