Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

 

3 Mart 1992'de, Kozlu'ya bağlı İhsaniye ve İncihamamı ocaklarında, adına resmi literatürde "grizu patlaması" denilen bir cinayet daha işlendi.
Bu cinayetlerden, katliamlardan sonra artık fazlasıyla alışılan, kanıksanan sözler bir kez daha tekrarlandı. "Sorumlular tesbit edilecek." "Gereken yapılacak" "Suçlular cezalandırılacak." "İhmalin hesabı sorulacaktır" "işçilerimizin ailelerine gereken yardım yapılacak" Arkasından ocaklara inilir "kurtarma ekipleri" tarafından ve bulunan yanık, kavruk cesetler bir kez daha çıkarıldı. Kömürün karasına bulanmış madenci, Dev alevlerle yanmıştır. Cesetler dizilir yanyana. Dışardan bakan için hepsi birbirine benzer. Ama herbirinin ardından ayrıca yanacak bambaşka hayatları vardır. Eşler, analar, çocuklar...
Kozlu faciasını yabancı ajanslar;
"Tespit edilen en büyük maden kazası" diye geçtiler "Dünyanın en büyük facialarından biri "dediler.
Ölü sayısı tespit edildiği kadarıyla 260'ın üzerindeydi. Çünkü ölüsü kurtarılabilen işçi, 125 olarak tesbit edildi resmi rakamlarda. Ama daha fazla madencinin cesedi, tam 146 madenci ocaktan ölü olarak dahi çıkarılamadı. Yaşarken zaten hergün madene gömülen bu insanlar, ölümle de başka bir mezarda yatma şansına sahip olamadı,
9 yıl önce de böyle, büyük bir katliam yaşamıştı Zonguldak. Arada yaşanılan 'birkaç kişinin ölümüyle sonuçlanan 'kaza'ları, haber niteliği taşımıyor zaten. Olağan ve sıradan olaylar... Öyle ki, ölü ve yaralı madenci bilançosu, Zonguldak'ın günlük saat ayarının yanına iliştirilmiş gibi.
8 Mart 1983'de 96 kişinin ölümü ile sonuçlanan patlamada da yine bugün yaşananları yaşamıştık. Sorumlu ve yetkililer biraz değişik olsa da ne tepkiler ne de cümleler farklıydı. Biraz daha etkin ve yetkin bir devlet adamı vardı o zaman devletin başında Kenan Evren. Dolayısıyla biraz daha sert bir ses tonuyla konuşmuştu "ihmali görülenler meydana çıkarılmalıdır" Ve elbette, sonuçta ne ihmali görülenler vardı ne de çözüm. Olay vahim bir kazadan ibaretti. Ölenlere rahmet, kalanlara metanet dilemekten başka elden ne gelirdi.
Devlet yetkilileri ve hümanizması ayaklanan bir kesim; her patlamadan sonra "Ocaklar kapatılsın" formülünü tartışmaya başlarlar. Bu tartışma, ölü madenci sayısıyla doğru orantılı olarak, bir hafta ile 10-15 gün arasında sürer. Zonguldak halkı bu formüle isyan eder. Devlet, zaten zararda olduğunu söyleyerek gerçek önlemlere ilişkin olarak yapılması gerekenleri zaten yapamayacağının baştan altını çizer.
SADECE OCAKLAR DEĞİL ZONGULDAK YANIYOR.
Devletin alınması gereken önlemlere ilişkin bir dayatma olmamasına yönelik dayatmasıdır tehdididir bu. "Ocakları Kapatırım! Bu önemli espriyi zeki işadamı devlet adamı Özal hepsinden iyi yakalamıştı.
İşte o noktada Zonguldak'da nabız duruyor. Madencinin, madenden onca sabır-çile-işkence ile kazandığı, bir ekmek bir hırka ötesi değildir. Ama buna rağmen, sesini çıkaramaz bu tehdit karşısında. Günün 8 saatini ölüm çukurlannda geçirmek pahasına, sözkonusu 8 saatte her an ölümü yaşamak pahasına, ölümün bu kara çukurdaki kaçınılmazlığını kabullenmek pahasına, ola ki çok az bir şansta olsa emekli olabilse dahi, madencinin yaşamının çok uzun olmayacağını, ciğerlerinin iflas ettiğini bilmek pahasına yeraltında yaşamak zorundadır. Sonuç bir hırka bir ekmek de olsa madenci buna zorunludur. Zorunlu kılınmıştır. Başka bir alternatif tanımamıştır bu düzen ona. Zonguldak'da öyle bir düzenleme (!) yapmıştı ki bu düzen, madenden başka yaşam damarı yoktur. Ya maden, ya açlık, madende ise ya ölüm ya ölüm...
Başka şansı tanınmamış bu insanlar için madencilik gizli bir bilinçle ya da sonuçlardan yola çıkmış bir saptama ile bir kahramanlık mertebesi olmuştur. Evet, doğrudur da, yaşama karşı bir kahramanlıktır bu. Yaşamı sürdürme çözümsüzlüğüne karşı bir kahramanlık!
Ölen madenci de 'şehit'tir bu durumda... Zonguldak şehitler mezarlığına gömülür. Doğrudur bir anlamda, evet şehittir bu insanlar. Çünkü devletin bekası için öldürülmüştür devlet tarafından. Göz göre göre. Bilerek ve isteyerek!.. "Taammüden" onların yasalanndaki tanımına göre. Ve şehitler mezarlığının alınlığında.
"Mücadele azim adamı madenci. Medeniyet timsali, yeraltı fatihi madenci. Şehit, gazi, örnek insan madenci. Sağına rahmet, ölüsüne rahmet olsun. Duasına size. Rahmetler size. Amansız mücadeleden yatıyor şehit."
Bu insanlar, yeraltındaki amansız mücadelelerini canlarına tak dediği bir süreçte mücadele tarihine Zonguldak Direnişi ve Yürüyüşü olarak geçen önemli eylemliliği gerçekletiren insanlardı.
ZONGULDAK GREVİ VE YÜRÜYÜŞÜNÜN DOĞRU ÇÖZÜMLENMESİ ÖNEMLİDİR.
Tarihin en büyük iş kazası diye tanımlanan bu katliamdan sonra şu ana kadar yüksek sesle tepki göstermek istemeyen, gösteremeyen madencinin bir süre önce ülkeyi sarsan bir eylemin içindeki madenci olması, bir çelişki gibi gözüküyor ilk bakışta.
Fakat değil. Bu bir çelişkiden öte, işçinin sınıfın ancak ve ancak onu sınırlayan güce karşı gerçek gücünü göstermesiyle içinden çıkacağı bir darboğazdır, bir açmazdır. 30 Kasım 1990'da başlattıkları eylemlerde işçiler bu daroğazı alabildiğince açmışlardı.
Zonguldaklı 42 bin madencinin Genel Maden-İş bünyesinde, MTA'ya bağlı işyerlerindeki 6 bin işçi ile birlikte başlatıkları grev, ülkede o güne kadar yaşanmış en büyük çaplı grevdi. İlk kez aynı sendikaya bağlı 48 bin işçi greve çıkıyor. 30 Kasım'da greve çıkan işçiler her an biraz büyüyen ve gelişen bir eylemlilik sürecine girdiler. Zonguldak'da mitingler, yürüyüşler yaptılar. Hergün gerçekleştirilen bu miting ve yürüyüşler madencinin "doğal eylemliği" olarak tanımlandı. Zongudak halkı bu günlerde işçilere elinden gelen her türlü destek ve yardımı yaptı. Onlara bu süreçte ses verenler sadece Zonguldak halkı değildi. Yurtdışından ye yurtiçinden çeşitli desteklerle güçlendiler
Devlet, bilinen tavrını sürdürüyordu. "Madenler zaten zarar ediyor, kapatırım." İşçilerin isteklerini, daha iyi çalışma ve yaşama amaçlı taleplerini kabul etmiyorlardı. Bunun üzerine 4 Ocak 1991'de işçiler büyük yürüyüşlerini başlattılar. Hedef: Ankara-Çankaya idi. On binlerce madenci yürüyordu. Büyük bir coşkuyla. "Ölmek var dönmek yok", "Geliyoruz Ankara" sloganlarıyla..
Onlarca km yol yürüyen işçilerin yolu E-5 de kesildi. O zamanki başbakan Yıldırım Akbulut, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Devlet Bakanı, Bolu valisi, sendika yöneticilerini Bolu'da görüşmeye çağırdılar. Çağnnın amacı, işçileri yürüyüşten vazgeçirmekti, işçi ise oldukça kararlıydı.
Jandarma ve çevik kuvvet barikatlan karşısında onlarca km'lik alanlara yayılarak bekleyen işçiler, dondurucu bir soğukta yorgunluklarını ailelerini ve diğer şehirlerden gelen işçi, sendikacı, ilerici, devrimci, demokrat insanlarla paylaşıyorlardı.
İşçileri gözaltına almak yoluyla da yıldırmak isteyen devlet, sadece onun öfkesini güçlendirebiliyordu.
"48 bin maden işçisinin grevi yalnızca madencilerin değil, içinde bulunduğumuz toplu iş sözleşmesi dönemindeki 650 bin işçinin grevidir, tüm işçi arkadaşlarımızın grevidir."
GREVİN BU COŞKULU İŞÇİSİ ŞİMDİ ÖLÜMLE YAŞAM ARASINA SIKIŞTIRILMIŞ BİR SUSKUNLUK İÇİNDE
Sorulan sorulan dahi alçak sesle yanıtlıyorlar.
-Bu hep emniyet yetersizliğinden. Ama biz yine de sesimizi çıkarmıyor, mücadeleye devam ediyoruz.
-Neden?
- "Mücadele" şimdi ocaklardaki ölüm karasını yaşayabilmeye dönüşmüş, tekrar ocakların açılması amacıyla, ocakların kapatılmaması amacıyla sesini çıkarmıyor.
iktidara gelen her parti aynı söylem içine giriyor. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz; "Güvenli çalıştıramıyoruz gibi sözlerin ocakları kapatmak için bir gerekçe olmayacağını, ocakların kapatılmasının verimliliğe göre değerlendirilemeyeceğini söylüyor şimdi. Özal diretiyor hâlâ "Kademeli kapatılsın, ocaklar verimsiz" diyor.
Şemsi Denizer ise;
"Bir kısım çevreler sözde madencilere sahip çıkıyormuş gibi görünüp grizu faciasını da fırsat bilerek ocakların kapatılması tezini yeniden gündeme getirme hesabı içindedir. Bunu önerenler mezar soyguncusudur.
Faciayla ilgili olarak sendikanın oluşturduğu dört kişilik bir güvenlik soruşturması ekibi çalışmaktadır. Son bir hafta içinde ocaklarda sürekli grizu saptandığı yolunda raporlar vardır, bu iddialar araştırılmaktadır." diyor.
DİSK Genel Başkanı Kemal Nebioğlu soyut bir öneri getiriyor böyle bir ülke koşullan içinde...
"Kâr, verimlilik gibi kavramların insan yaşamının önüne geçmesine izin vermeyeceğiz... Sendikal, bilimin temsilcisi mühendisler ye halkın temsilcisi yerel yönetimler birlikte çalışsın, model üretsinler... Yürürlerken desteklediğimiz bu insanların söke söke attırdıkları imzalarla verilen sözler yerine getirilmedi... Toplum olarak suskunluğumuzla biz de bu anlayışa ortak olduk."
Evet, Nebioğlu'nun son sözleri gerçekten doğru. Bu insanlar eylemleriyle devleti köşeye sıkıştırmış ve gerçekleştiremeyeceği, vermeyeceği hakların altına imza artırmıştı ona. Kuşkusuz bu imza, bu sözler hiçbir şey için yeterli değildi. Bu ülkede bir hakkı savunmak için her an mücadele etmek, direnmek, o mevzide tutunabilmek adına savaşmak gerektiği gerçeğini Zonguldaklı biliyordu. Bu gerçek, en azından kendi yaşamıyla sabitleşmişti.
HER FACİADA SADECE OCAKLAR DEĞİL, BÜTÜN OCAKLAR YANIYOR.
Zonguldak, her ölenin ardında bıraktığı başka yaşayan çaresizlerle doluyor. Her faciada olduğu gibi bu kez de günlük basın gözü yaşlı eşlerin ve çocukların resirnleriyle dolu. Bu ailelerin 146'sı eşlerinin ve babalarının cesetlerini dahi alamadı. Madenin üzerine toprak atıldı. Bu insanlar, bütün Zonguldak yakınlarının yanık kokularını soludular. Sadece maden yanmadı. Zonguldak yandı.
Büyük tesadüfler sonucu madenden sağ çıkabilen yaralı işçi, durumu gayet basit sözcüklerle ve sessizce ifade ediyor. Bir "makus talih" nasıl ifade edilirse öyle...
"Ben altı arkadaşımla beraber saat 20.30'da akşam yemeğini yerken aniden büyük bir patlama oldu. Maden üzerimize çöktü ve göçük altında kaldık, içerde 500'den fazla arkadaşımız vardı." (Tahsin Saraç - işçi)
Sorun böylesine yalın onun için:" Maden çöktü, göçük altında kaldık."
Madenlerde, her ocağın girişinde: Evvela Emniyet, Uğur Ola" yazar. Ama ne katliamların sonuçlan, ne de teknik rakamlar böyle söylemiyor. "En son Emniyet, Uğur ola" Uğurlanılan adres belli!
Teknik rakamları değerlendirmek son derece sıradan, son derece basit mantıkta dahi katliam gerçeğini vurguluyor.
DPT, devletin kendi planlama teşkilatının raporlan, kendi gerçeklerini herkesten iyi tanımlıyor.
"Kömür havzasında herşey yanlış. Son 20 yıldır yatınm yapılmadı.. Gereken % 20'lik yatınm ise % 5'in altına düşürülüyor.
Devlet patlama saati konusunda bile doğru açıklama yapmıyor. Çünkü 20 yıllık yanlışlar senaryosu son saatlerde de bütün hızıyla sürdürülüyor.
Patlamadan 25 dk. önce tehlike sınırına rağmen ocak boşaltılmıyor. Madende metan gazı oranını her an denetim altında tutulması gerekirken Zonguldak'ta bu sistematik kurulmuyor. Her halükârda gerçekleşecek gaz sızıntısının tehlikeye yol açmaması için yeterli bir havalandırma gerekirken bu da yapılmıyor. Yani, söylendiği gibi metan gazının patlayıcı etkisini bertaraf etmenin imkansızlığı sözkonusu değil! imkan dahilinde, fakat bu iş için harcama gerekiyor, önlem için harcama!.. Olay bu noktada tıkanıyor."Zaten Zonguldak madenlerinden zarar eden" devlet ,tek bir zarara neden göğüs gersin ki...
Varsın 100-200 işçi daha ölsün.Bu ölümleri önlemek büyük bir zarar yaratacakken, devamı bir çözümsüzlüğün hallolmasına hizmet edecek! Belki birgün işçi ölmekten bıkıp kapatılsın bu madenler diyecek.
Onu öldürerek yok etmek ve çözümü böylece yakalamak mümkün değil çünkü.
Onun babası madende ölmüş, şimdi çocukları da madende ölmeye hazırlanıyor. "Allah kısmet ederse"madenci olacak onlar da.
Ölenlerin ilk talepleri, onlara yönelik ilk vaadler de bu doğrultuda, "şehitlerin yakınlarına madende iş verilsin.
Devlet, işçilerle onlann sorunlanyla, en azından yanık madenci cesetlerini çıkarmakla uğraşmaktan değil; bu katliamı protesto eden insanlarla uğraşmayı yeğliyor.
Kozlu ve Zonguldak'da madenci anıtı önünde gösteri yapanlar gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, yargılanıyor.
Evet, bu ülkede cinayetler suç sayılmıyor, cinayetleri protesto etmek suç sayılıyor. Bu ülkede katliam yapmak "kaza" olabiliyor ama bu ülkede katliamlara hayır demek suç oluyor, işkence ve ölüm nedeni oluyor ve işin doğrusu, bu ülkenin oyun kuralları öteden beri bellidir: ölmek ve savaşmak... işte her şey bu iki basit sözcüğün içinde gizlidir.

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92