Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

KADIN SORUNUNDA "AİLE"
Tarih boyunca tüm sınıflı toplumlardaki mülkiyet ilişkileri "aile" yi iktisadi birimler haline getiren nitelikler üzerine şekillenmiştir. Ve bu niteliklerin özünü erkeğin üstünlüğü ile evliliğin (kutsallığı) bozulmazlığı oluşturmuştur. Çağımızın burjuva toplumunun ekonomik birimini oluşturan karı koca ailelerinde erkeğin üstünlüğü, onun iktisadi üstünlüğünün yalın bir sonucudur. Dolayısıyla burjuva ailesinde kadın, iktisadi olarak yalıtılmış ve ikinci cins olarak erkek egemenliği altına sokulmuştur. Böylesi bir toplumsal yapıda, kadın çocuklarının anası, kocasının itaatkar, edilgen karısı, evinin şirin, biraz da şapşal kadını olmak durumundadır.
Tüm bu roller hakim ideoloji tarafından "doğa vergisi" olarak gösterilmeye çalışılır. Çünkü , ancak böyle bir ideolojik şekillenme kadınların ikincil cins olarak kalmaya "sessizce" devam etmesinin zihinsel mekanizmasını sağlar. Böylece kadının toplumsal konuma yabancılaştırılması gerçekleştirilir;
Bu aile biçiminin işlemeye devam edebilmesi için öngörüldüğü gibi, kadının ikincil cins olma konumu benimsiyor olması ön şarttır. Ancak bu konumu benimseyen kadın, erkeğine görünmeyen zincirlerle bağlanabilir ve onun egemenliğini sarsmayacak davranış biçimlerini benimseyebilir. Burjuva aile kurumu bu konuma uygun düşecek "bir eğitim ve şartlandırma ile kendi kendini ye-
niden yeniden Üretir. Çocuklar yarın içinde yaşayacaktan toplum tüm değer yargılarını bu yapı içerisinde öğrenir. Yani, çocuklar, doğdukları günden itibaren anne ve babalarının toplumsal rollerine göre eğitilirler. Böylece erkek çocukları, yarının kadınlarının toplumsal ve cinsel davranışları üzerinde hükmedelebilecek, gerekirse onları aşağılayabilecek değer yargıları içerisinde eğitilirken ; kız çocuklan annelerinin cinsel rollerine uygun düşecek bir şekilde, oturup kalkmaktan hareketlerini kontrol altına almaya kadar bir çok şeye şartlandınlarak yetiştirilirler. Özellikle kız çocuklarının ilk öğrenmeleri gereken cinsiyetleri üzerine olan ayıplardır. Bu ayıplar ona hareketli olmayı, insiyatifîni geliştirmeyi, toplumsal yaşamdan erkekler gibi yararlanabilmeyi yasaklar.
işte böylesi bir eğitim ve şartlandırmalarla yetişen bir kadın toplumsal önyargılara ve tabulara boyun eğer ve erkeklerin kendi cinsleri hakkındaki küçük düşürücü fikirleri, namus kavramlarını vb. içine sindirir.
Artık kadın kendi bedenine sahip değildir. Çünkü onun bedeni nesnedir ve kendiside bu cinsel nesneyle özdeştir, özerk bir kimliği yoktur. "Bekaretini " yitiren bir kadın kişiliğini yitirmiş olarak görülür ve aşağılanır. Kadın bu korkuyu evleninceye kadar hisseder ve davranışlarını kontrol altına alır. Evlenip bir erkeğin egemenliği altına girdiği zaman "bekaret'in bir önemi kalmaz. Ancak kadının kimliğini belirleyen cinsel organıdır. Kadınların bir cinsel meta olarak görüldüğü toplumlarda; "eğer kadın alalede orospulardan aynlıyorsa, bunun tek nedeni vücudunu bir ücretli gibi, parça başına kiralamayıp, bir köle gibi bir seferde tamamen satmasıdır. "(Engels, Ailenin Kökeni sf. 102) Diğer bir deyişle" fuhuş" madalyonun bir yüzüyse, madalyonun ikinci yüzü "evliliktir.Bu yalın gerçek tek eşliliğe dayalı evliliğin en son ve en yüksek bir kurum olmadığının göstergesidir. Ancak burjuva ideolojisi bu gerçeği kabul etmez ve karıkoca ailesinin bireylerin özgür iradesini yansıtan bir aşk üzerine kurulduğunu ve en yüksek ahlaki düzeye eriştiğini savunur . Bu görüşe, Engels'in şu sözleriyle yanıt vermek yerinde olur; "Eğer sadece aşk üzerine kurulu evlilik ahlaki ise, sadece aşkın devam ettiği evlilik ahlaki demektir. Ama bireysel cinsel aşk nöbetinin süresi, kişiden kişiye çok değişir, özellikle erkeklerde; ve aşkın tamamen tükenmesi yada yeni bir aşk tutkusuyla yitirilmesi, boşanmayı toplum için olduğu gibi, iki taraf için de iyi bir iş haline getirir " (a.g.e.sf. 116-117)
Görüldüğü gibi, burjuva ailenin" ahlaki"liği evrensel bir gerçeklik değildir. Ayrıca boşanma olgusunun varlığı da burjuva "evlilik kurumu"nun bozulmazlığının yara alması demektir.
Bu anlamda kan-koca ailesinin arı ve övgüye değer olarak görmek, kadının burjuva toplumdaki alçalışını gizlemeye götüren bir ikiyüzlülüğü gerektirir. Böyle bir tutum doğal olarak kadını ikincil konumda tutan şeylerin sorgulamasını da getirir.
Peki bu "evlilik kurum"u ve kadının ikincil cins konumu; sınıfsal çıkarlarının farklılığına karşın tüm toplum için ortak bir payda mı oluşturuyor?
Evet, kadının ikincil cins olarak bağımlılığını oluşturan şeyler, toplumun tüm erkekleri için ortak bir çıkar oluşturmaktadır. Yalnız proleter aile bir ayrıcalığa sahiptir: "Çünkü kapitalist sanayi, toplumun üretim yolunu -ama yalnız proleter kadına-yeniden açmıştır. Böylelikle proleterin evinde erkek üstünlüğünün son kalıntısı da temellerini yitirmiş ve kadın evin destekçisi konumuna gelmiştir. Ama bu yol öylesine koşullar içinde açılmıştır ki; kadın isterse, toplumsal üretimin dışında kalır ve hiçbir şey kazanamaz; buna karşılık, eğer toplumsal üretime katılmak ve kendi hesabına kazanmak isterse, ailesel görevlerini yerine getirmekten uzak kalır" (a.g.e.sf. 105) Evet, proleter ailesinde, erkeğin üstünlüğünü sağlayan iktisadi temeller yoktur ve dolayısıyla göreceli de olsa kadın ve erkeğin ekonomik eşitliği sağlanmıştır. Ancak bu eşitlik, iki cinsin diğer alanlardaki eşitsizliğini giderememiştir. Proleter ailede, tüm toplumsal yapıda olduğu gibi, ailenin kutsallığı, evlilik ilişkileri ve kadının cinsel rolleri, erkek egemenliğinin etkisi altındadır. Bu da sınıf egemenliği bağlamında işçi sınıfının yabancılaşmasının ürünüdür. Bunun üstesinden gelebilmek ancak bu sınıfın kendi bireylerini insan etkinliklerinden, özgürlüğünden ve yaratıcılığından yoksun bırakan yabancılaşmayı yadsıdığı zaman olanaklı olabilir.
Proletaryanın yadsıması gereken tüm bu roller, burjuva toplumunda "kadın doğası"adı altında doğal gösterilmeye çalışılır. Halbuki, doğal olmayanın yalnızca alışılmış olmayan anlamına geldiği herşeyinde doğal gözüktüğü bir gerçektir.
Kadınların erkeklere bağımlı olması evrensel bir gelenek olunca da binlerce yıl geçmişi olan bu gelenekten herhangi bir uzaklaşmanın doğaya aykırıymış gibi gözükebilmesinden daha "doğal" ne olabilir? Böylece erkek egemenliği doğallık kılıfı ile meşrulaştırılmaktadır. Burada özellikle toplumun, ilerici erkeğe düşen bu ilişkiler sarmalını sorgulamak ve onun toplumun baskıcı egemen ideolojisinin nasıl bir dayanağı oduğunu görebilmektir. Ne var ki, kendilerini" aydın" sanan bu erkekler, ayrıcalıklarının en temel alanından vazeçmeyi göze alamadıklarından olacak bu konuda pasif bir tutum alıyorlar.
Hatta, kendilerini toplumcu, insanı değiştirmek gibi yüce bir amaca adamış devrimci kesimin, belli bir kesiti , kadın sorunu üzerine tartışmaların yoğunluk ve güncellik kazanmasına tahammülsüzlük ve tepki gösteriyorlar.
Bu kategoriye giren devrimcilerin tepki göstedikleri nokta ."kadınların cinsel özgürlüğünü" kazanmaları ve buna dayanan bir kadın-erkek eşitliğinin kurulması.
İşte bu noktada , tartışmaların yoğunlaşmasına ve güncellik kazanmasına tahamülsüzlük başlıyor. Kadınların ekonomik ve siyasal özgürlük hakkı kadar cinsel özgürlüklerini de kazanmalarının gerekli olduğunu düşünen ve savunan erkekleri" belden; aşağı düşünmek" vb., kadınları da"her önüne gelenle yatabilecek bir yapıya sahip" olmak gibi yüzeysel olduğu kadar seviyesiz değer yargılarıyla bakabiliyorlar,(ya da suçlayabiliyorlar)
Bu da, kendi ideolojilerini aslında ne kadar reddettiklerinin, aslında egemen sınıf ideolojisinin etkisi altında olduklarının göstergesidir. Diğer bir deyişle de , binlerce yıllık erkek üstünlüğünü doğal sayma ve kadınların çektiği acıların farkında bile olmama alışkanlığını sorgulamaksızın sürdürdüklerini gösteriyor.
Kadın özgürlüğü sorununa yaklaşmaya kalkışanlara saldırmak en kolay yöntem olmaktadır. Burjuvazi bunu yapıyor. Çünkü , onun,bundan sistem olarak çıkan var. Ama devrimcilerin, erkeklerin ve kadınların, burjuva toplumun adetlerine ve önyargılarına karşı mücadele etmek gibi bir zorunlulukları var. çünkü biz devrimciler, toplumu ve insanı değiştirmek istiyoruz. Bu amaç, bizim, güç ve uzun bir ideolojik mücadeleye, hem erkeklere hem de kadınlara yarar sağlayacak olan bir mücadeleye girmemizi gerekli kılıyor. Biliyoruz ki, kendini değiştirmeyenlerin dünyayı değiştirmesi olanaklı değildir. Çünkü, değiştirilecek olan dünya ilişkiler dünyasıdır. Taş-Toprak değil..
Ya kadınlar... Yâ da erkekler... Böyle bir ikilemi çok anlamlı bulmuyoruz... Kadınlar ve erkekler. Biz, tüm insanlar...

TARİHÇE
Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün 80. yılında bütün dünya kadınlarına selam olsun!
Selam olsun, günün neredeyse bütün saatlerini evde ve işte çalışarak geçiren emekçi kadınlara!
Selam olsun, sadece emekçilerin zincirleriyle değil, toplumsal kuralların zincirleriyle de sıkı sıkıya bağlanıp her türlü köleliğe mahkum edilen kadınlara!..
Ve selam olsun bütün bu zincirleri kopararak dağlarda, şehirlerde insanlık adına, halkların kurtuluşu adına savaşan, şehit düşen, Barikat'lann en önünde çarpışan kadınlara!..
1910 yılında Kopenhag'da toplanan II. Enternasyonel Konferansında Clara Zetkin'in önerisi üzerine, 8 Martın "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" ilan edilmesinin üzerinden tam 80 yıl geçti.
Bu 80 yıl içerisinde 1917 büyük sosyalist Ekim Devrimi'ni III. Enternasyonal'i, Çin'de Demokratik Halk Devrimi'ni, emperyalistlearası 2. paylaşım savaşının bitiminde bir dizi Demokratik Halk Devrimini ve yeni sömürge ülkelerin kurtuluş savaşlarını da içinde barındıran 80 yıl..
Bugün kadınlar hâlâ içinde yaşadıkları toplumların bütün çelişkilerini ve sorunlarını en fazla yaşayan insanlar olmaya devam etmektedirler.
Engelsin dediği gibi; "Bir toplumda kadınların özgürleşme derecesi genel özgürleşmenin doğal ölçütüdür."
Bugün en "özgür" sayılan ülkelerde bile kadının tutsaklığı devam etmektedir. Öyleyse, dünyamız üzerinde yaşayan insanların yarısının bu şekilde tutsak olduğu bir düzeydir. Ve kuşkusuz bu tutsaklık, "bir kadın sorunu" ya da "kadınların sorunu" olamaz. Bu gerçek, dünyanın yaşamaya devam ettiği en önemli toplumsal sorundur. Topyekün bir toplumsal sorun. Sadece sınıfları, ülkeleri bağlamayan, sadece kadınları bağlamayan; bütün dünyanın bütün insanlannı bağlayan bir sorun...
Ve bu sorunun çözümü, ulusal-sınıfsal kurtuluş savaşlannın kazanılması ve ilerlemesine bağlı olarak yaratılacaktır. Kadının Çünkü; bütün toplumsal ilişki ve çelişkileri üretim tarzları belirler. Sosyal kültür ve hatta psikoloji de üretim tarzına bağlı olarak şekillenir. Toplumsal çelişkiler, kadınlar üzerinde o kadar kalın çizgilerle belirginleşmiştir ki, özel mülkiyet toplumda, kadının kendisi de bir Özel mülkiyet, bir meta haline getirilmiştir.
Bunun yanı sıra çalışma hayatına giren işçi ve emekçi kadın, yine en kötü ücretle, en kötü çalışma şartlarıyla ve bütün bunlara ek olarak; evdeki köleliğini sürdürerek çalışmaktadır.
Yasalarla belirlenen, bahşedilen "kadın haklan", bir kısım kadının belli dengeleri yıllardır öne fırlamaları ve kendilerine bir toplumlar içinde dahi bir konum elde etmeleri (ya da verilmesi) konunun çok dar bir boyutudur. Kaldı ki bu kadınların durumu dahi gerçek bir özgürleşme değildir.
Bugün, burjuvazinin pompaladığı "özgürleşme" olayı bizlere yabancı, yozlaştırmaya ve mevcut dinamizmi çarpıtmaya yöneliktir. Biz, özgürlükten, ulusal-sınıfsal kurtuluşla gerçekleştirilecek toplumsal özgürleşmeyi anlıyoruz.
Ancak ve ancak bu şekilde, kadınlar da göğün yarısını değil, göğün tamamını, erkeklerle birlikte kucaklayacaktır.
Kurşuna dizilirken, darağacına çıkanlırken, en ağır işkencelerden geçirilirken direnen ve insanlığın asil değerlerini haykıran kadınlar, sadece kadınlığın değil, tüm insanlığın öncü kimlikleridir.
Paris Komüni'nün barikatlarının en önünde onlar vardı. Plaza del Mayo Meydanın'nda onlar vardı.
Şimdi Kürdistan dağlannda da onlar var. Serhildan zılgıtlannda onlar var.
Uzak değil, yann Türkiye barikatlarında da onlar olacak. Silahlarıyla ve direnen gövdeleriyle en ileri mevzilere atılacaklar.


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92