"Güneş Kürdistan'da Çıplak Ölülerin Üzerine
Doğuyor"
|
Aşağıda, Newroz günlerinde Diyarbakır'da bulunan
arkadaşlarımızın izlenimlerini
sunuyoruz....
Oldukça durgun geçen bir kıştan sonra, Newroz'a daha
bir ay varken, TC ve güdümündeki iletişim araçları kanlı
bir baharın hazırlıklarını yapmaya başlıyordu. Kürtlerin
ayaklanacakları, PKK'nın kan dökeceği gibi başlıklarla
ülke kamuoyu koşullandırılmış, özellikle büyük kentler
şovenizmin ırkçı-faşist ve islami duygularla kaynaştırıldığı
labaratuarlar haline getirilmişti. Basın yine geleneksel
rolünü üstleniyor, tıpkı kanlı 1971 mayısından önce
yaptığı gibi toplumun bilincinde ve vicdanında halka
sıkılacak kurşunların demogojik meşruluğunu hazırlıyor,sessiz
kent yığınlarının önüne "muhteşem bir katliam sofrası
seriyordu. Suçluydu hem de en az halkı kurşunlayanlar
kadar...
Yüzyıllara uzanan tarihsel bir geçmişe sahip kürt sorununun
1984'ten sonra kazandığı biçim ve boyut dikkate alımca
bu Newroz bayramının pek çok açıdan önemli olacağı,
dahası, yakın gelecekteki siyasal gelişmelerin ipuçlarını
ortaya koyacağı açıktı. Kafamızda binlerce soru vardı
: Kürdistan'da Newroz nasıl kutlanacak, katılım nasıl
olacak, günlük yaşamımızı bu Newroz nasıl etkileyecek,
sonra orada insanlar nasıl yaşıyor, örneğin devleti,
burjuva türk partilerini nasıl algılıyor, onlarla nasıl
ilişki kuruyorlar,vb.,gibi... Bir de tabii,Newroz'u
onlarla birlikte kutlama duygusu...
Pek fazla hazırlık yapmadan yola çıkmaya ve Dehak'ın
sarayından yükselen alevlerin arasından, Demirci KAWA'nın
modern siluetini izlemeye karar veriyoruz. İçimiz tuhaf
hislerle dolu. '80 öncesinin DDKD ya da Özgürlük Yolu
gibi "yumuşak" kürt örgütlerinin büyük bir
etkinliğinin olduğu Diyarbakır şimdi nasıl bir yer,
yollarda Özel Tim çevirecek mi, gibi sorularla kafamız
meşgulken,TC'nin Newroz öncesi yarattığı spekülasyon
nedeniyle, gergin,patlayacak gibi bir kentle karşılaşacağımızı
sanıyoruz.
Bindiğimiz otobüste bizden başka on kadar yolcu var.
Muavine, Diyarbakır'a ne zaman varırız diye sorduğumuzda
"allah bilir" yanıtını alıyoruz. Bu bizi gülümseten
bir yanıt oluyor. Yol boyu yorumlar yapıp Elazığ'dan
sonra engellenebileceğimizi düşünüyoruz.
TC şovenizmi, bilinçlerin altını Kemalist kültürle öylesine
doldurmuşki, insanlar kendilerini , kendi topraklarında
gezinen vatandaşlar olarak görmekten öyle kolay sıyrılarmyor.
Ancak bu durum Malatya'yı geçtikten sonra ansızın değişiveriyor.
Şoför kürtçe bir kaset takıyor, Aram isimli bir ermeni,
fakat kıyım yıllarında, çocukken kürtler tarafırdan
saklanıp kurtarılmış vebüyütülmüş. İşte böylece, kürtçe
türkülerle birlikte yabancı bir ülkenin topraklarına
giriyor gibi oluyoruz. Bu öylesine güçlü bir duygu ki,
ancak 1984 sonrasırda gelişen olgularla açıklanabilir.
Daha yolculuk sırasında, otobüsteyken kürt halkının
örgütlenme ve kollektivite konusunda nasıl bir gelişme
kaydettiğini görebiliyoruz. Yaşlı şoför ve genç muavin
nereye gittiğimizi soruyorlar. Newroz'a katılmaya diyoruz.
Oldukça dost ve sıcak bir gülümseme... Nasıl geçecek
acaba? Dağdakiler de iner, tam bir şenlik...Ama siz
yine de dikkatli olun. Fazla ortalıkta gezinmeyin, lazımsınız...
Anlamı çok açık, bizi de kendi ülkesinin devrimcilerinden
ayırmıyor ve o an için duyduğu koruma duygusunu bize
de yöneltiyor.
Elazığ'ı geçtikten sonra artık yabancı bir ülkede olduğumuz
hissi iyice güçleniyor... Yolda bir karakol görüyoruz;
önündeki nöbetçi bekleme yeri demir saçlarla kapatılmış,
savaş gibi değil,savaş... Vedat Aydın'ın cesedinin atıldığı
yeri gösteriyor bir arkadaş; hüzün gibi değil, hüzün...
Diyarbakır'ın girişinde otobüsümüz çevriliyor ve sivil
bir polis hiçbir şey sormadan kimlik kontrolü yapıyor.
Problem yok. Tam hareket edecekken 15-16 yaşlarındaki
iki çocuğu kimlikleri olmadığı için indiriyorlar. Şoförümüz
ve muavin çocukları bırakmak istemiyorlar, ancak polisten
tepki gelince üstelemiyorlar.
Diyarbakır'ın içinde genç bir refakatçimiz oluyor,elinde
valizimiz.önümüzde yürüyerek bize dikkat etmemiz gereken
şeyleri anlatıyor.
Burada ilk olarak Vali'nin, HEP'in stadyum başvurusunu
reddettiğini öğreniyoruz. HEP'liler bu iş için oldukça
yoğun hazırlanmışlar.İptalden sonra programlan altüst
oluyor. Diğer demokratik kuruluşları geziyoruz,kelimenin
tam anlamıyla kargaşa egemen,kimse neyin nasıl yapılacağını
bilmiyor gibi.En azından politikanın bu kesiminde durum
böyle.
Çıkıp biraz kenti dolaşıyoruz. Postaneden telefon ederken
birden bir gürültü kopuyor. Kapı, Özel Tim ve polisle
dolu, askerin biri elindeki poşeti unutmuş, bomba diye
karışıyor ortalık. Bunun dışında bu civarda halk oldukça
sakin görünüyor.
Diyarbakırlılar burada akşam 18.00'den sonra sokağa
çıkmak pek akıl karı değil diyorlar. Caddelerde sivil
minibüsler içinde çıplak silahla gezen öyle çok özel
tim ve polis var ki, bu düşünceyi normal karşılıyoruz.
Dağkapı'da kepenklerin çoğunun açık olması ise bize
pek normal gelmiyor.oysa gelirken Ergani'de tümü kapalıydı.
Dağkapı'da birkaç dükkana girip sohbet ediyoruz; hemen
tümü oruçlu ve kepenk kapatma olayından rahatsız gibiler.
Ama hiçbiri kürtlük bilincini yadsımıyor ve 'kansız'
bir çözümden yana görünüyorlar. Kentin özellikle gelişmiş
birkaç bölgesindeki bu tür esnafları geleneksel küçük
mülk sahibi kürtler olarak nitelemek ve bunların bu
tepkilerini bir ölçüde anlamak mümkün. Bugün Kürdistan
tarihi meşru ve gayrı-meşru iki farklı siyasal gücün
çarpışması ile biçimlenmektedir. Bu anlamda küçük mülk
sahiplerinin belli bir kesiminin ulusal benlik anlamında
kesin saf tutmakla birlikte siyasal açıdan yine de tereddütlü
davranmalan anlaşılabilir bir olgu. Fakat bu birkaç
bölge dışında, özellikle de Bağlar gibi semtlerde kepenklerin
tümü kapalı. Hatta pek çok bölgede PKK'nın Newroz bildirisi
geç dağıtıldığı için,esnafın yurtseverleri arayarak
"Newroz' da ne yapacağız" diye sorduklannı
da öğrenebiliyoruz...
Kısacası Diyarbakır böyle karmaşık bir yapı gösteriyor.
Gelişkin bölgelerdeki esnaf tereddütlü tavırlar gösterirken,kentin
diğer bölgelerinde ve özellikle ilçelerle köylerde durum
tümüyle farklı bir manzara gösteriyor. En kısa deyişle,
büyük bir çoğunluk yalnızca PKK politikalanna göre davranıyor,
hem de disiplinli bir şekilde...
Sabaha Newroz... İlçelerden haberler gelmeye başladı:
Ergani'de iki ölü var diyorlar. Öyle anlaşılıyor ki
yarın,bir bayram sabahı ölümlerle uyanılacak bu topraklarda.
Victor Hugo'yu düşünüyoruz yatarken:
"Bir savaştan sonra, güneş hep çıplak ölülerin
üzerine doğar."
21 Mart. Newroz...
Newroz sabahı, saat 6, dolaşmaya hazırlanıyoruz.Sokak
bomboş sayılır. Yine Dağkapı'da tek tük dükkanlar açılıyor,sahipleri
kapı önünde çevrelerine bakınarak bekliyorlar ve sanırız
öbür dükkanların da açılmasını bekliyorlar. Bizi görünce
tedirgin oluyor,belki de PKK'h sanıyorlar.Hemen ilerde,
köşede o minibüslerden biri yatıyor yine. Birkaç saat
içinde kaldırımlarda korkunç bir kalabalık başlıyor.
Halkın arasında çıplak klaşnikof ya da uzi ile gezinen
siviller var. Minibüsler yoldan geçenlere dikkatle bakıyorlar,
halk alışmış bu bakışlara.Aynca bu timler öyle bizim
metropollerde olduğu gibi "şüpheli şahıs"
ya da "terörist" aramıyor,inip kimseye kimlik
filan da sormuyorlar. Bu "demokrat"lıklarının
nedeni de basit: çünkü sokaktaki herkes "terörist",
herkes "şüpheli şahıs" olarak düşünülüyor....
Dağkapı'dan eski Tıp Fakültesi'ne doğru inen yolda iki
jandarma panzeri cıyaklıyor. Melikahmet'e doğru ise
kaldırımlarda yoğun gruplaşmalar... Gözler birbirine
ne zaman olacak diye soruyor. Oğulpazarı'nda grup büyüyünce
minibüsler de o tarafa akın etmeye başlıyor. İnsanlar
birbirlerine Kürtçe "Newroz "nerede kutlanacak"
diye soruyor. Anlaşılan stadyum toplantısının iptal
edilmesi karşısında HEP'in alternatif bir hazırlığı
yok. İlçeleri bekleyip "oralardan gelecek haberlere
göre bir şeyler yapacaklar diye düşünüyoruz. Cizre,
Şırnak gibi bölgelerde oldukça katılımlı gösterilerin
yapıldığını öğreniyoruz PKK'nın basında çıkan açıklamalarından
klasik bir ayaklanma düşünmediklerini biliyoruz. Ama
bu Newroz'un geçmiştekilerden daha farklı olacağı da
hissediliyor. Özellikle Cizre'den gelen haberlere göre
gece boyunca havaya atışlar yapılmış,her yerde ateşler
yakılıyor... Bundan 10 yıl önce Evren ve çetesinin topladığı
silahlar yine halkın ellerinde ve gökyüzünü aydınlatıyor.
Oralarda durum böyle iken, Diyarbakır'da ve hala bir
bekleyiş... Devlet milislerinin ezici baskısı altındaki
bu kent Newroz'a hala ısınmış değil.
Sokaklarda gezinirken, eskiden Kürt olduğunu söylediğinde
utanıp sıkılan bu insanların bugün nasıl böyle mağrur
ve kimlikleriyle barışık olduklarını düşünüyoruz. Bu
barışıklık duygusu hemen hissediliyor. Şiddetle kafalara
kurulan karakollar ancak şiddet yoluyla yıkılabilirdi.
İşte gerçekleşen bu...
Dağkapı'ya doğru yürürken alkışlar duyuyoruz.Hızla o
tarafa geçip bakıyoruz: Leyla Zana iki tarafa ayrılan
kalabalığın ortasından geçiyor arabayla ve kendisini
alkışlayanlara gülümsüyor.el sallıyor. Yine boynunda
san, kırmızı, yeşil... Kalabalık koşarak arabayı takip
ediyor. İhtiyar bir adama nereye diye soruyoruz. "Newroz'u
kutlamaya! "diyor. Nerede diye sorduğumuzda ise
bilmediğini söylüyor.Kalabalık Leyla Zana'yla birlikte
PKK şehitlerinin mezarlarını ziyaret ediyor. PKK bayrağı
açılıyor fakat polis vururuz deyince kaldırılıyor. Dağılırken
müdahale ve gözaltı....
Bayramda adettir, insanlar atalarının mezarlarına gider.
Kürdistan'daki bayramlarda atalar biraz unutulmuş gibi;
artık şehitler var. Onların mezarlarına gitmek adet
olmuş şimdi. Yeni bir tarih ve yeni bir gelenekler sistemi
yaşanıyor bu topraklarda.
Cizre'den haberler geliyor. Halk,milis ve gerilla ile
birlikte akşamki kutlamalardan sonra,ilçeyi uşatan tank
ve panzerleri görmesine karşın bayramlıklarını giyip
mahalle komitelerinin denetiminde evlerinin önünde önce
halay çekiyor ve sonra oğullarını ziyarete mezarlığa
gidiyor. Güvenlik kuvvetleri her çeşit kışkırtmayı deniyor:
Puşiler çözülsün diyor, halk çözüyor; kırmızı-sarı-yeşil
bandajlar çıkarılsın diyor,halk çıkartıyor;üst araması
deniyor,halk onu da kabul ediyor... İşte böyle iniliyor
mezarlığa... Ancak,gözlemci heyetlere de "bir şey
yapılmayacak" sözü veren devlet görevlileri birkaç
dakika sonra mezarlığa inen son iki mahalle halkını
kurşunlamaya başlıyor. Gelen haberlere göre Cizre'de
herşey böyle başlıyor.
Diyarbakır'da ise Leyla Zana ile birlikte mezarlıkta
yapılan kutlamadan sonra kalabalık dağılıyor,HEP binasının
önünde toplanmalar başlıyor. Pencerede Newroz'la ilgili
kocaman bir pankart asılmış. Binanın merdivenleri hıncahınç
dolu. Girebilmek çok zor. Vedat Aydın'ın resimleri dolu
tüm duvarlarda. Tam anlamıyla bir bayram havası yaşanıyor.
Ansızın ter içindeki kalabalıktan bir ses yükseliyor:
Biji Serok Apo Öylesine yürekten bir haykırış ki bu,
bir an APO mu geldi diye düşünüyorsunuz. O tarafa yöneldiğinizde
Leyla Zana ile karşılaşıyoruz. Anlaşılan o ki burada
kürt olgusunu dile getiren her şey,her yol ve her araç
direkt olarak APO ile özdeşleşiyor. Ya da şöyle diyelim:
içinde APO'nun olmadığı hiç bir şey kürt sorununu ifade
etmiyor.
HEP'lilerin yürüyüş yapma ya da sloganlı gösteri yapma
konusunda isteksiz olduğunu farkediyoruz.Katliam olabilir...
Cizre'deki ölüm haberlerini kitleye bildirmeyi pek istemiyorlar.
Katliam olabilir... Belki de haklı olabilirler ama Diyarbakır'daki
kürtlerin Cizre'deki kardeşlerinin kaderini bilmeleri
ve paylaşmaları daha doğru olur gibi geliyor bize...
Dışarda, binanın önünde kalabalık toplanmaya başlıyor
bu arada. Önce gazete kağıtları yakılıyor sonra 7-8
yaşlarındaki çocuklar tahta parçaları ve lastiklerle
ateşi besliyorlar. HEP'in çatısında yanan bir kaç meşale
ve zafer işareti yapanlar... Yaklaşık 1500 kişi toplanıyor
ve birkaç koldan halaylar çekiliyor. Özellikle gençlerin
tümü halay çekerken PKK marşları söylüyorlar. Çocuklar
ise apayrı bir dünya,apayrı bir dehşet ve apayrı bir
kürtlük... Müdahale yok... Ancak minibüsler birden Dağkapı'ya
doğru akıyorlar. Leyla Zana ve HEP'liler göstericilerin
arasına inip slogan atmamalarını söylüyorlar. HEP kontrolü
kaçırmak istemiyor.
Diyarbakır'da Newroz kutlamaları akşama dek aşağı yukarı
böyle devam ediyor. Birkaç yerde yaklaşık 1000 kişinin
katıldığı halaylı fakat slogansız ve bayraksız gösteriler...
Cizre ve Şırnak'ta ise güvenlik kuvvetlerinin saldırısı
üzerine halk bayraklarını açıp sloganlarını atıyor.
Cizre'de son iki mahallenin taranması üzerine yürüyüşe
geçen mezarlıktaki kalabalık da taranıyor.Ardından gerillanın
anonsu: "Kürdistan'ın başı sağolsun!... Ölülerinizi
alıp evlerinize dönün!.. Bundan sonrası bize ait!..."
Ancak zaten uzaktan havan atışına maruz kalan evler
bu kez helikopterler tarafından taranıyor. Diyarbakır'a
getirilen yaralı bir çocuk boyunundan uçaksavar mermisiyle
vurulmuştu, vahşetti bu...
İlçelerde ve köylerde PKK'nın tartışılmaz bir üstünlüğü
var. Ancak elbette bu TC. ordusu karşısında matematiksel
bir üstünlük değil, siyasal bir üstünlük. Artık buralarda
devlet ve PKK iki ayrı yönetimi simgeliyor diyebiliriz
.Devlet tedirgin ve yabancılaşmış, kendini üretemeyen
, karakol duvarlarının arasına hapsolmuş bir olgu iken,
PKK ve gerilla alabildiğine açık , meşru ve geleceği
simgeler bir nitelik taşıyor.
Diyarbakır'da Newroz kutlamalarının sönük geçmesini
Yurtseverler değişik bazı nedenlere bağlıyorlar. Örneğin
, son Vedat Aydın olayında sonra Diyarbakır'ın epeyce
sindirildiğini ve bu katliamın etkilerinin hala sürdüğünü
düşünüyorlar. Tabi bunlara Diyarbakır'nın kent merkezinin
görece gelişkinliğini ve Devlet kuvvetlerinin buradaki
yoğun denetimini de ekliyorlar. Bir Yurtsever, Diyarbakır'da
ya hiçbir şey olmaz yada çok şey olur, diyordu çok anlamlı
bir şekilde. Cizre'de katliamdan bir gün sonra sabahleyin,
Nusaybin'liler yaklaşık 150 kişi Cizre'deki yakınlarını
görmeye gitmek için kaymakamdan araç istemiş, vermeyince
de 3000 kişilik bir kortej halinde yürüyüşe geçmişler
ancak panzerler tarafından yolları çevrilince oturmuşlar
ve üzerlerine sürülen panzerler tarafından dağıtılmışlardı.
Ezilerek, kurşunla ölenlerden başka, bir de köprüden
düşenler! Nusaybin'in bu duyarlılığına Diyarbakır'da
rastlamak pek mümkün değildi. Belki yalnızca hüzünlü
bir suskunluk...
Newroz bayramının böylesine bir katliama sahne olması
ve olayların ilk kez belki de böylesine boyutlu yaşanması
pek çok açıdan düşündürücü olmakta ve pek çok açıdan
geleceğin, yakın geleceğin ipuçlarını vermektedir.Önce,
ülkenin en yakıcı sorunu Kürt ulusal sorunu olduğu bir
kez daha çırılçıplak ortaya çıkmıştır. Kürdistan'dan
bu gün en açık gerçek şu ki, artık Kürt ulusu ile TC
arasında doldurulması mümkün olmayan derin bir uçurum
açılmıştır. Gerillayı fiziki olarak imha etmek bir varsayım
olarak TC'nin fantazilerinde yer alsa bile, bu uçurumu
kapatmanın fantazisi de sözkonusu değil.
Sonra, bu Newroz kana bulayarak, koalisyon hükümeti
Kürdistan'da devletin varolduğunu kanıtladığını düşünüyorsa
eğer, ya da böyle düşünen başka çevreler varsa eğer,
gerçekten ortada büyük bir saflık, bir körlük var demektir.
Bu durumda, Kürdistan'da, devletin rüşdünü ispatladığını
ilan eden koalisyon şefine, yine onun bizzat kendi üslubuyla
şunu söylemek gerekiyor hemen: "Bir günlük devletten
devlet mi olurmuş hiç..."
Evet, Kürdistan'da bu kanlı Newrozdan sonra, sanırız
Cumhuriyet tarihinin en kanlı baharına tanık olacağız
önümüzdeki aylarda...
Kürdistan'ın başı sağolsun.
30. 3. 1992.
|