Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

12 Eylül açık faşizmi toplumun yeniden şekillendirilmesi baskı, şiddet ve depolitizasyon gibi araçlarla gündeme gelmiştir. "YÖK" egemen güçlerin 12 Eylül aracılığıyla oluşturulmaya çalıştığı şekillendirilmesinin üniversitelere yansımasıdır. 24 Ocak kararlarıyla iktisadi yapılanmanın uluslararası emperyalist işbölümüne göre şekillenmenin üniversitelerdeki izdüşümüdür. Faşist gerici ideoloji ile üniversiteleri yeni kılıf içine sokmak amacındadır. Onbinlerce gencin üniversiteden atılması ve genç bedenlerin üniversiteden atıldığı için canına kıymasıdır YÖK. Ayrıca, egemen güçler düşünmeyen, araştırmayan, kendi sorunlarından uzak, futbol, magazin, seks yoz kültürüyle yoğrulmuş bir üniversiteli gençlik yaratmak için kolları sıvadı. Diğer yandan insanın doğası gereği bireyleri bir inançla donatmak gerekiyordu. Bu inanç da Türk-İslam sentezine dayalı, gerici-faşist ideolojiydi. Üniversite kürsüleri bilimsel eğitimin yerine halk katillerinin, halk katliamlarının propagandalarının yapıldığı, özgür düşünce, araştırma ve okumanın zararlarının anlatıldığı kürsülere dönüştürüldü.
Bu anlamda YÖK'ün suç hanesinde:
— Üniversitelerde polis-jandarma işgalini yaşatmak,
— Polis-idare-sivil faşist işbirliğiyle gençliği ezmek,
— Örgütlenme özgürlüğünü yok etmek; öğrencilerin sendikal örgütlenmeleri olan öğrenci derneklerine saldırmak,
— Üniversiteleri paralı hale getirmek, üniversiteleri halka kapatmak,
— Öğrenci yurtlarını gerici-faşist kurumlara dönüştürmek,
— Beslenme, barınma, ders araç gereçlerinin astronomik rakamlara yükselmesine yol açmak,
Bütün bu uygulamalara rağmen '80 sonrası ilk hareketlilik 1985'de öğrenci gençlikten geldi. Dernek kurma çalışmalarıyla başlayan bu süreç 1986 yılında geniş bir kitleyi kapsayan akademik-demokratik talepler ekseninde verilen mücadele ile alevlendi. '80 darbesi ve faşist uygulamalarının tüm ağırlığını omuzlarında taşıyan gençlik demokratik mücadele cephesinde filizlenmeye başlamıştı. Diğer taraftan öğrenci derneklerinin heterojen yapısı nedeniyle solun DKÖ'lere bakışındaki geleneksel hatalar daha ilk günden bu alanları da sarmaya başlamıştı. 1986-'87 sürecinde TKP çizgisinde olan "Yarıncılara" ve "Gün"e karşı diğer sol çok kararlı bir tavır izleyerek "yarıncılar"ı derneklerden tasfiye etti. Gençliğin faşizme ve oligarşiye karşı yükselen mücadelesini pasifizme doğru çekme eğiliminde olan bu kanada karşı verilen mücadele başarıyla sonuçlanmıştı.
Öğrenci derneklerinin geliştirdiği ilk eylemlilik kampanyası fakültelerden atılmalara karşı yaşanmıştır, imza kampanyaları, yemek boykotları, Ankara'ya yürüyüş gibi değişik eylem türlerinden oluşan bu kampanya öğrenci derneklerinin öğrenci gençlik ile tanışmasını sağlamıştı. (1987)
İkinci kitlesel ve radikal eylemlilik, yine 1987'de "tek tip dernekleşme" yasasına karşı geniş katılımlı "Nisan eylemiydi." Eylemin ardından bu yasanın meclisten geri çekilmesi mücadele bayrağını daha da yükseltti.
Polis-idare işbirliğine karşı yine bu yıllarda (1988) görkemli bir eylem yükseldi. Polis işgali altındaki üniversitelerde sözde bilim adamlarının polis-savcı kimliğine bürünüp disiplin soruşturmaları ile öğrenci gençliği sindirilmeye çalışıyordu. Buna karşı binlerce öğrencinin katılımıyla İstanbul Üniversitesi rektörlük işgali gençlik mücadele tarihine damgasını vurdu.
Aynı dönemde l Ağustos genelgesini ve zindanlarda devrimci tutsaklara karşı estirilen amansız terörü kınamak ve devrimci tutsak ailelerinin eylemlerine omuz vermek amacıyla yürüyüşler, boykotlar sürüyordu.
Bu yıllardaki mücadelenin niteliğini ve seyrini kısaca özetlersek 12 Eylül politikasıyla suskunluk, korku ve panik cenderesindeki gençliğin örgütlenme özlem ve ihtiyaçlarına dar anlamda da olsa yanıt verildiği söylenebilir.
Anma eylemleri, protestolar, akademik bazı istemler doğrultusunda yapılan eylemlilikler o günün koşullarında yüksek düzeyde idi.
Birim derneklerin merkezi yapısı İstanbul Öğrenci Dernekleri Platformu 1986-'88 koşullarında mevcut politikalara müdahale edebilecek yeterlilikteydi. Birim dernek temsilcilerinden oluşan bu yapı
merkezi düzeyde politika üretebiliyor ve bu politikalar yaşama dökebiliyordu. Tabii ki bu tanımlama, bu yapının dört dörtlük bir işleyişinin olduğunu savunmak anlamına gelmemektedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi solun DKÖ'lere bakışındaki dar, grupçu, sekter mantıkları daha o günden mücadelenin gelişimini sekteye uğratıyordu. Fakat bugüne veya '89-'91'e göre bir oranlama yapılırsa sol demokratik alanlarında en parlak birliktelik-dayanışma çağını yaşıyordu.
Bahsettiğimiz bu olumsuz olgular '89 yılında yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladı. Daha bir iki yıl öncesinde hep birlikte, ortak bir zeminde, ortak kararlar doğrultusunda hareket eden gençlik örgütlenmeleri "örgütsel ilke", "bağımsız siyasi çalışma" söylemleriyle öğrenci derneklerini bir tarafa bırakıp kendi örgütsel politikaları veya imzalarını (!) ön plana çıkarma kavgasına yöneldiler. Tabii ki bu gelişmeler birden bire ortaya çıkmamıştı. Sadece ortaya çıkmak için olgun ortam bekleniyordu. İşte bu olgun ortamdan kastımız, birincisi solun 1980 yenilgisinin etkilerini yavaş yavaş atması ve palazlanması; ikincisi oligarşinin gençliğe yönelik saldırılarının biraz daha alt boyutlarda olması; üçüncüsü, bu dar politikaların somuta dökülebilmesi için öğrenci derneklerinin azda olsa kurumsallaşmaya ve meşrulaşmaya başlaması.
Ve nihayet beklenen ilk patlak Dev-Genç'ten geldi. Mevcut İstanbul Öğrenci Dernekleri Platformu yapısının sürecin gerisinde kaldığı, işleyişin hantal olduğu ...vs. tespitleriyle yeni bir merkezi yapı önerisi dayatılıyordu. Merkezileşme tartışmaları sonucu politik tavrı gereği platform ve diğer soldan ayrılarak İYÖ-DER'i kurdu. Gençliğin devrimci eyleminin ve örgütlülüğünün birliği ilk çatırdamayı yaşadı. Geride kalan sol anlayışlar ise merkezileşmeye yönelik tartışmaları sürdürerek sonuçta İÖDF'nin kurulmasına karar verildi.
Tüm bu tartışmalar bir taraftan sürerken, diğer taraftan ülke konjonktüründe canlı gelişmeler yaşanıyordu. 1980 askeri faşist darbesiyle ve faşist uygulamalarıyla içerisinde bulunduğu bunalımı kısmen atlatan oligarşi 12 Eylül darbesi ve uzantısı 1982 anayasası ile bunalımın yükünü işçilerin omzuna aktardı. Bu azgın sömürü yasal kılıflarını YHK, 24 Ocak kararları, grev yasağı vs. gibi dayanaklardan alıyordu. Bu uygulamalarla bir dönem sonra ekonominin kısmen rahatlamasıyla üst yapıda da göreceli demokratik haklar gündeme sokuldu. 1985 döneminin 12 Eylül koşullarını oranla biraz daha rahat olmasının bir başka sebebi de, 12 Eylül uygulamalarının kitleler nezdinde tamamen teşhir olması idi. 1985 ve sonrasında kanlı yüzünü biraz gizlemek amacıyla diğer siyasi partilerin kurumlarına izin vermek, birtakım yüzeysel hakların tanınması, yani demokrasicilik oyununa tekrar bir geçiş yaşandı. 1982 faşist anayasasında iyiye doğru hiçbir değişim yapılmazken sadece halkın tepkilerini nötralize etmek ve iktidarlarını sağlam temellere oturtmak için bir senaryo hayata döküldü.
Oligarşi 1987 yıllarında yaratılmaya çalışılan mücadeleyi avucunda tuttuğu sürece müdahale etmedi. Bir taraftan Kuzey Kürdistan'da yükselen mücadelenin sıçramaması için gereken titizliği gösteriyor, diğer taraftan üniversiteler başta olmak üzere var olan demokratik mücadeleyi kendi kontrolünde tutmaya çalışıyordu. 1988-1989 yıllarında üniversite gençliğinin kitleselleşmesi ve eylemliliklerini daha radikal bir zemine doğru kaydırma çabası oligarşiyi tedirgin etmeye başladı. Bu arada Kuzey Kürdistan'da verilen ulusal kurtuluş mücadelesi çocuk, yaşlı, genç binlerce insanı tankların, tüfeklerin, topların baskısına rağmen sokaklara dökecek boyuta ulaşmıştı. Bu gelişmeler 1989-90 yıllarında oligarşinin tehlike çanlarını çınlatmaya yetmişti. Bu süreçten sonra üniversite gençliğinin mücadelesini dizginlemek için 12 Eylül diktatörlüğünün uzantısı olan ANAP iktidarı aba altında sopaları tekrar göstermeye başladı. İlk olarak Newroz kutlamaları dolayısıyla polis İ.Ü.'ni işgal etti. Hemen arkasından tüm üniversitelerin giriş kapılarına polis karakolları ve üniversite koridorlarında polisler yerleştirildi. Bu uygulamalara "12 Eylül öncesine dönmek", "terör" "sağ-sol çatışması", "kardeş kavgası" demagojileri temel dayanak sağlıyordu.
Evet tehlike çanları hızla çalıyordu. Kürdistan mücadelesi metropollerde ve üniversitelerde canlanmaya başlamıştı. 12 Eylül yaptırımlarından toplumun tüm katmanları bezmişti ve yavaş yavaş tepkilerini dile getirmeye başlamışlardı. Üniversite gençliği özerk-demokratik üniversite talebini meşrulaştırmaya başlamıştı. Yani ülkede "Sosyalist Canavar" kıpırdamaya başlamıştı. Daha ilk günden ezilmeliydi. Üniversite kapılarına karakollar dikildi. Koridorlar kantinler sivil-resmi ve işbirlikçilerle donatıldı. Polis-idare-sivil faşist işbirliği pekiştirildi. Disiplin soruşturmaları yoğunlaştırıldı. Gözaltılar, işkenceler yoğunlaştırıldı. Devrim dalgası yükselmeden bastırılmalıydı. Bugüne geldiğimizde bir taraftan gerici-faşist çetelerin yoğun saldırıları bir taraftan gözaltında kaybolmalar; sokak infazları, bir diğer taraftan polisin (sağ-sol çatışmasını bahane ederek) okulda tamamıyla meşrulaşması durumu var. Ayrıca demokrasiciliğin yeni bir sahtekarlığı olan SHP-DYP koalisyon hükümetinin iki yüzlü politikaları bu gelişmelere daha uygun bir ortam yaratacaktır. Demokrasi, insan hakları naralarıyla demokratik kitleyi bünyelerinde toplayıp geride kalan radikal solu kitlelerden yalıtıp yok etme hesabı peşinde olan koalisyon hükümeti daha ilk günden halka sunduğu vaatleri bırakıp katliamlara, zamlara, baskılara yöneldi. Sadece maske değiştiren oligarşi tüm kanlı yapısıyla yine tarihin sahnesindeki yerini aldı. Oligarşi cephesindeki bu gelişmeleri şimdilik bir tarafa bırakıp üniversite gençliğinin bu süreçteki örgütlenme ve sorunlarına dönelim.
Öğrenci gençliğin mücadelesi bugün geldiği nokta itibariyle hiçte açıcı durumda değil. Daha yazının başında anlattığımız solun birliktelik ve DKÖ'lerdeki çalışma perspektifindeki sakatlıklar bugün en doruk noktasını yaşıyor. Bu gün herkesin hemfikir olduğu "kitleselleşme" ve "tıkanma" sorunlarının kaynağı tam da buralarda yatıyor.
Ülkemizde bu gün iki merkezi örgütlülük mevcut. Bunlardan birincisi TÖDEF, ikincisi ise, İÖDF. İkisinin oluşumunu ve geldikleri süreci irdelersek bu gün gençliğin içine bulunduğu sorunların doğal sonuçlar olacağını görürüz. TÖDEF dar grupçu mantığın ön planda tutularak benmerkezci politikaların sürece zorunlu bir dayatma olarak getirildiği; "ne yapıldıysa biz yaptık, ne yapılacaksa biz yapacağız"ın dışında hiçbir alternatif bırakmayan bir mantığın ürünü olarak ortaya çıktı. Devrim mücadelesinin genel çıkarlarının bir tarafa bırakılıp kendi öznel çıkarlarını herşeyin üzerinde tutan bir yansıma... Tüm devrimci-demokrat kitleyle örgütlenebilecek onlarca politikayı sadece imza kaygısı güdüldüğü için genel çıkarların tehlikeye atılması pahasına da olsa kendisi örgütlemeye çalıştı. (6 Kasım, 10 Nisan boykotu) Fakat başarıya ulaşamadı. Çünkü ülkemizde genelde az olan bir devrimci potansiyelin bölünmesi faşizme ve oligarşiye karşı verilen demokratik talepler düzlemindeki mücadele bayrağını yükseltmek yerine gün be gün gerileterek, meşruluk çemberinin genişlemesi yerine daralmasını sağladı. Bu da bir tek oligarşinin işine yaradı, yarıyor da. Diğer taraftan İÖDF süresine bir bakılacak olursa, Dev-Genç dışındaki diğer solun bir araya geldiği bir örgütlenme. Fakat yine dar grupçu, sekter mantıkların etkin olduğu bir platform olarak somutlanıyor. Öğrenci derneklerinin merkezi yapısı anlamına gelen federasyon bugün derneklerin değil siyasi anlayışların federasyonu halindedir, imza kaygısının herşeyin üzerinde tutulduğu olumsuz sol gelenek bu platformda da yansımasını buluyor. İÖDF'nin bir yıllık geçmiş sürecini değerlendirdiğimizde ortaya çıkan tablo mücadelenin geriye düşmesinin tablosudur. 3 Ocak, cezaevleri, seçim vs. gibi ülkenin can alıcı sorunları karşısında sadece suskun kalan bir öğrenci gençlik yaratıldı. Akademik-demokratik talepler doğrultusunda yine hiçbir çalışma yapılamamıştır.
Oysa ki eski platform (İÖDP) işleyişinin hantallığına ve yetersizliğine alternatif olarak ortaya çıkan bir yapıydı. ÖD'lerinin önünün açılmasını, kitleselleşme sorununa çözüm ve anlık gelişmelere karşı anında merkezi düzeyde tavır koyabilen bir yapı olma hedefiyle ortaya çıkmıştı. Fakat bunların yapılmaması yukarıda da belirttiğimiz gibi sadece sonuçlarıdır.
Çünkü ÖD'leri ve diğer KO'lerı sadece anlayışların politikalarını dayatacağı politik çalışmalarını yapabileceği bir alan olarak görülmesi gençlik hareketini bu noktaya getirdi. ÖD'lere sadece örgütlülüklerin kendilerini ifade edeceği alanlar olarak bakılması bu sonuçları doğurdu.
Daha kısa bir süre önce yapılan kurultay (İÖDF) seçimleri anlatmak istediklerimizin somut bir ifadesi olacaktır. Normal toplantı ve çalışmalarını 10-15 kişiyle yapan, bazen da hiç toparlanamayan dernekler seçimler döneminde 100-150 üyeye ulaştılar. Dernek çalışan ve üyelerin azlığından dolayı toplantı ve çalışma yapamayan dernekler seçim haftasında 10 (l delegeyi 10 üye seçiyor) delege çıkarabildiler. Naylon üye, naylon örgütlenme, naylon mücadele formülasyonu kendisini böyle pratiğe döktü. Daha fazla delege göndermek için başvurulan yöntemler devrimci dürüstlükle pek bağdaşmayan yöntemlerdi. Sadece çok delege gönderme mantığının temel olması bu kurultay ve örgütlenmenin sağlıksızlığını açıkça sergiliyor. Geçen yılın 15 kişilik ÖTK'ları yıl sonunda üç kişi ile toplantı yapıyorlar. Bu yöntemlerle ortaya çıkan bir örgütlülük faşizmin koyduğu barikatları aşma noktasına eksik kalacaktır. Gençliğin mücadelesini geliştirme ve yükseltme noktasında önderlik yapmakta yetersiz kalacaktır.
Başka ifadeyle, '80 sonrasında siyasi anlayışların kendilerini ifade edebileceği yerler olarak düşünülen ve kadro sıkıntısı gidermek noktasında tabiri caizse "çiftlik" gibi görülen ÖD'lerinde eline sepeti alan daha fazla meyve toplamaya çabaladı durdu. Bu arada ÖD'leri alanın sorunlarından alabildiğine uzaklaştırıldı. Yani ÖD'ler kendi mezarlarını kendileri kazdılar ya da birileri mezarın kazılması için daha fazla kazma salladı...
Oysaki ÖD'leri siyasi örgütlenmenin bir alt kurumu değildir. Tüm bu eleştirel değerlendirmelerimiz "siyaset yasakçılığı" mantığına dayandırılabilir. Hayır! Söylemek istediğimiz bu değil. Tabii ki anlayışlar bulundukları alanlarda kendini ifade edeceklerdir. Fakat bu ifade etme ÖD'lerinin yaptığı tüm eylemlilikleri sahiplenme, hele de bunun bir devrimci ilke arkasına saklanılarak yapmak değildir. "Eylemde Birlik Ajitasyon ve Propaganda da Serbestlik" ilkesi adına ÖD'leri ve diğer kitle örgütlerinin örgütledikleri panel, şenlik, forum, yürüyüşlerde korsan, pankart açmak, bildiri, kuş dağıtmak olsa olsa "eylemde birlik provokasyonda serbestlik" ilkesinin pratikleri olabilir. Kaldı ki ilkeler devrimci mücadelenin gelişmesi içindir. Eğer dayattığımız ilkeler mücadeleyi geriye götürüyor ve var olan eylemliliği provoke ediyorsa bu ilkelerin doğruluğu konusunda şüpheye düşmek pek de yanlış olmayacaktır.
Bütün bu sorunların çözümü konusunda son olarak şunları öneriyoruz:
İstanbul'da var olan iki merkezi gençlik örgütlenmesinin İYÖ-DER ve İÖDF'nu kendilerini feshetmeye ve ortak ilkeler temelinde yeni bir merkezi yapı kurmaya çağırıyoruz. Faşizme karşı mücadele güçlü ve ilkeli birleşik örgütlenmeden geçer. Sağlıklı örgütlenme olmaksızın sağlıklı mücadelenin olamayacağına inanıyoruz. Bu öneri üç sene öncesine dönmek temelinde getirilen bir öneri değil. Tam tersine bundan sonraki süreci göğüsleyecek, güçlü bir öğrenci hareketi yaratma özlemiyle getirilen bir öneridir.
Bugünkü somuta baktığımızda devrimci öğrenci gençliğin önündeki sorunların her gelen gün biraz daha katlandığını ve mücadelenin daha da çetinleştiğini görüyoruz. Son süreçte gerici-sivil faşist çetelerin sahneye çıkması, sokak infazları, gözaltında kaybolmalar bunlardan sadece birkaç tanesidir. Gençliğin birleşik örgütlenmesi oluşturulmadan sivil-faşist saldırıları polis-idare işbirliği geriletilemeyecek, akademik-demokratik mücadele noktasında pek bir varlık gösterilemeyecektir. Bu gün birim örgütlülüklerden başlayacak, herkesin süreci sağlıklı temellerde değerlendirmesiyle ve sürece ilişkin eleştiri-özeleştiri-birlik temelinde bir tartışma ile mücadeleyi doğru ve güçlü bir rotaya oturtmalıdır. Genel mücadelenin çıkarları için hiçbir kaygı taşımadan harekete geçmek gerektiğine inanıyoruz.
Gerçi getirdiğimiz öneriler yeni Amerikalar keşfetme mantığına dayanmamaktadır. Belki de yıllardır söylediklerimizi, yazdıklarımızı bir de burada tekrarlayacağız. Çünkü sürecin gelmiş olduğu nokta bizi buna zorlamaktadır. Çünkü bizler şuna inanıyoruz: bizim gibi ülkelerde azgın sömürü, azgın baskı, şiddet, kan temelindeki bir egemenliğe karşı hak alma mücadelesi mutlaka ama mutlaka birlik temelinde gerçekleşebilecektir. Bu amaçla da askeri temellerde ortak zeminde mücadelenin koşullarının oluşturulması gerekmektedir. Bu ilkeli birliktelikle birimlerde ÖD için samimi bir mücadele başlamalıdır. Birim dernekleri gerçek kimliklerini kazanıp, alan sorunlarını temel alınca kitleselleşmenin önü açılacaktır.
Bu yazıyı okuyan arkadaşlarımız, herkesin aynı şeyi yazıp çizdiğini düşünebilirler. Evet gerçekten de bu sorunlar üzerine çok şey yazıldı çizildi ve kağıt üzerinde genelde aynı genel doğrular yazıldı. Fakat pratikte bu pek böyle işlemiyor. Bize yarınlara doğru en büyük adımı mücadeleye karşı samimilik ve çaba artıracaktır. Şu bir gerçek, bu kadar sorunu olan bir ülkede bu sorunu yaşayan ve bu sorunlar için her şeyini koyanlar kazanacaklardır. Ama bu kazanımı en az kayıpla, en hızlı ve en güçlü biçimde nesnelleştirmek için küçük-günlük hesaplarla değil, uzun vadeli perspektiflerle davranmak gerekir.

ORTAÖĞRENİM GENÇLİĞİ SINIRLARI ZORLUYOR
12 Eylül sonrasında en çok deformasyona uğratılan kesimlerden olan orta öğrenim gençliği, son dönemlerde yeniden silkinip canlanmaya çalışıyor. Liseliler, belki henüz güçsüz ama çok önemli adımlarla yeniden sahneye çıkıyorlar.
22 Ocak 1992 günü İstanbul çapında öğrenci birliklerinin ortak çağrısıyla Milli Eğitim Müdürlüğü önünde toplanan liseliler meşru ve haklı bir gösteri düzenlediler.
"Öğrenci Birlikleri Yasallaşsın"
"Anti Demokratik Yasalara Hayır!"
"Yaşasın Özgür Bilimsel Eğitim!"
"Gerici Faşist Eğitime Son!"
"Yaşasın Öğrenci Birlikleri!"
yazılı dövizlerle Milli Eğitimin önüne yığılan 50'ye yakın liseli, hazırladıkları basın açıklamalarını okudular. Okul yönetimlerinin gerici-faşist yönetmeliklerini, bilimsellikten kopuk eğitim sistemini ve ders programlarını teşhir ettiler. Polisle işbirliği halinde davranan, hatta polis gibi tutum alan okul müdürleri ve öğretmenleri kınadılar, dayakla eğitimin kaldırılmasını istediler.
Ve tabii polis gecikmedi. Bu haklı ve meşru gösteri bir anda çevik kuvvet-sivil polis tarafından savaş alanına çevrildi. Büyük bir hırsla saldıran polis, öğrencileri yerlerde sürükledi, coplarla ve tekme tokat dövülen gençlerden 15'i gözaltına alındı. Gözaltında, polisin kendi mantığınca "kışkırtıcı" olarak saptadığı öğrenciler taş zemine yatırılarak üzerlerine yüründü ve hepsi de dövüldü. Karakoldan 1. şubeye götürülenler aynı biçimde sorgulandılar. Kız öğrenciler içinde bazılarının bu süreçte baygınlık geçirdiği gözlendi.
Daha sonra ailelerin ve duyarlı çevrelerin çabalarıyla tümü serbest bırakıldı.
Ama liseliler yılmıyorlar. Henüz küçük adımlar attıklarını biliyorlar. Sorun kararlılık sorunu ve liseliler bunun bilincinde. Ortaöğrenimde yavaş yavaş bir maya tutuyor, birşeyler filizleniyor. Gelecek süreçte devrimci kanallara akacak büyük bir enerji kendini yavaş yavaş açığa çıkarıyor.
BARİKAT, bu enerjiyi ve eylemliliği selamlıyor. Ortaöğrenim gençliğinin yükselen mücadelesini selamlıyor. Onların öğrenci birlikleri çerçevesinde, daha programlı eylemliliklerini desteklemeye herkesi çağırıyor.

 

 


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92