Dünya gündeminde Fransızlara karşı yürüttükleri
bağımsızlık savaşıyla belirginleşip siyasi belleğe
bu imajıyla yerleşen Cezayir, simdi ilginç bir
kaosun içinde..
Bir süre önce yaşanan seçimleri, islami Selamet
Cephesi -FİS- kazanmış ve bunun üzerine ordu yönetime
el koymuştu. Eğer buna bir ‘sonuç' denilebilirse
-ki pek öyle gözükmüyor- bu sonucu yaratan ya
da bütün bu gelişmeleri yaratan etkenler nelerdir?
Ve bu sonucun, klasik "demokrasi", "diktatörlük",
"genel seçim"' "İslamiyetin özellikleri"
gibi tanımlamalarla herhangi bir tek boyutta ve
özellikle sadece Cezayir'e ilişkin çelişkilerin
sınırlılığı içinde açıklanabilmesi mümkün mü?
Emperyalizm, reel sosyalist ülkelerin çözülüş
sürecinde kazandığı ekonomik ve siyasal avantajları,
Körfez Krizi'ni Irak Askeri zaferiyle sonuçlandırmak
suretiyle pekiştirince, büyük bir zevkle yeni
dünya düzenini yaratmaya soyundu. Bu, emperyalizmin
çıktığı ilk yeni dünya düzeni kurma seferi değildi
ama doğrusu bu kez çok büyük avantajlarla işe
girişiyordu.
Şimdi artık dünyada ne bir sosyalist sistem vardı,
ki onunla oluşturmak zorunda kalacağı dengeler
için adımlarını hesaplasın, ne bir askeri denge
vardı ki bu konudaki stratejilerinde ikilemler
yaşasın... Sorun, dünya halklarının tepkisi ise;
sosyalizmin sarsılan prestiji, tarihin o anında,
"En Büyük Amerika, Başkomutanı Bush"
filmi çekildiği için hesaplanması gereken bir
veri değildi. Yıldızlar Savaşında parlayan star
gösterimi, medya dünyasının bütün sosyal ve psikolojik
koşullarına denk düşüyordu.
Ne var ki burada büyük emperyalizmin büyük hesaplarının
bir ufacık elektrik kaçağı vardı, işte bu kaçak;
filmin bir karesini tarih kanalından hızla akıtacaktı
ve imgeler yerini gerçeklere terketmek zorunda
kalacaktı. (Kalacak!)
Emperyalizm, cidden önemli kazanımlar elde etse
ve başarılı geçici programlar yapabilse de bu
şansını uzun süreçlere yayabilme olanaklarına
sahip değildir. Çağ, emperyalizmin olağanüstü
zorlamalarının ama halkların da olağanüstü gelişiminin
çağıdır. Ve bu gelişmenin önünde hiçbir barikat
uzun süre dayanamaz.
Emperyalizmin beslediği çelişkiler, bütün pırıltılı
avantajlarıyla koşar adım çıktığı dünyayı yeniden
yapılandırma yürüyüşünde ayağına takılan ilk taşlar
oldu.
Yanılgının özü daha önceki süreçte devletler düzeyinde
cereyan eden politika verilerinin, yeni süreç
için de ülkeler düzeyinde hesaplanması idi. Sözgelimi,
çöken ve biten, Sovyetler Birliği'nin bürokratik
mekanizmasıydı. Sosyalizmin ve halkların gerçek
çelişkileri değil! Sovyetler düzeyinde devleti
yanına alan emperyalizm, Gorbaçov ve Yeltsin’le
kucaklaşırken, dağılan eski Sovyet halklarıyla
yeniden karşı karşıya gelme sürecine giriyordu.
Kuşkusuz burada iyi ki, bu reel sosyalist sistemler
dağıldı yorumunu yapmıyoruz. Dogmatik bir köşeli
mantıkla iyimser sosyalistliğin ufuksuzluğuna
sıkışıldığında ya da tam aksine sosyalizme inkarcılık
düzeyinde yaklaşıldığında bu tarz yorumlar yapmak
olasıdır. Amaç, bunlar dışında bir tarih yönteminin
çabaları olunca, gelişmeleri olmasını istediğimize
ve olması gerekene uygun acil teoriler üretmeden
yorumlamak zorunda kalırız. Bu da ister islemez
biraz fazla emek gereksiniyor.
Reel sosyalizmin çatırdamaya başladığı günlerdeki
istikrarın bir halisünasyon olduğu şimdi artık
iyice belli. Adına politika yapılmış, adına kurtarıcı
ekonomik planlar düzenlenmiş ve önce aktif siyasallıktan
uzaklaştırılmış, giderek ülkesine ve kendi problemlerine
hatta kendi varlığına yabancılaştırılmış halklar
şimdi yavaş yavaş varlığının, ülkesinin ve siyasal
gerçeklerinin arayışına girmekte. Şu an amaçlar
pek net değil, o da süreç içinde arayışların ve
tarihsel gelişmelerin çizdiği rotada belirginleşecek.
İste bu arayışlar bazı hakları dönem dönem yanlış
çıkış noktalarında tepki göstermeye, suni çelişkiler
içinde birikimlerini yanlış kanallara akıtmaya
yöneltti, Bu kanallar, genellikle emperyalizmin
önceden çizdiği olasılıklar içinde açılmaktadır.
İslam, İslami akımlar, İslami partilerin kazandığı
iktidarlar da bu olasılıklardan biridir. CIA uzmanlarının
"yeşil kuşak teorisi" diye formüle ettikleri
islami alternatifler, özellikle İran deneyiminden
sonra çizmeyi pek aşmayan radikalizminin sınırları
ancak iktidara kadar uzanan, özellikle dış ilişkilerde
problem yaratması ihtimali olmayan alternatifler
olarak düşünülüyor.
Özünde siyasal ve ekonomik bir alternatif olma
ihtimali olmayan İslamiyet, halkların emperyalizme
bağımlı azgelişmiş ülkelerin çözümsüzlükleri içinde
düştükleri, maddi güçsüzlüğü manevi imajlarla
yenebilme arayışında, karşılarına çıkan ilk kapı
oluyordu. Emperyalizm açısından, İslamiyetin bir
politik olgu olarak varolmasından herhangi bir
rahatsızlığı olmadığı gibi, İslamiyet, kapitalizme
ve emperyalizme karşı yükselen tepkilerin gerçek
karşılığı ile buluşmasının önüne koydukları akılcı
bir ara çözüm olarak görülmektedir.
İran'ın İslam Devrimi'nin bütün anti-İslamcı-Amerikancı
özelliklerine rağmen son tahlilde kapitalist dünyanın
zincirlerini parçalamayan bir konumlanış içinde
oluşu ve "şeytan"ca sürdürdüğü gizli
ilişkiler, bu konudaki en çarpıcı yönlerden biridir.
Temel gereksinme, emperyalizme ve kapitalizme
karşı tavır alışı önlemek için mevcut statüleri
kazanmak, mevcut mevzilerde tutunmaktır. Emperyalizm,
bu gerekliliğin yanıtlarını da toplumsal muhafazakarlık
konusunda en elverişli koşulları sunan dinde bulmamadır.
Özellikle kültürel olarak doğu-batı çelişkisini
derinden yaşayan İran gibi Türkiye de emperyalizmin
bu mantalitelerine oldukça uygun düşmüştür.
Amerika, bu taktiği son yıllarda da keşfetmedi.
60'lardan beri gerici kışkırtmacı yoluyla anti-komünist
bir dalga yaratılıp ülkelerin kitlesel kıyımlara
sürüklenmesi yöntemi denenmekte ve başarılı da
olunmaktadır. Bu şekilde sözgelimi Endonezya'da
yarım milyon insan katledilmiştir. Kanlı Pazar'ın,
Maraş'ın, Sivas ve Çorum olaylarının özellikleri
bilinmektedir. Militan dinci akımlar uluslararası
petrol şirketlerinin hovardaca yardım ve ihsanlarıyla
taltif edilerek palazlandırıldı. Çok bilinen ARAMCO,
kuskusuz bu yardımsever tekellerin en önemlilerinden
biridir.
DEVRİM, DARBE İKİLEMİ VE CEZAYİR
Devrimlerin, siyasal iktidarın zor yoluyla el
değiştirmesi pratiği olmadığı ve ekonomik dönüşümleri
de içerdiği gerçeğine rağmen genel kitle desteğiyle
olsun gerekse olmasın Cezayir ve İran gibi islami
darbeleri "devrim" olarak tanımlamak
doğru değildir.
Fransız emperyalizmine karşı savaşan Cezayir bütün
farklı görünümlere rağmen sosyalizmle fazlaca
bir ilgisi olmayan gerçekte ulusal burjuvazinin
iktidara geldiği bir süreç yaşadı. Halkın iradesinin
yok sayıldığı bu sürede sosyalizm söylemi iktidarın
dilinden düşmedi ama siyasal pratik emperyalizmin
dümen suyunda halktan kopuk, demokratik olmayan
kapitalist ilişkilerin egemen olduğu bir pratik
oldu.
Evet gerçekten sosyalizm hiçbir şeyden çekmedi
"sosyalistlerden" çektiği kadar... Böyle
ufku dar baskı rejimleri, toplumsal muhalefeti
engellerken en az endişe duyulacak kesim olarak
dinci kesimleri tespit ediyorlar ve bir süre sonra
değişik muhalefet çizgileri bu kesimde odaklaşmaya
başlıyor. İslami selamet cephesinin gelişim süreci
de böyle oldu. Başka bir seçeneği olmayan ve mevcuttan
her anlamda rahatsız olan, artan yoksulluğun da
etkisiyle manevi değer anlayışları yoğunlaşan
halk, İslami hareketin arkasından yürümeye başladı.
Cezayir'de ülkenin özelliklerine bağlı olarak
örgütlenme geleneğinde de büyük bir boşluk sözkonusu
idi. Bu gibi ülkelerde gerçekten örgütlü olan
tek güç genellikle ordudur ve zor anlarda da imdada
yetişmekte gecikmez! Ne var ki son çatışmalara
kadar ordunun fazlaca öne çıkmak gibi bir tercihi
olmadığı gözleniyordu, bizim 12 Mart sürecinde
olduğu gibi perdenin önüne sivillerden oluşan
bir ekip çıkararak uzlaşma yolu arayışı içinde
olduğu ve reorganizasyon yerine revizyonu yeğlediği
anlaşılıyordu.
Bağımsızlığın önderi Bin Bella, 2.5 milyon insanın
ölümü pahasına kazanılan zaferden sonra bırakalım
ekonomik-sosyal gelişmeyi sağlamayı ve ülkenin
çıkarlarını koruyabilmeyi, iktidarını bile koruyamamış.
Bumedyen tarafından devrilmişti. Bumedyen, sosyalist
söylemle aralığı iyice açtı ama değil siyasal
pratiği söylemi dahi alternatif geliştirebilme
durumunda değildi.
Bugün yaşananlar, Cezayir'in ilk sıcak günleri
değil, 1988 Ekimi'nde ve 1991 Haziranı'nda Cezayir'de
yaşananlar İslami Selamet Cephesinin almakta olduğu
yolu gösteren ciddi çatışmalardı. Cephenin önderi
Abbasi Madani'nin yaşamı kuşkusuz Cephenin özelliklerini
daha iyi kavramak açısından kayda değer. Bağımsızlık
savaşında bilfiil bulunmuş olan Madani, zaferden
sonra anti-Marksist düşünceleri ve tavrı nedeniyle
ihraç edilmiş. Daha sonraki süreçte de başta özetlemeye
çalıştığımız ‘yaratılmış olanaklar' içinde yıllar
süren bir örgütlülüğe girişen Madani ve çevresi,
şiddet denemelerine çok bilinen gerici yöntemleriyle
başladılar. Sözgelimi içki satan dükkanlara saldırdılar.
Denize giren kadınlara saldırdılar.
İran'daki gelişmelerin başlangıç yıllarını anımsatan
bu sürecin İran'dan bizzat destek gördüğü de bilinen
gerçeklerden.
Öte yandan Ortadoğu, birisi nezle olduğunda hepsinin
hapşırmaya başladığı bir bölge olarak Cezayir'deki
son durum nezdinde yeni hareketlenmelerin doğal
sürecine girdi bile. Sudan, Ürdün, Mısır ve Tunus'ta
paralel süreçler yaşayan gruplar, kendi ülkelerinin
siyasi değerlerini şimdi daha güçlü etkileyecek
gibi görülüyor. FIS'ın şu anki lideri Madani;
"Bizim zaferimiz tüm İslam halklarının zaferidir.
Bu İslam projesinin zaferidir" diyor.
Evet, ortada bir zafer varsa bu sadece ve sadece
dünyanın, en dengesiz süreçlerinden birini yaşadığı
şu dönemde emperyalizmin, halkların gerçek mücadelelerini
biraz daha geciktirmek için dünya gündemine sokmaya
çalıştığı geçici önlemin zaferidir.
Cezayir olaylarının en özlü yazımını sosyalist
güçler cephesi (FFS) lideri Hacine Ahid Ahmet
yapıyor. "FIS sosyal ve siyasi bir gerçektir.
FIS Cezayir'de 30 yıldır süren diktatörlüğe karşı
bir tepkidir, iktidarın ekonomik başarısızlığına
karşı bir harekettir. Sosyal adaletsizliğin bir
sonucudur. Yıllarca baskı altında olan insanlar
tepkilerini gösterecek tek yer olarak camileri
gördüler. Bu diktatörlüğün yarattığı bir olay."
Görülüyor ki, gerçek sınıflar mücadelesi verilmediği
dönemlerde halkların belli bir süre için de olsa
emperyalizmin yedek politikalarına eklemlenmesi
mümkün olabilmektedir.
Ama bağımsızlık savaşının Cezayir'i, bu çalkantılı
ve kanlı sürecini de halkların kaçınılmaz tarihsel
rotasına girerek atlatacaktır.
Tarihte zikzaklar mümkündür ama uzun vadeli bir
geriye dönüş, yalnızca bir yanılsamadır.
|