Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Dünya gündeminde Fransızlara karşı yürüttükleri bağımsızlık savaşıyla belirginleşip siyasi belleğe bu imajıyla yerleşen Cezayir, simdi ilginç bir kaosun içinde..
Bir süre önce yaşanan seçimleri, islami Selamet Cephesi -FİS- kazanmış ve bunun üzerine ordu yönetime el koymuştu. Eğer buna bir ‘sonuç' denilebilirse -ki pek öyle gözükmüyor- bu sonucu yaratan ya da bütün bu gelişmeleri yaratan etkenler nelerdir? Ve bu sonucun, klasik "demokrasi", "diktatörlük", "genel seçim"' "İslamiyetin özellikleri" gibi tanımlamalarla herhangi bir tek boyutta ve özellikle sadece Cezayir'e ilişkin çelişkilerin sınırlılığı içinde açıklanabilmesi mümkün mü?
Emperyalizm, reel sosyalist ülkelerin çözülüş sürecinde kazandığı ekonomik ve siyasal avantajları, Körfez Krizi'ni Irak Askeri zaferiyle sonuçlandırmak suretiyle pekiştirince, büyük bir zevkle yeni dünya düzenini yaratmaya soyundu. Bu, emperyalizmin çıktığı ilk yeni dünya düzeni kurma seferi değildi ama doğrusu bu kez çok büyük avantajlarla işe girişiyordu.
Şimdi artık dünyada ne bir sosyalist sistem vardı, ki onunla oluşturmak zorunda kalacağı dengeler için adımlarını hesaplasın, ne bir askeri denge vardı ki bu konudaki stratejilerinde ikilemler yaşasın... Sorun, dünya halklarının tepkisi ise; sosyalizmin sarsılan prestiji, tarihin o anında, "En Büyük Amerika, Başkomutanı Bush" filmi çekildiği için hesaplanması gereken bir veri değildi. Yıldızlar Savaşında parlayan star gösterimi, medya dünyasının bütün sosyal ve psikolojik koşullarına denk düşüyordu.
Ne var ki burada büyük emperyalizmin büyük hesaplarının bir ufacık elektrik kaçağı vardı, işte bu kaçak; filmin bir karesini tarih kanalından hızla akıtacaktı ve imgeler yerini gerçeklere terketmek zorunda kalacaktı. (Kalacak!)
Emperyalizm, cidden önemli kazanımlar elde etse ve başarılı geçici programlar yapabilse de bu şansını uzun süreçlere yayabilme olanaklarına sahip değildir. Çağ, emperyalizmin olağanüstü zorlamalarının ama halkların da olağanüstü gelişiminin çağıdır. Ve bu gelişmenin önünde hiçbir barikat uzun süre dayanamaz.
Emperyalizmin beslediği çelişkiler, bütün pırıltılı avantajlarıyla koşar adım çıktığı dünyayı yeniden yapılandırma yürüyüşünde ayağına takılan ilk taşlar oldu.
Yanılgının özü daha önceki süreçte devletler düzeyinde cereyan eden politika verilerinin, yeni süreç için de ülkeler düzeyinde hesaplanması idi. Sözgelimi, çöken ve biten, Sovyetler Birliği'nin bürokratik mekanizmasıydı. Sosyalizmin ve halkların gerçek çelişkileri değil! Sovyetler düzeyinde devleti yanına alan emperyalizm, Gorbaçov ve Yeltsin’le kucaklaşırken, dağılan eski Sovyet halklarıyla yeniden karşı karşıya gelme sürecine giriyordu.
Kuşkusuz burada iyi ki, bu reel sosyalist sistemler dağıldı yorumunu yapmıyoruz. Dogmatik bir köşeli mantıkla iyimser sosyalistliğin ufuksuzluğuna sıkışıldığında ya da tam aksine sosyalizme inkarcılık düzeyinde yaklaşıldığında bu tarz yorumlar yapmak olasıdır. Amaç, bunlar dışında bir tarih yönteminin çabaları olunca, gelişmeleri olmasını istediğimize ve olması gerekene uygun acil teoriler üretmeden yorumlamak zorunda kalırız. Bu da ister islemez biraz fazla emek gereksiniyor.
Reel sosyalizmin çatırdamaya başladığı günlerdeki istikrarın bir halisünasyon olduğu şimdi artık iyice belli. Adına politika yapılmış, adına kurtarıcı ekonomik planlar düzenlenmiş ve önce aktif siyasallıktan uzaklaştırılmış, giderek ülkesine ve kendi problemlerine hatta kendi varlığına yabancılaştırılmış halklar şimdi yavaş yavaş varlığının, ülkesinin ve siyasal gerçeklerinin arayışına girmekte. Şu an amaçlar pek net değil, o da süreç içinde arayışların ve tarihsel gelişmelerin çizdiği rotada belirginleşecek.
İste bu arayışlar bazı hakları dönem dönem yanlış çıkış noktalarında tepki göstermeye, suni çelişkiler içinde birikimlerini yanlış kanallara akıtmaya yöneltti, Bu kanallar, genellikle emperyalizmin önceden çizdiği olasılıklar içinde açılmaktadır. İslam, İslami akımlar, İslami partilerin kazandığı iktidarlar da bu olasılıklardan biridir. CIA uzmanlarının "yeşil kuşak teorisi" diye formüle ettikleri islami alternatifler, özellikle İran deneyiminden sonra çizmeyi pek aşmayan radikalizminin sınırları ancak iktidara kadar uzanan, özellikle dış ilişkilerde problem yaratması ihtimali olmayan alternatifler olarak düşünülüyor.
Özünde siyasal ve ekonomik bir alternatif olma ihtimali olmayan İslamiyet, halkların emperyalizme bağımlı azgelişmiş ülkelerin çözümsüzlükleri içinde düştükleri, maddi güçsüzlüğü manevi imajlarla yenebilme arayışında, karşılarına çıkan ilk kapı oluyordu. Emperyalizm açısından, İslamiyetin bir politik olgu olarak varolmasından herhangi bir rahatsızlığı olmadığı gibi, İslamiyet, kapitalizme ve emperyalizme karşı yükselen tepkilerin gerçek karşılığı ile buluşmasının önüne koydukları akılcı bir ara çözüm olarak görülmektedir.
İran'ın İslam Devrimi'nin bütün anti-İslamcı-Amerikancı özelliklerine rağmen son tahlilde kapitalist dünyanın zincirlerini parçalamayan bir konumlanış içinde oluşu ve "şeytan"ca sürdürdüğü gizli ilişkiler, bu konudaki en çarpıcı yönlerden biridir.
Temel gereksinme, emperyalizme ve kapitalizme karşı tavır alışı önlemek için mevcut statüleri kazanmak, mevcut mevzilerde tutunmaktır. Emperyalizm, bu gerekliliğin yanıtlarını da toplumsal muhafazakarlık konusunda en elverişli koşulları sunan dinde bulmamadır. Özellikle kültürel olarak doğu-batı çelişkisini derinden yaşayan İran gibi Türkiye de emperyalizmin bu mantalitelerine oldukça uygun düşmüştür.
Amerika, bu taktiği son yıllarda da keşfetmedi. 60'lardan beri gerici kışkırtmacı yoluyla anti-komünist bir dalga yaratılıp ülkelerin kitlesel kıyımlara sürüklenmesi yöntemi denenmekte ve başarılı da olunmaktadır. Bu şekilde sözgelimi Endonezya'da yarım milyon insan katledilmiştir. Kanlı Pazar'ın, Maraş'ın, Sivas ve Çorum olaylarının özellikleri bilinmektedir. Militan dinci akımlar uluslararası petrol şirketlerinin hovardaca yardım ve ihsanlarıyla taltif edilerek palazlandırıldı. Çok bilinen ARAMCO, kuskusuz bu yardımsever tekellerin en önemlilerinden biridir.

DEVRİM, DARBE İKİLEMİ VE CEZAYİR
Devrimlerin, siyasal iktidarın zor yoluyla el değiştirmesi pratiği olmadığı ve ekonomik dönüşümleri de içerdiği gerçeğine rağmen genel kitle desteğiyle olsun gerekse olmasın Cezayir ve İran gibi islami darbeleri "devrim" olarak tanımlamak doğru değildir.
Fransız emperyalizmine karşı savaşan Cezayir bütün farklı görünümlere rağmen sosyalizmle fazlaca bir ilgisi olmayan gerçekte ulusal burjuvazinin iktidara geldiği bir süreç yaşadı. Halkın iradesinin yok sayıldığı bu sürede sosyalizm söylemi iktidarın dilinden düşmedi ama siyasal pratik emperyalizmin dümen suyunda halktan kopuk, demokratik olmayan kapitalist ilişkilerin egemen olduğu bir pratik oldu.
Evet gerçekten sosyalizm hiçbir şeyden çekmedi "sosyalistlerden" çektiği kadar... Böyle ufku dar baskı rejimleri, toplumsal muhalefeti engellerken en az endişe duyulacak kesim olarak dinci kesimleri tespit ediyorlar ve bir süre sonra değişik muhalefet çizgileri bu kesimde odaklaşmaya başlıyor. İslami selamet cephesinin gelişim süreci de böyle oldu. Başka bir seçeneği olmayan ve mevcuttan her anlamda rahatsız olan, artan yoksulluğun da etkisiyle manevi değer anlayışları yoğunlaşan halk, İslami hareketin arkasından yürümeye başladı.
Cezayir'de ülkenin özelliklerine bağlı olarak örgütlenme geleneğinde de büyük bir boşluk sözkonusu idi. Bu gibi ülkelerde gerçekten örgütlü olan tek güç genellikle ordudur ve zor anlarda da imdada yetişmekte gecikmez! Ne var ki son çatışmalara kadar ordunun fazlaca öne çıkmak gibi bir tercihi olmadığı gözleniyordu, bizim 12 Mart sürecinde olduğu gibi perdenin önüne sivillerden oluşan bir ekip çıkararak uzlaşma yolu arayışı içinde olduğu ve reorganizasyon yerine revizyonu yeğlediği anlaşılıyordu.
Bağımsızlığın önderi Bin Bella, 2.5 milyon insanın ölümü pahasına kazanılan zaferden sonra bırakalım ekonomik-sosyal gelişmeyi sağlamayı ve ülkenin çıkarlarını koruyabilmeyi, iktidarını bile koruyamamış. Bumedyen tarafından devrilmişti. Bumedyen, sosyalist söylemle aralığı iyice açtı ama değil siyasal pratiği söylemi dahi alternatif geliştirebilme durumunda değildi.
Bugün yaşananlar, Cezayir'in ilk sıcak günleri değil, 1988 Ekimi'nde ve 1991 Haziranı'nda Cezayir'de yaşananlar İslami Selamet Cephesinin almakta olduğu yolu gösteren ciddi çatışmalardı. Cephenin önderi Abbasi Madani'nin yaşamı kuşkusuz Cephenin özelliklerini daha iyi kavramak açısından kayda değer. Bağımsızlık savaşında bilfiil bulunmuş olan Madani, zaferden sonra anti-Marksist düşünceleri ve tavrı nedeniyle ihraç edilmiş. Daha sonraki süreçte de başta özetlemeye çalıştığımız ‘yaratılmış olanaklar' içinde yıllar süren bir örgütlülüğe girişen Madani ve çevresi, şiddet denemelerine çok bilinen gerici yöntemleriyle başladılar. Sözgelimi içki satan dükkanlara saldırdılar. Denize giren kadınlara saldırdılar.
İran'daki gelişmelerin başlangıç yıllarını anımsatan bu sürecin İran'dan bizzat destek gördüğü de bilinen gerçeklerden.
Öte yandan Ortadoğu, birisi nezle olduğunda hepsinin hapşırmaya başladığı bir bölge olarak Cezayir'deki son durum nezdinde yeni hareketlenmelerin doğal sürecine girdi bile. Sudan, Ürdün, Mısır ve Tunus'ta paralel süreçler yaşayan gruplar, kendi ülkelerinin siyasi değerlerini şimdi daha güçlü etkileyecek gibi görülüyor. FIS'ın şu anki lideri Madani; "Bizim zaferimiz tüm İslam halklarının zaferidir. Bu İslam projesinin zaferidir" diyor.
Evet, ortada bir zafer varsa bu sadece ve sadece dünyanın, en dengesiz süreçlerinden birini yaşadığı şu dönemde emperyalizmin, halkların gerçek mücadelelerini biraz daha geciktirmek için dünya gündemine sokmaya çalıştığı geçici önlemin zaferidir.
Cezayir olaylarının en özlü yazımını sosyalist güçler cephesi (FFS) lideri Hacine Ahid Ahmet yapıyor. "FIS sosyal ve siyasi bir gerçektir. FIS Cezayir'de 30 yıldır süren diktatörlüğe karşı bir tepkidir, iktidarın ekonomik başarısızlığına karşı bir harekettir. Sosyal adaletsizliğin bir sonucudur. Yıllarca baskı altında olan insanlar tepkilerini gösterecek tek yer olarak camileri gördüler. Bu diktatörlüğün yarattığı bir olay."
Görülüyor ki, gerçek sınıflar mücadelesi verilmediği dönemlerde halkların belli bir süre için de olsa emperyalizmin yedek politikalarına eklemlenmesi mümkün olabilmektedir.
Ama bağımsızlık savaşının Cezayir'i, bu çalkantılı ve kanlı sürecini de halkların kaçınılmaz tarihsel rotasına girerek atlatacaktır.
Tarihte zikzaklar mümkündür ama uzun vadeli bir geriye dönüş, yalnızca bir yanılsamadır.

 


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92