Sosyalist Barikat Bütün
YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda |
|
|
|
|
İstanbul sokakları yine kana bulandı. Devlet mekanizması,
yalnızca bir kaç günlük "mesai" ile otuza yakın
ölü ile yüzlerce yaralı (kayıptan) oluşan bir kanlı tabloyu
ortaya çıkardı. Üstelik artık iyice bilindiği gibi bu
kadar ölü ve yaralı, olayların sürdüğü günler boyunca
ortaya çıkmış bir rakam da değildir. Aşağı yukarı bütün
ölüm olayları iki-üç saldırıya ve belki zaman olarak toplam
bir saate sığmıştır.
Bu durum ise polisin nasıl büyük bir katletme hırsıyla
saldırdığının açık göstergesidir. Bu öyle bir katletme
hırsı ve planıdır ki, çoğu durumda halkın üzerine ateş
etmekle de yetinmemiş, ayrıca ara sokaklarda tek tek insanlar
sivil polisler tarafından sözcüğün tam anlamıyla avlanmış
ve bir çok devrimci bu arada çok yakın mesafeden vurularak
öldürülmüştür.
Katliam ve direniş... İstanbul kenti birkaç günde her
iki olguyu da olanca şiddetiyle yaşadı. Kaldırım taşları
yerinden oynadı yıllar sonra... Yıllar sonra yeniden barikatlar
kuruldu sokaklara ve ölüme karşı çıplak elleriyle yürüdü
insanlar... Kahvelerin tarandığı haberi TV'lerde ilk kez
verildiğinde, belki ülkenin çeşitli köşelerindeki bir
çok devrimci insan da olayların çapının bu noktaya dek
ulaşacağını ummamışlardı. Ama, patlayan yoğun ve çok birikmiş
bir öfkeydi ve artık önü alınamaz bir tepki ortaya çıkmıştı.
Direniş büyüdü, artık katliamla bile önü alınamaz bir
noktaya tırmandı. Provokasyon ve katliam planının arkasındaki
gerçekler henüz tüm açıklığıyla çözümlenebilir bir netliğe
ulaşmış değildir. Henüz sıcaklığını koruyan, henüz dışından
bakamadığımız olaylar bütünlüğü tüm verilerini
ortaya koymuş değildir.
Ama herşeye karşın, yine de en azından doğru soruları
sormak ve kaba bazı saptamalar yapmak mümkündür.
Örneğin, bütün olayların başlangıcında yer alan kahvelerin
taranması olayının tipik bir kontra eylemi olduğu yeterince
net olarak ortadadır. Tarzıyla, planlanışıyla ve tam kontra-faşist
yöntemlerinin bir örneği olan müthiş gaddarlığıyla bu
özellik gün gibi açığa çıkmaktadır. En küçük bir iz bırakmamak
için gasp edilen arabanın şoförünün bile kurşunlanması,
henüz belleklerde olan eski kontra eylemlerini hemen çağrıştırmaktadır.
Ve tabii, "meçhul"(!) failler üzerine en ufak
bir ipucu bile yoktur ve olmayacaktır. Bütün diğer "devlet
patentli" işler gibi Gazi kahvelerinin taranması
olayı da hiçbir zaman "çözülemeyen"(!) olaylar
listesinde yerini alacaktır.
Katillerin olağanüstü rahatlığı da failler hakkında yeterince
fikir vermektedir. Bu tür olayların tümünde olduğu gibi,
katiller müthiş bir rahatlık ve ferahlık içindedirler.
Kahvelerin taranması dakikalarca sürdüğü halde ve hatta
bir kahve taranırken diğerlerinde oturan insanlar meraklanıp
dışarıya bakmaya kalkıştıkları halde, polisin kılı bile
kıpırdamamıştır. Halkın gözlemi, katliamcıların arabasının
polis tarafından da korunduğu yönündedir. Ama bu gözlem
doğru olmasa bile, Gazi mahallesinde bir yazılama olayına
bile hemen saldıran polisin, katillerin bütün "icraatı"
boyunca ortalıkta görünmemesi çok öğretici bir olgudur.
Açıkça, devlet güdümünde ya da desteğinde bir katliam
tasarlanmış ve uygulanmıştır.
Ve kanımızca bu ilk katliam, daha sonraki olaylar kısmen
tasarlanarak hayata geçirilmiştir. Gazi mahallesi devlet
tarafından çok iyi bilinen, nitelikleri meçhul olmayan
bir mahalledir. Bu bölgeye, bu biçimde dokunulduğunda
çok büyük bir tepkinin doğacağı bilinen bir gerçektir.
Bütün bunlar düşünüldüğünde, gece kahveler taranırken,
ertesi gün olabileceklerin az çok öngörülmemiş olduğunu
söylemek mümkün değildir. Elbette bu kısmi bir öngörüdür,
olayların alabileceği bütün biçimleri kestirmeleri imkânsızdır
ama en azından bu olaydan sonra Gazi Mahallesi halkının
bir-iki üzülüp/dövünüp evine çekilmeyeceği bilinmektedir.
Gerçi, polisin kitleyi tarayıp insanları öldürmesi için
çok da fazla bir tasarım gerekmediği açıktır. Yani, özellikle
İstanbul polisi, bütün bir yapı olarak öylesine halk düşmanı
bir konumdadır ki, herhangi bir tasarım olmasa da rahatlıkla
kitleleri tarayabilir. Ama yine de mantıklı bir değerlendirme
yaptığımızda, tepkinin önceden hiç öngörülmemiş olduğunu
söylememiz mümkün değildir. Tabii ki olay umulan düzeyden
fazla bir tepki yaratmış, ayrıca tepkinin hedefi de az
çok doğru hedefe yönelmiştir. Ve belki bu anlamda katliamcılar,
kendi umduklarının ötesinde bir direnişle karşılaşmışlardır.
Bütün bunların siyasal hedefinin ne olduğu sorusu ise
çok kolay yanıtlanabilecek bir soru değildir. Tabi ki
son tahlilde, olayın kendi özgün amaçları ve planlayıcıların
kafasındaki tilkiler ne olursa olsun, genel amaç solun
ve toplumsal muhalefetin gelişme eğilimi gösteren çizgisini
bastırmak, bir korku ve dehşet havası yaymaktır. Bu yoğun
gaddarlığın TV'lerde kısmen sergilenmesine göz yumulması
da bir anlamda böyle bir amaca hizmet etmektedir. Elbette,
devletin terör şebekesini yönetenler bu görüntülerden
çok hoşnut değildirler ama öte yandan böylece devletin
genel şiddetinin insanların gözüne dek sokulmasının etkisini
de kestirmektedirler. Böylece, başını kaldırıp direnenlerin
nasıl bir korkunç terörle karşılaşacağı paradoksal bir
biçimde sokaktaki insanın zihnine enjekte edilmektedir.
Bu anlamda, hem kahve olayının, hem de sonraki gaddarlığın
asli ve çok genel plandaki amacının böyle bir sindirme
olduğu söylenebilir. Planlayıcıların bu denli boyutlu
bir karşı koyuşu hesaplamamış oldukları tabii ki düşünülebilir.
Gerçekten de onlar, yine çok genel olarak söylüyoruz,
geceki olayın ardından belirli bir çapta olayların olacağını
ve bu kadarının da bir sindirme ateşi için yeterli olduğunu
düşünmüş olabilirler. Ama boyutlar taşmış ve bu kez sindirmeyi
oldukça zorlaştıran bir ortam oluşmuştur.
Provokasyonun özgün amaçları konusu ise oldukça karışık
ve henüz soğumamış bir konudur. Ve bu tartışma, bir noktadan
sonra devletin son yıllardaki biçimlenişinin irdelenmesine
denk düşmektedir. İşin doğrusu, devrimci harekette gerek
Türkiye'nin hakim güçleri ve bu güçlerin davranış çizgileri
üzerine, gerekse de devletin giderek ulaştığı karmaşık
(ya da bir anlamda sadeleşmiş) biçim üzerine çok kapsamlı
çözümlemeler yapılmamaktadır. Hakim sınıflar bloğuna ya
da onların politik aracı olan devlete bakışta genelde
egemen olan "bütüncü" yaklaşım, bazen karmaşık
olayları çözmekte devrimcileri zorlamaktadır. Şüphesiz,
hakim sınıfları çözümlerken çok ayrıntılara inen farkları
deşelemek ve buradan çok tayin edici sonuçlara ulaşmak
çoğunlukla risklidir. Sözgelimi, AYDINLIK'vari "Amerikancı-
Avrupacı" gibi doğru zeminlere oturmayan sansasyonal
"çözümlemeler"e(!) ulaşmak bazen mümkündür.
Ya da şu klasik "şahinler-güvercinler" kavramları
da riskli kavramlardır. Çünkü, Türkiye ekonomisinin ve
siyasetinin hakim güçleri göründüğünden daha karmaşık
bir ilişkiler yumağı içindedir. Sözgelimi, bir tekel grubunun
A politik kadrosunu desteklediğini, vb... söyleyivermek
öyle çok kolay değildir. Çoğunlukla, ülkenin patronları
politik alanla ve devletle karmaşık ilişkiler oluştururlar
ve bütün yumurtaları aynı sepete koymama gibi bir ihtiyatlılık
sergilerler. Aynı ekonomik güçlerin bir yandan yeni akımları
desteklemesi, öte yandan da faşist partiye dek uzanan
eski yelpazeye kollarını uzatması aynı anda mümkündür.
Bu açıdan, hakim güçler arasında çok net ve belirleyici
önemde ayrımlardan sözetmek, giderek bu çözümlemelerden
(bütünü gözden kaçıran) sloganlara ve hedef saptamalarına
yönelmek doğru değildir.
Ama öte yandan, özellikle savaş süreci içinde devletin
aldığı yeni biçim de önemlidir. Son süreçte devlet, giderek
klasik biçiminden sıyrılmış, üzerine aldığı yasal-parlamenter
şalı iyice inceltmiş ve adeta tipik bir cunta yönetimi
şekline bürünmüştür. Parlamentonun bütün bütüne şahsiyetsiz
bir yığın haline geldiği, artık bütün ciddi devlet işlerinin
herhangi bir gizlemeye de gerek duymaksızın "başka
yerlerde" halledilmesi kronik bir durum olmuştur.
Bu anlamda, "sivil" yönelim süreç içinde "Ulusu
Hükümeti"nden çok farklı olmayan bir noktaya ulaşmış,
MGK'da simgelenen güçler ağırlık kazanmıştır. Bu, artık
bir tür illegalitenin de meşrulaştırılmasıyla birlikte
gerçekleşmiştir. Devlet, eskisine oranla çok daha fazla
karanlık dehlizlere çekilmiştir ve dolayısıyla da bu dehlizlerde
olan bitenler dışarıdan daha az gözlenebilir hale gelmiştir.
Bu "karanlık bölge"de gerçekleşen çete savaşları
ya da farklı grupların çekişmeleri elbette belirleyici
nitelik göstermemektedir ama yine de varlığı kendini ortaya
kuşkuya yer bırakmayacak biçimde koymaktadır. Özellikle
Kürt sorunu konusunda böylesi çatışmalar ötedenberi sürmektedir.
Şüphesiz, bu ülkede "güvercin" denilen yaratıktan
sözetmek hiç anlamlı değildir ama "şahin"liğin
biçimleri üzerinde egemen güçler bloğunun tümüyle uzlaşmış
olduğu söylenememektedir. Daha doğrusu, korkunç bir çözümsüzlük
ve kaos içinde debelenen egemenler bütün bu konularda
sık sık değişebilen tavırlar üretebilmektedirler. %160'lara
varan enflasyonu, derinleşen uçurumları ve başa bela bir
sömürge savaşıyla giderek içinden çıkılmaz hale gelen
Türkiye'de kimse bu hilkat garibesi durumu "düze
çıkarmayı" açıkça taahhüt edememekte ama herkes de
bir yandan farklı hesaplarını sürdürmektedir. Bu karışıklık
içinde mevcudu yeterli bulmayıp ciddi ciddi askeri cunta'ya
gönül verenler olduğu gibi, çeşitli bloklaşmalara endekslenen
devlet terörü kurumları da vardır.
ESENLER HALKININ PROTESTOSU
15 Mart çarşamba günü Esenler Son durakta Gazi mahallesi
ve Ümraniye katliamları Esenler halkı tarafından
protesto edildi.
Esenler'de Gazi ve Ümraniye katliamlarını protesto
etmek amacıyla biraraya gelen demokratik güçler
15 Mart Çarşamba günü saat 17.00 Son durakta yürüyüş
kararı almış ve hazırlıklarını tamamlayıp yürüyüş
alanına gelmişti. Ancak her zaman olduğu gibi polisle
karşılaşıldı. Bu arada eylem kırıcılar da iş başındaydı.
Bu eylem kırıcıları kahvelerde eylemin iptal edildiği
yalanını savunuyor, yollarda eyleme gelen kitleye
engel olmaya çalışıyorlardı. Gerek polisin tavrına
gerekse eylem kırıcılarına rağmen eylem 150-200
kadar kitlenin katılımıyla gerçekleşti. Saat 17.00
de "Yaşasın Halkların Kardeşliği" sloganıyla
başlayan eylem daha sonra Gazi ve Ümraniye katliamını
kınayan ve sorumlunun devlet olduğunu belirten metnin
okunmasından sonra kitle yürüyüşe hazırlandı. Eylem
kırıcılarının başarılı olamadığı yürüyüşü bu kez
polis engellemeye kalktı. Ve kitlenin dağılması
konusunda uyararak tehditler savurdu. Yürümekte
kararlı olan kitle buna karşı oturma eylemi yaptı
ve yürüyüş gerçekleşmeden kalkılmayacağını belirtti
ve sonunda yürüyüşe izin verildi. Yaklaşık 100-150
metre yürüyen kitle şu sloganları attı:
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ
CENAZELER VERİLSİN GÖZALTILAR BIRAKILSIN
YAŞASIN GAZİ DİRENİŞİMİZ
MENTEŞE İSTİFA MENZİR İSTİFA
HÜKÜMET İSTİFA
KATİL DEVLET, KATİL POLİS
GAZİ HALKI YANLIZ DEĞİLDİR
ESENLERDEN BİR BARİKAT OKURU
|
Sorun, öyle basitçe "gümrük birliği" vs., sorunu
da değildir. Ama, farklı düşünen, yaşanan kaos içinde
tümü de çıkmaz sokaklardan oluşan yollar konusunda bütünüyle
uzlaşma halinde olmayan güçlerin bir blok halinde durdukları
ve artık Türkiye'yi yönetme işinin biraz da bu dengeleri
kollamak anlamına geldiği açıkça ortadadır. Spekülasyondan
başka işe yarayacak somutlaştırmalara gerek yoktur, ancak
bu gerçekliğin de en azından dikkate alınması zorunludur.
Eylemi düzenleyen kontra gücünün ne kadar bu çözümlemelerin
içine sığdığı şüphesiz hep tartışılacak bir konudur. Doğrudan
hükümetin olayın başından sonuna içinde olup olmadığı
ya da olaylardan bir biçimde çıkar sağlayıp sağlamadığı
da tartışılacaktır.
Kanımızca, devrimci güçler, bütün bu gerçekleri ve karmaşıklığı
ıskalayıp geçmemeli ama kendilerini bazen bilgisayar oyunlarına
benzeyen spekülatif tahlillere kaptırmamalıdırlar. Hangi
durumda olursa olsun, en azından saldırının genel ve asli
amacını gözden kaçırmamakta yarar vardır. Ve o genel amaç
bilinmektedir: kitle hareketinin ve devrimci hareketin
önünü kesmek... Bu açıdan, ne türden provokatif hesaplar
güdülürse güdülsün, nihayetinde ezilmek istenen güç olarak
kendisini daha çok örgütleyip ayağa kalkmak devrimci hareketin
görevidir. Çünkü, eninde sonunda bütün asıl hesap şöyle
ya da böyle toplumdaki örgütsüzlüğün yaygınlaştırılması
ve yoğun bir atomizasyon yoluyla düzeni gerçekten tehdit
edebilecek devrimci alternatifleri boşlukta bırakıp tümüyle
ezmektir. Ve olayların bütününe, dün olanlara ve yarın
olabileceklere bu açıdan bakıldığında, zaten görev de
açıkça ortaya çıkmaktadır: Devrimci hareket artık duraksamaksızın
kendi örgütlülüğünü yaratmalı, her türden gelişmeyi karşılayabilecek
biçimde teçhizatlanmalı ve kitleleri de bu doğrultuda
yörüngesine çekmelidir.
Örgütlülükten yalnızca son olaylardaki durum gibi dar
bir çerçeve anlaşıldığında, daha geneldeki örgütsüzlük
görülmediğinde ise hiç şansımız yoktur.
|
|
|
|
|
|