Üniversitelere Yönelik
Gerici Faşist Saldırılar
|
Son haftalarda İstanbul'da hemen hemen tüm üniversitelerde
dinci-faşist çeteler yoğun faaliyet ve saldırılarda
bulunuyorlar.
12 Eylül'le birlikte Oligarşi kendisini ayakta tutabilmek
için polis, ordu, sivil faşist kurumlarına yeni bir
boyut daha ekledi. Anti-komünist bir cephe yaratmak
amacıyla bu kez "İslam"ı temel alan dinci-faşist
çeteleri besledi. Bu çeteler, devletin gözetimindeki
yurtlarda, vakıflarda özel eğitime tabi tutularak devrimcilerin
karşısına, İslamın koruyucuları olarak çıkartıldılar.
Kökleri 80 öncesi sivil-faşistlere dayandığı halde kendilerine
kitle tabanı yaratabilmek için İslam maskesini takarak
ortaya çıktılar.
Amaçları, çalışma alanlarını daraltmak, kitleleri devrim
mücadelesinin saflarından uzak tutmak olan bu çetelerin
işlevlerini ve sosyalizm mücadelesindeki rollerini doğru
saptamak için ülkemizin sosyal, ekonomik ve kültürel,
koşullarının iyi tahlil edilmesi gerekiyor. Bu çeteler,
bir-iki yıl öncesine kadar pratikte bu şekilde yoklardı.
Bugün bu kadar aktif bir biçimde ortaya çıkmaları ne
'80 sonrası kitle hareketlerine ve devrimci hareketlere
karşı çizdiği programlarla, tavırlarla açıklanabilir.
'80 faşist darbesi bir dönem için Oligarşinin bunalımlarını
rahatlattı. Baskı, zor, işkence ve kitle katliamıyla
halk muhalefetini susturdu, sindirdi, yıldırdı. Diğer
taraftan kitle önderlerini cezaevlerinde, işkencehanelerde
topladı.
'85-86'lara kadar Oligarşi bu yöntemle kendi güveliğini
sağladı. Fakat 86-87 sonrasında, büyük ve önemli bir
gecikme sürecinden sonra da olsa kitle hareketliliği
ve devrimci kıpırdanma baş gösterdi. Bir yandan 8 yıllık
iktidarlara boyunca halkı iliğine kadar sömüren, işsizler
ordusunu ikiye-üçe katlayan, baskı, işkence ve zorbalığı
meşrulaştırmaya çalışan bir iktidarın teşhir olması,
diğer taraftan gelişen ve yeşermeye başlayan bir kitle
hareketi ve bunun nötralize edilmesi sorunu vardı.
Yaşadığımız süreçte ise Oligarşi geçmişte çeşitli biçimlerde
denediği bir oyunu tekrar sahneye koyma çabasında. Bu
oyunla, "demokrasi", "insan hakları",
"yasakların yasak" olduğu bir iktidarla demokrat
kitleyi, 11 yıldır sistemin bütün yaptırımlarından bezmiş
olan kitleyi kendi bünyesine çekerek; devrimcileri,
kitlelerden soyutlama ve imhası kolay marjinal yapılar
haline getirmeye çalışmaktadır.
Bu senaryonun üniversitelerdeki yansıması; bir taraftan
YÖK'ün çürümüşlüğünden, geri kalmışlığından bahsederek
YÖK cenderesinden bezmiş gençliği yanına çekmeye çalışırken
diğer taraftan devrimci demokrat öğrenci gençliği kitlelerden
soyutlayacak "avuç anarşist" olarak gösterme
çabasındadır. Bu çabasını da kendisine "Müslüman
Gençlik" diyen ve oligarşinin kolluk kuvvetleriyle
ve okul idareyle direkt işbirliğinde olan gerici-faşist
çeteler destekliyor. Devlet, üniversitelerdeki devrimci-demokrat
kitleyi akademik-demokratik mücadeleden caydırmak, böyle
kitlelerden soyutlamak için gündemi sürekli meşgul ederek
"beslemelerini" devreye soktu.
Üniversitelerde, devrimcilerin okuldan atılmalar, işkenceler,
cezaevleri ve disiplin cezaları pahasına kazanmış oldukları
mevzilere saldırılarla başlayan gerginlik tırmanmaya
devam ediyor.
İşe, ilk olarak Marmara Üniversitesi Göztepe kampüsünde
yıllardır Öğrenci Derneği Panosu olarak kullanılan alana
Müslüman Genç, afişler asmakla başlandı. Buradaki devrimcilerin
tavır koyması sonucu çıkan tartışmalardan sonra afiş
indirildi.
Bir gün Yıldız Üniversitesi kampüsünde yıllardır öğrenci
derneği ve İYÖ-DER panosu olarak kullanılan alana afiş
asıldı. Burada çıkan tartışmalar, gerici faşistlerin
İstanbul'un her tarafından getirdikleri 300 kişinin
devrimcilere saldırısıyla sürdü. Çıkan kavga sonucunda
7 arkadaşımız demir, sopa kırık şişelerle çeşitli yerlerinden
yaralandılar.
Devrimci değerlere yönelik yoğun saldırılarla dolu olan
afişler devrimciler tarafından indirildi.
Üçüncü gün İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde
aynı içerikli afişleri yine devrimcilerin panosu olarak
bilinen alana yapıştırmaya kalktılar. Buna da engel
olundu. Dördüncü gün İTÜ kampüsünde aynı tavrı gösterdiler.
Yıldız Üniversitesi ve Beşiktaş'taki Fen Edebiyat Fakültelerindeki
saldırıları, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesine sıçradı.
Bu durum, saldırgan kesimin, bütün üniversite ve üniversite
öğrencilerine yönelik, örgütlü ve planlı bir tavrın
içinde olduklarının bir diğer kanıtıydı.
Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencileri 20 Aralık tarihinde
okulda toplanarak müzikli bir şölen düzenlediler. Amaçlarının
barış olduğunu belirttiler ve verdikleri demeçlerde,
"kendilerinden olmayan herkesi kapsayan" tür
saldırı kampanyası içinde olan dinci-faşistleri kınadılar.
Olaylar, Marmara Üniversitesi'ndeki çatışmayla yeni
boyutlar kazanarak sürdü. Göztepe kampusünden bir grup
devrimci öğrencinin son dönemde gelişen devrimci demokrat
ileri öğrencileri hedefleyen saldırılara karşı asmış
oldukları bildirileri toplayan, kendilerini Müslüman
Gençlik olarak adlandıran kesimin, öğrenci kantinini
basarak muhataplarını istemleri, ellerindeki demir sopaları,
zincir, şiş, mermer parçalarını göstererek "ortaya
çıksınlar" şeklinde meydan okumaları üzerine devrimci
öğrenciler "Muhatabınız hepimiziz" şeklinde
yanıt verdiler. Bu yanıttan sonra dinci faşistler kantin
kapılarını tutarak öğrencilere saldırdılar. Çok sayıda
devrimci öğrenci ağır yaralandı ve polis olaya seyirci
kaldı.
Bu saldırı sonucunda, devrimci öğrenciler özellikle
baş ve sırt bölgelerinden yedikleri darbelerle ciddi
ve hayati yaralar almışlar ve ayrıca bir öğrenci geçici
olarak hafıza kaybına uğramıştır. Daha sonra dershaneleri
basan, polis devrimci öğrencileri toplamış, karakolda
bekletmiştir.
İstanbul, 1. Şube bazı öğrencileri şubeye alarak sorgulamak
istemiş, kabarık olan sayı SHP'nin "arabuluculuğuyla"
bir kişiye düşmüş ve ertesi gün söz konusu arkadaş serbest
bırakılmıştır.
Devrimciler, böylesi insanlık dışı uygulamalara maruz
kalınırken "Müslüman Gençlik" bütün gün ellerinde
sopalarıyla dolaşmış, ne anlama geldiği bilinen bir
gövde gösterisi yapmış, öğrenci kantinde sırt-sırta
dayanarak 2'li hilal çizmişlerdir.
Dinci faşistlerin saldırıları sadece devrimci öğrencileri
değil okullardaki tüm öğrencileri yaşamsal tehdit altında
bırakmaktadır. Mimar Sinan'daki saldırılarda her hangi
bir ayrım veya neden gözetmeden saldırabilmişlerdir.
Saldırıların politik, özü ve amacı oldukça açıktır.
Bu saldırılara karşı "Müslüman faşistlerin"
özelliklerini tartışmak, onlara karşı yaklaşımın alternatiflerini
irdelemek gibi nedenlerle gereken yanıtın verilmemesi
onların hızla ve cesaretle ilerlemelerini doğuracaktır.
Bu ya da benzer tartışmalar süreç içinde elbette yine
yapılır. Ama bugün saptanması gereken; mevcut saldırılara
karşı gençliğin topyekün direnme zorunluluğu gerçeğidir.
Devrimciler elbette bu tarz saldırılar ve çatışmalara
ortam yaratmamaya çalışır, akademik platformdaki mücadelenin,
kendini her planda ifade edebileceği bir mücadele olması
gerçeğinin yanı sıra, dinci-faşistlerle ya da diğer
karşı devrimci güçlerle gerçek çatışma alanının okullar
olmadığını bilir. Ne var ki, akademik platformlar bizim
mevzilerimizdir ve onlara yönelik, oralardaki devrimci-demokrat-yurtsever
arkadaşlarımıza yönelik, oralarda oluşturulmuş değerlere
yönelik saldırılar olduğunda da buna karşı gereken yanıt
verilir….
Yanıtın, çeşitli grup ya da gruplarca değil, elbirliğiyle
verilmesi, tüm ilerici ve devrimcileri kapsaması da
aynı ölçüde önemlidir. Dolayısıyla, gündemin bu tarz
çatışmaları içerdiği, önümüzdeki günlerde de içereceği
belli iken; öğrenci gençlik, ortak program ve hedeflerini,
çalışma ve mücadele tarzını belirlemede her zamankinden
daha duyarlı, aktif olmak zorundadır. Ve beraberlikler,
karşılıklı saygı ve güvene dayanan birliktelikler konusunda
her zamankinden daha yapıcı, bunların oluşturulmasında
daha dinamik olunmalıdır.
Sonuç olarak, nerede ve nasıl olursa olsun hiçbir alanda
gerici-faşist saldırılara izin verilmeyecektir. Bütün
üniversite ve fakültelerde devrimci-demokratlar neye
mal olursa olsun devrimci değer ve mevzilere hiçbir
saldırının yanıtsız kalmayacağını göstermiştir. Ve bu
tavrı sürdürmeye kararlıdır.
YENİ TARZ SİVİL FAŞİST MİLİTARİZM
12 Eylül Açık Faşizminden önce devrimci mücadelenin
önüne örülmeye çalışılan MHP sivil faşizminin amacı
da anlamı da önemliydi. MHP, çok yönlü işlevlere sahip
olması amaçlanan ve saptanan görevleri büyük ölçüde
yerine getiren bir faşist organizasyondu.
Bu konuyu ilerde daha geniş tartışmak üzere, burada
sadece onun işlevlerini belli hatlarına değinerek konu
başlığımıza döneceğiz.
MHP faşist devlet organizasyonlarının mutlaka ihtiyaç
duyduğu, devlet içi, devlet dışı sınırları muğlak kılınmış
örgütlenmelerden biriydi.
Devletin resmi militarist güçlerinin yanı sıra, yerine
ve zamanına göre, bazen bunların yedeğinde, bazen bunlarla
bir işbölümü dahilinde, bazen devlet militarizminin
bizzat kendisi imiş gibi esnek sınırları olan bir organizasyondu.
Bu özellikleriyle de, resmi militarizmden çok daha dinamik
ve işlevseldi.
Devletin düşünsel planda yaratmak istediği imajlar için
bir tampon oluşturdu. "Mevcut siyasal çatışma sağcılarla
solcuların çatışmasıdır. Devlet işe bir bütün olarak
anarşi ve terörü önleme gayreti içindedir" demagojisinin
belli başlı faktörlerinden biri oldu.
Konuya sadece ideolojik tanımlamalar açısından baktığımızda
ise; "Faşizm" genellikle MHP sınırlarında
hapsedildiği için diğer parti ve kurumlar kendilerine
faşizmin dışında ideolojik-siyasal perdeler örme şansına
sahip oldular ve veya başkaları onları farklı şekillerde
tanımlayabildi.
Ne var ki, bütün bunlara rağmen 12 Eylül'e gelindiğinde
MHP miadını doldurmuştu. Yeni süreç, gerçek bir reorganizasyon
süreci olduğu için dönüşümlere uygun yeni organizasyonlar
gerekmekteydi. Bunların en önemlisi olan ve döneme tam
anlamıyla oturan ANAP, bir süre emperyalizmin ve oligarşinin
gereksinmelerini tek başına karşıladı. Bu rolünü siyasal
alanda olduğu kadar, ekonomik ve kültürel planda da
başarıyla gerçekleştirdi.
'90'lar Türkiye'si ise ANAP'ın bu topyekün işlev rolünün
de tükendiği bir Türkiye'dir. Hiçbir şeyin ama hiçbir
şeyin kalıcı olma şansının olmadığı bilinmektedir. İradi
etkenlerin çok cılız olduğu koşullarda bile mevcudun
iç işlerliği değişimi zorunlu kılar. Belki daha geç
bir şeyler değişir, ama mutlaka değişir…
Bugün, devrimci kesimin rolünü gerektiği gibi oynatabildiğini
söylemenin çok uzağındayız. Ama bu konuda umutsuz değiliz,
umudun ötesinde, inançlı, inatçı ve kararlıyız. Kendiliğinden
ve kısmi gelişmeler ise politika arayışların ve perspektiflerin
ufuklarını zorlayıcı nitelikte olmasa dahi önemlidir.
En azından büyük bir dikkat ve ciddiyetle incelenmek
ve volantirizmle determinizmin buluşma noktaları açısından
iyi anlaşmak zorundadır.
Diğer yandan, emperyalizm ve oligarşi cephesinde sürekli
yeni boyutlar oluşuyor.
İşte; dinci-faşist kesimin gelişmesi ve aktivasyonu
bu boyutlardan biridir ve oldukça önemli bir boyuttur.
Dünyadaki gelişmeler ve halkın değişen arayış ve yönelimleri
değerlendirilerek birkaç yıldır özenle örgütlenilip
mevzilendirilmiş bu kesim, önümüzdeki, süreçlerle karşı-devrimin
en önemli politik aktivasyon boyutlarından biri olacak.
Ciddi bir finansman ve programla, köylerden toplanılan
çocukların eğitilmesinden tutalım, ülkedeki birçok vakfın
olanaklarıyla donatılmaya, devletin neredeyse mevcut
bütün kurumlarında kök salmaya varıncaya kadar geniş
bir çalışma ağı oluşturdular. Üstelik bir hayli dinamik
ve yazısından militan eğitimine kadar birçok alanda
birikimli bir tarz yarattılar.
Din unsurunun; halk açısından hassas bir unsur olmaya
devam etmesinin yanı sıra, 12 Eylül depreminden sonra
halkın sarılacak bir dal arayış içinde olması nedeniyle
zemininin genişlemesi bu kesime daha elverişli bir ortam
yaratmıştır.
Sonuç olarak; bugün üniversitelerde öğrencilere saldırarak
başlayan dinci-faşist zorbalık, yarın grevlerde, siyasal
ve sosyal diğer odaklarda devam edecektir.
Fiili yanıt; yanıtların sadece biridir. İdeolojik ve
sosyal planda da bu kesime karşı mücadele etmek gerekiyor.
Yayılmalarını, genişlemelerini önlemek açısından ülkenin
bütün boşluklarını politik faaliyetlerle donatmalıyız,
süreci devrimci dinamizmin artık başat faktörlerden
biri olduğu bir süreç haline getirmek ise kuşkusuz görevimizin
esas adı…
Bunu, elbirliğiyle, birlikte gerçekleştirmek doğru,
mümkün ve zorunludur….
|