Kürdistan Devrimi Üzerine Düşünceler
|
Kürdistan devriminin sorunları (bu yazı bağlamında
örgütlenme sorunları) özellikle 1910'lu yıllarda yoğunlaşmış
bir tartışma gündemi oluşturmasına karşın, ne yazık
ki bu aşamada tutarlı ve sosyal-şöven kabuğu kırmış
bir tespitler bütününe ulaşıldığını iddia etmek mümkün
değil. Dolayısıyla, çok yazılıp konuşulmakla çözümlendiği
sanılan ama gerçekte tarihsel, siyasal, konjonktürel
pratiğe gereken yanıtları veremeyen yaklaşım ve önermelerle
çözümsüzlükler sürmektedir.
Solun çeşitli tartışmalarının, tespitlerinin kazandırdığı
bir şeyler elbette olmuştur. Ancak daha yola çıkarken
mevcut bazı olgu ve kabullenmelerin dairesi içinde düşünülmeye
çalışması, üstelik bunlarda ısrarlı tutumların sürdürülmesi,
yapılan tespit ve önermelerin gereklerinin bile yerine
getirilmemesi, Kürdistan devrimine de, Türkiye devrimine
de düşünsel planda geç kalma anlamında ciddi engeller
yaratmıştır.
Çeşitli düzeylerde sosyal-şöven özellikler taşıyan görüşler
nelerdir? Bu yaklaşımlar kendin nasıl ifade ediyor?
Türkiye solunda güçlü bir direniş hattı oluşturan şöven
tespitler ve yaklaşımlar tarihsel gıdasını nerelerden
alıyor?
Türkiye solundaki şövenizmin varlığının, üstelik bu
kadar katı ve güçlü olmasının tarihsel kökleri vardır
ve bu tarihsel kökler Osmanlı döneminden TC dönemine
kadarki süreçlerde yatmaktadır.
Bilindiği gibi, genelde Asya toplumlarına, özelimizde
ise, Osmanlılarda ve TC döneminde, devletin örgütlenme
mantığı katı bir merkeziyetçilik olmuştur. Başka ülkeleri
işgal eden Osmanlılar, tepeden atamalarla o ülkeleri
idare etmişlerdir. Aynı kültür, Osmanlıdan Kemalizme
kadar uzanmıştır. Öte yandan, Osmanlı döneminde işgal
edilen ülkeler, topraklar; devletin, yani Osmanlının
malı olarak kabul edilmiştir. Osmanlılardaki bu sahiplenme,
bu devlet sınırı mantığı, TC döneminde Kemalizm'le teorize
edilerek Misak-ı Milli olarak ifade edilmiştir. Osmanlıda
olmamasına karşın, Osmanlının TC'ye miras bıraktığı
Kürdistan'ın işgal edilmişliğine bir de asimilasyon
(Türkleştirme) eklenmiştir. Herkesin Türk olduğu ilan
edilerek, toplumsal eğitimin bu yönde olması için yoğun
bir seferberlik başlatılmıştır. Eğitimde, öğretimde,
politikada, sanatta, dilde, yasada her şey Türk kelimesi
ile başlatılmıştır. İşgal edilmiş topraklar da vatan
parçası sayılarak "vatanın milletiyle bölünmezliği"
düşüncesi kafalara kazılmaya, kuşaklar bu şekilde yetiştirilmeye
çalışılmıştır.
Öte yandan, gerek Osmanlıda, gerekse de TC döneminde
muhalif güçler hep devleti kurtarma mantığı ile hareket
etmiştir. Ve devleti kurtarmaya soyunmuşlardır. Gerek
yenilikçi hareketler, gerek ulusal özellikleri ağır
basan hareketler, gerekse de küçük tabakalara dayanan
hareketler başka ülkelerin topraklarının işgalini (Kürdistan
açısından ise, bir kat daha fazla) savunma mantığından
uzaklaşamamıştır.
Böyle bir egemen kültür tarihine sahip olan bu ülkede
yetişen devrimciler, demokratlar ve aydınlar, sömürgeci,
işgalci ve "her şey Türk için" mantığının
güçlü etkileri altında, o psikoloji ile yetişmişlerdir.
Durum bu olunca, ülkemizin demokratlarının gerçek demokratlığın
kıstaslarından (Kürt ulusal sorununda devletin yanında
saf tutarak vb.) uzak kalmaları anlaşılır bir olgu olmaktadır.
Ya "Komünist"ler?
Kendilerine komünist sıfatını verenlerin (geçmiş tarihtekiler
başta olmak üzere) tarihi özelikle bu yönüyle aydınlık
olmayan bir tablo içmektedir. Kemalizme bel bağlama,
devlet kuyrukçuluğu, cuntacılık vb. şeklinde kendini
gösteren etkilenme, kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Örneğin
Misak-ı Milli en başta "komünist"lerce savunulmuştur.
Kürt ulusal hareketlerinin Kemalistlerce ezilmesi karşısında
değil tavır almak, bu durum savunulmuş ve ilerici bulunmuştur.
Marksizmi seçen ama devletçi ve milliyetçi mantıklardan
kopuşu sağlayamayan sol, bu mantığı kuşaktan kuşağa
aktarmıştır. Türkiye devrimci hareketinin böyle köklü
bir etkilenme taşımasıyladır ki, bugün şövenizm bu kadar
güçlü ve artık ihtiyar bir tablo çizmektedir.
Türkiye solu tarafından geçmişten davranılan bu miras,
etkilerinin kırılıp atılması yerine ML kültürle harmanlanarak
varlığını korumuştur. Kürdistan proletaryasının hakları
sözde reddedilmekle birlikte Misak-ı Milli'ci mantıklardan,
her şeyin merkezine Türkiye'yi oturtan yaklaşımlardan
kurtulunmamakta, sosyal-şöven kabuk tamamen kırılmamaktadır.
Türkiye solu'nun şövenizmini belirleyen nedenler ve
etkenlerin önemli vurgu noktalarını özetle tanımlamak
gerekirse;
- Egemen kültürün sol üzerindeki güçlü etkisi, milliyetçilikten
tam bir kopuşun gerçekleştirilmemesi,
- Marksizm-Leninizmde ulusal sorunun kavranışındaki
eksiklik, hatalı kavrayışların varlığı ve çeşitli ülke
deneyimlerinin şablonculuğa vardırılan etkisi,
- Özgücüne güvensizlik,
- Sol'un karşılıklı olarak birbirini etkilemesi,
- Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin bağımsız örgütlenmesinin
geç kalmışlığıdır.
Sosyal-şövenizm kendini nasıl gösteriyor? Çözüm olarak
görülen ama aslında çözümsüzlüğün ifadesi olan "teori"ler
nelerdir? Kürdistan halk kurtuluş mücadelesine nasıl
haksızlık ediliyor?
Türkiye solunun ilginç bir özelliği var: Bir ülkenin
(Kürdistan'ın) proletaryasının kendi örgütüne sahip
olma hakkı deyim yerindeyse ipotek altına alınmıştır.
Başka ülkeler sözkonusu olduğunda savunulan yaklaşım,
Kürdistan sözkonusu olduğunda teklemektedir. Oysa bütün
ülkelerin proletaryaları gibi, Kürdistan proletaryasının
ve halkanın da kendi örgütüne sahip olma hakkı vardır.
Bunun koşulsuz savunulması gereken bir hak olmasına
karşın, sorun hep, "Türkiye Proletarya Partisi"ne
bağlı olarak düşünülmüş ve çeşitli önermelerde bulunulmuştur/bulunulmaktadır.
Leninizmin tezleri tahrif edilerek veya ML önderlerin
söylediklerinden işe gelen yerler alınarak ya da bunlar
cımbızlanarak dayanak yapılıp, Kürdistan proletaryasının
örgütlenme hakkı, (Türkiye merkezli) bir hak olarak
savunulunca, sonuçta ortaya kendisine bağlı örgütlerin
oluşturulmasının savunusu seçeneği çıkmaktadır. Bunun
en somut örnekleri de yakından bildiğimiz Kürdistan
gerçeğine uymayan ve dolayısıyla da pratiğe ışık tutmayan
"Kürdistan Bölge Komitesi" veya "Kürdistan
Seksiyonu" gibi düşünceler ve oluşumlar şeklinde
kendini göstermektedir. Bütün bunların anlamı şudur:
Kürdistan proletaryasının da örgütlenmesi olsun. Kaba
bir benzetme ile, bir zamanlar M. Kemal yönetiminin
"Bu ülkede bir komünist parti gerekirse, onu da
biz kurarız" demesi ve zamanı geldiğine inandığında
bir çok nedenin ve etkinin de koşullandırılmasıyla bir
KP kurdurtulması gibi…
Türkiye solunda soruna ben merkezci yaklaşılarak, Kürdistan
proletaryasının örgütlenme hakkı sözde savunulmasına
karşın, özünde reddedilmekte, mutlaka kendisine bağlı
olması istenmekte, ezen ulus devrimcilerine düşen görevler
unutulmakta fakat yalnızca ezilen ulus devrimcilerinden
birlik yönünde çalışma ve propaganda yapmaları istenmektedir.
Bu yaklaşımlar her ne kadar Lenin'in ezen ve ezilen
ulus devrimcileri için söylediği sözlerin arkasına sığınılsa
da, (o bile tek yanlı olarak ele alınmakta) konu gündeme
geldiğinde, her fırsatta ezilen ulus devrimcilerine
görevler hatırlatılmaktadır. Kürdistan'ın bağımsız örgütlenme
hakkı unutularak kendisine bağlı örgütlenmelere gidilmesinden
başka, bağımsız gelişen örgütlerin de kendisine bağlanması
istenmektedir. Konunun bir diğer ilginç yanı, Kürdistan
devrimcilerine ve halkına birlik önerilmesinden ve Türkiye
devrimci hareketine bağlanma vaaz edilmekte başka, şövenist
teoriler Kürdistan'ın diğer parçaları için de salık
verilmektedir. Kürdistanlı devrimcilere, her parçadaki
ezen ulus devrimci hareketleri de ortak örgütlenmesi
önerilmektedir. Kendi ülkelerindeki bağımsız örgütlenme
külliyen reddedilmekten başka, diğer parçalar için de
örgütlenme perspektifleri konulmaktadır. Herkes "resmi
sınırlarda örgütlensin" demektedir. Karşı alternatifler
ise, gereklerine ve gerekçelerine bakılmaksızın hemen
damgalanmaktadır. Milliyetçilik…
DOĞRU ÇÖZÜMLEMELER YAPMADAN DOĞRU TAKTİKLER ÜRETEMEYİZ
Ayrı örgütlenmeyi reddederek ortak örgütlenmeyi mutlaklaştırmak
için Kürdistan'ın sömürge olduğu gerçeği ısrarla reddedilmektedir.
Bilimsel ölçülerle Kürdistan'a bakıldığında, ayrıntıların
ve sömürge ülkeler arasındaki farklılıkların yaratacağı
kafa karışıklığına düşmemek kaydıyla, sömürge statüsünü
görmemek mümkün değildir. Sömürge olarak nitelemek için
bir ülkede klasik ve doğrudan emperyalist işgal aramanın
kısır döngüsü içine düşülerek, ya Türkiye'nin yeni-sömürge
olması nedeniyle sömürgesi olmayacağı ileri sürülmekte,
ya da sömürü koşullarının bütün özelliklerini taşımasına
karşılık, Kürdistan'ın diğer sömürgelerle olan farklılıklarının
peşinden sürüklenilmektedir. Kürdistan'ın sömürge olduğu
gerçeğinin yadsınması bir yana, Kürdistan'ın sömürge
ya da ilhak olarak tanımlanmasının da ayrı örgütlenmeyi
koşullandırdığı gerçeği görülememektedir. Çünkü bir
ülkenin sömürge ya da ilhak olarak tanımlanması ile
örgütlenmenin ortak mı yoksa ayrı mı olacağı arasında
(sömürge eşittir ayrı örgütlenme, ilhak eşittir ortak
örgütlenme gibi) bire bir bir bağ yoktur. Leninizmin
tezlerinde ve dünyanın hiçbir yerinde, bu iki kavramı
birbirinden soyutlama ve apayrı şeylermiş gibi karşı
karşıya getirme yaklaşımları yoktur.
Türkiye solunu doğrudan ya da dolaylı olarak Kürdistan
proletaryasının örgütlenme hakkının reddini savunmaya
götüren, Kürdistan devrimin gerçeğine uymayan örgütlenme
şemalarının ortaya konmasına yol açan ikincil olgulardan
başka biri de Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimcilerce
yapılandırılan Türkiye solunda kadroların milliyetlerinin
yarattığı kafa karışıklığıdır. Bir anlamda gizli bir
kaygı ve problem olan bu durumu, tıkayıcı olmadığının
ispatı için hangi sözlerin arkasına saklanılırsa saklanılsın,
sorun kendini çeşitli şekillerde göstermektedir. Oysa,
Komünistlerin hangi ulustan olurlarsa olsunlar aynı
çatı altında yer alıp almama gibi, başka ulustan komünistlerin
ayrı örgütlenmelerde bulunması ve yer alması da bir
problem değildir. Bizim gibi ülkelerde devrimci mücadele
aynı zamanda ulusal mücadeledir de. Devrimin ulusal
özellikleri ve vatanı vardır. Ama Komünistlerin vatanından
önce sınıfı vardır. Ve dünyanın bütün ulusal ve sınıfsal
savaşımları onların savaşımıdır. Komünistlerin kaygı
duyması gereken, farklı ulus proleterlerinin ve bazı
durumlarda örgütlerinin karşı karşıya getirilmesi, ortak
hedefe/düşmana karşı mücadelede zarar verici konumlara
sürüklenmesi ve devrimci mücadeleyi zayıflatması, bütün
ülkelerin proleterlerinin ortak hedefi olan komünizm
yolundan saptırılmasıdır. Ne var ki bazen devrimcinin
de düşüncede geleneğe uyduğu, ya da yerleşik düşünce
çemberini kırmak için zamana ihtiyacı olduğu görülüyor.
İKİ ULUS, İKİ KURTULUŞ
Açıktır ki, Türkiye'nin kurtuluşu, Kürdistan'ın kurtuluşu
demek olmayacaktır. Çünkü, Kürdistan ülkesi dört parçaya
bölünmüştür ve bu yönüyle dünya tarihinin ender bir
sömürge biçimini ifade etmektedir. Birleşik bir Kürdistan,
Kürdistan komünistlerinin ve proletaryasının (ki Türkiyeli
devrimciler ve proletarya başta olmak üzere halkın savunup
desteklemesi gereken budur.) temel görevdir. Ayrı örgütlenmenin
reddedilmesi bu hedefe sekte vurma anlamı taşımaktadır.
Aslında ortak örgütlenmeyi savunmakla (bu görüşün sahiplerince
de farkında olunduğu gibi…) gerçekte istenen (gerçekte
diyoruz, çünkü niyetlerin içtenliğini biliyoruz.) Kürdistan'ın
kurtuluşu olmuyor. Bir bakıma önerilerin çıktığı yol
şudur: Gelin Türkiye'yi emperyalizm ve egemen sınıflardan
kurtaralım, bu aynı zamanda Türkiye Kürdistanı'nın kurtuluşu
demek olacağından, Türkiye Kürdistan'ı da kurtulmuş
olur, sonra da diğer parçalar için mücadele edersiniz.
Elbette, doğrudan bu şekilde önermeler olmuyor. Bu,
halkların kardeşliği, ortak kurtuluş, sosyal-ekonomik-siyasi
yapının özellikleri gibi doğruların arkasına sığınarak
ama bu doğrular içinde sorunun özünü kaybederek yapılıyor.
Burada bir parantez açarak, Misak-ı Milli sınırları
içinde örgütlenme sorununa bakanların bu görüşlerini
başka bir yönden mercek altına almak yerinde olur. Sözgelimi,
"Misak-ı Milli" sınırları içerisinde Türkiye
Oligarşisinin yenilgiye uğratılması halinde öyle bir
"kurtuluş" durumu ortaya çıkacaktır ki, burada,
evet "ortak düşman" (Türkiye Oligarşisi) yenilmiştir
ve Türkiye için bağımsızlık nesnelleşmiştir ama ya Kürdistan
için? UKKTH, Kuzey Kürdistan için ancak bu noktada mı
güncelleşir? Olabilecek en iyi eşgüdümle Kuzey Kürdistan'ın
kendi kaderini belirleme hakkı devrimin doğal sonucu
olarak somutlaşsa dahi bu, Kürdistan ülkesinin kurtuluşu
anlamına gelir mi? Irak, Suriye, İran ve Türkiye yönetimlerine
karşı, ayrı ayrı mücadele vererek ve kendi gücünü bu
ülkelerin "güçbirliği"ne feda ederek bölmesini
isteme hakkı hangi ülkenin ML'lerine verilebilir. Bağlantılı
olarak, yukarıdaki satırlarda ifade ettiğimiz durumun
gerçekleşmesi halinde dahi bu, "Kurtarılmış Kürdistan
Bölgesi'nin yeni programlar dahilinde yeniden mücadelelere
atılması seçeneğini dayatmak, Kürdistan ülkesinin topyekün
kurtuluşu programının önüne koyma hakkı kime ait olabilir?
Geleneksel yaklaşımlardan sıyrılıp bakıldığında yanıt
kolay ve açık.
Türkiye solunda sık sık "genelin çıkarlarından
söz edilmekte, kimi halde bunun arkasına sığınılarak
tespitler ve önermeler yapılabilmekte, bu önermeler
Kürdistan devrimine haksızlık üzerine oturtulmaktadır.
Şöyle ki; sorun Türkiye ve Kürdistan proletaryasının
çıkarlarına indirgenmekte, ya da bu hep bir adım önde
tutulmaktadır. Elbette devrimciler genelin çıkarlarına
önem verirler. Genelin çıkarları denilince anlaşılması
gereken nedir? Genelde dünya proletaryasının, Türkiye
ve Kürdistan söz konusu olduğunda, her iki ülkenin proletaryasının
çıkarları… Kürdistan'da devrim denildiğinde, Türkiye
Kürdistanı anlaşılınca, genelin çıkarları Türkiye merkezli
olunca, ortak örgütlenmeye çıkarılan bütün yollara (gerçeklere)
buradan da destek ya da takviye yapılmaktadır.
Bırakalım Kürdistan proletaryasının bağımsız örgütlenme
hakkının savunulmasını, UKKTH'nın tutarlı bir savunucusu
olarak hareket edilip Kürdistan'ın bağımsızlığı için
ajitasyon ve propagandadan kaçınılmaktadır. Sorunu Misak-ı
Milli sınırları içinde ele alan yaklaşımlar, bu düşüncenin
sonucu olarak en temel görevlerden birini gözardı etmektedir.
Unutmamak gerekir ki, bütün halkların kaderi ortaktır
ama hiçbir halkın kaderi başka bir halkın kaderine bire-bir
bağlı değildir. Türkiye ülkesinin olduğu kadar, Kürdistan
ülkesinin de sömürgeciliğe son vererek bağımsızlığa
kavuşma hakkı meşrudur ve bu meşruiyet, konunun devrimciler
tarafından her koşulda savunulmasını zorunlu kılar.
Ezen ulusun devrimcileri hangi aşamada olursa olsun,
ezilen ulus (ya da ulusların) bağımlılık zincirini parçalama
hakkını savunur, o yönde propaganda da bulunur, mücadele
yürütür. Aksi durumda çeşitli biçimlerde sömürgecilerin
yedeğine düşmekten kurtulamaz. Bugün öyle görülüyor
ki, Türkiye'de olan pekte bundan farklı değildir. Öyle
ki, Kürdistan'daki ulusal kurtuluş mücadelesinin gelişim
seyri ve uluslar arası gelişmelerin sonucu, Oligarşinin
Kuzey Kürdistan'a olası bir özerklik tanıma vb. yoluna
gitmesi durumunda, ML adına savunulan bu mantık, burjuvazisinin
gerisine düşebilecektir.
Bütün işgalcilik tarihi boyunca olduğu gibi, dört işgalci
devlet de birleşik ve bağımsız bir Kürdistan istemiyor.
Gerektiğinde birbirlerinin yardımına koşmaktan geri
durmuyor. Hepsi sömürge edindiği parçayı talan ediyor
ve ona sıkı bir şekilde sarılmış bırakmıyor, bırakmak
istemiyor. Bu ülkelerin komünistleri, devrimcileri doğaldır
ki öncelikle kendi halkının kurtuluş mücadelesini örgütlemekle
görevlidir. Ezen ulus devrimcileri, Birleşik ve Bağımsız
Kürdistan şiarına sahip çıkmak zorunda (sorumluluğunda)
olmasına karşın, şöven yaklaşımlar buna engel olmaktadır.
HER DEVRİM VE HER KURTULUŞ DİĞERLERİNİN BASAMAĞI
OLUR
Kürdistan'da örgütlenme konusundaki görüşlerimizi anlatmaya
geçmeden önce, iki önemli ve birbirleri ile yakın ilişki
içinde olan perspektife yer vermek istiyoruz.
Enternasyonalist karaktere sahip olan her ülke proletaryasının
savaşımı, dünya proleter devriminin parçalarıdır. Proletaryanın
savaşımı hangi ülkede olursa olsun, tek başına bir amaç
değildir. Proletarya için nihai, amaç her parçada aynıdır:
komünizm. Öte yandan, ülkeler birbirlerinden çok çeşitli
farklılıklar gösterirler ve devrim her ülkedeki proletaryanın
(muazzam ittifakları, destekleri kapsasa da) kendi eseri
olacaktır. Ülkeler birbirlerinden farklı özellikler
taşıdığından, topyekün bir dünya devrimi söz konusu
olamayacağından, devrimler enternasyonalist karakterli
olsa da ulusal yönün özelliklerini taşırlar. Bu durum
proletaryanın karşısına nihai amacı aynı olmak üzere,
her ülkede farklı taktik görevler çıkarmaktadır. Proletarya
ve onun öncü örgütünün, ML'nin evrensel tespitlerini
ülkelerine uygulamaları sonucu gelişen/geliştirilen
mücadeleler ile zafere ulaşılır.
Her ülkenin sınıf bilinçli proletaryası, dünya devrimi
için yürüyüşünde evrensel olanla ülke gerçeklerini birleştirmek
durumundadır. Her ülkenin ML'leri ve sınıf bilinçli
proletaryası, dünya devriminin bir parçası olarak kendine
yüklediği görevi, öncelikle kendi ülkesinde gerçekleştirmekle
yükümlüdür. Bu perspektifle örgütlenmek ve mücadele
etmek zorundadır.
Her sınıf gibi kendi çıkarları ve amaçları doğrultusunda
örgütlenmiş proletaryanın görevi nihai amacı komünizm
için, ülkesinde devrimi (diğer devrim mücadeleleri ile
bağlantı içerisinde) gerçekleştirerek sosyalizmi inşa
etmektir. Proletarya bu tarihsel misyonunu gerçekleştirirken,
öncüsü ile kendisini örgütler, donatır. Bu ise, proletaryanın
partisinden başka bir şey değildir. Proletaryanın ana
görevi, devrimlerin kilit sorunu, proletaryanın kendi
öncüsüne sahip olması, öncüsüyle tarih sahnesine çıkmasıdır.
Her ülke proletaryasının, devrimini omuzlamak, ona öncülük
etmek için kendi öncü gücüne ihtiyacı vardır. Ancak
kendi öncüne kavuşma hakkının savunulması ile birlikte
uluslar proletaryasının arasında örgütlenme biçiminin
nasıl olacağı, bu hakkın nasıl kullanılacağı tartışması
gündeme gelir. Tabi ki her ülkenin proletaryasının örgütlenme
hakkının tanınması ve savunulması ile, bu hakkın nerede
ne zaman ve de nasıl kullanılacağı sorusunu (arasında
sıkı bir diyalektik bağ olmasına karşın) birbirine karıştırmamak
gerekir.
Bu perspektif ışığında, Türkiye proletaryasının olduğu
kadar, Kürdistan proletaryasının da bu hakkı tartışılamaz
(kaldı ki tartışılırsa dahi, hayat bir noktadan sonra
kendi gerçeklerini yaratarak, nesnelin çizgilerini çeker.
Nitekim 12 Eylül'den sonra bu tartışmaları "beklememe"
hakkını kullanan (!) Türkiye Kürdistanı devrimcileri,
kendi dağlarına sahip çıkma hakkının nesnelliğini çizmeye
başlamışlardır.) Hiçbir şekilde komünistler, Kürdistan
devrimine önderlik edecek, toplumu örgütleyecek, sömürgeciliğin
tahrip edici etkilerini ortadan kaldıracak ve sosyalizmin
inşasını sağlayacak öncü örgütlenmesine kavuşmasını
reddedemez ve onun bu sürecine kayıtsız kalamaz.
Bileşik ve Bağımsız Kürdistan şiarında, ayrı örgütlenmenin
gerekliliğinde ısrarcı olmamalı, ezen ulus devrimcileri
olarak Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesine karşı
görevlerimize daha sıkı sarılmalıyız. Devrimlerin çıkarı
burada yatıyor.
Öte yandan, çok uluslu devletlerde örgütlenme sorununun
iki çözüm yolu vardır. Birincisi, ezen ulus proletaryası
ile ezilen ulus proletaryasının ulusal ve sınıfsal mücadelelerinin
tek bir dalga halinde birleştirilerek merkezi ve birleşik
bir parti örgütlenmesidir.
İkincisi ise, ezilen ulus proletaryasının ayrı örgütlenmesidir.
Koşulların elverişliliği halinde tek bir proleter parti,
tek bir proleter topluluk örgütlenmesini savunan ML'ler,
koşulların elvermediği durumda, yani devrimin sorunlarının
çözümünün birleşik bir parti değil de, ayrı partilerde
ama bir çok alanda ortak mücadele, dayanışma vb. şeklinde
bir yolun izlemesi gereklilik olduğunda aynı partide
örgütlenmekte ısrar etmezler edemezler. Ve böyle bir
mutlaklığa düşmezler. Keza ayrı örgütlenmeyi savunmak,
örgütlenmeyi ulusal sınırlara hapsetmektir gibi bir
görüş ileri sürmek, Marksist bilimi, örgütlenme sorununu
karikatürize etmektir. Ayrı örgütlenme enternasyonalizmi
dışlamaz. Çok uluslu devletlerde, örgütlenme sorununda,
ML'ler, ortak örgütlenmeyi olduğu gibi, ayrı örgütlenmeyi
de mutlaklaştırmazlar. Bu anlamda soruna reçetelerle
yaklaşılamaz. Çünkü örgüt sorunu ihtiyaçtan doğar ve
ihtiyaca, saptanan görevlere göre model çizilir. Örgütlenmenin
ortak mı, ayrı mı olacağı, bu sorunun olduğu her ülkenin
özgülünde bir inceleme, değerlendirme sonucu yanıt bulacak
bir sorundur. Örgütlemenin nasıl olacağını belirleyen;
tarihsel, sosyal, ekonomik, kültürel, siyasal, coğrafi,
psikolojik olguların ortaya çıkardığı tablodur. Öznel
niyetlere göre hareket edilemez. Burada sorunun özü,
örgütlenmenin proletaryanın çıkarları açısından nasıl
çözümleneceğidir. Ve devrimin ihtiyaçlarına yanıt, koşullar
elverseydi, komünistler, değil çok uluslu devletlerde,
dünya çapında tek bir proleter parti, tek bir proleter
topluluk oluşturmaktan geri duramazlardı…
NEDEN AYRI ÖRGÜTLENME
Daha önce İran ve Osmanlı devleti arasında paylaşılan
Kürdistan, Lozan'da emperyalizmin kabullendiği yeni
statü çerçevesinde, Türkiye, İran, İngiliz sömürgesi
Irak ve Fransız sömürgesi Suriye tarafından yeniden
paylaşılmış sömürge özelliklerine sahip bir ülkedir.
Kürdistan sömürgeciliğin bütün özelliklerini (ekonomik,
siyasi, askeri ilhak olarak) taşımasına karşın, diğer
sömürgelerden farklı yönler de taşır. Bu farklılıklar,
Sömürge Kürdistan'ın tali çizgileri değil, oldukça …
sömürgelerde olduğu gibi, şu ya da bu devletin sömürgesi
değil, birden çok devletin sömürgesi durumundadır. Bu
denli parçalanmış olması onun en önemli özelliğidir.
Bundan dolayı Kürdistan "Uluslar arası Sömürge"
tanımını gerekli kılıyor. Ayrıca, coğrafi açıdan elverişliliği,
sömürgeci devletlere Kürdistan topraklarını kendi topraklarına
katma, bu şekilde sınırlar çizme olanağı tanıdı. Bu
nedenle, Kürdistan bir denizaşırı ya da kıtalar ötesi
bir sömürge değil, bir iç sömürgedir. Her parçada sınıfsal
sömürünün yanı sıra, ulusal baskı vardır. Ki bu baskı,
Kürtleri, dili, kültürü, tarihi ve bütün özgün yanlarıyla
yok etme boyutlarındadır. Sömürge halk, ideolojik ve
askeri bir dizi unsurdan oluşan bir baskı ve terör altındadır.
Ülkesi ve ulus olarak varlığı reddedilmektedir.
Kürdistan halkının kurtuluşunu sağlayacak bir devirim,
işte bu yapının üzerine ve özelliklerine göre yükselmek
durumundadır. Bütün ülkelerin devrimleri gibi…
Kürdistan'ın bu yapısı Türkiye halkları ile Kürt halkı
arasında parçada ortak çelişkilerin yanı sıra, farklı
çelişkilerin varlığını gösterir. Parçada, sınıfsal temelde
sömürünün ortak hedefi iken, ulusal bir baskının da
altındadır. Ayrıca, Kürt halkı dört parçada da benzer
özelliklere sahiptir. Ki parçalardaki farklılıklar sorunun
özünü değiştirmekle birlikte, topyekün kurtuluş programlarının
gerekliliğine ayrıca işaret eder. Kürdistan'ın parçalanmış
sömürge statüsünün belirlediği farklı çelişkiler ayrı
örgütlenmenin güçleridir. Farklı çelişkilerin varlığı,
Türkiye ve Kürdistan halkları açısından baş çelişkinin
parçada ortak yönler taşımasına karşın, ayrı bir baş
çelişkinin de olduğunu gösterir. Buna göre, Türkiye
halkının baş çelişkisi Oligarşi ve Emperyalizm iken,
Kürt ulusunun baş çelişkisi, dört devletin sömürgeciliği
ve işbirlikçileridir.
Buradan çıkan sonuç, Türkiyeli komünistlerin, devrimcilerin
görevleri ile Kürdistan Komünist ve devrimcilerinin
görevleri arasında ortak yönlerin yanı sıra farklı görevlerin
de var olduğudur.
Öte yandan, Türkiye ve Kürdistanlı devrimcilerin çözmek
zorunda olduğu çelişkilerdeki ortaklık, somutta ortak
bir mücadelenin, dayanışmanın güçlü maddi zeminlerini
oluşturuyor.
Komünistlerin ve proletaryanın, sosyalizme giden yolda
öncelikle çözmesi gereken, bütün parçalarda sömürgeciliğe
son vermek, feodalizmi tasfiye etmek ve birliği sağlamaktır.
(Bu, Kürdistan devriminin stratejik hedefini oluşturur.)
Ülkesi parçalanmış, işgal altında tutulan sınırlarda
(Misak-ı Milli'de) örgütlenemezler. Çünkü Kürdistan
devrimi parçada devrim anlamına gelmez. Kürtlerin ulusal
birliği ve iradesi, dört parçada birden somutlaşır.
Sömürgeciliğin bütün izleriyle tasfiyesi ve onun yerine
konulacak devrimci kurumların oluşturulması için dört
parçada kök salmak durumundadır. Kürdistan'ın geleceği,
birliği, dört parçadaki dinamiklere dayanıyor. Bu dinamiklerin
ortaya çıkarılması, örgütlenmesi ve harekete geçirilmesi
ise, Kürt halkının kendi bağımsız örgütlenmesine sahip
olmasıyla mümkündür. Türkiyeli devrimciler, Kürdistanlı
devrimcilerin öncelikle kendi halkına, Kürdistan gerçekliğine
karşı sorumluluklarını gözardı ederek, onlara kendi
ufkunun çözümlerini dayatamaz.
AYRI ÖRGÜTLENME ORTAK MÜCADELENİN KARŞITI DEĞİLDİR
Ayrı örgütlenmenin savunulması, ortak mücadelenin, çeşitli
düzeylerden güç ve eylem birliklerinin, ortak taktik
ve savaşımın oluşturulmasının önünde engel değildir.
Türkiye devrimci hareketi ile Kürdistan devrimci hareketi
arasında, ittifakların ve mücadele birliklerinin oluşturulmasının
maddi zemini vardır. Her şeyden önce devrimler arasındaki
derin bağlar göz önüne alındığında, bu bir zorunluluktur
da…
Kürdistan devriminin, Türkiye Kürdistan'ı parçasında
düşman, Türkiye halklarının düşmanı ile aynıdır; Oligarşi
ve emperyalizm. Ortak çelişkiler söz konusudur. İç sömürge
olmasının doğurduğu sonuçlardan biri olarak halklar
iç içedir. Bütün bunlar güçlü maddi zeminler oluşturduğu
gibi, enternasyonalizmin bir gereği olarak ortak mücadele,
dayanışma temel felsefesi ile hareket edilmek durumundadır.
"ORTADOĞU DEVRİMCİ ÇEMBERİ" GÜNCEL BİR ŞİARDIR
Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketi arasında ortak
mücadele bu kapsamla da sınırlanamaz. Bu durum yalnızca
Türkiye ve Kürdistan devrimleri açısından değil, Ortadoğu'nun
tüm ülkelerindeki devrimci hareketler arasında gerçekleştirilmek
durumundadır. Perspektif bu olmalıdır. Ortadoğu'nun
halkları ortak bir kader çizer. Ortadoğu ülkelerinin
devrimleri birbiri ile derin bağlar oluşturur. Bir zincirin
halkaları gibidir. Ortak mücadele, eylem birlikleri,
proletaryanın enternasyonalist görevlerinin, bir sonucu
olduğu kadar, bununla çelişmeyen, aksine onun somut
ve güçlü bir ifadesi olarak devrimlerin başarıya ulaşması
ve korunmasında önemi yaşamsaldır.
Çağımızda emperyalizmin girift ilişkiler ve bölgesel
sömürü mekanizmaları kurma, yeni sömürgecilik ilişkilerini,
sömürge ülkelerle bire bir değil bölgesel çıkar ve programlar
etrafında örgütleme yöntemini doğru kıstaslarla anımsamak
zorundayız. Bu gerçekliğe bağlı olarak devrimci enternasyonalizmin
çıkarlarını, bölgesel kurtuluş çemberleri tesis ederek
savunmalıyız. Bugün emperyalizm için her zamankinden
çok daha fazla Irak, İran, Suriye, Kürdistan ve Türkiye
vb. yoktur. Ortadoğu vardır. Ve kuşkusuz dünya halklarının
kurtuluşu birbirine bağlıdır. Aynı zamanda bu ülkelere
tarihsel koşullanmalar içerisinde o ölçüde birbirine
karşı konumlanmaya elverişli özellikler kazandırılmıştır.
Ortadoğu'daki statüler öylesine bu bölgelerin iç dinamiğine
yabancı ve onu alabildiğine törpüleyen bir tarzda yaratılmıştır
ki burada esas olan öncelikle gerçek dinamikleri kazanmak
ve yapay olanı, yabancı olanı reddetmektir. Ortadoğu
kimliği, Ortadoğu halklarının gerçek ulusal çizgilerini
tanımlamalıdır.
Söz konusu iç içe geçmiş özellikler nedeniyle bir Ortadoğu
çemberi, Ortadoğulu emekçi sınıfların doğru ilişki ve
programlar nezdinde savaşımı, tıpkı bir kimyasal reaksiyonun
zincirleri gibi birbirini tamamlayan, bütünleyen, geliştiren,
yaratan özellikler taşır. Fakat tam tersi yanlış taktik
ve saptamalar doğrultusundaki girişimler de o ölçüde
bir diğer ülke ve o ülkenin topyekün bütün sınıflarının
karşı cephede dövüşmesi ve dövüştürülmesi tehlikesini
taşır. O halde Ortadoğu devrimci çemberinin yaratılması
mantığı, belki en fazla Kürdistan ülkesinin kurtuluşu
için zorunludur diyerek, şimdilik geçelim.
Ortadoğu halklarının kurtuluşunun, emperyalizmin Ortadoğu'dan
sökülüp atılmasından, sömürgeciliğin, faşist ve gerici
iktidarların yıkılmasından geçeceği, bunun başarılmasının
Ortadoğu halklarının ortak mücadele ve dayanışmaları
ile doğrudan bağlantılı olduğu tespitini, bütün Ortadoğu
ülkelerinin devrimcileri şiar edinmeli, halklar arasında
bu yönde ajitasyon, propaganda yapmanın ihmal edilemez
temel görevlerden olduğu bilinci ile hareket edilmelidir.
AYRI ÖRGÜTLENME-ORTAK MÜCADELEDE ISRAR GEREKLİDİR
Osmanlı imparatorluğu döneminde, İran Şanlığı ile Kürdistan
paylaşılarak, kaynakları talan edildi, halkı ağır vergi
yükü altında ezildi, Kürt feodalleri ile işbirliği yapılarak
halk sömürüldü, Kürdistan bir asker deposu olarak kullanıldı,
üretici güçlerin gelişmesi engellendi, ekonomisi yıkıma
uğratıldı. Bu tahribatlardan başka "Kürdü Kürde
kırdırma" politikası ile Kürtler birbirine düşürüldü.
Saray entrikaları çevrildi. Kürtlerin uluslaşmasının,
halkın birliğinin önüne engeller çıkarıldı. Yüzyılların
mirası bu kez Osmanlıdan TC.'ye geçti. Anadolu Harekatı
boyunca dostluktan ve kardeşlikten söz eden T.C. yöneticileri
(M. Kemal ve Arkadaşları) bir yandan da aynı süreçten
başlayarak her şeyi tersyüz ettiler. Ve Lozan'da emperyalistlerle
anlaşarak Kürdistan'ı yeniden parçaladılar. Bu parçalanmışlık
kaçınılmazlık olarak Kürt halkının sömürgecilere karşı
gücünü birleştirme ve topyekün savaşa girme olanaklarının
gaspı ve alabildiğine güçsüzleştirilmesi, en azından
belli bir tarihsel dilimde bu tehlikenin engellenmesi
anlamına geliyordu. Birden fazla işgalci düşmanla karşı
karşıya olduğu gibi, çoğu kez birden fazlasıyla aynı
zamanda savaşmak zorunda kaldılar.
Sömürgeci devletler, Kürdistan'da egemenliklerini sürdürmek
ve onları ezmek için dünden bugüne karşılıklı olarak
için birbirlerini desteklediler. Örneğin (önderliğin
niteliği bir yana) Şeyh Sait Ayaklanması sırasında Fransız
Emperyalistleriyle anlaşan M. Kemal, ordusunu Suriye
topraklarından geçirdi. Irak Kürdistanı'nda Kürtler,
uzun yıllar İngiliz uçaklarına, toplarına karşı koymak
zorunda kaldı. Ağrı Ayaklanması ve daha sonraki yıllarda
M. Kemal iktidarı ile İran Şahı, Kürt halkına karşı
ortak hareket ettiler. Yakın tarihlerde Türk ordusunun
Irak'la yapılan bir anlaşma çerçevesinde Irak Kürdistanı'na
karşı giriştiği saldırılar belleklerde tazeliğini koruyan
bir başka örnektir.
Özellikle TC döneminde Kürtler, Ulusal ve Kültürel olarak
özümsenmeye tabi tutuldu ve soykırıma uğratıldı. Kürtlerin
asimilasyonu, tarihte benzeri görülmemiş bir şiddetle
sürmektedir demek abartma olmaz. Çünkü Kürtler, ülkesi
ve halkıyla toptan (Kürdistan'a, Türkiye'nin Güneydoğu
bölgesi, Kürtlere dağ Türkleri ya da Türklerin bir boyu
vb. denilerek) reddedildi. Yıllarca Kürtleri aldatan,
birbirine düşüren sömürgeci egemenler, halklar arasında
da güvensizliği körüklediler. Onlara bütün halklar gibi
kendi devletlerini kurma olanağı tanımadılar. Bağımsız
yaşama bilincini engellemek için yoğun bir asimilasyonla,
soykırımlarla tarihin bu gerçekliğini silme politikası
izlediler.
Tarihsel süreçlerin bütün bu olguları, halklar arasında
güçlü güvensizliklerin ve kuşkuların oluşmasına yol
açtı. Kürtlerin diğer halklar gibi uluslaşma süreci
yaşamalarına engel oldu. Kürt halkının bağımsız yaşama
bilincinin gelişmesine sekte vurdu. Kürtler kimliklerini
ifade edemez duruma düştüler.
Öte yandan, Türk solu ibret verici özellikleriyle sömürgeci
egemenlere çeşitli yararlar sağladı. Milliyetçiliğin
bir türü olarak sosyal-şövenizm, Kürt halkının, Türk
halkına yönelik tarihsel güvensizliğini derinleştirmede
azımsanmayacak işlevler gördü. Türkiye solunun tavrı,
Kürdistan'da devrimci dinamiklerin ortaya çıkmasına
hizmet etmedi, aksine geç kalmasını besledi. Dahası,
Kürdistan'da her biri Osmanlı Kürt işbirliğinin devamı
olan veya en azından bu eğilimleri taşıyan, gerçek ulusal
kurtuluşçu kimliğe sahip olmayan Kürt egemen sınıf örgütlülüklerinin
halk kitlelerini etrafında toplanmasına hizmet etti.
Birleşik ve Bağımsız Kürdistan şiarında, ayrı örgütlenmenin
gerekliliğinde ısrarcı olmamalı, ezen ulus devrimcileri
olarak Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesini proleter
hareketlerine bağlayan bağları görerek, ulusal dar görüşlülüğü
içe kapalı bir konuma sürükleyecek eğilimlere karşı
mücadele etmeli, halklar arasında tarihi güvensizlik,
kuşku ve kaygıların kaynaklarını göstererek bunu kurutmaya
çalışmalıdır. Ezen ulusların devrimci hareketleri ile
ortak mücadelenin geliştirilmesinde üzerine düşen tarihi
görev ve sorumluluklarını yerine getirmelidir.
Görevlerimize daha sıkı sarılmalıyız. Devrimlerin çıkarı
burada yatıyor.
ORTAK GÖREV, PROGRAM VE TAKTİKLERİN SAPTANMASI ACİLDİR
Sorunun can alıcı ikinci bir yönü daha var: Kürdistanlı
devrimciler ile Türkiyeli devrimcilerin birbirlerine
karşı görevlerinin sağlıklı bir şekilde saptanması ve
bu saptamalara mücadele pratiğinde hayat verilmesidir.
Kürt ulusunun devrimcileri, propaganda ve ajitasyonlarının
gerekliliklerini, halkların kardeşliğinin ve beraberliğinin
sosyalizmin uzun vadeli hedefleri açısından anlamını
da oturtmalıdır. Kürdistan kurtuluş hareketini, ezen
uluslar proleter hareketlerine bağlayan bağları görerek,
ulusal dar görüşlülüğe, içe kapalı bir konuma sürükleyecek
eğilimlerine karşı mücadele etmeli, halklar arasında
tarihi güvensizlik, kuşku ve kaygılarını göstererek
bunu kurutmaya çalışmalıdır. Ezen ulusların devrimci
hareketleri ile ortak düşen tarihi görev ve sorumluluklarını
yerine getirmelidir.
|