Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

12 Eylül sürecinin kalıcı bir kurumlaşma yaratmayı amaçlayan bir süreç olduğu bilinmektedir. Çeşitli görece değişimlere rağmen açık faşizmin işlerliği bir yandan yeni boyutlarıyla ülke gündemini doldururken, bir yandan da eski boyutlar kendi kavlince varlığını koruyor. Bunlardan biri de 'yargı'dır.
On yıllık bir zaman dilimi, sadece uzun bir süreçtir. Ve On-onbir yıl önce 12 Eylül'ün tutsak aldığı bir takım insanlar, bugün hala Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerince yargılanmaktadır.
Üstelik, bu durum, bütün olağanüstü gerçekliklerine rağmen varlığını ve hayatiyetini sürdürmektedir.
Söz konusu 'yargılama' süreçlerinden biri de THKP-C/MLSPB davası tutsaklarınca yaşanmış ve yaşanmaktadır. Hemen hemen hepsi 8-10 yıllık tutukluluk dönemlerini doldurduklarından (ve hatta bir kısmı 10-12 yıllık bir 'tutukluluk' yaşamıştır) dolayı "Tecil Yasası" ile bırakıldıkları halde, yargılama sürmektedir ve belki de yaşlılar normal ömürlerini dolduracaklar, davadaki sanıklık mirası çocuklarına kalacak…
Çünkü hala Selimiye'de Askeri mahkemeleri var ve bu insanlar "yargılamaya" devam ediyor.
İstanbul THKP-C/MLSPB davası, 6 Haziran 1990 tarihinde, Askeri yargıtayca karara bağlandı.
Hukukun hiçbir anlamda işlemediği bu davanın on bir yıllık sürdürülüş tarihi, ülkemiz siyasal koşulları açısından ibret verici bir süreçtir.
22 idam, 49 müebbet hapis cezasını kapsayan 350 kişilik MLSPB davası, başından sonuna kadar sadece ve sadece açık bir siyasal çatışmanın cereyan ettiği, hukukun burjuva anlamda da her celse kurşuna dizildiği bir dava olmuştur.
Nisan 1980'de İstanbul 3 Numaralı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde başlayan dava, çeşitli uygulamalar açısından, aynı yıllarda görülen diğer örgüt davalarından da farklı ve vahim bir seyir izlemiştir. Ve nihayet geçtiğimiz günlerde çıkarılan Askeri Yargıtay kararı ile, on yıllık THKP-C/MLSPB davası skandalı, ayyuka çıkan bir zulüm manzumesi halinde noktalanmıştır.
Bu kadar uzun süredir "yargılanan" ve son altı yıldır da askeri Yargıtay sonuçlarını bekleyen, çoğunun askeri Yargıtay savcılığının istediği ceza süresi dolan 71 tutuklu "idamlık ve müebbetlik" sanık, bir matematik onay listesiyle karşılaşmıştır.
Bu liste, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, altı yıl kadar uzun bir beklemeye rağmen dosyaların doğru dürüst incelenmediğinin, kararın tamamen siyasal bir içerik taşıdığının kanıtı olmuştur. Yine aynı siyasal yaklaşımla, daha önce dört MLSPB önder ve kadrosunun katledildiği günde açıklanan Yargıtay kararı, görülmektedir ki, herhangi bir hukuk kurumunun değil, doğrudan doğruya devletin kararıdır.
Devletin güvenlik güçlerine varıncaya kadar her düzeyde elamanının öteden beri THKP-C/MLSPB davasını, en az yargılanan sanıklar kadar dikkatle izlediği bilinmektedir.
Davanın açıldığı ilk yılda, Amerikan emperyalizminin ajanlarının cezalandırılmasından yargılanan iki MLSPB gerillasının (Kadir Tandoğan ve Ahmet Saner) dosyası toplu davadan ayrılarak hızla sonuçlandırılmıştır. İdamların infazı. Tarihi: 25 Haziran 1981… Tandoğan ve Saner'in Askeri Yargıtayda bozulan dosyaları, son anda her nedense bozulmamış işlemi görerek infaz gerçekleştirilmiştir. Bu 'hernedense'nin yanıtı bellidir gerçekte o günlerde üst düzeyde bir Amerikan heyeti ülkemizi ziyaret etmektedir ve onlara Amerikalıların cezalandırılmasından yargılanan iki devrimcinin yaşamlarından daha cazip bir armağan olamaz kuşkusuz.
Davanın sürdürüldüğü on yıl boyunca gündemden kalkmayan aynı ilginç 'rastlantılar', tutuklu sanıkların, yargılanmakta oldukları TCK maddelerine göre artık tahliye olmaları gereken günlerde de sürerken, İstanbul Emniyeti Birinci Şube görevlisi, MLSPB timi polisleri MLSPB sanıklarına haber yollar: "Boş yere tahliye beklemesinler. Karar gününü biz de bekliyoruz!.."
Nitekim 6 Haziran'da polis timini başkalarının 'beklentisi' karşılık bulmuştur. Yıllardır tahliye bekleyen, ülkenin aynı sürecindeki koşullarda dahi benzer örneği görülmeyen bir hukuksuzlukla 'yargılanan' MLSPB sanıklarını, bu kez de sürpriz onama kararları, Askeri Yargıtaydan çıkmış-çıkarılmıştır.

"SAVAŞ HALİ HÜKÜMLERİNCE YARGILANIYORSUNUZ"

Bu davada hiçbir anlamda hukuk yoktur, derken, özellikle hangi olağanüstü durumlardan sözediyoruz:
THKP-C/MLSPB sanıklarının, daha çok da idam ve müebbet cezası verilen sanıkların çoğunluğunun savunması yoktur.
Yine aynı sanıklar çok uzun süre mahkemeye çıkmamış, mahkemelerde kendileriyle ilişkili gelişmeleri izleyememiş, bunları yanıtlıyamamışlardır.
Dava, siyasi bir kararlılıkla, aksi yöndeki bütün gerekliliklere, bir çok benzer örneğin TCK'nın 168. maddesi üzerinden işlem görmesine rağmen 146. madde üzerinden yürütülmüştür.
Eylemlerin genellikle görüldüğü üzere sadece sanıkların değil, bu kez tanıklarının da ifadeleri, emniyette baskıyla, mahkemede ise özellikle başkan İskender Tepebaşılı'nın tutumuyla, zorla alınmıştır. Tespit edilen sanıklar, tanığa tek başlarına ve adları söylenerek gösterilmiş, tanıkların tereddütü ya da tersini söylemesi halinde baskı yapılmıştır.
Mahkeme tutanakları gerçekleri yansıtmamaktadır. Mahkemelerde cereyan eden olayların bir kısmı hiç geçirilmemiş, bir kısmı çarpıtılmış, bir kısmının ise tam aksi tutanaklara geçirilmiştir.
Davanın hiçbir genel kriteri olmamıştır. Bazı sanıklar için sadece emniyet ifadesi baz alınmış, bazı sanıkların emniyet ifadesi hiçe sayılmıştır. Bazı sanıklar için sadece hainlerin (itirafçıların) ifadesi baz alınmış, fakat eğer itirafçının iadesinde herhangi bir sanık için aklama varsa o sanık için itirafçının ifadesi gözetilmemiştir. 350 sanıklı bu davada bir tek ciddi yazılı delil yoktur. Ve bu durumda mahkemelerce (birinci dereceden delil sayılan) yazılı belge, sanığın kendi ifadesi ya da net tanık ifadesi olmadan idam-müebbet cezası olan onlarca sanık olabilmiştir.
Onlarca sanığı, savunma haklarının gaspedilmesinin yanısıra son söz söyleme hakkı dahi tanınmamıştır.
MLSPB sanıklarının avukat haklarını kullanmaları sözkonusu olmamış, cezaevlerinde avukata çıkardıkları zorluklar bir yana, mahkemece de bu yönde bir kolaylık gösterilmediği için, avukat-sanık ilişkisi ve iletişimi diye bir olay cereyan edememiştir.
Mahkeme Başkanı İskender Tepebaşlı, sanıkların söz haklarını, itiraz haklarını kullanmalarına, olabilecek en sert ve olumsuz tutumla sürekli karşı çıkmış, "SAVAŞ HALİ HÜKÜMLERİNCE YARGILANIYORSUNUZ" diyerek, tutanaklara yanlış geçirttiği, hiç geçirtmediği, söylenenlerin tam tersini geçirttiği durumlara yönelik itirazları bile dikkate almamıştır.
Davada sadece sanıklar değil avukatlarda sürekli bir baskı ve gerilim altında, davadan atılma tehdidi altında tutulmuş, avukatları herhangi bir gerekçesi yokken gözdağı amacıyla emniyete almak suretiyle bu baskılama zincirinde polis de üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmiştir.
Kararlar, sadece baştan saptanan amacı gerçekleştirmek için veri toplanan, amaca uygun düşmeyen verilerin üstü çizilen bir yöntemin kararlarıdır. Sözgelimi bazı örneklerde savcılık teşhisi sanık lehine ise atlanmış, aynı tanığa mahkemede bağıra çağıra 'teşhis' yaptırıldı ise, sadece ikinci teşhis geçerli sayılmış, ilkinin sözü bile edilmemiştir.
Dört yıllık mahkeme sürecinde sanıkların elinde iddianame dışında doğru dürüst belge ulaşmamış, cezaevi idarelerinin tasarrufuna bırakılan bu durumu, cezaevlerinin 80-84 arası idarecileri, cezaevleri politikasının genel çerçevesi ışığında, sanığa yazılı bir şey vermemek, yazıların da toplamak suretiyle hayata geçirmişlerdir.
Gerek mahkeme, gerekse de yargıtay savcılarının sanık lehindeki indirim talepleri çok ilginç bir şekilde hem mahkeme hem de yargıtay heyetlerince tersine uygulanmıştır. Genelde aksi görülmüş olduğu halde, savcılığın 168/2, 146/3 istemlerinin onlarcası 146/1'e yükseltilerek onanmıştır.
Ankara'da yargıtay'ın 6 Haziran kararı çok belirgin bir siyasal senaryonun sonuçlandırılmasıdır. Tutuklu sanıkların sayısının yarısının cezası onaylanmıştır, diğer yarısı aynı tutarsız ve anlaşılmaz nedenlerle bozulmuştur. Beş sanık tahliye edilirken, tahliye edilenlerle iddianame açısından aynı ya da daha hafif durumda olanlar bekletilmiştir. Hatta bu insanlardan onama kararı ile karşılaşanlar olmuştur. Bu davada, sadece örgüt üyelerine ev tuttuğu ispatlandığı halde yedi yıl yatırılmış olan sanık vardır.
Bu skandal niteliğindeki yargıtay kararı ile, davanın kamuoyunda tanınan bazı isimlerin cezası bozulmuş, böylece zaten halen yatmakta olan bu sanıkların özgürlüklerine kavuşmaları yönünde bir endişe duyulmaksızın, olumlu bir izlenim yaratılmak istenirken, tahliye edilmesi gereken insanların müebbetleri onaylanmıştır. Uygulanan mantık, 'burada onaylayabildiğimiz kadarını onaylayalım, diğerlerini de zaten İstanbul Askeri Mahkemesi onaylar, böylelikle peyderpey onaylamak suretiyle tepki yoğunlaşmasını önlemiş oluruz' mantığıdır.
Eylemlerde 'gözcü' olduğu iddia edilen, araba kullandığı iddia edilen veya sürekli 146/3'ten sonuçlandırılırlar 'soygunlardan' yargılananlara müebbet ağır hapis cezası verilmesinin başka örnekleri yoktur.
Hakkında hiçbir hukuki delil yokken sadece siyasi imajı ve örgütsel konumu nedeniyle idam verilen sanıklar, aynı dönemin Türkiyesinde dahi başka hiçbir davada yer almamıştır.
Yargıtay içtihatları açısından bir karşılaştırma yapıldığında, bu denli emniyet ifadesi ve yazılı delil azlığına (Neredeyse yokluğuna) rağmen bu denli bol idam ve müebbet cezası verilme ortamı yaratıldığına raslanmamıştır. Ki bu durumda, mahkemenin yürütülüş seyrinin çok büyük bir rolü vardır. Avukatsız, sanıksız, savunmasız, söz haksız ortamda, yargılanmakta olan 350 sanığın hepsine de idam cezası verilebilirdi…
Genel çıkarımlarla bu şekilde özetlediğimiz MLSPB davasının özelliklerini kamuoyuca bilinmesi, tartışıl-

12 EYLÜL HUKUKU'NUN ZULMÜNDEN EN FAZLA PAYINI ALAN İKİ KESİM: AVUKATLAR VE TUTUKLU AİLELERİ
12 Eylül açık faşizminin mahkemeleri ve cezaevleri sadece tutsaklara zulmetmedi. Sadece tutsakların varlık ve yaşam koşullarına yönelmedi. Onların avukatları da aynı terör cenderesinde alabildiğine sıkıştırıldılar. Baskının en yoğun olduğu ilk yıllarda, siyasi avukatlığını üstlenebilmek; değil çıkıp mahkemelerde onları gerektiği gibi savunma mücadelesi vermek sadece onların vekaletini almak dahi büyük bir cesaret işiydi. Bir kavgayı, bir direnişi, zorlu bir süreci göze alabilmek işiydi. Maddi manevi güçlüklerle boğuşmak, baskıyı, tehdidi, işkenceyi göze alabilmek işiydi.
Bu görevi, cuntanın ilk günlerinden itibaren üstlenen çok az sayıda avukattan biri de Nebi Barlas'tı. Yıllarca, o koşullarda avukatlık yapabilmenin olanaksızlığına rağmen, bunun mücadelesini verdi, baskıya, sorgulamaya, izlenmeye, tehditlere bir hukukçu olarak direndi.
***
"Tutuklu aileleri" neredeyse 12 Eylül'ün yarattığı bir kurumlaşma oldu. Tutsakların eşleri, anaları, babaları, ablaları ve diğer yakınları, tutsaklığın ve eziyetin daha yoğununu, duvarların ötesinde, tutsaklarla birlikte yaşadılar. Gördükleri, yaşadıkları acı, işkence ve zor'un her türü onları bilinçli direnişçiler haline getirdi.
1 Eylül 1987'de TBMM merdivenlerinde yine bu direnişin ve mücadelenin içinde iken yaşamını yitiren Didar Şensoy tutuklu ailelerinin onurunun sembolü oldu. Ülkede hiçbir toplumsal kımıldanışın olmadığı yıllarda, faşizmin terörüne karşı yükselen ilk ses tutuklu ailelerinden, analarından geldi. "Çocuklarımızı öldürtmeyeceğiz" sloganlarıyla alanlara çıktılar. Fiziki ve psikolojik ıstırablarının bütün yüküne rağmen onurun işkenceyi yeneceğini haykırdılar. "Direnin Aslanlarım" diyen anaların yaşadığı bu ülkede direniş barikatları elbette zafer barikatlarına dönüşecektir.



 

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19