Oligarşinin Yükselen Burcu:
MHP
|
Rezaletler düzeni mezarının başına hergün yeni çiçekleri
ekiyor. İşte en son DEP davasıyla kendisini gösterdi
bu durum. Halkın vekillerine 15 yıla varan hapis cezalarının
verilmesi, artık faşizmin asma yaprağı olan parlamento"
esprisini ile gereksiz kılıyor. Faşizm artık çırılçıplak
duruyor karşımızda. Kendi mezarına her gün yeni bir
kazma darbesi sallayarak, çırılçıplak duruyor karşımızda
faşizm..
Devletin ve egemenlerin örgütleniş tarzında, bunun bir
yansıması olarak siyasal arenada, boğazlarına kadar
yükselen bir çözümsüzlük ve kaos çamuru var. İşte bu
debeleniş içerisinde yeni yüzler buldular kendilerine.
Fakat hiçbirisi dayanamadı bu yıpratıcılığa ve bütün
yeni yüzler, taze politikacılar kısacık zaman dilimleri
içinde yaşlanıp, eskiyip gidiyorlar tarihin çöplüğüne...
Bu çaresizlik ve alternatifsizliğin sonucu olarak, yıllardır
oligarşinin zulasında (farklı amaçlar için) bekletilen
MHP'nin, hükümet podyumuna çıkması gündemin ilk sıralarına
oturdu. Göstere göstere sürdürülen bir cilalama kampanyasıyla
karşılaştık sonra. Burjuva basınında MHP puntoları büyüdü,
"Türkeş'in Anılan" boyverdi bir sürü gazetede.
Ardından bir "değişen MHP" balonu uçuruldu
binbir safsatayla.
Bütün kampanyaları gibi akıllara durgunluk veren demagoji
ve yalanlarla doluydu bu cilalama operasyonu. Öyleki,
binlerce insanın katline ferman imzalayan eski Ülkü
Ocakları Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'ndan, Maraş
katliamının yöneticilerinden Ökkeş Şendiller'e (asıl
soyadı Kenger'dir. Bir generalin önerisine uyarak soyadını
Şendiller olarak değiştirmiştir.) kadar bir sürü faşist
katil, "siyaset meydanlarında" barış ve kardeşlik
naraları attılar. Aslında Yazıcıoğlu'nunda sözkonusu
"meydan"da dediği gibi MHP ve Ülkü Ocakları
tarafından bir sürü "barış(!) çağrısı" yapıldı
12 eylül öncesinde. Fakat bu çağrılar tam anlamıyla
katliam alarmı niteliğindeydi. Her çağrının ardından
bir Maraş, bir Çorum, bir Piyangotepe, bir Sivas katliamı
beklenirdi radyo haberlerinden.
Son cilalama operasyonuyla, geçmişin ve günümüzün katliam
makinası MHP, dürüst, namuslu, vatansever bir iktidar
(ve daha çok koalisyon ) adayı haline ge(tiri)ldi. Daha
çok paramiliter bir güç olarak beslenen MHP'nin bu yönü
de keşfediliyordu artık. Hükümet kurucuların kulislerinde
3. Milliyetçi Cephe hesaplan moda haline geldi. İşte
bu yüzden yeni bir figüran sürülüyor sahneye: Türkeş'in
MHP'si... Bu cilalama operasyonunu görmemek için kör
olmak gerekir. Son günlerde egemenlerin medyasında MHP
modası aldı yürüdü.
Akıllara durgunluk veren yalanlarla uyduruluyordu artık.
Geçmişin ve bugünün katliam makinası MHP, durup dururken,
dürüst, namuslu, liberal, vatansever bir iktidar (ve
daha çok koalisyon) adayı oluveriyordu... Çözümsüzlük
ve kaos biçmişti bu misyonu MHP'ye.. Ama eski misyonu
hiç silmeden...
Gerçekten de MHP üzerinde yoğunlaşıyor egemenler; kriz
çekincesiz bir baskı politikası gerektiriyor çünkü,
ağır, kanlı adımlar atmak zorundalar... Gerek Kürdistan'daki
baskı, gerekse ülke içi toplumsal muhalefet üzerinde,
bu çözüm(süzlük)lerini hayata geçirmek, kısacası tüm
muhalifleri her ne pahasına olursa olsun ezmek, bugün
temel amaç olmuştur çünkü.
KİRLİ SAVAŞ, ŞOVENİZM VE MHP
Kürdistan'daki savaş, egemenler açısından yeni ideolojik
kanalları zorlamayı ve yaratmayı gerektiren bir durum
arzediyor aynı zamanda. Çözüm politikası "topyekûn
savaş" olunca -ki topyekûn savaş sadece silahların
değil, halkların da savaşması gibi bir anlam ihtiva
ediyor- imha politikasının Türk halkına kabul ettirilmesi
ve bu imha politikasında Türk halkının da işlevselliği
gündeme geliyor. Yani, yetmiş yılın "şovenizm"
bombardımanı, bu savaşla birlikte nesnelleşiyor. Elbette
ki oligarşinin bu politikası, en aktif biçimde MHP çatısı
altında, MHP'ye akan kanallarda verebilir meyvelerini.
Nitekim bu politikanın doğal yatağı MHP'dir. Etki-tepki
yasasının gereğidir bu. Türkeş'in "Apo'nun kellesini
getirme" safsataları, bu toplumsal eğilimi toparlama
manevralarından biridir. Asker uğurlamaların, asker
cenazelerinin birer MHP mitingi halini alması, farklı
bir tanımın kalıplarına sığmaz.
Kürdistan'da ki savaş, psikolojik toparlayıcılığının
yanısıra farklı bir anlamı daha içeriyor. O da, özel
tim ve benzeri güçler vasıtasıyla faşist harekete vurucu-tetikçi
kişileri yarattığı, eğittiği, canlı tuttuğu gerçeğidir.
Kürdistan'da yetmiş yaşındaki dededen yedi yaşındaki
çocuğa fark gözetmeksizin kurşun sıkan, insanları ve
köyleri yakan, koca koca şehirleri bombardımana tutan
bu insan posalanyla, geçmişte grev çadırlarını, öğrencileri,
kahveleri tarayan, koca bir kenti kan gölüne çevirenler
arasında ne fark var yer ve zamandan başka...
AZERBAYCAN, BOSNA VE ÖLÜM TÜCCARLIĞI...
Şovenizm, şüphesiz ki faşist hareketin en dinamik ideolojik
unsuru olarak son döneme damgasını vurdu. Fakat bunun
tek yönü Kürt halkının özgürlük mücadelesi değil. Aynı
zamanda Kafkasya, Balkanlar vb. bölgelerde yaşanan çelişkiler
veya savaşlarda uzunca bir dönem faşizmin politik (siz
demogojik anlayın) araçları arasında yer aldı. Bosna-Hersek'te
yaşanan vahşet, burada faşist hareket tarafından pazara
çıkarıldı. Oradaki insanların kanı satıldı, cesedi satıldı
bu pazarda. Bosna-Hersek ve diğer eski Yugoslav eyaletlerinde
sözkonusu olan, emperyalistler arası çelişkilerin (paylaşımın)
halkların piyon olarak cepheye sürüldüğü bir çatışmasıydı.
'Şunlar daha fazla zalim-bunlar daha az zorba' tartışması
anlamsız ve konunun dışındadır. Dikkatlerimizin yoğunlaşması
gereken nokta, faşist hareketin tam anlamıyla "ölüm
tüccarlığı" yaparak, Bosna-Hersek'te Boşnakları
"Bosna'lı Türkler", Azerbaycan'da Azerileri
"Azeri Türkler" haline getirerek, tüm bu
kirli, emperyalist tezgahı savaşlarda Türk halkına psikolojik
olarak taraf olma dayatımında bulunmasdır. Elbette 'taraf
olmak' sadece bir araç, yahut örülecek ağın, bu örgütlenme
ağının ilk örgüsü. Ama arada bir aşka gelip Elçibey'in
arkasında 5-10 ülkücü komando göstermediler değil. Fakat
onlar kadar herkes çok iyi biliyor ki bu ve benzeri
yaklaşımların (yardım kampanyaları gibi) tek hedefi
vardı. O da, bu aracın ömrünü biraz daha uzun tutmak,
deyim yerindeyse, son damlasına kadar kanını emmektir.
Şunu ekleyelim; medayanın bıkmadan usanmadan faşist
harekete malzeme sunması, sözkonusu psikolojik baskının
en aktif kurumu olma özelliğini belirtmezsek haksızlık
etmiş oluruz.
Tüm bunlara ek olarak, toplumsal eğilimler üzerindeki
bir çok belirleyici, etkileyici olgu faşist hareketin
politik silahları arasında yer aldı. Gün geldi, Kemalizm
ve ümmetçilik koyun koyuna sokuldu, gün geldi, Karayalçın
ve Çillerle Taksim Meydanında birlik, bütünlük edebiyatı
parçaladı Türkeş. Bu politik tutarsızlığı kararsızlığı,
gazete köşelerindeki demogoglar ya "değişim"
diyerek pohpohlamaya başladılar... Evet.... Bütün bunlar
MHP'nin ve genel anlamıyla Türkiye'deki faşist hareketin
palazlanmasındaki önemli siyasal-psikolojik etmenler.
Fakat yine de "yükselen MHP" demeye dilimiz
varmıyor. Çünkü bunu söylemek, MHP'yi diğer koşul ve
koşutlardan bağımsız olarak algılamaktan farksızdır
ve böyle algılayanların işidir.
Türkiye gibi yeni-sömürge ülkelerde kitleselleşen faşist
hareketin temel işlevi, yükselmesi beklenen devrimci
ve toplumsal muhalefeti dengeleyici ve ezici bir güç
olmaktır. 80'lerden bugüne gelene dek, "devletleşen
MHP, MHP'leşen devlet" esprisi nesnelleşmiştir.
Devletin ve egemenlerin bütün kurumları, kapılarını
sonuna kadar açmıştır MHP'ye. Günümüze dek devrimci
dalga için beslenmiştir MHP ve bu amaçla "yükseltilmiştir."
Bu kadar vahim noktaya gelmesinde de sorumluluk devrimci
hareketin kendisindedir. Şüphesiz ki faşist hareketin
varlığı ürkütücü boyutta, devrimci hareketin sürece
girememesi dolayısıyla oluşan alternatifsizliktir.
Çözüm, Anti-Emperyalist Anti-Oligarşik, Anti-Faşist
Demokratik Halk Devrimi savaşımının, iktidar perspektifinin
bir parçası olarak faşist odaklann dağıtılmasıdır ve
dağıtılacaktır.
|