Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Uzunca bir aradan sonra Ecevit ismi yeniden ön plana çıkmaya başladı... Gerçi, ara seçim komedisine şimdilik ara verilmesiyle birlikte burjuva politik ortamı biraz gevşer gibi oldu ama yine de siyasal pazarlama faaliyetin durdurulmuş değil. Düzenin devamını sağlamakla görevli medyanın yeni gözdesi olan "Karaoğlan", düşük yoğunluklu bir tempoda da olsa pompalanmaya devam ediliyor. "Bütün renklerin hızla kirlendiği" bir ortamı yaşayan Türkiye siyasi hayatı, sonuçta gelip dayandığı tümüyle gri zemin üzerine yeni renkler koyma ihtiyacını duyuyor ve bütün oyuncuların pisliklerinin açığa çıktığı bir süreçte en önemli imaj da "dürüstlük" oluyor. İnsanın doğal hali olması gereken "dürüstlük" bugünün politikasında fenerlerle aranıp zor bulunabilen bir nitelik haline geliyor. Bu arada, "dürüstlük" kavramı da toplumsal konumla ilgili esas anlamından sıyrılıp salt kişisel bir tutum gibi gösteriliyor. Bir politikacının kişisel "mal varlığının fazla olmaması" bir erdem gibi sunulurken, aynı politikacının "malvarlığı hayli yüksek" güçlere uşaklık etmesi onun dürüstlüğünü zedeleyen bir unsur sayılmıyor.
Peki kimdir Ecevit? Ya da neyin sonucudur?
Bilindiği gibi ülkemizde sosyal demokrasinin (ya da ona benzer bir şeyin!) keşfi batıdakinden yüzyıl sonra İsmet Paşa'nın CHP'si içinde gerçekleşti. CHP içinde Ecevit'in başını çektiği bazı kesimler tarafından canlandırılan "ortanın solu" eğilimi, batıdakinden farklı olarak Marksist bir geçmişe de yaslanmıyordu. Batıda çoğunlukla Marks-Engels döneminin sosyalist partilerinin zaman içinde bozulmuş biçimlerine dayanan sosyal demokrat eğilim Türkiye'de son derece garip bir biçimde devleti inşa eden partiye dayanıyor, onun politikasındaki biçimsel değişikliklerin sonucunda serpilip gelişiyordu. Bu, tam anlamıyla "tırnak içinde" bir "sosyal demokrasi"ydi ve boyu batıdaki sağcı partilerin politik özgürlük anlayışlarına bile erişmiyordu. Zaten, kendisine hedef olarak da 1961 Anayasası'nın sağladığı ortamda serpilen devrimci hareketin önünü kesmeyi koymuştu. Egemen sınıflar ve onların politikacıları tıkanan düzenin çarkları arasından fışkıran devrimci hareketin güçlenmesinin ne gibi "vahim" sonuçlara varabileceğini 1971'de çok açıkça görmüşlerdi. Sorun, Ecevit'in kendi deyimiyle "aldatılan, ezilen, sömürülen halk topluluklarının bunun farkına varınca duyacakları isyan duygusuyla kendileri bile farkına varmadan ansızın sola kayma ve komünizmin kucağına atılma" tehlikesinin önlenmesiydi.
Böyle yola çıkan "ortanın solu"nun kitlelere ulaşıp onları sarıp sarmalaması özellikle 1970 sonrasına denk düşer. 12 Mart cuntası sonrasında silindir altında ezilmiş kitlelere onların çok canalıcı taleplerini karşılayan sloganlarla giden Ecevit'in büyük seçim başarıları elde etmesi de dönemin şartları açısından çok olağanüstü değildir. Özellikle seçim kampanyalarında kullanılan "genel af" sloganı ve "toprak işleyenin su kullananın" ya da "ne ezen ne ezilen/insanca hakça bir düzen" gibi ateşli söylemleri bunalmış halk kitlelerini (devrimci hareketin henüz belini doğrultamadığı koşullarda) derinden etkilemişti. Üstelik, dönemin şartları itibarıyla henüz burjuva politikasının manevra alanları da oldukça genişti. Gerçi, yeni-sömürge ekonomisi uzunca süredir tıkanıp kalmıştı ama yine de politik kadroların elinde popülist amaçlarla kullanabilecekleri ekonomik imkânlar vardı. Üretici köylüye bir parçacık ferahlık sağlanabiliyor ya da sendikalara uzlaşma önerilebiliyordu.
Sonrası ise biliniyor... Bütün düzen kurumlarının aynı çamura doğru hızla yuvarlanışı, ekonominin berbat bir istikrarsızlığa mahkum oluşu, gelip giden IMF heyetleri, düşen-kalkan hükümetler... Artık Ecevit'in de "Karaoğlan"lığı bitmişti... O ve bütün diğer düzen politikacıları korkunç bir kaos içinde çırpınıyorlar ve ortadaki boşluğu her geçen gün daha fazla devrimci güçler dolduruyordu...
Sonraki manzara, artık alışılmış manzaradır... İpin ucu kaçmıştır ve ipin ucunu birileri (tabii ki üniformalı birileri) tutmalıdır.
Öyle de yapıldı. Vahşice ezilen devrimci hareket, dümdüz edilen toplumsal muhalefet güçleri ve düzen politikacıların "dinlendirilmesi" dönemin belirgin çizgileriydi.
Gerçekten de dinlendirildiler... Belki başlangıçta darkafalı bazı generaller bu politikacı kuşağını tasfiye etmeyi gerçekten düşündüler ama politik tecrübesi daha yoğun olan CIA uzmanları ve onların ülkedeki temsilcileri bu kuşağın öyle çok da yararsız olmadığını düşünüyordu. Zaten realite de böyleydi. Dolayısıyla, bir yandan "Houston" da Türkiye için yeni politika yıldızları hazırlanır ve parlatılırken, öte yandan "eskileri" de pek boşlamadılar. Bir süre siyasetin kıyısında kalan bir politikacının sonradan yeniden işe yarayabileceği biliniyordu. Nitekim, Demirel örneğinde de bunun kanıtlanığı söylenebilir.
Bugün sıra işin başka bir cephesinde...
Ecevit ısıtılıyor yavaş yavaş... Neyin "en çok" sattığı biliniyor ve oradan, yani "dürüstlük" denilen noktadan başlatılıyor her şey. Bütün medya aynı noktaya, düzenin kokuşmuşluklarına saldırırken arada bir yerde Ecevit'in ismi parlatılıyor. Daha doğrusu, düzen kendisine yeni yüzler, yeni soluklar arama çabasına hiç ara vermiyor. Bir yandan Cem Boyner tayfasıyla yeni bir cephe açılmak istenirken, öte yandan Ecevit kendisine yapıştırılmış, "kararlı-dürüst lider" imajıyla yeniden ortaya çıkıyor.
Geçmişten farklı -belki de farksız- olarak Ecevit artık sol sloganlarla değil, düpedüz faşist söylemlerle sahnede boy gösteriyor. Özellikle Kürdistan sorununda MHP ile sık sık aynılaşan sözleriyle Ecevit, şişirilen milliyetçilik pastasından pay kapmaya çalışıyor. Kitleler içinde yayılan en geri şovenist eğilimleri kendisine zemin seçen Ecevit'in arasıra bu konuda Türkeş'i geride bıraktığı oluyor.
Ama yine de hâlâ Ecevit imajındaki en önemli unsur, "dürüstlük" sözcüğünde düğümleniyor. Günümüz Türkiyesi artık kapitalizmin bilinen pisliklerine o kadar gömülmüştür ki, adeta yolsuzluk ve rüşvet haberleri günlük yaşamın bir parçası olmuştur. ASKİ, İSKİ, İLKSAN ve Engin Civan yalnızca görünen çok net örneklerdir; bugün artık giderek her yana yayılan ve kanıksanır hale gelen genel bir pislik ortamından sözetmek daha doğrudur.
Artık, siyasal iktidarların yıpranma süreleri olağanüstü düzeyde kısalmıştır. Hem siyasal sorunlar konusundaki çözümsüzlük, hem de daha hükümet oluşun ikinci günü başlayan hırsızlıklar, başlangıçtaki iyimserlik havasını hemen dağıtmakta ve yeni arayışların kapısını aralamaktadır. Tabii ki ülkemizde "yıpranma" ile bunun doğal sonucu olması gereken "iktidarı bırakma" arasında hiç bir zincir halkası bulunmamaktadır. Yani, herhangi bir hükümetin bütün rezalet ve skandallara rağmen varlığını devam ettirmesi doğal karşılanmaktadır artık...
1989'da hatırı sayılır bir başarı sağlayan SHP, bir kukla ve suçortağı olarak görev yaptığı hükümette artık yıpranma ve bitişin son noktalarına gelmiştir. Sonu gelmez "birlik" süreçlerinin de bu prestiji birazcık olsun yükseltmesi mümkün görünmemektedir. Koalisyonun asli kanadı olan DYP ise vaadettiği iki anahtar şöyle dursun, insanların elinde bulunanı da almakla şöhret yapmıştır. Bir yandan 5 Nisan sonrasındaki sürecin faturasını emekçi kesimler öderken, öte yandan her gün patlayan yeni yolsuzluklar ortalığı çalkalamaktadır.
İşte tam da bu noktada Ecevit, kasketi ve mütevazi kişisel yaşantısı ile ortaya çıkmakta ya da sürülmektedir.
Doğal olarak RP ile aynı tabana, daha doğrusu aynı boşluğa oynuyor Ecevit... Her iki parti de, korkunç bir adalet açlığı içinde kıvranan, birazcık dürüstlüğe hasret kalmış kitlelerin karşısına "temiz" oldukları iddiasıyla çıkıyorlar. Tekelci burjuvazi ise ortalığı kolluyor ve birden çok ata oynamayı seçiyor. Bir yandan, politika labirentlerine çekilen islami kesimlerdeki "köktendinci" kesimlerin tasfiyesi amaçlanır ve yine de böylesi bir riskten korkulurken, öte yandan artık "sol" söylemin bütün kavramlarından sıyrılmış bir Ecevit daha fazla tercih nedeni olabiliyor. Uçlardaki siyasi kümeleri merkezde eritmek ve sınıflandırmak, burjuvazinin her zamanki tercihidir, ama doğrusu merkeze katılmaya bu kadar çok istekli güçler de tarihte az görülmüştür.
Bugünkü manzaraya bakılırsa önümüzdeki ilk seçimde Ecevit'in hatırı sayılır bir sıçrama yapması mümkün görünüyor. En azından, yapılan transferlerin psikolojik etkisi bile bunu sağlayabilecektir. Böylece, son yıllarda iyiden iyiye renksizleşen ve bütün çekiciliğini yitiren seçim oyununda birazcık canlanma yaşanması egemen güçlerin de çok istediği bir şeydir.
Ama... Birazcık... Hepsi o kadar!
Boş teneke gürültülerine kimse aldanmasın! Fırtınalar dönemi bitip tükenmiştir... Bütün yelkenleri dolduracak kadar rüzgâr artık mevcut değildir ve onu yaratacak soluk da kimsede görünmüyor...
Kamuoyu Araştırma şirketleri için en zevksiz sezon yaşanıyor. Gösterişli anketler yapmak gerçekten de bugün parayı sokağa atmaktan başka anlam taşımıyor. Doğru sonuca ulaşmanın yolu çok basit çünkü; bir pasta şekli çizip onu az çok eşit 8-10 küçük parçaya ayırmak yetiyor...
1995 başında Türkiye'de parlamentarizm oyununun varıp dayandığı nokta budur... Ve bu manzaraya Ecevit'in özel olarak ekleyebileceği bir şey yoktur.


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19