Hukukta Devrim-I
DEP Davası...
|
Yaklaşık bir yıl önceydi... Görüntüleri herkes hatırlıyor:
Bir parlamento... Ve onun kapısında bekleyen siyasi
polis timleri... Beklemek sözcüğü yanlış aslında, tam
bir kuşatmaydı yaşanan. Siyasi polis, ülkenin parlamentosunu
kuşatmış, gereken önlemleri almış, içerdeki sürecin
bitmesini ve bu parlamentonun kendi üyelerinden bazıları
kucaklarını atmasını bekliyordu. Tarihsel görüntülerdi
izlediğimiz. Ülkenin başbakanı, cumhurbaşkanı ve aslında
onlardan da önce polis şefleri, ordu komutanları "kelle"
istemişlerdi. Açıkça söylenmişti her şey! DEP milletvekillerinin
meclisten atılması gerektiği konusunda karanlık düzenin
bütün hizmetkârları, sağcısıyla, solcusuyla hemfikirdiler.
Tabii ki aralarında -hep olduğu gibi- usule ilişkin
bazı nüans farklılıkları vardı ama işin özünde tamamen
anlaşıyorlardı: "Son Türk Devleti" bu beladan
kurtarılmalıydı!
Devleti beladan kurtarmanın çok sık kullanılan yöntemleri
tabii ki burada geçerli değildi, sözkonusu olan milletvekilleri
olduğu için sokak infazlarından daha farklı yollar bulunmalıydı.
Gerçi, Sincar olayında olduğu gibi kontra cinayetleri
de denenmişti ama bu kez daha toptan bir çözüm aranıyordu
ve en iyi çözüm de işi "hukuk" ile (daha doğrusu
"Demiral Hukuku" ile) çözmekti.
Gerisi biliniyor... Görüntüler hâlâ taptaze... Meclis
kapısında milletvekillerini yakapaça ekip otosuna bindiren
siyasi şube polisleri, kem küm eden parti temsilcileri
ve bir dizi başka komiklik...
Artık iş, "külyutmaz" savcınındı... Sağdan
soldan ne kadar itirafçı ifadesi varsa toparlayıp bu
çürümüş kişiliklerin sözleriyle "görkemli"
bir iddianame hazırlamak Demiral'a kalmıştı.
Aslında iddianameye filan da gerek yoktu. Duruşmalara
hiç gerek yoktu ama yine de göstermelik birşeyler yapıldı.
Ve sonuç, tam da uygun olandı. İdam cezasını kimse beklemiyordu
zaten. Bunu politik olarak da sakıncalı buluyordu egemen
güçler. Gerçi, Demiral gibileri böyle 15 yıl türünden
cezaları hafif buluyordu bulmasına ama hakim olan eğilim
bu değildi. Öyle bir ceza verilmeliydi ki, hem bu politik
güç tasfiye edilmiş olsun, hem de uzun süren temyiz/yeniden
ceza? yeniden temyiz süreçlerinde olayın Avrupa'daki
etkileri soğutulabilsin. Böyle yapıldı.
Esasında davayı aynı zaman dilimine sığan bütün diğer
politik olaylardan soyutlayarak düşünmemek gerekiyor.
Aynı süreç ve daha öncesi, çaresizliğin "çare"lerinin
üretildiği bir süreçti. 1984'ten beri yükselerek süren
savaş bütün politik güçleri bunaltmış ve Türkiye siyasetini
bir uç noktaya getirip dayamıştı. Her seferinde "beli
kırılan" ulusal dinamik yeni atılımlarla sıçrama
yapıyor, "eşkiyanın son çırpınışları" bir
türlü bitmiyordu. Çaresizlik, "çare" üretti
sonunda. Önce ürkek ürkek, sonra daha açıkça "topyekûn
savaş" teorisini icat ettiler. "Ya bitecek
ya bitecek" gibilerden kulağa hoş gelen, kararlılık
ifadeleri icat ettiler. Ve bu kavramın içini bir yandan
korkunç savaş yatırımlarıyla desteklenen ordu saldırısıyla
doldururken, öte yandan her boyutta desteklenen şişirilen
şovenizm dalgaları körüklendi. Türk toplumunun 1980
sonrasında canlandırılan en kötü yanları yeniden ön
plana çıkarıldı. Ve sivil faşist çetenin toprağı gübrelendi
yeniden.
Her şeyin, ama her şeyin kana bulanma: pahasına da olsa
Kürt hareketini ezmek! Oligarşinin temel politikası
buydu ve burada aslında bir "şahinler-güvercinler"
ayrımı filan da yoktu. Ya da bunun ciddi bir ayrım olduğu
söylenemezdi. Çünkü, Kürt hareketini kanlı bir mekanizmayla
ezme projesi de aslında, sonradan, yenilmiş bir halkın
(eğer yenilebilirse!) en düşkün politik kesimleriyle
anlaşmalara girme fikrini dışlamıyordu. Ama önce ortalık
düzlenecekti. Katliamlar, bölgenin insansızlaştırılması,
gerekirse bombalarla dümdüz edilmesi... Ne gerekiyorsa
o!..
Ve tabii bu arada bütün sesler tümüyle kısılmalıydı.
Yasa yetmiyorsa bomba, bomba yetmiyorsa yasa...
Böyle bir süreçten geçilirken, böyle bir sürecin parçası
olarak sonuçlandırıldı DEP davası.
Hukukta bir devrim gerçekleştirildi böylece. Yüzbinlerce
insanın oyuyla seçilip gelmiş milletvekilleri, söyledikleri
sözlerden ötürü cezaevindeler bugün.
"Topyekûn Savaş" sürüyor... Bütün hızıyla...
Düşmanın utanması yok. Kazanmak için savaşın en basit
kurallarını bile çiğnemekten çekinmiyor.
Sürmekte olan, kuralsız bir savaştır. Ve hiç kuşku yok,
rüzgar ekmenin karşılığı fırtına biçmek olacaktır. Çünkü,
kuralsızlığı seçenlerin hasımlarından kurallı davranış
beklemeye hakları yoktur...
|