1990'lar...
Kültürel Deformasyonun Zirvesi...
K. ZEYTİNCİ
|
Geçenlerde Özgür ÜLKE'nin kültür-sanat sayfasında UNESCO'nun
bir raporu yayınlandı. Rapor, belki çok bilinen, her
gün yaşayarak öğrendiğimiz bir gerçeğin özetiydi ama
yine de bütün bunların somut sayılarla ifade edilmesi
çarpıcıydı...
"Plastik Sanatlar Raporu 1994" adıyla yayınlanan
rapor, Türkiye'nin son dönemde kültürel açıdan nasıl
büyük bir çölleşme yaşadığını ortaya koyuyordu. Örneğin,
rapora göre Kültür Bakanlığı'nın bütçesi 1991'den bu
yana reel olarak azalmaktadır. 1994 yılında Kültür Bakanlığı'nın
bütçeden aldığı pay sadece binde beştir.
1992'de 6 bin 151 olarak saptanmış olan basılı kitap
sayısı 1985'in de rakamlarının altındadır. 1985'ten
bu yana kütüphanelerden yararlanma oranında da doğru
dürüst bir yükseliş olmadığı raporda belirtilen gerçekler
arasındadır.
Rapordaki en çarpıcı kıyaslama ise yükselen-yükseltilen
değerlerle sistemin alta itmeye çalıştığı kültürel alanlarla
ilgilidir. Sözgelimi 1985 yılında 3 bin 480 olan spor
kulübü sayısı 1992'de 5 bin 153'e yükselirken, aynı
dönemde sinema salonu sayısı 767'den 312'ye, sinema
seyircisi sayısı da 42 milyon 600 binden 13 miyon 200'e
düşmüştür.
1985'te 21 milyonu aşan yabancı film izleyicisi sayısı
1992'de 10 milyonun biraz üzerindedir...
1985'te sadece 100 bin farkla yabancı film izleyenlerin
hemen arkasında yer alan yerli film izleyicileri 1992'de
3 milyon dolayında kalmıştır.
Aynı dönemde yeni açılan müze sayısı 23 olduğu halde
müze ziyaretçisi sayısındaki artış 1 milyon bile değildir...
Ayrıca bu artış da aslında yabancılardan kaynaklanan
bir artıştır. Rapordaki verilere göre 1985'te müze gezenlerin
% 57'si TC vatandaşıyken, 1992'de bu oran %49'a düşmüştür...
Plastik sanatlar alanındaki eğitim de genel olarak Yüksek
Öğretimdeki erezyondan nasibini almıştır. Bilim adamı
değil memur yetiştirmeyi temel ilke edinen "MGK
Üniversiteleri", plastik sanatlar eğitiminde de
aynı çizgiyi izlemektedir. Rapora göre üniversitelerde
plastik sanatlar eğitimi görenlerin %42 gibi büyük bir
oranı "resim-iş öğretmenliği" alanına kaymaktadır.
Yani, yaratıcılığı özendiren bir eğitimden sözetmek
de pek mümkün değildir.
Aynı raporda sergilerin gezilme oranlarının Batı'daki
örneklerle kıyaslanması ise gerçekten çok komik bir
manzarayı ortaya çıkarmaktadır.
Evet, 1990'lardayız... Ve bu manzaraya çok bir şey eklemek
gerekmiyor. Somut veriler konuşuyor, zaten çevremize
birazcık baktığımızda gördüğümüz durum da budur. Köreltilen
kültür hayatı, her bakımdan ruhumuzu yoksullaştıran
çölleşme ve bütün bunların yeni vizyon olarak sunulması...
O ikide birde "yeni sanat" olarak kafamıza
sokuşturulan Yonca Evcimik'ler, Tarkan'lar işte bu çölün
boşluğuna sığıyorlar. Çünkü bu öyle bir çöl ki, tam
da Pasolini'nin dediği gibi "sunulan her şeyin
bir harika olarak algılanması"nı sağlıyor...
1990'lardayız...
1990'lar... Tarihin tökezlemesi olarak anılacak...
Ve hepsi, gölgesiz geçip gidecek... Toprağın altı üstüne
geldiğinde, çöp yığınları silkelendiğinde...
|