Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

"Türkiye'yi geriye, karanlığa götüren bir süreç yaşanıyor,
Geçtiğimiz aylarda Türkiye "liste" üzerinden işlenen bir dizi cinayete tanık oldu. Durum, aslında Türkiye'nin nereden nereye geldiğini de gösteriyordu. Bir başbakan çıkıp "elimizde PKK'ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var" diyor ve hemen sonra cinayetler başlıyordu. Hepsi aynı bölgede ve aynı biçimde öldürülen Kürt işadamlarının ortak özelliği yursever eğilimlerinin oluşuydu. Esasında bu cinayetler, Kürdistan boyutundaki katliamların bir uzantısıydı. Ve zaten katiller kişisel kimliklerini gizliyorlar ama genel olarak kim olduklarını çok fazla saklamaya gerek duymuyorlardı. Herkes cinayetlerin devlet kaynaklı olduğunu biliyordu ve katiller de bunun bilinmesini istiyorlardı. Çünkü asıl hedef yıldırmaktı. Bu sayımızda, bu tür cinayetlerin bir çoğunda hukuki takipçi konumunda olan avukatlardan Hasip KAPLAN'la yapılmış bir röportajı sunuyoruz...

BARİKAT: Bugün bir dizi cinayet yaşanıyor. Bunlar arasında nasıl bir ilişki kuruluyor, mesela, mesaj vermek gibi birşey mi söz konusu. Yani işlenen cinayetler belli yöntemlerle ve belli yerlerde yapılıyor ve cesetlerin birde özellikle bulunulması sağlanıyor. Yani hiç bulunamayacak şekilde yok etme seçeneği varken neden böyle bir yol izleniyor?
HASİP KAPLAN:Bu sorunuzda son olarak özellikle Sapanca güzergâhında Behçet Cantürk, Savaş Buldan olayları ilk akla gelen onlar ve tabi bir kaç kişi daha galerici Arslan kardeşlerin ölümü de var. Şimdi tabii bu cinayetlerin ortak özellikleri şunlar: bir fail kim olursa olsun önce kurbanını takip ediyor, sonra alıyor ve TEM yolunu kullanarak Sapanca-Düzce arası Arifiye veya oradaki Atatürk Ormanı denilen yerlere getiriyor ve kurbanların tamamı işkenceden geçirildikten sonra öldürülmüş olarak bulunuyor. Bu cinayetlerin ilgi çekici özelliği bir kere profesyonel ve örgütlü olması, çok sayıda kişi tarafından ve çok sayıda araçla işlenmesi. O cinayetlerin aynı güzergâhta seyretmesi aynı yöntemlerin kullanılması belki de aynı kişilerin bunları yaptığının işaretidir; bir ipucu veriyor. Ancak burada bir hukukçu olarak şunu söylemek istiyorum: Devlet bir cinayetin, cinayet adi suç olabilir, siyasi suç olabilir, ne olursa olsun önemli değil; failini açığa çıkarmakla yükümlüdür. O açığa çıkarma yükümlülüğünü kaçırılma noktasından, ölüm noktasına kadar olan bütün süreçteki delilleri çok iyi bir teknikle toplama ve soruşturma açma, failleri bulmakla yerine getirmeli. Ancak bugüne kadar bu konuda ciddi bir çabaya, araştırmaya, atılan bir adıma rastlamış değiliz. Genellikle bu tür cinayetlere uyuşturucu bağlantısı yapılarak, kendi iç hesaplaşmaları biçiminde gösterme, medyaya yansıtma söz konusu olmakta. Ancak, ne olursa olsun en son Savaş Buldan olayında 7-8 kişi 3 araba gibi çok organizeli bir olay düşünüldüğü zaman, bu çok organizeli olan suçlarda devletin ve cinayet masası ekibinin bunu çözmesi mümkün. Evet bu son olayda bu cinayetlerin organizeli olduğunu gösteriyor. İkincisi, ilginçtir; bu TEM yolunun dikkat edilirse bir Arifiye çıkışı bir Sapanca çıkışı var. Ve Düzce'ye kadar olan istikamette iki-üç tane çıkış dışında da çıkış yoktur ve bu TEM yolunda 100 km'de bir olsa dahi TEM yolunun istikametinde bir geri dönüş yoktur. Yine bu cinayetlerin ortak bir özelliği polis mıntıkasında yakalama, Jandarma mıntıkasında infazdır. Onun için de burada devletin polisi de, jandarmasıda olayları aydınlatmakla yükümlüdür. Ve son cinayetlerle beraber Düzce-Sapanca-Adapazarı savcılıklarının özellikle o bölgedeki kolluk kuvvetleriyle bu tür cinayetlere karşı çok duyarlı olup bunları netliğe çıkarması lazım. Bu tür organizeli cinayetlerin mahalli yetkilileri bilgisi dışında işlendiği gerçeğini gözönünde tutmak lazım. Yani bir gladyo olayı bile olsa oradaki mahalli yetkililerin bilgisi dışında olacağı için oradaki savcıların, kolluk kuvvetlerinin yükümlülükleri ve sorumlulukları söz konusu. Ve bu tür organizeli cinayetlerin sayısı onu aştığı için mutlaka bir yerinden patlak verir. Ve devlet bu işe eğildiği zaman bunu çözmesi pek zor değil.
BARİKAT: Bu cinayetlerin tipik kontra cinayetleri olduğu söylenebilir mi?
HASİP KAPLAN: Şimdi ben bir hukukçuyum, bir hukukçu bir cinayete kavram olarak isim vermez. Devlet cinayetidir veya bilmem ne cinayetidir diye bir kavram izafe etmez. Yani bir hukukçu o cinayet aydınlığa kavuştuğu zaman ve yargı kararı kesinleştiği zaman fail şudur der. Politikacılar bu kavramı kullanabilir, biz bu kavramı kullanmıyoruz. Ve şunu söylemek istiyorum; Türkiye'de illegal örgütler var. Sağda veya solda, fanatik veya daha değişik. Kendi görüşlerine göre zaman zaman cinayetler işliyorlar. Ama bazı örgütler işledikleri cinayetleri biz yaptık diyorlar. Yani açıklıyorlar. Bunun dışında İslami Fanatik kesimlerin de kendi aralarındaki çatışmalarda kaynaklanan cinayetler ve bunun dışında özellikle olağanüstü hal bölgesinde çok yoğun işlenen cinayetler var şimdi. O kadar çok yönlü bir tarafta korucu, bir tarafta itirafçı, bir tarafta kolluk güçleri içindeki karanlık örgütlenmeler. Kimileri bunlara kontra diyor; kimisi gladyo diyor; kimisi Özel Harp Dairesi diyor. Ne olursa olsun elinde silah bulunduran çok sayıda legal ve illegal oluşumlar var.
Bu legal ve illegal oluşumun olduğu bölgede de işlediği çok sayıda cinayetler var. Şimdi bir hukuk devletinde insanlar normal ecelleriyle dahi ölseler bir şüphe olarak o ölüm hali dikkate alınır. Gerekirse de otopsi yapılır. Şüphe halini ortadan kaldırırlar. Bu konularda bir hukuk devletinde hemen savcıların cinayetle ilgili bir dosya açması lazım. Ve o cinayetle ilgili delillerin toplanması konusunda kolluk kuvvetlerine emir verip bütün bilgi-bulgu ve delilleri o dosyada toplaması lazım, usul budur. Ancak son yıllara bir dönüp baktığımız zaman bir Mumcu cinayeti yani solcu, Kürt, laik... vb farketmeyen ama hedefleri değişik cinayetler dikkate alınırsa onlarında faillerinin bulunmasında da ciddi bir araştırmanın olmadığı, aynı şekilde bu son cinayetlerde de benzer bir araştırmanın olmadığı hemen dikkati çekiyor. Tabii zaman zaman basına yansıdı, işte bu cinayetlere kurban gidenlerin aileleri tarafından da açıklandı. PKK'ya yardım eden işadamlarının listesi var Çiller'de, Çiller bunun açıklamasını da yaptı. İşte bir hukuk devletinde varsa böyle bir liste bu listeyi başbakanın açıklaması, başbakanın bu listeyi verenlerin, hangi örgütlere göre bu listeyi düzenlediğinin tespit edilmesi veya bunun en azından meclis araştırmasıyla bu konunun aydınlığa kavuşturulması gerekiyor. Ancak günde yüz kişinin öldüğü Türkiye'de insan hayatı çok ucuz ve grubu bulunan siyasi partiler, sosyal demokratı da, ANAP'ı da hiçbiri bu konu da ciddi bir araştırma yapmayarak kendileride bu suskunluğa ortak olmakta. Nitekim bunu Sivas olaylarına getirdiğimiz zaman tam gözler önünde ceryan eden bir olayın karşısındaki duyarsızlığa kadar birleşmektedir. Bu duyarsızlık zincirini böyle görmek lazım.
BARİKAT: Gazetelerden okuduğumuz kadarıyla Savaş Buldan ve iki arkadaşı olayında tanıkların ifade değiştirmelerini nasıl yorumluyorsunuz? Örneğin taksi şoförü ve toptancı...v.b...
HASİP KAPLAN: Bunu da bilmiyoruz. Yani biz bu olayın ne avukatıyız ne de takipçisiyiz. Tanık ifade vermiş midir, vermemiş midir? Onu da bilmiyoruz. Gazeteciler nasıl duyum almış bilmiyoruz. Bilmediğim konularda yorum yapamam. Tanıklar gerçekten öyle bir beyanda bulunmuşlar mı bulunmamışlar mı? Onu bilmiyoruz ve bundan dolayı yorum yapamayız. Önce bir dosya açarsın, tanık ifadesini görürsün. Sonra bir tanık, daha önceki ifadesini değiştirmiştir. O zaman dersinizki niye değiştirdi? Ve o zaman dersiniz ki korkup değiştirdi, tehdit edildi değiştirildi, para yedi değiştirdi. Yani bunun bir nedeni olur. Bu konuda en sağlam bilgiyi kurbanların ailelerinden alabilirsiniz.
BARİKAT: Bütün bunlardan topyekün savaş ilanından, meclis açılışındaki konuşmalarından, Çiller'in liste açıklamasından sonra meydana geliyor. Bizce bugün Şırnak'ta yakılan köylerle İstanbul'da işlenen cinayetler arasında hiçbir fark yok. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?
HASİP KAPLAN:
Yani bu hukukla bağlantılı bir olay. İnsan hakları olarak bakarsak Şırnak'ta yapılanla burada yapılan arasında bir fark yoktur. Yani hiç bir şey değişmez. Ha Şırnak'lı ha İstanbul’lu ya da bir başkası, insan öğesi olarak ele alalım. Fakat o İstanbul'da ölen de Hakkari'li. Yani ilginç bir özellik olarak aynı bölgenin insanı olması. İşte ortak özellik olarak öyle değerlendirmek lazım. Ve bu tür işadamlarının başbakanın "PKK'ya yardım ettikleri için takip altında olduklarına" dair bir açıklaması var. Bunu açıklaması gereken muhatabı da yine başbakanın kendisidir.
BARİKAT: Bütün bunlar olup biterken bir de "demokratikleşme paketi"nden sözediliyor...
HASİP KAPLAN:
Şimdi bir kere Tansu Çiller'in adını koyduğu demokratikleşme paketinin içinde hiç bir şey yok. Aksine DYP-SHP koalisyonu döneminde terörle mücadele yasasının daha da katı daha da ağır cezalar içeren yeni bir yasa tasarısı gündemde mecliste. Bu mecliste olan tasarı Eylül'de meclis açıldığında gündeme gelecek. Ve o zaman bilim adamlarına, yazarlara, sendikacılara uygulanan terörle mücadele yasasının 8 maddesi kapsamı öylesine genişletiliyor ki herkese uygulanabilir duruma getiriliyor. Yani düşünceyi suç sayan ve düşüncesini açıkladığı için terörist sayılan anlayışla çok daha katı bir geriye gidiş sözkonusu. Şimdi bunun demokrasiyle; hukuk devletiyle, çağdaşlık ile hiçbir alakası yoktur. Ve Türkiye'yi geriye götüren bir süreç yaşanıyor, karanlığa götüren bir süreç yaşanıyor. Bugün Başbakan Çiller yurtdışına gittiği zaman, Paris'e gittiği zaman veya başka bir ülkeye gittiği zaman hep aynı soruyla karşı karşıya kalıyor. "Siz bilim adamlarını düşüncelerinden dolayı niye içeriye atıyorsunuz?" Bir de madalyonun öteki yüzü var. Türkiye Avrupa Konseyi üyesidir. Bunun ötesinde İnsan Hakları Sözleşmesi'ni kabul etmiş bir ülkedir. Bunun ötesinde AGİK'i imzalamış, Paris Şartı'nı imzalamış, Moskova Kararları'na imza atmış, Cenevre Toplantıları'na katılmış, kararlarına imza atmış bir ülke. Şimdi bir hukuk devleti attığı imzayla kendisini bağlar ve bağlayıcılığı vardır. Türkiye bu imzalar sonucu bunlarla tamamen bağlıdır ve bunları yerine getirmek zorundadır. Bunları yerine getirmezse ne olur? Strasburg'ta Avrupa İnsan Hakları Komisyonu var. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Divanı var. O zaman kişilerle devletler, Türkiye'yi dava eder ve Türkiye yargılanır. Türkiye hakkında en son 1987 yılında bireysel başvuruyu kabul etti. 1990 yılında da Avrupa İnsan Hakları Divanı'nın yargı yetkisini kabul etti ve bugüne kadar Türkiye hakkında 500 tane başvuru yapılmış, dava açılmış durumda. Türkiye bugüne kadar 20 tane dava kaybetti. Şimdi şöyle bir ortalama alalım; 1954'ten bu yana 14.000 dava açılıyor. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'nda kabul edilebilirlik oranı %4.2'dir. Ama Türkiye açısından bu oran çok yüksek. Yani Türkiye Anayasası'nın 12 Eylül ara rejimi sonucu oluşturulmuş siyasi partiler yasasının, dernekler yasasının, toplantı-gösteri yasasının, terörle mücadale yasasının, olağanüstü hal yasa ve kararnamelerinin hepsinin anti-demokratik olması, insan hakları sözleşmelerine aykırı olmaları nedeniyle bunlar ulusal üstü hukuk ve ulusal üstü yargıda mahkum olmakta ve milyarlarca lira tazminat ödemekle karşı karşıyadır. Bunu yerine getirmek zorundadır. Geçmişte de yerine getirmiştir. Mecburen istemiye istemiye de olsa tazminat ödemek zorunda kalmıştır. Bu böyle devam ederse Türkiye'nin artık bütçesinde bu tür tazminatları ödemek için ayrı bir hesap açması lazım. Bu davalar nedeniyle yeni bütçede de Türkiye'nin bir ek hesabının olması lazım, tazminat ödemek için. Önümüzdeki '95 dönemi bütçe görüşmelerine herhalde birşeyler düşünürler diye düşünüyorum.
BARİKAT: Sizce demokratik olduğunu iddia eden bir ülke neden demokratikleşmeye tekrar ihtiyaç duysun?
HASIP KAPLAN:
Türkiye'de teori ve pratik farklıdır. Türkiye kağıt üzerinde, masa üzerinde sözleşmeler imzalamış Avrupalı bir ülke. Uygulamaya geliyorsunuz, kıblesini şarka dönmüş, kıblesini Afganistan'a, Irak'a, İran'a dönmüş bir ülke. Uygulamaları oraya benziyor. Türkiye kendini çağdaşlaştırmak veya bir hukuk uygulayabilmek konusunda geliştirmiyor. Şimdi Başbakan Çiller BASK modelinden bahsediyor, sonra geri alıyor. Kürtçe eğitimden bahsediyor sonra geri alıyor. Başbakan Tansu Çiller bir şey konuşmaya kalkıyor, dönüyor geri alıyor. MGK'mi onun kulağını çekiyor? Genel Kurmay mı onun kulağını çekiyor? Birileri çekiyor, sözünü geri alıyor. Şimdi bunların sözde söylediklerinin hiçbiri beş para etmez. Burada söz önemli değil bütün siyasi partiler anayasa değişmeli diyor. Oysa siyasi partiler uzlaştıkları maddeleri bile değiştirmememişlerdir. Çünkü başka maddeleri pazarlık konusu yapmışlardır. Bunlar hukuk anlayışları, ufukları dar olan insanlardır. Bunlar herhangi bir demokratikleştirme gerçekleştiremezler. Ve bunun sonucu olarak Avrupa'da yalnızlaşıyor Türkiye, Türkiye ABD'de yalnızlaşıyor, NATO'da yalnızlaşıyor, Avrupa Konseyi'nde yalnızlaşıyor ve Avrupa Topluluğu'na girme umutları hayallere karışıyor. Türkiye böyle bir çıkmaz içinde. Türkiye bir yol ayrımında ya ben doğuluyum diyecek ya ben batılıyım diyecek. Bunun ortası yok. Yani ya Afganistan'la pakt kurup birşeyler yapacak ya da Avrupa Konseyi'nin kurallarını yerine getirecek başka seçeneği yok Türkiye'nin.
BARİKAT: DEP davası da aynı sorunun bir parçasıydı...
HASİP KAPLAN:
Şimdi ben DEP'in avukatıyım. Anayasa Mahkemesi'nde milletvekillerininin avukatıyım. Avrupa İnsan Hakları Konseyi'ndeki davalarını ben açtım. DEP'in kapatılması davasında biz Anayasa Mahkemesi'nde avukat olarak görev yaptık ve orada savunmalarımızda çok açık olarak söyledik. Parti, eski genel başkanı Yaşar Kaya'nın iki tane konuşmasında biri Erbil biri Born şehrindeki konuşması, genel başkanın barış bildirgesinden dolayı kapatılmak isteniyor. Bunlar düşünce açıklamasıdır. Türkiye, Avrupa Konseyi'nin üyesidir, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzalamış bir ülke, bir siyasi partiyi konuşma, bildiri gibi zayıf bir delille kapatmamalı. Ve bu konudaki bütün savunmalarımızda bunu açıkladık. Ancak Anayasa Mahkemesi Kürt halkı tabirinin dahi kullanılmasını kapatma nedeni olarak görüyor. Yani resmi ideoloji, statüko ve tabuları 12 Eylül ara rejim anayasasına 1982 Anayasasıyla birleştirdiğiniz zaman dar anlamda kanun tatbiki olarak yorumlayıp partileri kapatıyor. Ve bizde bunlara karşı iç hukuki yollar kapandığı için parti kapatma davalarında daha önce HEP'i, ÖZDEP'i, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'nda dava açmıştık ve şimdi de DEP'in kapatılması davasını açacağız. Tabi bu arada yaşanan enteresan bir olayı Mart 1994 tarihinde yaşanan sağ siyasi partilerin milli mutabakat sağlayarak dokunulmazlık dosyalarını da öne alıp milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırması, milletvekillerini çok çirkin bir şekilde mecliste, meclis onurunu ayaklar altına alarak göz altına alınmasıdır. Tabii şu an milletvekilleriyle ilgili TCK. 125. maddeden devleti bölmek suçundan idam istemiyle haklarında dava açılmış. Duruşmaları var biz orada gereken savunmaları yapacağız. Ancak insanlar konuştu diye, milletvekili konuştu diye idamlarının istendiği bir Türkiye hiçte güzel bir görüntü vermiyor. Son olarak Avrupa Parlementosu'nda, Avrupa Konseyi'nde Türkiye'nin üyeliğinin askıya alınması ve giderek ihracına kadar uzanan bir sürecin içine girilmiş bulunmaktadır. Türkiye'de siyasi partiler, devlet yetkilileri ise kafalarını deve kuşu gibi kuma gömmekte ve gerçekleri görmemezlikten gelmektedirler. Şimdi medyanın bazı sağlıklı köşe yazarları ciddi uyarılarda bulunuyor ama uyarılar da anlaşılan fayda vermiyor. Cindoruk "Anayasa'daki demokratikleşme yaşama geçmelidir" diyor. İşte en son Cumhurbaşkanı siyasi parti liderlerini çağırarak "Avrupa Konseyi'nde zevahiri nasıl kurtarırız?" konuşmalarını yaptılar. Şimdi bu konuşmayla, görüşmeyle olacak bir iş değildir. Bu gayet basit. Türkiye Avrupa konseyi'nde sanık kürsüsünden kalkmak istiyorsa, çok basit. Önce generaller anayasasını değiştirip, demokratik bir anayasaya sahip olması lazım. Siyasi partiler yasasını değiştirip düşünceyi örgütleme özgürlüğünü engelleyen hükümlerini kaldırarak demokratik bir siyasi partiler yasası, demokratik bir seçim yasası oluşturması lazım. Toplantı-gösteri yasaları demokratikleştirilip, sivil toplum önündeki engeller kaldırılmalı, özellikle memur sendikaların kurulması süreci bağlanmalı, uzun gözaltı süreleri Avrupa standartlarına indirmeli, yaygın işkencelerin son bulması bağlanmalı, tarihten gelen çok renkliliği, mozaği dikkate almalı Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle yaşayan tüm insanları eşit koşullarda haklarının var olabileceği hesaba katılmalı. Ve tüm bu kültürel haklardan tutun da birçok konuda bunlara cevap verilmesi, sorunların yasal demokratik platformlarda konuşulmasının sağlanması ve geliştirilmesi gibi çok ciddi ve önemli ihtiyaçlar var gündemde. Türkiye bugüne kadar sorunlara baskıcı çözümlerle karşılık verdiği için yasalarda baskıcı olmuştur. Artık Türkiye bunu kaldıramıyor. Türkiye bu tür bir çözümle çözümsüzlüğe gidiyor, ölü sayısı artıyor, Türkiye ekonomisi perişan bir duruma doğru gidiyor ve iç istikrarsızlık, sosyal istikrarsızlık, ekonomik istikrarsızlık. Bunlar bütünleşerek, yoğunlaşarak göç gibi sonuçları doğuruyor ve toplumu bilerek bir sosyal patlamaya hazır duruma getiriyor. Şimdi bütün bunlar bu çerçevede düşünüldüğü zaman Türkiye’nin kendisi için, kendi halkı için, toprağında yaşayan tüm insanları için, çağdaş demokratik adımların atma zorunluluğu gelip dayanmıştır. Bunu hesaba katmayan hiçbir politika ayakta duramaz.
BARİKAT: DGM’lerin işleyişini ve son süreçteki protestoları değerlendirir misiniz.
HASİP KAPLAN:
Şimdi DGM’ler 1973-75 yılları arasında en sert tartışmalara sahne olan mahkemelerdir ve o zaman DİSK’ in başını çektiği DGM’ye karşı kampanyalar vardı. DGM’lerin kaldırılması ve DGM’lerin olağanüstü mahkemeler olduğu yönünde bugün de çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Bu kuruluş yasasından kaynaklanıyor. Ve özellikle kanun olarak önlerine koydukları ve tatbikle mükellef oldukları konuların aşırı derecede anti-demokratik olmasıyla birlikte, giderek adil ve makul yargılama sürecinden koptukları izlenimi duygusu gelişmeye başlıyor tabii. Bu konuda iki tür tartışma var. DGM’ler ihtisas mahkemesidir diye bir anlayış vardır; bir de olağanüstü yargıdır diyen anlayış vardır. DGM’lerin özellikle siyasi konjonktürden etkilendiği anlayışı vardır. Ancak siyasallar bu olduğu sürece DGM’lerin adalet bakımından haklı uygulamalar yapması çok zor gözüküyor.
BARİKAT: Çok teşekkürler. Verdiğiniz demokratik hukuk mücadelenizde size başarılar diliyoruz.
HASİP KAPLAN:
Ben teşekkür ederim.

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19