"Türkiye'yi Geriye, Karanlığa Götüren Bir
Süreç Yaşanıyor..."
|
"Türkiye'yi geriye, karanlığa götüren bir süreç
yaşanıyor,
Geçtiğimiz aylarda Türkiye "liste" üzerinden
işlenen bir dizi cinayete tanık oldu. Durum, aslında
Türkiye'nin nereden nereye geldiğini de gösteriyordu.
Bir başbakan çıkıp "elimizde PKK'ya yardım eden
Kürt işadamlarının listesi var" diyor ve hemen
sonra cinayetler başlıyordu. Hepsi aynı bölgede ve aynı
biçimde öldürülen Kürt işadamlarının ortak özelliği
yursever eğilimlerinin oluşuydu. Esasında bu cinayetler,
Kürdistan boyutundaki katliamların bir uzantısıydı.
Ve zaten katiller kişisel kimliklerini gizliyorlar ama
genel olarak kim olduklarını çok fazla saklamaya gerek
duymuyorlardı. Herkes cinayetlerin devlet kaynaklı olduğunu
biliyordu ve katiller de bunun bilinmesini istiyorlardı.
Çünkü asıl hedef yıldırmaktı. Bu sayımızda, bu tür cinayetlerin
bir çoğunda hukuki takipçi konumunda olan avukatlardan
Hasip KAPLAN'la yapılmış bir röportajı sunuyoruz...
BARİKAT: Bugün bir dizi cinayet yaşanıyor. Bunlar
arasında nasıl bir ilişki kuruluyor, mesela, mesaj vermek
gibi birşey mi söz konusu. Yani işlenen cinayetler belli
yöntemlerle ve belli yerlerde yapılıyor ve cesetlerin
birde özellikle bulunulması sağlanıyor. Yani hiç bulunamayacak
şekilde yok etme seçeneği varken neden böyle bir yol
izleniyor?
HASİP KAPLAN:Bu sorunuzda son olarak özellikle
Sapanca güzergâhında Behçet Cantürk, Savaş Buldan olayları
ilk akla gelen onlar ve tabi bir kaç kişi daha galerici
Arslan kardeşlerin ölümü de var. Şimdi tabii bu cinayetlerin
ortak özellikleri şunlar: bir fail kim olursa olsun
önce kurbanını takip ediyor, sonra alıyor ve TEM yolunu
kullanarak Sapanca-Düzce arası Arifiye veya oradaki
Atatürk Ormanı denilen yerlere getiriyor ve kurbanların
tamamı işkenceden geçirildikten sonra öldürülmüş olarak
bulunuyor. Bu cinayetlerin ilgi çekici özelliği bir
kere profesyonel ve örgütlü olması, çok sayıda kişi
tarafından ve çok sayıda araçla işlenmesi. O cinayetlerin
aynı güzergâhta seyretmesi aynı yöntemlerin kullanılması
belki de aynı kişilerin bunları yaptığının işaretidir;
bir ipucu veriyor. Ancak burada bir hukukçu olarak şunu
söylemek istiyorum: Devlet bir cinayetin, cinayet adi
suç olabilir, siyasi suç olabilir, ne olursa olsun önemli
değil; failini açığa çıkarmakla yükümlüdür. O açığa
çıkarma yükümlülüğünü kaçırılma noktasından, ölüm noktasına
kadar olan bütün süreçteki delilleri çok iyi bir teknikle
toplama ve soruşturma açma, failleri bulmakla yerine
getirmeli. Ancak bugüne kadar bu konuda ciddi bir çabaya,
araştırmaya, atılan bir adıma rastlamış değiliz. Genellikle
bu tür cinayetlere uyuşturucu bağlantısı yapılarak,
kendi iç hesaplaşmaları biçiminde gösterme, medyaya
yansıtma söz konusu olmakta. Ancak, ne olursa olsun
en son Savaş Buldan olayında 7-8 kişi 3 araba gibi çok
organizeli bir olay düşünüldüğü zaman, bu çok organizeli
olan suçlarda devletin ve cinayet masası ekibinin bunu
çözmesi mümkün. Evet bu son olayda bu cinayetlerin organizeli
olduğunu gösteriyor. İkincisi, ilginçtir; bu TEM yolunun
dikkat edilirse bir Arifiye çıkışı bir Sapanca çıkışı
var. Ve Düzce'ye kadar olan istikamette iki-üç tane
çıkış dışında da çıkış yoktur ve bu TEM yolunda 100
km'de bir olsa dahi TEM yolunun istikametinde bir geri
dönüş yoktur. Yine bu cinayetlerin ortak bir özelliği
polis mıntıkasında yakalama, Jandarma mıntıkasında infazdır.
Onun için de burada devletin polisi de, jandarmasıda
olayları aydınlatmakla yükümlüdür. Ve son cinayetlerle
beraber Düzce-Sapanca-Adapazarı savcılıklarının özellikle
o bölgedeki kolluk kuvvetleriyle bu tür cinayetlere
karşı çok duyarlı olup bunları netliğe çıkarması lazım.
Bu tür organizeli cinayetlerin mahalli yetkilileri bilgisi
dışında işlendiği gerçeğini gözönünde tutmak lazım.
Yani bir gladyo olayı bile olsa oradaki mahalli yetkililerin
bilgisi dışında olacağı için oradaki savcıların, kolluk
kuvvetlerinin yükümlülükleri ve sorumlulukları söz konusu.
Ve bu tür organizeli cinayetlerin sayısı onu aştığı
için mutlaka bir yerinden patlak verir. Ve devlet bu
işe eğildiği zaman bunu çözmesi pek zor değil.
BARİKAT: Bu cinayetlerin tipik kontra cinayetleri
olduğu söylenebilir mi?
HASİP KAPLAN: Şimdi ben bir hukukçuyum, bir hukukçu
bir cinayete kavram olarak isim vermez. Devlet cinayetidir
veya bilmem ne cinayetidir diye bir kavram izafe etmez.
Yani bir hukukçu o cinayet aydınlığa kavuştuğu zaman
ve yargı kararı kesinleştiği zaman fail şudur der. Politikacılar
bu kavramı kullanabilir, biz bu kavramı kullanmıyoruz.
Ve şunu söylemek istiyorum; Türkiye'de illegal örgütler
var. Sağda veya solda, fanatik veya daha değişik. Kendi
görüşlerine göre zaman zaman cinayetler işliyorlar.
Ama bazı örgütler işledikleri cinayetleri biz yaptık
diyorlar. Yani açıklıyorlar. Bunun dışında İslami Fanatik
kesimlerin de kendi aralarındaki çatışmalarda kaynaklanan
cinayetler ve bunun dışında özellikle olağanüstü hal
bölgesinde çok yoğun işlenen cinayetler var şimdi. O
kadar çok yönlü bir tarafta korucu, bir tarafta itirafçı,
bir tarafta kolluk güçleri içindeki karanlık örgütlenmeler.
Kimileri bunlara kontra diyor; kimisi gladyo diyor;
kimisi Özel Harp Dairesi diyor. Ne olursa olsun elinde
silah bulunduran çok sayıda legal ve illegal oluşumlar
var.
Bu legal ve illegal oluşumun olduğu bölgede de işlediği
çok sayıda cinayetler var. Şimdi bir hukuk devletinde
insanlar normal ecelleriyle dahi ölseler bir şüphe olarak
o ölüm hali dikkate alınır. Gerekirse de otopsi yapılır.
Şüphe halini ortadan kaldırırlar. Bu konularda bir hukuk
devletinde hemen savcıların cinayetle ilgili bir dosya
açması lazım. Ve o cinayetle ilgili delillerin toplanması
konusunda kolluk kuvvetlerine emir verip bütün bilgi-bulgu
ve delilleri o dosyada toplaması lazım, usul budur.
Ancak son yıllara bir dönüp baktığımız zaman bir Mumcu
cinayeti yani solcu, Kürt, laik... vb farketmeyen ama
hedefleri değişik cinayetler dikkate alınırsa onlarında
faillerinin bulunmasında da ciddi bir araştırmanın olmadığı,
aynı şekilde bu son cinayetlerde de benzer bir araştırmanın
olmadığı hemen dikkati çekiyor. Tabii zaman zaman basına
yansıdı, işte bu cinayetlere kurban gidenlerin aileleri
tarafından da açıklandı. PKK'ya yardım eden işadamlarının
listesi var Çiller'de, Çiller bunun açıklamasını da
yaptı. İşte bir hukuk devletinde varsa böyle bir liste
bu listeyi başbakanın açıklaması, başbakanın bu listeyi
verenlerin, hangi örgütlere göre bu listeyi düzenlediğinin
tespit edilmesi veya bunun en azından meclis araştırmasıyla
bu konunun aydınlığa kavuşturulması gerekiyor. Ancak
günde yüz kişinin öldüğü Türkiye'de insan hayatı çok
ucuz ve grubu bulunan siyasi partiler, sosyal demokratı
da, ANAP'ı da hiçbiri bu konu da ciddi bir araştırma
yapmayarak kendileride bu suskunluğa ortak olmakta.
Nitekim bunu Sivas olaylarına getirdiğimiz zaman tam
gözler önünde ceryan eden bir olayın karşısındaki duyarsızlığa
kadar birleşmektedir. Bu duyarsızlık zincirini böyle
görmek lazım.
BARİKAT: Gazetelerden okuduğumuz kadarıyla Savaş
Buldan ve iki arkadaşı olayında tanıkların ifade değiştirmelerini
nasıl yorumluyorsunuz? Örneğin taksi şoförü ve toptancı...v.b...
HASİP KAPLAN: Bunu da bilmiyoruz. Yani biz bu
olayın ne avukatıyız ne de takipçisiyiz. Tanık ifade
vermiş midir, vermemiş midir? Onu da bilmiyoruz. Gazeteciler
nasıl duyum almış bilmiyoruz. Bilmediğim konularda yorum
yapamam. Tanıklar gerçekten öyle bir beyanda bulunmuşlar
mı bulunmamışlar mı? Onu bilmiyoruz ve bundan dolayı
yorum yapamayız. Önce bir dosya açarsın, tanık ifadesini
görürsün. Sonra bir tanık, daha önceki ifadesini değiştirmiştir.
O zaman dersinizki niye değiştirdi? Ve o zaman dersiniz
ki korkup değiştirdi, tehdit edildi değiştirildi, para
yedi değiştirdi. Yani bunun bir nedeni olur. Bu konuda
en sağlam bilgiyi kurbanların ailelerinden alabilirsiniz.
BARİKAT: Bütün bunlardan topyekün savaş ilanından,
meclis açılışındaki konuşmalarından, Çiller'in liste
açıklamasından sonra meydana geliyor. Bizce bugün Şırnak'ta
yakılan köylerle İstanbul'da işlenen cinayetler arasında
hiçbir fark yok. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?
HASİP KAPLAN: Yani bu hukukla bağlantılı bir olay.
İnsan hakları olarak bakarsak Şırnak'ta yapılanla burada
yapılan arasında bir fark yoktur. Yani hiç bir şey değişmez.
Ha Şırnak'lı ha İstanbul’lu ya da bir başkası, insan
öğesi olarak ele alalım. Fakat o İstanbul'da ölen de
Hakkari'li. Yani ilginç bir özellik olarak aynı bölgenin
insanı olması. İşte ortak özellik olarak öyle değerlendirmek
lazım. Ve bu tür işadamlarının başbakanın "PKK'ya
yardım ettikleri için takip altında olduklarına"
dair bir açıklaması var. Bunu açıklaması gereken muhatabı
da yine başbakanın kendisidir.
BARİKAT: Bütün bunlar olup biterken bir de "demokratikleşme
paketi"nden sözediliyor...
HASİP KAPLAN: Şimdi bir kere Tansu Çiller'in adını
koyduğu demokratikleşme paketinin içinde hiç bir şey
yok. Aksine DYP-SHP koalisyonu döneminde terörle mücadele
yasasının daha da katı daha da ağır cezalar içeren yeni
bir yasa tasarısı gündemde mecliste. Bu mecliste olan
tasarı Eylül'de meclis açıldığında gündeme gelecek.
Ve o zaman bilim adamlarına, yazarlara, sendikacılara
uygulanan terörle mücadele yasasının 8 maddesi kapsamı
öylesine genişletiliyor ki herkese uygulanabilir duruma
getiriliyor. Yani düşünceyi suç sayan ve düşüncesini
açıkladığı için terörist sayılan anlayışla çok daha
katı bir geriye gidiş sözkonusu. Şimdi bunun demokrasiyle;
hukuk devletiyle, çağdaşlık ile hiçbir alakası yoktur.
Ve Türkiye'yi geriye götüren bir süreç yaşanıyor, karanlığa
götüren bir süreç yaşanıyor. Bugün Başbakan Çiller yurtdışına
gittiği zaman, Paris'e gittiği zaman veya başka bir
ülkeye gittiği zaman hep aynı soruyla karşı karşıya
kalıyor. "Siz bilim adamlarını düşüncelerinden
dolayı niye içeriye atıyorsunuz?" Bir de madalyonun
öteki yüzü var. Türkiye Avrupa Konseyi üyesidir. Bunun
ötesinde İnsan Hakları Sözleşmesi'ni kabul etmiş bir
ülkedir. Bunun ötesinde AGİK'i imzalamış, Paris Şartı'nı
imzalamış, Moskova Kararları'na imza atmış, Cenevre
Toplantıları'na katılmış, kararlarına imza atmış bir
ülke. Şimdi bir hukuk devleti attığı imzayla kendisini
bağlar ve bağlayıcılığı vardır. Türkiye bu imzalar sonucu
bunlarla tamamen bağlıdır ve bunları yerine getirmek
zorundadır. Bunları yerine getirmezse ne olur? Strasburg'ta
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu var. Ayrıca Avrupa İnsan
Hakları Divanı var. O zaman kişilerle devletler, Türkiye'yi
dava eder ve Türkiye yargılanır. Türkiye hakkında en
son 1987 yılında bireysel başvuruyu kabul etti. 1990
yılında da Avrupa İnsan Hakları Divanı'nın yargı yetkisini
kabul etti ve bugüne kadar Türkiye hakkında 500 tane
başvuru yapılmış, dava açılmış durumda. Türkiye bugüne
kadar 20 tane dava kaybetti. Şimdi şöyle bir ortalama
alalım; 1954'ten bu yana 14.000 dava açılıyor. Avrupa
İnsan Hakları Komisyonu'nda kabul edilebilirlik oranı
%4.2'dir. Ama Türkiye açısından bu oran çok yüksek.
Yani Türkiye Anayasası'nın 12 Eylül ara rejimi sonucu
oluşturulmuş siyasi partiler yasasının, dernekler yasasının,
toplantı-gösteri yasasının, terörle mücadale yasasının,
olağanüstü hal yasa ve kararnamelerinin hepsinin anti-demokratik
olması, insan hakları sözleşmelerine aykırı olmaları
nedeniyle bunlar ulusal üstü hukuk ve ulusal üstü yargıda
mahkum olmakta ve milyarlarca lira tazminat ödemekle
karşı karşıyadır. Bunu yerine getirmek zorundadır. Geçmişte
de yerine getirmiştir. Mecburen istemiye istemiye de
olsa tazminat ödemek zorunda kalmıştır. Bu böyle devam
ederse Türkiye'nin artık bütçesinde bu tür tazminatları
ödemek için ayrı bir hesap açması lazım. Bu davalar
nedeniyle yeni bütçede de Türkiye'nin bir ek hesabının
olması lazım, tazminat ödemek için. Önümüzdeki '95 dönemi
bütçe görüşmelerine herhalde birşeyler düşünürler diye
düşünüyorum.
BARİKAT: Sizce demokratik olduğunu iddia eden bir
ülke neden demokratikleşmeye tekrar ihtiyaç duysun?
HASIP KAPLAN: Türkiye'de teori ve pratik farklıdır.
Türkiye kağıt üzerinde, masa üzerinde sözleşmeler imzalamış
Avrupalı bir ülke. Uygulamaya geliyorsunuz, kıblesini
şarka dönmüş, kıblesini Afganistan'a, Irak'a, İran'a
dönmüş bir ülke. Uygulamaları oraya benziyor. Türkiye
kendini çağdaşlaştırmak veya bir hukuk uygulayabilmek
konusunda geliştirmiyor. Şimdi Başbakan Çiller BASK
modelinden bahsediyor, sonra geri alıyor. Kürtçe eğitimden
bahsediyor sonra geri alıyor. Başbakan Tansu Çiller
bir şey konuşmaya kalkıyor, dönüyor geri alıyor. MGK'mi
onun kulağını çekiyor? Genel Kurmay mı onun kulağını
çekiyor? Birileri çekiyor, sözünü geri alıyor. Şimdi
bunların sözde söylediklerinin hiçbiri beş para etmez.
Burada söz önemli değil bütün siyasi partiler anayasa
değişmeli diyor. Oysa siyasi partiler uzlaştıkları maddeleri
bile değiştirmememişlerdir. Çünkü başka maddeleri pazarlık
konusu yapmışlardır. Bunlar hukuk anlayışları, ufukları
dar olan insanlardır. Bunlar herhangi bir demokratikleştirme
gerçekleştiremezler. Ve bunun sonucu olarak Avrupa'da
yalnızlaşıyor Türkiye, Türkiye ABD'de yalnızlaşıyor,
NATO'da yalnızlaşıyor, Avrupa Konseyi'nde yalnızlaşıyor
ve Avrupa Topluluğu'na girme umutları hayallere karışıyor.
Türkiye böyle bir çıkmaz içinde. Türkiye bir yol ayrımında
ya ben doğuluyum diyecek ya ben batılıyım diyecek. Bunun
ortası yok. Yani ya Afganistan'la pakt kurup birşeyler
yapacak ya da Avrupa Konseyi'nin kurallarını yerine
getirecek başka seçeneği yok Türkiye'nin.
BARİKAT: DEP davası da aynı sorunun bir parçasıydı...
HASİP KAPLAN: Şimdi ben DEP'in avukatıyım. Anayasa
Mahkemesi'nde milletvekillerininin avukatıyım. Avrupa
İnsan Hakları Konseyi'ndeki davalarını ben açtım. DEP'in
kapatılması davasında biz Anayasa Mahkemesi'nde avukat
olarak görev yaptık ve orada savunmalarımızda çok açık
olarak söyledik. Parti, eski genel başkanı Yaşar Kaya'nın
iki tane konuşmasında biri Erbil biri Born şehrindeki
konuşması, genel başkanın barış bildirgesinden dolayı
kapatılmak isteniyor. Bunlar düşünce açıklamasıdır.
Türkiye, Avrupa Konseyi'nin üyesidir, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'ni imzalamış bir ülke, bir siyasi partiyi
konuşma, bildiri gibi zayıf bir delille kapatmamalı.
Ve bu konudaki bütün savunmalarımızda bunu açıkladık.
Ancak Anayasa Mahkemesi Kürt halkı tabirinin dahi kullanılmasını
kapatma nedeni olarak görüyor. Yani resmi ideoloji,
statüko ve tabuları 12 Eylül ara rejim anayasasına 1982
Anayasasıyla birleştirdiğiniz zaman dar anlamda kanun
tatbiki olarak yorumlayıp partileri kapatıyor. Ve bizde
bunlara karşı iç hukuki yollar kapandığı için parti
kapatma davalarında daha önce HEP'i, ÖZDEP'i, Avrupa
İnsan Hakları Komisyonu'nda dava açmıştık ve şimdi de
DEP'in kapatılması davasını açacağız. Tabi bu arada
yaşanan enteresan bir olayı Mart 1994 tarihinde yaşanan
sağ siyasi partilerin milli mutabakat sağlayarak dokunulmazlık
dosyalarını da öne alıp milletvekillerinin dokunulmazlıklarını
kaldırması, milletvekillerini çok çirkin bir şekilde
mecliste, meclis onurunu ayaklar altına alarak göz altına
alınmasıdır. Tabii şu an milletvekilleriyle ilgili TCK.
125. maddeden devleti bölmek suçundan idam istemiyle
haklarında dava açılmış. Duruşmaları var biz orada gereken
savunmaları yapacağız. Ancak insanlar konuştu diye,
milletvekili konuştu diye idamlarının istendiği bir
Türkiye hiçte güzel bir görüntü vermiyor. Son olarak
Avrupa Parlementosu'nda, Avrupa Konseyi'nde Türkiye'nin
üyeliğinin askıya alınması ve giderek ihracına kadar
uzanan bir sürecin içine girilmiş bulunmaktadır. Türkiye'de
siyasi partiler, devlet yetkilileri ise kafalarını deve
kuşu gibi kuma gömmekte ve gerçekleri görmemezlikten
gelmektedirler. Şimdi medyanın bazı sağlıklı köşe yazarları
ciddi uyarılarda bulunuyor ama uyarılar da anlaşılan
fayda vermiyor. Cindoruk "Anayasa'daki demokratikleşme
yaşama geçmelidir" diyor. İşte en son Cumhurbaşkanı
siyasi parti liderlerini çağırarak "Avrupa Konseyi'nde
zevahiri nasıl kurtarırız?" konuşmalarını yaptılar.
Şimdi bu konuşmayla, görüşmeyle olacak bir iş değildir.
Bu gayet basit. Türkiye Avrupa konseyi'nde sanık kürsüsünden
kalkmak istiyorsa, çok basit. Önce generaller anayasasını
değiştirip, demokratik bir anayasaya sahip olması lazım.
Siyasi partiler yasasını değiştirip düşünceyi örgütleme
özgürlüğünü engelleyen hükümlerini kaldırarak demokratik
bir siyasi partiler yasası, demokratik bir seçim yasası
oluşturması lazım. Toplantı-gösteri yasaları demokratikleştirilip,
sivil toplum önündeki engeller kaldırılmalı, özellikle
memur sendikaların kurulması süreci bağlanmalı, uzun
gözaltı süreleri Avrupa standartlarına indirmeli, yaygın
işkencelerin son bulması bağlanmalı, tarihten gelen
çok renkliliği, mozaği dikkate almalı Türküyle, Kürdüyle,
Çerkeziyle yaşayan tüm insanları eşit koşullarda haklarının
var olabileceği hesaba katılmalı. Ve tüm bu kültürel
haklardan tutun da birçok konuda bunlara cevap verilmesi,
sorunların yasal demokratik platformlarda konuşulmasının
sağlanması ve geliştirilmesi gibi çok ciddi ve önemli
ihtiyaçlar var gündemde. Türkiye bugüne kadar sorunlara
baskıcı çözümlerle karşılık verdiği için yasalarda baskıcı
olmuştur. Artık Türkiye bunu kaldıramıyor. Türkiye bu
tür bir çözümle çözümsüzlüğe gidiyor, ölü sayısı artıyor,
Türkiye ekonomisi perişan bir duruma doğru gidiyor ve
iç istikrarsızlık, sosyal istikrarsızlık, ekonomik istikrarsızlık.
Bunlar bütünleşerek, yoğunlaşarak göç gibi sonuçları
doğuruyor ve toplumu bilerek bir sosyal patlamaya hazır
duruma getiriyor. Şimdi bütün bunlar bu çerçevede düşünüldüğü
zaman Türkiye’nin kendisi için, kendi halkı için, toprağında
yaşayan tüm insanları için, çağdaş demokratik adımların
atma zorunluluğu gelip dayanmıştır. Bunu hesaba katmayan
hiçbir politika ayakta duramaz.
BARİKAT: DGM’lerin işleyişini ve son süreçteki protestoları
değerlendirir misiniz.
HASİP KAPLAN: Şimdi DGM’ler 1973-75 yılları arasında
en sert tartışmalara sahne olan mahkemelerdir ve o zaman
DİSK’ in başını çektiği DGM’ye karşı kampanyalar vardı.
DGM’lerin kaldırılması ve DGM’lerin olağanüstü mahkemeler
olduğu yönünde bugün de çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor.
Bu kuruluş yasasından kaynaklanıyor. Ve özellikle kanun
olarak önlerine koydukları ve tatbikle mükellef oldukları
konuların aşırı derecede anti-demokratik olmasıyla birlikte,
giderek adil ve makul yargılama sürecinden koptukları
izlenimi duygusu gelişmeye başlıyor tabii. Bu konuda
iki tür tartışma var. DGM’ler ihtisas mahkemesidir diye
bir anlayış vardır; bir de olağanüstü yargıdır diyen
anlayış vardır. DGM’lerin özellikle siyasi konjonktürden
etkilendiği anlayışı vardır. Ancak siyasallar bu olduğu
sürece DGM’lerin adalet bakımından haklı uygulamalar
yapması çok zor gözüküyor.
BARİKAT: Çok teşekkürler. Verdiğiniz demokratik hukuk
mücadelenizde size başarılar diliyoruz.
HASİP KAPLAN: Ben teşekkür ederim.
|