RP
MHP
Ve
Sömürge Tipi Faşizm
|
Oligarşinin demokrasi, insan hakları, şeffaflık söylemleri,
demagoji yöntemleri dikiş tutmaz oluyor ve günü kurtarmak
için yeni kavramlar ileri sürülüyor. Demirel "Vatandaşlık
Hukuku", Çiller "Kürtçe TV" diyor; ama
bu kavramların gaipten gelen sesler gibi, hiç bir ciddiyeti
yoktur. Sadece kimi kavramlarla oynanmakla kalınmıyor,
gündemi saptırmak, SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZMİ gizlemek, Kürdistan'da
dizboyu sürdürülen kirli savaşı örtmek ve KUKM'ni engellemek
için bir dizi günlük manevralar yapılıyor. Hatta tam
bu noktada, oligarşinin kimi sözcüleri "Demokrat",
kimileri ise "Diktatör" rolüne giriyor; son
olarak DEP olayında bu tüm çarpıklığı ile yaşanıyor.
Ama nafile! devrim ve sosyalizm tarihine mal olmuş kimi
kavramları alarak, içini boşaltan, onu burjuvazinin
sömürücü ve diktatörlük politikalarının bir aracı olarak
kulanan oligarşi, yaşamın gerçekleri karşısında paniğe
kapılıyor ve artık o kavramlar bile onu kurtaramaz duruma
sokuyor. Artık, parlamentonun SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZM'in
"asma yaprağı" rolünü oynayan bir kurumu olduğu,
tüm siyasi partilerin SHP'den DSP'ye, ANAP'tan DYP'ye,
MHP'den RP'ne kadar tüm partilerin birer figüran olduğu
ve aralarında pek fark olmadığı, ülkeyi Pentagon ve
CIA denetiminde MGK'nun, Kontr-gerillanın yönettiği
somutlaşmıştır. Bu ülkede, Devrimci hareket bu gerçeği,
1970'den bu yana söylüyor; ve bugün özellikle KUKM'si
ve onun ekseninde açığa çıkan siyasi gerçekler, tüm
görmek isteyenlere bu gerçeği somutlaştırıyor.
Artık oligarşi, artan oranda çıplak-kanlı terörle ayakta
duruyor; ve onun için "Kontr Cumhuriyeti"
tanımlamaları haklı olarak yapılırken, tarihte görülen
"Filipin Tipi Demokrasi"den daha geri bir
konumda olduğu, klasik burjuva demokrasisi ile hiç bir
ilişkisi olmadığı ortaya çıkıyor...
Tabi, artık birçok kişinin gördüğü bu gerçekleri, sosyalizm
adına görmeyenler de var... 12 Eylül açık faşizmine
bile "faşizm" diyemeyen ve onu feodalizmden
kapitalizme geçiş sürecinde, bir özgül devlet biçimine,
Bonapartizme indirgeyen mantıklar, Demirel, Ecevit vb.lere
bakarak bunların "demokrat"lığını keşfedenler,
reel sosyalizmin çözülüşü sonrası hızlanan liberal rüzgarlarla
legalizm denizine yelken açıp, yeni tipte bir sosyalizm
arayışı içinde olanlar vb... için tüm bu gelişmelerin
çok fazla bir anlamı yoktur... Onlar hala o küçücük
dünyalarının peşindeler... Kimi "Birlik" diyor,
kimi "yasal parti" diyor, kimi "sivil
toplum" kimi de "Marksizm öldü" diyor.
Ama, tüm bunları söyleyen, burjuva demokrasisine övgüler
dizen ve hızla da bu yolda yürümekte ısrarlı olan liberal-oportünizm,
faşizme karşı mücadeleden, leninist bir örgütten, ülkemiz
gerçeğine uygun bir savaş stratejisinden hiç söz etmiyor.
Edemezler de; çünkü, onlar o hayal dünyalarında yaşarken,
bizleri hala "eski kafalılıkla", "dogmatik
olmakla" suçluyorlar!
Halbuki son DEP olayı bile bu bayların tatlı rüyalarını
bozmaya yetiyor. Bırakalım Kürdistan'da NATO'nun sayısal
olarak ikinci vurucu gücü Türk ordusunun işgalini, vahşi
terörünü, Batıya ve Güney'e milyonların göçünü , binlerce
köyün yakılıp yıkılmasını vb... Türkiye'de yoğunlaşan
kontr-gerilla eylemleri, işçi ve memurların terörle
sindirilmesi, yargısız infazların yoğunlaşması, DKÖ'lere
yönelik yoğun baskı ve tutuklamalar vb. bile çok şeyi
anlatıyor. Yani oligarşinin, 61-70 döneminde veya kısmende
72-80 döneminde görülen demokratik hak talebine bile
tahammülü yoktur. Zaten, ne ekonomik ne de politik düzeyde
buna hazır değildir.
Bilindiği üzere HEP biraz da KUKM karşısında, bu devrimci
muhalefeti düzen içi kanallara akıtmak için, bir reformizm
taktiği olarak, oligarşi tarafından desteklendi. O dönemde
Özal'ın, tavrı budur, ve hiçde iyi niyetli değildir.
Ancak, Pentagon'da yapılan bu hesap, Türkiye ve Kürdistan
gerçeğine uymadı. Burjuva demokrat öğelerin yanı sıra
özellikle Kürt yurtsever güçlerin bu alanı doldurması,
oynanmak istenen oyunu bozdu ve HEP, ABD önderliğinde
oluşan "Yeni Dünya Düzeni"nde, düzen içi rol
üstlenen bir parti değil, özellikle Kürt ulusal demokratik
sorunlarını ön plana çıkaran demokratik bir parti haline
geldi. Kürt halkı, bu parti aracılığı ile kukla parlementoya
kendi temsilcilerini gönderiyor, ama daha ilk günde,
büyük bir şovenizm dalgasına hedef oluyordu. Sözümona
sosyal demokratlar "HEP'i sırtımızda taşıdık, ondan
oy kaybediyoruz" derken, bu ülkenin asıl yöneticileri,
MGK ve kontr-gerilla HEP'i hedef alıyordu. Başta Kürt
halkı olmak üzere, Türk halkı, kimin kimi sırtında taşıdığı
noktasında, Kemalist, "sosyal demokrat" artıklarına
cevabını seçimlerde verdi. Ama HEP hep hedef oldu. Bu
yönde tam bir hukuksuzluk örneği ile hukuki gerekçeler
yaratıldı, saldırı ve katliamlar düzenlendi... Ve HEP
kapatıldı. Ama artık özellikle Kürt ulusal uyanışı yeni
mevziler yaratıyordu. ÖZDEP kuruldu, çok uzun yaşatmadılar.
Ve DEP kuruldu; ancak bir yıl yaşattılar. Kemalizmden
kalan ırkçılık, MHP desteğiyle DYP-SHP iktidarında doruğa
çıkarıldı. Dünya'daki gelişmeler ve reel sosyalizmin
çözülmesinin yarattığı milliyetçi rüzgarlarla şovenizm
beslendi. Devlet güdümünde "Laiklik Anti-laiklik"
oyunu gündeme sokuldu. Taksim mitingleri düzenlendi
ve "linç atmosferi" empoze edildi. Sonuçta
önce DEP'li milletvekillerine yönelik "2 Mart darbesi"
yapıldı, sonra da DEP kapatıldı. DEP ne yaptı? Kirli
savaşın son bulması için Barış Çağrısı yaptı, demokrasi
sorununun en son halkası olan Kürt sorununu, Kürdistan'da
yürütülen vahşi terörü dile getirdi, vb... Yani, demokratik
bir parti olarak, demokrasi istedi, bunu ifade etti.
işte bu oligarşinin hiçde alışık olmadığı bir durumdu
ve gerçek yüzünü; faşist yüzünü gösterdi...
Şimdi sormak gerekiyor: Bu ülkeyi nasıl ve kim yönetiyor?
Bu ülkede, oligarşinin 35 yıllık sahte pehlivan sözcüsünün
söylediği, çömezlerin tekrar ettiği gibi "Hukuk
Devleti" mi var, yoksa kontr-gerilla yasaları mı?
Bu ülkeyi, bu kişiliksiz parlamento; siyasi partiler
ve diğer kurumlar mı yönetiyor, yoksa MGK ve kontr-gerilla
mı?
Bizce bunun yanıtı çok açık! Bunu 1970'ten beri hep
söylüyoruz...
Kürt halkının hiç bir mevziyi elden bırakmaya niyeti
yok. DEP'in kapatılmasını zafer ilan eden oligarşinin
sözcüleri, bunun, bugün bir "Pirus Zaferi"
olduğunu anladılar ve yeni manevralara başladılar, bunu
daha başka manevralar izleyecektir de. Emperyalizmin
Ortadoğu için ileri karakolu olmaya, onun sadık bir
bekçisi olmaya and içmiş oligarşiyi, artık efendileri
bile savunamıyor. Oligarşinin, gönüllü bekçilik, kraldan
fazla kralcılık, soğuk savaşın dengeleri, rüşvet, ülke
zenginliklerinin peşkeş çekilmesi vb. esasları üzerine
kurulan dış politikası, halkların kardeşliği esaslarına
dayalı Kürt diplomasisine yenik düştü ve uluslararası
alanda tek başına kaldı. Daha önce ÖZDEP ve DEP'te olduğu
gibi, daha DEP kapatılmadan, HADEP yeni bir mevzi olarak
somutlaştı.
Oligarşinin rüyaları sadece uluslararası alanda Kürt
diplomasisi ile bitmedi; aynı zamanda çok yakın dönemde
"Balkanlardan Avrasya'ya" Türki Cumhuriyetlerine
yayılmacı emperyalist rüyaları da bitti. Azerbeycan'da
Türklük temelinde, şovenizm ve A. Türkeş destekli diplomasi,
Elçibey'in iktidarı kaybetmesi ile bir tokat yedi. Tabi
dağılan Sovyetler Birliği bir boşluk doğurmuştu; ama
emperyalist bir Rusya, bu boşluğu kapitalizm lehine
doldurmaya başladı. Böylece yayılmacılığa heveslenen
TC oligarşisi geri adım attı. Zaten bunu gerçekleştirecek
gücü de yoktu. O, ilhak ettiği K. Kıbrıs'ı ve sömürgeleştirdiği
K.B. Kürdistan ile şimdilik yetiniyor, ama Vietnam Sendromu'nu
da artık yaşamaya başladı.
Doğrusunu söylemek gerekirse, 85'lerden sonra yoğunlaşan
ve reel sosyalizmin çözülüşü ile artık tüm alanda hissedilen
'Sosyalizm öldü', 'Çağ uzlaşma çağı', 'Karşılıklı bağımlılık'
palavralarına ancak yeni Vietnam'ların yaratılması ile
yanıt verileceği de açıktır. Emperyalist-Kapitalist
sistemin yarattığı sömürü, eşitsizlik, baskı, ilhak,
demokrasinin ayaklar altına alınması vb. sosyalizmin,
insanlığın daha ileri bir toplumsal düzen özleminin
hep zeminini oluşturuyor; bu, 85-90 döneminin tüm anti-komünist
propagandalarına rağmen 90 sonrası yükselmektedir. Evet
artık, 2. Dünya savaşı sonrası ortaya çıkan "sosyalist
Blok"tan bahsedemesekte, Küba'dan K.Kore'ye uzanan
sosyalist ülkeler emperyalizmin tüm saldırılarına rağmen
hala ayaktadır. Ayrıca "reel sosyalizmin"
çözülüşü, bu ülkelerde yaşanan kapitalist restorasyon
ve bu restorasyonun ortaya çıkardığı açlık, sömürü,
adaletsizlik, ahlaki çöküntü vb. bizzat yine bu ülkelerde
yeni bir dalgayı da yükseltmektedir. Yeni Ekim'lerin
koşulları her açıdan oluşmaktadır. Ekim Devrimi Dünya
Kapitalizmine, Vietnam Devrimi 1968'lerde başını ABD'nin
çektiği emperyalizme nasıl darbe vurduysa ve halklar
için esin kaynağı olduysa, bir Kürdistan, bir Türkiye
Devrimi de benzer rolü oynayabilir.
Ve Dünya işçi sınıfı, mazlum halklar, CHE'nin vasiyeti
olan "iki-üç daha fazla Vietnam"ın gerçekleşmesinin
haklı gururunu yaşayabilirler.
Önüne devrim ve sosyalizmi koyan Marksist Leninistler,
Lenin'in ifadesi ile "böyle bir rüyayı" görmeli,
ve bu sorumlulukla davaya sarılmalı, sonsuz bir enerji
ile çalışmalıdırlar.
BİRAZ DAHA DERİNE İNECEK OLURSAK...
Türk ve Kürt, tüm insanlarımızca hissedilen ve onun
terörüne maruz kalınan KONTR-GERİLLA veya daha geniş
anlamı ile "KONTRA CUMHURİYETİ" elbette toplumdan
ve toplumsal gelişmelerden bağımsız bir mekanizma değildir.
Tam tersine, toplumun içsel-dışsal gelişiminin bir ürünüdür.
O, toplumumuzda her düzeyde görülen, giderek şiddetlenen
uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının yarattığı bir siyasal
olgudur. Onun görevi, uluslararası sermayenin çıkarlarını
korumak, onun adına hareket etmek, yerli tekelci sermayenin
çıkarlarını Kürt ve Türk emekçi sınıflar aleyhine korumak
ve bu temelde her türlü yöntemi kullanmaktır. O, emperyalizm
ve yerli tekelci sermaye lehine, tüm halk muhalefetini
susturmak için, etrafa korku yayar, provakasyon ve yargısız
infaz vb. de dahil, her türlü yöntemi kullanır, hatta
derinleşen milli kriz mevcut burjuva yöntemlerle çözülemezse,
"vatan, millet" adına cuntalar tezgahlar.
Kısaca, bu bir devlet biçimi sorunudur, YENİ SÖMÜRGECİLİK
temelinde oluşan SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZM'dir.
Toplumun içinden çıkan, ama topluma yabancılaşan ve
emekçi sınıflar için kanlı bir diktatörlük olan devlet
biçimidir, SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZM! Bu tüm kurumları ile
bir bütündür, birçok öğenin toplamının oluşturduğu bir
mekanizmadır. 'Kontra Cumhuriyeti' veya diğer adıyla
SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZM; siyasi partileri, parlamentosu,
iç savaşa göre örgütlenen ve emperyalizmin vurucu gücü
olan ordusu, polisi, gizli servisleri, "Özel Harp
Dairesi" resmi adıyla bilinen Kontr-gerillası vb.
ile bir bütündür. Temel sınıfsal dayanağı TEKELCİ BURJUVAZİ'dir.
Ancak tekelci burjuvazi pre-kapitalist sınıfları da
yanına alır; ama bunların oligarşik ittifak içindeki
rolü talidir. Böylesi bir “Kontra Cumhuriyeti”nde parlementonun
olması, her 4-5 yılda bir "Demokrasi" oyununun
bir gereği olan seçimlerin yapılması, hatta sözde bağımsız
yargı organlarının olması bu "Kontra Cumhuriyeti’nin
faşist niteliğini ortadan kaldırmaz. Tam tersine bunlar
Faşizmin birer uzantısı ve parçalarıdır ve Faşizm'i
gizleme rolü oynarlar, yani onlar birer 'asma yaprağı'dırlar.
Elbette, 12 Mart ve 12 Eylül'de olduğu gibi, ekonomik-sosyal,
siyasal krizin yoğunlaştığı ve birçok burjuva yöntemin
sorunları çözemediği bir ortamda, halk muhalefetini
önlemek, onun üzerini "betonlamak" için, Sömürge
Tipi Faşizm açıkça icra edilir.
Sömürge Tipi Faşizmin açık veya gizli biçimde icrası,
anlaşılacağı üzere, tamamen sınıf mücadelesine, sınıf
mücadelesinin o süreçte aldığı biçime, ulusal ve uluslararası
koşullara bağlıdır. Sömürge Tipi Faşizm hangi biçimi
alırsa alsın, özünü ve niteliğini korur; yani onun asıl
mayası, temel pasifikasyon yöntemi baskıdır, zordur,
cebirdir, sömürüdür ve sömürgeciliktir. Buradan anlaşılacaktır
ki, Sömürge Tipi Faşizmin aldığı açık veya gizli biçim,
devlet biçiminin değişmesi, yani bir kapitalist devlet
biçiminden bir başka kapitalist devlet biçimine dönüşmesi
değildir.
Bilindiği üzere, bir üretim tarzı kendine uygun devlet
tipini oluşturur. Tarihsel sürece baktığımızda, uzlaşmaz
sınıf karşıtlığının ilk toplumsal süreci köleciliktir
ve bu üretim tarzı köleci devlet tipini yaratmıştır.
Aynı tarzda feodalizm, feodal devlet tipini; kapitalizm
de kapitalist devlet tipini yaratmıştır. Bu anlamda,
serbest rekabetçi dönemde, burjuvazinin ilerici rol
oynaması ve burjuvazinin siyasal zorunun toplumun önünü
açması ve siyasal zorun bir sonucu olan burjuva demokrasisi,
kapitalist devlet tipinin bir biçimidir ve tüm burjuvalar
için demokrasidir. Ayrıca, tekelci kapitalizm döneminde,
demokrasi yerini siyasal gericiliğe bırakır ve bu dönemde
demokrasi tüm burjuvalar için değil, mali sermaye için
demokrasidir. Mali oligarşinin bu egemenliği burjuva
demokrasisinin daralmasına, kısıtlı bir burjuva demokrasisine
denk düşer; bu da emperyalist dönemde, kapitalist devlet
tipinin bir biçimidir. Emperyalist çağın bir devlet
biçimi olarak ortaya çıkan ve ilk defa Mussolini İtalya'sında
ve Hitler Almanya’sında görülen FAŞİZM de, kapitalist
devlet tipinin bir biçimidir. Bir başka anlatımla, bu
devlet biçimleri kapitalizm damgasını taşır, kapitalist
üretim tarzının üzerinde şekillenen siyasal yapılardır.
Bu özet açıklama ışığında, bizim gibi yeni sömürge ülkelerde
ortaya çıkan Sömürge Tipi Faşizmin açık veya gizli icralarını
farklı devlet biçimleri olarak algılamak, oportünizmdir,
faşizme karşı mücadelede zaafa düşmektir, hedef saptırmaktır.
Yeni sömürgecilik varlığını korudukça, bu ülkelerde
emperyalizm içsel bir olgu olarak varlığını sürdürdükçe,
iç dinamizminden uzak, görgüsüz, asalak ve bağımlı bir
tekelci burjuvazi egemenliği elinde tuttukça, sömürünün
devamı için, siyasal zor çıplak terör biçiminde uygulandıkça,
tüm demokratik haklar tekelci sermaye lehine, emekçi
sınıflar aleyhine rafa kaldırıldıkça, vb. Faşizmin tasfiyesi
ancak toplumsal bir devrimle mümkün olur; bu anlamıyla
sömürge tipi faşizm süreklidir, sadece farklı koşullarda
farklı biçimler alır.
Bundan dolayı, faşizme karşı mücadele devrim sorunudur,
ancak DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ ile çözülür. Anti-emperyalist,
anti-oligarşik Devrim Programı, aynı zamanda anti-faşist
hedefleri de içerir. Yeni sömürge ülkelerde, Faşizmin
alternatifi burjuva demokrasisi değil DEMOKRATiK HALK
DEVRİMİ sonucu oluşacak HALK DEMOKRASİSİDİR.
Tüm bu anlatımlardan anlaşılacağı üzere, sömürge tipi
faşizm içsel bir olgu olan emperyalizme, yeni sömürgecilik
ve onun yarattığı sınıfsal yapıya dayanır; yani Sömürge
Tipi Faşizmin 3. Bunalım Dönemi'nde yeni sömürge ülkelerdeki
iki temel dayanağı vardır: Emperyalizm ve onun bir parçası,
kuklası olan yerli tekelci sermaye ve bu temel toplumsal
güce dayanan, bunların sınıfsal iktidarı olarak şekillenen
Sömürge Tipi Faşizm bir bütündür. Parlamentodan iç savaşa
göre örgütlenmiş emperyalizmin vurucu gücü niteliğinde
olan orduya kadar, siyasi partilerden hukuk sistemine
kadar, polis teşkilatından gizli servislere kadar tüm
bunlar Sömürge Tipi Faşizmin birer unsurudur.
Elbette ki, özellikle parlemanterizm büyük bir aldatmaca
ve yanılsamadır; oynanan demokrasi oyununun en önemli
kurumudur. Yapılan tüm baskı, zulüm, hak gaspı hukuk
devleti (!) adına burada tezgahlanır, kanun haline gelir
ve emekçi sınıflara dayatılır. Bizim gibi yeni sömürge
ülkelerde bu rolü oynayan parlamento, niteliği gereği
klasik burjuva demokrasilerinde görülen parlamentodan
çok farklıdır. Fark öze ilişkindir, biçimde ise halk
adına, millet adına birkaç yüz insan, bir çatı altındadır.
Öncelikle ifade edelim, burjuva demokrasisinde parlamento,
bu devlet biçiminin vazgeçilmez kurumudur; feodalizme
ve feodal gericiliğe karşı eşitlik, özgürlük, demokrasi
bayrağını açan burjuvazinin önderliğinde, seçme ve seçilme
hakkı mücadelesinde oluşmuştur. Parlamentarizm, burjuva
karakteri taşır, ama iç dinamizmle, hatta Fransız Devrimi'nde
olduğu gibi, toplumsal bir devrimle kurumlaştığından,
insanlığın ilerlemesine büyük katkı sağlamıştır. Ama
kapitalizm özel mülkiyete dayalı sömürücü bir sistemdir
ve tüm eşitlik özgürlük sözdedir, özde ise eşitsizlik
ve baskı vardır, parlamentarizm, Ekim Sosyalist Devrimi
ile tarihsel açıdan tükenmiş, ama siyasal açıdan varlığını
sürdürmüştür. Ekim Devrimi ile birlikte, tarihsel olarak
Burjuva Demokrasisi dönemi kapanmış, işçi sınıfının
iktidarını içeren Proletarya Demokrasisi çağı başlamıştır.
Artık parlamento, toplumun elit kesimi içinde, burjuvazinin
kendi arasında bir yarış niteliğinden, burjuvazinin
örgütlenip iktidar olmak mücadelesinin bir parçasından
çok uzak, tüm halkın seçme ve seçilme hakkını kullandığı,
halk iktidarı için emekçi sınıfların yarıştığı bir kurum
niteliğindedir. Proletarya Demokrasisinin burjuva demokrasisinden
farkı, sadece demokrasi kültürünün tüm, emekçi sınıflara
nüfuz etmesi değil, aynı zamanda, hukukçular dahil,
tüm seçilenlerin halk tarafından tekrar görevden alınmasındadır.
Anlaşılacağı üzere, Yeni Sömürge ülkelerde parlamentarizm,
nitelik olarak, burjuva demokrasilerinden farklıdır.
Burjuvazinin önderliğinde ve feodalizme karşı mücadele
sürecinde kurumlaşmamış, yukardan aşağı emperyalizmin
yeni sömürgecilik politikası gereği oluşturulmuştur.
Görevi; sömürge tipi faşizmi gizlemek, oynanan demokrasi
oyununda rol almak, geniş emekçi sınıfların bilincini
çarpıtmaktır. Sınıf mücadelesi yükseldikçe, halk
muhalefeti geliştikçe, yönetenler yönetemez oldukça,
bu asma yaprağı düşer. Hatta, bizde son dönemlerde yaşandığı
gibi, parlemento tüm inandırıcılığını yitirir; onun
görevi çatlak sesleri susturmak, halka karşı zulüm politikalarını
yürütmek, MGK'nın bir noteri olmak, tekelci ve uluslararası
sermaye lehine kanunlar çıkarmak, emekçi sınıfları sömürmek
için 5 Nisan Kararları gibi kararlar çıkarmak, dahası
iş takip etmek, büyük ihalelerde pay almak vb.dir.
Bu çirkin ilişkiler öyle aleni yapılır ki, Yeni sömürgeciliğin
kurmaylarından Demirel, verdimse ben verdim der, hırsızlar,
ben az, sen daha çok çaldın tartışması yapar. Arada
bir, ülkenin en önemli sorunu olarak adlandırdıkları
Kürt Ulusal sorunu gibi konularda, Olağanüstü Hal, Çekiç
Güç vb. sorunlardan söz edilir, parmaklar kalkar. Fakat
burada tüm çirkinlikler dizboyudur. Örneğin, Körfez
Krizi döneminde, Özal ve o ANAP kraldan daha kralcı
bir politikayla, tam bir uşaklık ruhu ile Çekiç Güç’ü
davet ederler. O dönemde Kürt ve Türk emekçi sınıfların
savaşa karşı tutumu, anti emperyalist dalganın yükselmesine
paralel olarak SHP ve DYP o zaman Çekiç Güç'e karşı
gelir, ve bunu parlementoda oylamada gösterir. O dönemde,
özellikle SHP, anti-emperyalist dalgayı düzen içi kanallara
akıtmak için böyle yapar, hatta sahte barış mitingleri
düzenler. Ama son üç yıldır ise, SHP ve DYP koalisyon
hükümetinde, Çekiç Güç'ün her gündeme gelişinde koşullar
kalkmamıştır diyerek uluslararası emperyalist ordunun
Kürdistan'da konumlanması savunulur. Benzer şey olağanüstü
hal ve koruculuk sistemi için de geçerlidir. Olağanüstü
Hali ve Koruculuk Sistemini kaldırmak vaadi ile işbaşına
gelen ve bunu hükümet protokolünde ifade eden DYP ve
SHP, şimdi bunu uzatmak için, MGK'nın önlerine uzattığı
kararı, savunuyor ve destekliyor; gariplik bu ya, ANAP'lılar
bir kereye mahsus vb. derken hayır diyebiliyor.
Görüldüğü gibi, burada burjuva partilerine ve parlamentoya
biçilen rol açıktır; ve bu rol tam bir ikiyüzlülükle,
yalan ve demagoji ile, utanmazlıkla oynanıyor. Ve umutlar
tükeniyor, maskeler düşüyor, parlamentarizmin, Sömürge
Tipi Faşizmin bir aksesuarı olduğu açığa çıkıyor.
MİLLİ KRİZ VE SÜREKLİ FAŞİZM
Parlamento neden inandırıcı olmamıştır? Neden tüm burjuva
partileri bir iktidarsızlık içindedir? Elbet bunun birçok
nedeni vardır ve bunların başında da KUKM'nin belirleyici
bir faktör olması, devrim dalgasını omuzlaması gelir.
Ama tüm bunlar bir zeminden beslenir; bu da, TC oligarşisinin,
yeni-sömürgeci kapitalizmin sürekli olarak yaşadığı
ekonomik-sosyal-siyasal krizdir.
Özünde kriz olarak ifade edilen ekonomik-sosyal-siyasal
açmaz, bugün ortaya çıkan bir olgu değildir. Kimi zaman
derinleşse de, kriz, yeni-sömürgeciliğin özünde vardır,
onun yarattığı toplumsal sistemde kriz olgunlaşmasa
da süreklidir.
Bilindiği gibi, yeni-sömürgecilik, 2. Dünya Savaşı sonrası,
ABD önderliğinde, kapitalist restorasyon azami emperyalist
sömürü için geliştirilmiştir. Yer sömürge ülkeler, zincirin
birer halkası olarak emperyalist-kapitalist sisteme
bağlıdırlar ve sistemde bunalım ve kriz en yoğun biçimde
bu tip yeni sömürge ülkelerde yaşanır. Kapitalist üretim,
ilişkileri, tekelcilikle birlikte, üretim güçlerini
engeller niteliktedir ve bu sistem ölçüsünde bunalımın
ağırlaşmasına yol açmaktadır. Bunun yanı sıra kapitalist
sistemde tüketim sektöründe başlayan bunalımın üretim
sektörüne yansıması, kitlelerin alım gücünün düşmesi
ile kapitalist meta üretiminin yoğunlaşmasından kaynaklanan
bunalım da vardır, işte bu iki bunalım kaynağı, yeni-sömürge
ülkelerde daha yoğun biçimde görülür, çünkü bu tip ülkeler
emperyalist-kapitalist sistemin tüm yükünü taşırlar,
iç dinamizmden yoksun, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda,
yukardan aşağı geliştirilen, kapitalizm, bu ülkelerde
çarpık, dengesiz, CHE'nin ifadesi ile "ucube"
dir. Ülkelerin yeraltı ve yerüstü tüm zenginlikleri
emperyalizme ve onların finans kurumlarına peşkeş çekilmektedir.
Borç, yardım, ikili antlaşma, patent vb. adı altında
yeni-sömürge ülkelerden emperyalist merkezlere büyük
değerler akar. Yerli tekelci sermaye, uluslararası sermaye
ile birlikte, en kârlı alanlara el atar ve buradan elde
edilen artı-değere emperyalizm doğrudan el koyar. Bu
ülkeler ucuz işgücü ve hammadde depolarıdır, geniş bir
pazar imkanına sahiptir. Ekonomik bağımlılık, siyasal
bağımlılıkla tamamlanır, üretimden tüketime, kültürel
öğelerden siyasal yapıların şekillenişine kadar emperyalizmin
kontrolündedir. Bu özünde, yeni biçimde, tam bağımlılıktır.
Bundan dolayı tüm burjuva partileri ABD ve Avrupa emperyalizminin
denetiminde kurulur, onlardan onay alınır; her yeni
hükümet önce Beyaz Saray'a rapor verir, programını Beyaz
Saray belirler. Bu ülkelerde iç savaşa göre örgütlenen
ordu, bizzat Pentagon tarafından denetlenir, Pentagon'un
çıkarlarını savunur. CIA cirit atar; bir işbirlikçinin
ifade ettiği gibi altını oyar. Gizli servisler ve tüm
özel militarist Örgütlenmeler CIA ve Pentagon tarafından
yönetilir. Emperyalist mallar bu ülkelerde geniş pazar
bulur, marka çılgınlığı eşliğinde tüketim toplumu yaratılır.
Gümrük duvarları ortadan kaldırılır, yabancı sermaye
teşvik edilir ve bunun için özel yasalar çıkarılır.
Ulusal para dolara tabi kılınır. Kur ayarlamaları, devalüasyon
adı altında ulusal para sürekli değer kaybeder. Ülke
ekonomisinin en verimli sektörleri emperyalizme, çok
uluslu şirketlere açılır ve onlara peşkeş çekilir. Özelleştirme
adı altında satılır. Ulusal kültür öğeleri her gün emperyalist
kültürün altında ezilir, giderek yok olur. Kitle kültürü
emperyalist yoz kültürün bir versiyonu olur. ABD pragmatizmi
ve bireyciliği felsefe düzeyine çıkarılır ve tüm kitle
iletişim araçları kullanılarak topluma empoze edilir.
Artık bu ülkeler özellikle ABD emperyalizminin bir uydusu
haline gelir, onun birer küçük parçalarıdır; yani yeni-sömürge
ülkeler birer küçük Amerika'dırlar.
İşte yeni-sömürgeci bu sistemin bizzat kendisi ülkede
bir milli kriz oluşturur ve bu kriz yapısaldır, süreklidir.
Ancak emperyalist-kapitalist sistemde mevcut olan ve
kimi dönem derinleşen, bunalımın yeni sömürge ülkelere
yansıması daima şiddetli olmaktadır. Emperyalist sistem
içi ve buna karşı alternatif güçlerin sosyalist ülke
ve ulusal kurtuluş hareketlerinin mücadelesi sorunu,
sistemde bunalımı ağırlaştırır. 1930 dünya bunalımı,
2. Dünya Savaşı, 1958 bunalımı, 1970 ve 1980 bunalımları
böylesine bunalımlardır; ve bunlar yeni sömürge ülkelerdeki
bunalımı derinleştirmektedir.
İşte bu sürekli bunalım aynı zamanda sürekli zor aygıtına,
siyasal zorun emekçi sınıfları cendere altında tutmasına
yol açmaktadır, onun da zeminidir. Buradan da anlaşılacağı
gibi sürekli bunalım sürekli faşizmin toplumsal-siyasal
zeminidir.
Ülkemiz bu gerçeği 2. Dünya Savaşı sonrası 1970'lerden
sonra ise bu gerçeğin en gelişmiş biçimini yaşadı, yaşıyor.
Toplumsal muhalefet ve onun önemli bir parçası silahlı
muhalefet, milli krizin derinleşmesinde bir başka faktör
olmaktadır. İşin doğası da budur; öncüler ve yığınlar
yeni sömürgeci toplumsal düzene karşı başkaldırırlar
ve bu o düzeni daha da zora sokar. Böylece mevcut kriz
derinleşir, kendi davalarına sahip çıkan yığınlar, artık
eskisi gibi yönetilmek istemezler ve kendi tarihlerini
yazarlar veya bu yönde yoğun bir mücadele içinde olurlar.
Ekonomik-demokratik hak kavgası siyasi iktidar kavgası
ile bütünleşir. İşçi memur emek gücünü daha yüksek fiyata
satmaya çalışır, demokratik haklarına sahip çıkar örgütlenir.
Ulusal sorunlar çözüm arayışı içinde olur. Yani ulusal
ve sınıfsal çelişkiler yoğunlaşır, toplum ve emekçi
sınıf, aydınlanmayı yaşar. Hiç şüphesiz bu emperyalizm
ve oligarşi lehine değil aleyhine gelişmedir.
Krizlerin yoğunlaştığı anlar bu krizlerden çıkış yolunu
da üretir. Ve toplumsal-siyasal krizi, her sınıf kendi
açısından aşmaya çalışır. İşçi ve emekçiler demokratik
bir devrimden, sosyalizmden yana çözüm üretirken; egemenler,
oligarşi açık faşizmden yana ya da bunu hiç de aratmayan
bir uygulamadan yana politika geliştirirler. Bundan
12 Mart ve 12 Eylül açık faşizmi tezgahlanmıştır ve
bunlara rahmet okuyan Demirel-Çiller-Güreş-Karayalçın
iktidarı askeri zoru tek yol olarak benimsetmektedirler.
Burada birkez daha belirtelim... Sömürgeci kapitalizmin
günümüzde yaşadığı krizin en önemli nedeni KUKM'dir.
Sistem içi hedefler vardır ve hiç te önemsiz değildir;
ama TC oligarşisinin özellikle KUKM karşısında her düzeyde
bir açmaz yaşaması bu krizin temel nedenidir. Elbet
bu da, bir yandan oligarşinin her düzeyde zoru, katliamcı
ve imhacı politikasını dayatmasını gündeme sokarken,
diğer yandan her zamandan daha çok bu dönemde devrimin
koşullarını olgunlaştırmaktadır.
Bu, Mahir Çayan'ın 1970'lerde söylediği ve bizimde her
vesile ile tekrar ettiğimiz şu değerlendirmeyi bir kez
daha hatırlatmaktadır:
"Bu ülkedeki emperyalist hegomanya bağımsız
bir milli burjuvazinin gelişmesine engel olduğundan
ülke kapitalist bir ülke olsa bile, varolan kapitalizm
kendi iç dinamiği ile gelişmediğinden çarpıktır, emperyalizme
göre biçimlenmiştir. Emperyalist hegomanya toplumun
kendi iç dinamiği ile gelişmesine engel olduğu için
ülke alt yapı ilişkilerinden üst yapısına kadar, MİLLİ
BİR KRİZ içindedir.
Bu milli kriz tam anlamı ile olgun değildir. Ancak şu
veya bu ölçüde vardır. Varolan bu krizin derinleştirilip
ogunlaştırılması tamamen o ülke devrimcilerine bağlıdır.
Özetle söylersek EMPERYALİST HEGOMANYA ALTINDAKİ
BÜTÜN GERİ BIRAKTIRILMIŞ ÜLKELERDE MİLLİ KRİZ, TAM ANLAMI
İLE OLGUNLAŞMAMIŞ OLSA BİLE MEVCUTTUR. Bu ise devrim
durumunun sürekli olarak varolması, evrim ve devrim
aşamalarının içice girmesi, bir başka deyişle silahlı
eylemin objektif şartlarının mevcudiyeti demektir..."
(M. ÇAYAN, BÜTÜN YAZILAR)
Burada bir gerçeğin altını bir kez daha çizmekte yarar
var. Devrimci durum, tamamen nesnel koşulları içerir;
sorunu bu açıdan ele alırsak bugün Türkiye'de devrim
için nesnel şartlar son derece olgundur. Fakat bir devrim
için sadece nesnel koşulların olgunlaşması yetmez, bunun
öznel koşullarla örtüşmesi yani örgütlülük derecesinin
de bu koşulları tamamlaması gerekir, işte sorunun can
alıcı yanıda budur. Bugün, Kuzey Batı Kürdistan'da başlayan
KUKM, sadece bu alanla sınırlı kalmamış, tüm Kürdistan'ı
ve en önemlisi de Türkiye'yi de etkilemiştir. Bu etkileme
son derece boyutludur ve devrim açısından bir dizi imkanı
da yaratmaktadır. Bu aynı zamanda, hep bir ayağı eksik
kalan, bugüne kadar Türkiye solu tarafından ciddi bir
çözüme kavuşmayan bir sorunun, Kürdistan Ulusal Sorununun
ve onun yarattığı problemlerinde olumlu tarzda çözümünün
devrim açısından tamamlanması anlamına da geliyor. Ve
yükselen KUKM Kürdistan devriminde önemli bir aşamaya
ulaşmıştır. Ama, diğer yandan Türkiye devrimi, tüm nesnel
yanlara rağmen zayıftır. Bu bir çelişkidir; ve çözümü
Türkiye devrimini yükseltmektir. Sömürgeci TC oligarşisine
karşı, halkların kardeşliği barikatı da ancak böyle
kurulabilir. Bu gerçeği herkes söyleyebilir veya Kemalizmin
etkisinden kurtulamamış birçok kesim gibi, bir yandan
KUKM’ne övgü dizmek, satır aralarında küçük burjuva
milliyetçiliği demek, ama kendi önderliğini Kürdistan
halkına dayatmak isteyenler de benzer tesbiti yapabilir..
Onlar, hala işin ABC'sini kavramayarak, 'vatan' derken,
TC'nin çizdiği misak-ı milli sınırlarını anlar ve Kürdistan'ın
Türkiye'den ayrı bir ülke olduğunu kavrayamazlar. Dahası,
nihai olarak Bağımsız-Birleşik-Demokratik bir Kürdistanı
savunamaz ve Kürt Ulusal sorununun çözümünü, dört ayrı
parçaya da bölebilirler. Ve buna rağmen hala Marksist-Leninist
olduklarını iddia edebilirler. Özünde, bu tip yaklaşımlar
tam da Kemalizm'den etkilenmektir. Bu tip kesimler de
bir devrimci durumdan söz edebilir, hatta silahlı mücadeleyi
savunabilir; ama Türkiye ve Kürdistan gerçeği bu anlayışlara
dar gelir.
Türkiye ve Kürdistan devriminin ana halkalarını iyi
kavramak, Türkiye devriminin zafere ulaşması, ancak
ve ancak POLİTİKLEŞMİŞ ASKERİ SAVAŞ STRATEJİSİ'ni kavramakla
mümkündür. Bu devrim stratejisinin uzun bir süreci kapsayacağı,
kendi içinde birçok taktik aşamaya ayrılacağı açıktır.
Türkiye devriminin ve bugünkü sürecin temel ihtiyacı
POLİTİKLEŞMİŞ ASKERİ SAVAŞ STRATEJİSİ temelinde, günün
siyasal-toplumsal sorunlarına çözüm üretmektir, bu temelde
bir siyasal savaşımı örgütlemektir.
Bunun yanı sıra, bir takım oportünistler, 70'lerden
bu yana söylediklerini tekrar edebilir, 'maceracı’ olduğumuza,
'devrim durumunun olmadığına' yemin billah edebilirler.
Hatta 'devrim anı’ ile 'devrimci durum'u aynı görerek,
bir proletarya partisinin olmadığından vb. hareketle,
bizi suçlayabilirler, Lenin'i buna şahit göstermek isteyebilirler.
İşin gerçeği hiçde öyle değil, özünde bugün yaşanan
Lenin'in tanımına çok yakındır; oportünizm bu yaşananları
yadsıyarak kendini ancak savunabilir.
Ne diyor Lenin:
"... Marksistlere göre, devrim için elverişli
bir durum olmaksızın bir devrim olanaksızdır; üstelik
her devrimci durum da bir devrime yolaçmaz. Genel anlamda
bir devrim durumunun belirtileri nelerdir? Şu üç ana
belirtiyi sıralarsak bizce yanılmış olmayız:
1) 'Üstteki sınıflar' arasında şu ya da bu şekilde bir
bunalım olduğu zaman; egemen sınıfın politikasındaki
bu bunalım, ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve kırgınlıklarını
ortaya dökülmesini sağlayacak bir gedik açtığı zaman
alttaki sınıfların eski biçimde yaşamak istememeleri
yeterli değildir; üsteki sınıfların da eski biçimde
yaşayamaz duruma gelmeleri gerekir;
2) Ezilen sınıfların sıkıntıları ve gereksinimleri dayanılmaz
duruma geldiği zaman;
3) Yukandaki nedenlerin sonucu olarak, barışta soyulmalarına
hiç seslerini çıkarmadan katlanan, ama ortalığın karıştığı
zamanlarda hem bunalımın yarattığı koşullarla ve hem
de bizzat üstteki sınıfların bağımsız tarihsel bir eyleme
sürüklemeleriyle, yığınların faaliyetinde oldukça büyük
bir artış olduğu zaman..." (V.I. Lenin, Sosyalizm
ve Savaş)
Her şey apaçık. Yapılacak iş, ne yapılacağını bilerek,
nesnel duruma uygun öznel koşulları oluşturmaktır ve
bunun için ileri atılmaktır!
YENİ OYUN: MHP-RP
Yeni-sömürgeci sistem tıkanıyor, ekonomik-sosyal-siyasal
kriz yoğunlaşıyor, KUKM yükseliyor ve mevcut SÖMÜRGE
TİPİ FAŞİZMİ her düzeyde köşeye sıkıştırıyor. Türkiye'de
halk muhalefeti yükselme gösteriyor, faşizm uluslararası
arenada yalnızları oynuyor, yönetenler yönetemez duruma
geliyor ve bundan dolayı her gün yeni arayışlar gündeme
geliyor. 'Sosyal-Demokrasi' olarak adlandırılan Kemalist
solculuk umut olamıyor vb. kısaca oligarşi tam da bu
noktada yeni arayışlar içindedir.
Bu yeni arayışlar, elbet gökten zembille düşmüyor, belirli
toplumsal siyasal gelişmelere paralel olarak gündeme
geliyor. İşte, faşizm bu kez artan oranda İslam ve Türkçülük
kimliğini kullanarak, bu iki yanı harmanlayıp Türk-İslam
Sentezi temelinde iki ayrı versiyonu cilalayıp, yeni
olarak piyasaya sürüyor. Bu iki eski, ama yeniden cilalanan
versiyon, RP ve MHP'dir.
Herşeyden önce, bugün MHP ve RP'nin belirli bir kitle
temelini bulması ve bunu faşizm kanallarına aktarılmasının
toplumsal-tarihsel kaynakları vardır.
Yeni-sömürge ülkelerde, sömürge tipi faşizm yukarıdan
aşağı gelişir; yani faşizm önce devlet mekanizmasında
kurumlaşır, bunun aracılığı ile kendine kitle tabanı
oluşturmaya çalışır. Bu, Almanya ve İtalya'da görülen
klasik faşizmin iktidarı alma yönteminden farklıdır;
orada faşizm, yukardan aşağı değil, aşağıdan yukarı,
önce 'Nasyonal Sosyalist' vb. partilerde örgütlenerek,
belirli bir kitle temeli yaratarak, son devlet biçimi
olarak iktidarı, bir bunalım koşullarında alır.
Yeni-sömürge ülkelerde, sömürge tipi faşizm'in
kitle temeli, özünde zayıftır; farklı yöntemlerle, tarihsel
ve güncel faktörler kullanılarak ve esas kimliğini önemli
ölçüde gizleyerek, devlet destekli bir kitle çalışması
yapılır. Faşizm, dünya halkları gözünde lanetli bir
devlet biçimidir; bundan hiçbir faşist devlet kendine
faşist demez, farklı adlarla adlandırır. Bu, yeni sömürgeciliğin
karakterinden dolayı, çok daha sinsi, gizli biçimde
yapılır. Koşullara göre her tür ideolojik söylem kullanılır;
milliyetçilik, din, vatan, anti-komünizm, hatta anti
emperyalizm, sosyal adalet vb.
Ülkemizde ise, farklı kanalları kullanarak, faşizmin
bu tip kavramları kullanmasına sık rastlanır, doğrusu
çokda başarısız olduğu söylenemez. Klasik biçimde anti-komünizmi
yıllarca kullanmıştır. Kemalizmden alınan ve temellerini
'Güneş Dil Teorisi', Türk Tarih Tezi'nin oluşturduğu
ırkçılık kullanılmıştır, kadercilik, 'baba ve güçlü
devlet' imajı kullanılmıştır. İslam gericiliği liberalizm
hatta sosyal demokrasi bu yönde kullanılmıştır. Elbette,
bu tip kavramlar çokça gizlenerek kullanılmıştır. Kimi
zaman, örneğin 'laiklik anti-laiklik' sendromunda olduğu
gibi karşı karşıya gelen kavramlar bile; son tahlilde
faşizmin ayakta kalmasına hizmet eden birer kanallar
olmuştur. Bu tip kavramları kullanmakta Kemalizmin ne
kadar usta olduğu biliniyor; Kemalizmin bu yanını faşizm
hep benimsemiş, ve onu geliştirmiştir. Bu anlamda tarihsel
bir deneyden, birikimden söz edebiliriz.
Ayrıca, bizzat yeni-sömürgecilik bugün, sivri ucunu
MHP ve RP'nin oluşturduğu Türkçülük ve İslam gericiliğinin
toplumsal temellerini oluşturmuştur. Yeni-sömürgecilik
son derece yoz, çarpık, insana yabancı, adaletsiz, aç
gözlü bir toplumsal sistem yaratıyor. Bu sistem korkunç
derecede sömürücüdür ve başta küçük üretici olmak üzere,
tüm halkı yoksullaştırmaktadır, işsizlik yoğundur, açlık
günlük yaşamın bir parçasıdır, tekelci sermaye ve onların
ipini elinde tutan uluslararası sermaye korkunç biçimde
sömürüden pay almakta, diğer yandan işçi, memur, küçük
hatta orta derecede üretici sefaletle boğuşmaktadır.
Her şey metalaşmıştır, çıkarcılık ve ve pragmatizm felsefe
olmuştur ve tüm insani değerleri parçalamıştır. Ahlaki
çürüme dev boyutlardadır, yoz burjuva yaşamı tüm topluma
dayatılmıştır.. Politik mücadele, daha fazla rüşvet,
hırsızlık için kullanılmakta, yalan, ikiyüzlülük, uşaklık
dizboyudur. Kısaca toplum, yeni-sömürgeciliğin en soysuzluğunun
uygulanması ile her düzeyde lekelenmiştir, insanda da
dev bir yabancılaşma söz konusudur. İşte bu toplumsal
zemin, devrimci hareketin zayıflığı koşullarında, bu
tip gerici-faşist partilere kanallar açmaktadır.
Bunun yanı sıra, dünya ölçeğindeki gelişmeler de, son
yıllarda bu gerici-faşist partilerin gelişmesinde önemli
rol oynamıştır. Reel sosyalizmin çöküşü ve bu temelde
yoğunlaşan sosyalizm öldü söylemleri yığınları olumsuz
etkilemiş, sosyalizm umudunu kırmıştır. Bunun yanı sıra,
reel sosyalizmin çöküşü burjuva milliyetçiliği dalgasını
hızlandırmış, Türkçülük ve İslam bu temelde, dünya ölçeğinde
kullanılmıştır. Azeri-Ermeni Savaşı, Kafkaslardaki ulusal
çelişkiler, en son biçimi ile Bosna-Sırp sorunları hep
İslam gericiliği ve Türkçülüğü beslemiştir. Zaten tüm
burjuva propaganda aygıtları, bu temelde çalışmış; dışta
emperyalist bir politika için, içte ise KUKM için bunlar
kullanılmıştır.
Tüm bunlar, esasta, SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZM'in, özellikle
12 Eylül'den sonra resmileştirdiği Türk-İslam Sentezi
üzerine yükselmiştir. Yani, faşizmin resmi ideolojisi,
ne Kemalizmdir, ne de liberalizm, ne de sosyal demokrasidir;
tümünden bir parça alındığı Türk-İslam Sentezi' dir.
Bu ideoloji Kemalizmin bir üst boyutta, faşizm boyutunda
yeniden kurgulanmasıdır; ve Türkçülük ve İslamın liberalizm
söylemi ile harmanlanmasını içerir.
Özetle, bu toplumsal ve tarihsel koşullar, RP ve MHP'ni
devlet destekli bir gelişme içine sokmuştur.
SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZM, KUKM'ne, emekçi sınıfların devrim
ve sosyalizm kavgasına iki kanaldan açık terör politikası
uygulamaktadır. Birincisi, resmi devlet güçleridir,
ordudur, polistir, MİT'tir, kontr-gerilladır. İkincisi
ise, sivil güçlerdir; bunlar devletten bağımsız gibi
görünür, devleti kurtarma, dini ve vatanı kurtarma adına,
Kürt ve Türk halk muhalefetine saldırırlar. İkincilerin
ipi birincilerin elindedir ve koşullara göre o ip gevşetilir
veya sıkı tutulur.
70'li yıllarda 12 Mart açık faşizm öncesi ve sonrası,
bizzat kontra-gerilla tarafından örgütlenen MHP, Türkçülük,
Turancılık, vatanın komünistlerden temizlenmesi adına
yaygın biçimde kullanılmıştır. Halk muhalefetini önlemek
ve faşizmi daha az yıpratmak için, ülkücü komando kamplarında
beslenen bu sivil faşist güçler binlerce ilerici, yurtsever,
devrimcinin kanına girmiştir! 12 Eylül öncesi, sivil
faşist güçlerde Türkçülük söylemi ön plandadır, İslam
söylemi ikincildir. Ama 12 Eylül ve sonrası ise her
iki yan birbirine çok daha fazla yaklaşmıştır ve bu
temelde kullanılmaktadır. Kuzey Batı Kürdistan'da bunun
çok açık ve çıplak örneğini görüyoruz. KUKM karşısında
sömürge tipi faşizm, hem Türkçülük hem de ve yaygın
olarak İslam şeriat kartı kullanmaktadır;
Hizbi-kontra güçleri, Kürt halkının demokratik taleplerinin
bastırılmasının devamı için oluşturduğu özel ordu ve
özel tim bizzat MHP ve RP'li kadrolardan seçilmekte,
bunların ideolojik eğitimi Türk-İslam sentezi temelinde
yapılmaktadır. Sömürgeci oligarşi, boşuna Ermeni, Rum
düşmanlığını, PKK'nin Ermeni uşağı, dinsiz bir örgüt
olduğu tezini işlememektedir. Dün Sivas, Malatya, Maraş
katliamlarında Türkçülük ve İslam Kullanılmıştır; bugün
de benzer tarzda, hatta İslam'ı biraz ön planda tutarak
Sivas katliamı düzenlenmiştir.
Ve bugün, Kürdistan'da resmi devlet güçleri ile birlikte
kullanılan bu sivil faşist güçler, Türkiye'de de kullanılmak
istenmektedir. Kontr-Gerilla, Polis denetiminde, lümpen
kesimleride kullanılarak, artan oranda, çeşitli alanlarda
bu güçler devreye girmektedir. Dün vatanı komünistlerden
temizleme adına kullanılan bu sivil faşist güçler, bugün
vatanı Kürtlerden temizlemek, dinsiz komünistlerden
kurtarmak vb. için kullanılmaktadır. Açıktır ki, bu
ekşimiş bir yeni oyundur. Amacı sınıf mücadelesinin
önünü kesmek, halk muhalefetinin esas hedefi olan siyasi
iktidarı, faşizmi korumak ve gizlemek, sınıf pusulasını
şaşırtmak ve bulanıklaştırmak, faşizme yeni kanallar
açmaktır.
Zaman zaman sahte gündem oluşturmak için kullanılan
RP ve MHP'ye (ki bu aşamada RP daha ön planda) oligarşinin
sanıldığından daha çok ihtiyacı var. SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZM,
hep bu kanallarda kendine kitle tabanı bulmuştur, yine
en çok bu zeminden beslenecektir. Ayrıca, Kemalizm döneminde
tek parti olan CHP ve bunun günümüzdeki türevleri SHP,
DSP ve CHP'den faşizme pek bir yarar yok. Bunlara biçilen
misyon, faşizmi gizlemektir, vitrin oluşturmaktır; ama
artık bunu da beceremiyorlar. ANAP ve DYP ise oldukça
yıpranmıştır; bir dönem daha kullanılabilir ama bunlar
da yeterli değildir. O halde RP ve MHP'ye daha çok ihtiyaç
vardır. Özellikle KUKM karşısında bu ihtiyaç çıplak
zor politikası ile birlikte daha çok büyüyor. Dikkat
edilirse, emperyalizm destekli, tekelci sermayenin istekleri
doğrultusunda kurulan ve özünde halk muhalefetini, devrimci-sosyalist
muhalefeti etkisizleştirme programı da dediğimiz SHP-DYP
iktidarına, en çok MHP destek veriyor. Adeta 3. MC söz
konusudur. Neden? İktidarı güçlendirmek için, faşizmin
geleceği için, KUKM ve sınıflar mücadelesini etkisiz
kılmak için vb. Bugün MHP’nin merkez-sağ olarak adlandırılan
cenaha çok yakınlaşması, sadece bir imaj sorunu değil,
SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZMİN MHP'ye daha çok ihtiyaç duymasıdır.
Kürdistan'da yürütülen kirli savaş, Liberalizm, İnsan
Hakları söylemi ile fazla ayakta kalamıyor; bu kan denizi
daha çok Türklük ve İslam adına hareket eden güçlere
ihtiyaç duyuyor. Vahşi-çıplak terör politikası, MHP
ve RP'sine daha çok sarılmayı zorunlu kılıyor. Özce,
SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZM, MHP ve RP ile daha çok bütünleşme
eğilimi içindedir. Ve bu temelde, Kürdistan'da zaten
bizzat devlet güçleri ile birlikte bu zeminde yürütülen
sivil-militer terör politikası, batıya da kaymaktadır,
daha da yoğunlaşacağı açıktır. Tam bu noktada, halk
muhalefetinin sağlam bir ideolojik perspektife ve mücadeleye
ihtiyacı ön plana çıkmaktadır.
Burada, eski bir ideolojik yanılgıyı hatırlamakta yarar
var. Keza, nasıl MHP ve RP'si kendini yeni koşullarda
yeniden onarmaya çalışıp, kitleleri bu açıdan etkileyerek,
faşizme kul-köle yapmak istiyorsa, devrimcilik ve sosyalistlik
adına da buna hizmet edilebilir. "Eskiyen şey,
yeni edindiği biçim içerisinde, kendisini onarmaya ve
varlığını sürdürmeye çalışır." (MARX, SEÇME
ESERLER 2. S. 504)
Bu ideolojik yanılgı, MHP vb. sivil faşist güçleri SÖMÜRGE
TİPİ FAŞİZM'den, yani devlet biçiminden kopararak, bu
sivil güçleri faşist gören anlayıştır. Ve bu kimi zaman,
Tırmanan Faşizm söylemi ile faşizm eşittir MHP tarzında
kendini gösterirken (TKP, TİP, KURTULUŞ vb.) kimi zaman
da kurumsal faşizm diyerek, 61 anayasasını savunur.
Biz MHP'nin faşist terörüne karşı kendimizi savunduk
(DY) diyerek kendini somutlaştırır. Bu ideolojik söylem;
faşizm ile sivil faşist güçler arasındaki ilişkiyi koparır,
iktidar mücadelesini tatil eder, faşizmi gelip geçici
bir olgu olarak görür, hayali burjuva demokrasisinin
peşine takılır ve en son durak olarak, oynanan demokrasi
oyununda sol versiyon olur ve legalizme tapınır. Bugün,
sivil toplumcu düşünceden esinlenerek, Leninist örgüt
modelini reddeden, reel sosyalizmin çözülüşü ile paniğe
kapılıp, liberalizm delhizlerinde sürüklenerek legal
partiler kuran veya kurmaya çalışan kesimlerin tam da
bu yanlış anlayıştan beslendikleri açıktır ve tümünün
benzer söylemle aynı noktada olması bir tesadüf değildir.
SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZMİN TBKP'ne bile tahammülünün olmadığını
herkes gördü. Ancak ve ancak bu anlayışlar, KUKM ve
halk muhalefeti karşısında SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZMİN, Özalvari
bir reformist kanalın açılması ile varlığını sürdürür
ki, bugünün toplumsal-siyasal koşulları bundan hayli
uzaktır ve zaten o tip icazetli sosyalistlik, faşizm
korumasında devrimcilik onursuzluktur.
Bu tip yanılgılardan uzak olmak, bunlarla her düzeyde
ideolojik bir mücadele içinde olmak önemlidir; ve ideolojik
sağlamlığın bir gereğidir; kapılarımızı bu tip liberal
rüzgarlara kapatmaktır. Devrim ve sosyalizmin ihtiyacı,
yeni tip bir sosyal-demokrasi değil, marksist-leninist
dünya görüşünün, işçi sınıfının ideolojisinin her düzeyde
özümsenmesi ve en geniş kesime nüfuz etmesidir. Bu böyle
biline!
12 Eylül açık faşizmi, resmi faşist güçleri ön plana
çıkardı ve bu günümüze kadar, aynı düzeyde olmasa da
sürdü. Bu doğal olarak, yukarıda ele aldığımız sivil
faşist güçlere karşı, ideolojik boşluğa yol açtı. Bu
objektif bir olgudur ve niyetimizden öte, devrimci hareketin
zayıflığından da beslenerek ortaya çıktı. Böylece bu
boşluk, sivil faşist güçlerin her düzeyde örgütlenmesine
yol açtı ve bugün bu örgütlü güç sınıf mücadelesinin
önüne çıkmaktadır.
Sınıflar savaşımı her düzeyde keskinleşerek devam ediyor.
Hiç bir olgu, bizi beklemiyor, kafamızda oluşturduklarımıza,
beklentilerimize tamı tamına uymuyor. Daha doğrusu bizim
yürüyüş tarzımızla sosyal-siyasal gelişmeler birebir
denk gelmiyor. Siyasal sürecin bir hayli gerisinde olduğumuz
da açıktır. Önümüzdeki siyasal, toplumsal, örgütsel
sorunları esas halkalarından yakalayarak tek tek çözeceğiz,
her çözüm bir üst boyutta yeni bir çözüme hizmet edecektir.
Bugün devrimci gelişmenin önüne MHP ve RP'nin çıkarılması
süpriz değildir. Bu siyasal gelişmeler hesaplarımız
içindedir. Burada sorun, mücadelenin esas halkalarını
yakalamak ve diğer halkalarla bunları birleştirmektir.
Bu tip sivil gerici-faşist güçlerin bir devlet biçimi
olarak SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZM'den, faşizme karşı mücadelenin
ise HALK DEMOKRASİSİ ve SOSYALİZM kavgasından koparılamayacağı
açıktır. Dolayısı ile bu gerici-faşist güçlere karşı
mücadele, DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ programı içerisinde,
iktidar mücadelesi ekseninde ele alınmalıdır.
Bugün devrimci hareket zorlu ve zorluklarla dolu bir
süreci yaşamaktadır. Ve objektif olarak mücadelesinin
zayıf olduğu bir dönemden mücadelenin POLİTİKLEŞMİŞ
ASKERİ SAVAŞ STRATEJİSİ temelinde yoğunlaşacağı bir
döneme sıçramaktadır. Doğal olarak, bu bize özgü bir
sancıyı da birlikte yaşatacaktır, yaşatıyor da. Ama,
devrimci hareket, tüm bunları aşacak, POLİTİKLEŞMİŞ
ASKERİ SAVAŞ STRATEJİSİ temelinde iktidar kavgasını
yoğunlaştırma kararlılığına ve ideolojik sağlamlığına
sahiptir. Dünden daha yoğun umut ve olanaklara sahibiz.
Örgütlenme ve mücadele bugün içiçedir; sabırlı, özverili,
daha yoğun devrimci enerji ile önümüzün açılacağı açıktır.
Kendi siyasal-örgütsel sorunlarımız, örneğin kadrolaşmak,
her düzeyde kurumlaşmak vb. ancak mücadelenin genel
sorunları içinde çözümlenebilir. Devrimci mücadele,
koşullara uygun olarak yükselecektir. Belki bir dönem
daha, genel sınıf savaşımının biraz gerisinde kalacağız,
ama Türkiye devriminin her sorununa politika üreterek,
dahası o temelde ileri atılarak bu açığı kapatacağız.
Ve bugün, POLİTİKLEŞMİŞ ASKERİ SAVAŞ STRATEJİSİ temelinde
emperyalizmin ve oligarşinin siyasal teşhiri, bir alt
başlık olarak MHP ve RP'nin siyasal teşhiri ile birlikte
yürütülecektir. Çünkü MARX'ın ifadesi ile "insanlık
önüne çıkan sorunları çözer."
Kaldı ki, bu temelde bir siyasal birikime ve mücadele
deneyine de sahibiz. 75-80 döneminde devrimci hareketimiz
doğru bir ideolojik zeminde, doğru mücadele yürütmüştür.
Yeni koşullarda, doğru bir perspektifle, zengin mücadele
biçimleriyle bu görev yerine getirilmelidir. Bu zeminde
sadece bir bilinç oluşturmak yetmez, bunun yanı sıra,
bu gerici-faşist odaklar dağıtılmalıdır.
***
Bu konuda bunlar ilk sözler değildir ve son sözler de
olmayacaktır.
O halde; daha fazla ideolojik sağlamlık, daha fazla
mücadele, daha fazla devrimci esneklik daha kararlılık
içinde olmalıyız...
Zorluklarla dolu bir süreci aşıyoruz ve bunu başarmak
zorundayız, zafere mutlaka ulaşacağız! Önümüze çıkan
tüm engelleri POLİTİKLEŞMİŞ ASKERİ SAVAŞ'la aşacağız.
DEVRİMCİ KURTULUŞUN YOLU BUDUR, VE BİZ BUNU BAŞARACAĞIZ!
|